SAYE 4. Bölüm

Gu Fei motosikletini dükkanın önüne park etti ve Gu Miao hızla, kaykayı göğsüne bastırılmış bir şekilde, arka koltuğa tırmandı. Gu Fei’nin beline sarıldı ve yüzünü sırtına gömdü.

“Yüzünü görmeme izin ver.” Gu Fei kafasını arkaya çevirirken konuştu.

Gu Miao yüzünü görmesi için kaldırdı.

“Hala biraz gözyaşı var, onları sil.” Dedi Gu Fei.

Gu Miao gözlerini ovmak için elinin arkasını ve sonra burnunun altını ovmak içinse yenini kullandı.

“Iyy.” Gu Fei iç çekti. “Erkek olsaydın bile, kaba olarak görülürdün.”

Gu Miao gülümsedi ve yüzünü tekrar sırtına gömdü.

Gu Fei çarşıdaki alışveriş merkezine yönlendirilmiş net bir hedefle motorunu sürdü. Gu Miao’ya göre, ziyafet fikri özellikle oradaki barbekü büfesine atıfta bulunuyordu.

Küçük kız bazı konularda anormal derecede ısrarcıydı – bu restoran, dışarı çıktıklarında yemek yemeye gönüllü olduğu pek azından biriydi.

Küçük bir şehirde yaşamanın en öne çıkan faydası belki de tek bir çarşısı olmasıydı. Dahası, hangi bölgede yaşarsan yaşa kısa bir sürede ulaşılabilecek mesafedeydi.

Tek sorun, şu an günün restoranın en meşgul olduğu zamanıydı. Onlar vardığında boş tek bir masa bile yoktu.

“Bugün herhangi bir indirim var mı?” Gu Fei garsona sordu. Geçerli herhangi bir kuponu olup olmadığına bakmak için telefonunu çıkardı ve sonra Gu Miao’nun kafasına bir fiske attı. “Sen gidip bir masa bulabilirsin.”

Gu Miao kaykayını yere koyduğunda ve tek ayağını üzerine yerleştirdiğinde, Gu Fei aniden kendi ayağını da kaykayın üzerine koydu. “Yürü.”

“Kaykayı emaneten tezgahın arkasına koymamı ister misiniz?” Garson yüzünde bir gülümsemeyle sordu.

Gu Miao kafasını salladı ve göğsüne yaslamadan önce kaykayı almak için hızla eğildi.

“Kardeşim ilgilenebilir.” Dedi Gu Fei.

Gu Miao kollarında kaykayıyla içeri koştu.

*****

“Siktir, senin konuşmanı duymakla bile acıkıyorum.” Pan Zhi akan salyalarını yuttu. “Gerçekten de, yarın oraya gelip seni ziyaret edeceğim ve oradayken, beni yemeğe çıkarmana izin veriyorum. Burada… bu kadar ucuz bir fiyata bu miktarda yiyecek almamızın imkanı yok.”

“Ailen Yeni Yıl’da fakirliğin giderilmesine yardım mı etti?” Jiang Cheng bir eli tabağı tutmakla ve diğer eli de yemek çubuklarıyla tembelce domuz göbeği, dilimlenmiş dana eti, domuz göbeği, dilimlenmiş dana eti…almakla meşgul olduğu için telefonu omzu ile kulağı arasına sıkıştırdı.

“Bu nasıl aynı olabilir?” Pan Zhi’nin ses tonu oldukça kederliydi. ” Geçen sömestr beraber barbekü eti yemeyi planlamıştık ama şimdi sadece beraber yemek yemeye gidemiyor değiliz, sen bile yoksun.”

“Buraya geldiğinde otelde kal.” Jiang Cheng yemek çubuklarını bıraktı ve daha fazla et koymaya devam etmeden önce bir tabak daha aldı. “Ayrıca kendin rezervasyon yaptırmalısın, şu an hiçbir şey yapacak enerjim yok.”

“Senin evinde kalabilirim.” Dedi Pan Zhi gerçekçi bir şekilde.

“Hayır kalamazsın.” Jiang Cheng kaşlarını çattı. Kendi bile içinde yaşadığı odada gerekenden bir saniye fazla kalmak istemiyordu. “Standart bir oda ayırt, oraya geleceğim.”

“…Biyolojik babanla olan ilişkin iyi gitmiyor mu?” Pan Zhi, Jiang Cheng’in söyledikleri üzerinde düşünüyordu.

“Henüz bir ilişki kurmadık.” Jiang Cheng etle dolu iki tabak taşırken gelişigüzel bir şekilde konuştu ve bir şişe bira almaya gitti. “Ne iyi ne de kötü…”

Masasına geri döndüğünde, donakaldı.

Dört kişilik masanın, bir sandalyesi kaykay ile doluydu, diğer sandalyesinde mavi ceket giyen küçük kel kafalı bir insan oturuyordu. Ve masanın üzerinde… üzerine pembe çiçekler işlenmiş yeşil bir örgü şapka vardı.

“Gu Miao?” Jiang Cheng şaşkınlıkla küçük kıza baktı.

Gu Miao onayladı, çok şaşırmış görünmüyordu. Sandalyenin üzerindeki kaykayını aldı ve masanın altına yerleştirdi.

“Sen…” Jiang Cheng elindeki tabakları masaya koydu ve Gu Miao’nun barbekü tabağına beklentiyle baktığını fark etti. Ellerini Gu Miao’nun gözlerinin önünde ileri geri salladı. “Buraya kiminle geldin?” 

Gu Miao ayağa kalktı, girişi işaret etti ve birkaç kere elini salladı.

Jiang Cheng oraya baktığında, aynı derecede şaşkın Gu Fei’yi gördü.

“Gidip başka bir masa bulalım.” Gu Fei yanlarına yürüdü. “Bu masa çoktan Gege tarafından kullanılıyor.”

Gu Miao etrafa baktı, salyalarını yuttu ve oturduğu yerden kımıldamadı.

“Garson diğer tarafta başka masalar olduğunu söyledi” Gu Fei içeriyi işaret etti. “Hadi oraya gidelim.”

Fakat Gu Miao hala kıpırdamıyordu. Bakışlarını Jiang Cheng’le buluşturmak için ifadesizce yukarı kaldırdı. – Jiang Cheng, Gu Miao’nun bakışlarıyla ne ifade etmek istediği konusunda tereddütlüydü.

Yerlerinde saydıkları bir süreden sonra Gu Fei, Jiang Cheng’e bakmak için döndü.

“Evet?” Jiang Cheng bakışlarına karşılık verdi.

“Tek başına mısın?” Gu Fei sordu.

“Evet.” Jiang Cheng yanıt olarak mırıldandı ve oturdu.

Garson yanlarına geldi, ızgarayı açtı, bir parça kağıtla ızgaranın üzerini kapladı. Etleri baharat ve sosa bularken aynı zamanda da etleri ızgaraya dizmeye başladı.

“O zaman, biz…” Gu Fei tereddütlü görünüyordu ve cümleyi bitirmeden önce bir süre duraksadı. “…beraber yiyebilir miyiz?”

Jiang Cheng ona bakmak için bakışlarını kaldırdı. Dürüst olmak gerekirse, gerçekten “Daha çok beklersin! Önce git yorganı yıka.” Demek istiyordu.

Ama Gu Miao’nun kel kafasındaki büyük gözler de karşı taraftan dikkatle ona bakıyordu ve bu istediği şekilde cevap vermesini zorlaştırıyordu. Etler tamamen sosa bulandıktan sonra, nihayet başıyla onayladı.

“Teşekkürler.” Dedi Gu Fei ve Gu Miao’yu işaret etti. “Burada otur ve beni bekle. Yiyecek alacağım.”

Gu Miao onayladı.

Gu Fei gittiğinde, Jiang Cheng yağlı kağıdın üzerine iki dilim daha dilimlenmiş dana eti koydu ve Gu Miao’ya sordu. ” Domuz göbeği ve dilimlenmiş dana eti arasından hangisini yemek istersin?”

Gu Miao dilimlenmiş dana etini işaret etti.

“Domuz göbeği de lezzetli, yağ ile cızırdayana kadar pişirildi… Beş ya da altı tabak yiyebilirim.” Jiang Cheng eti çevirdi ve üzerine yağ sürdü. “Acı yiyecekler yiyebilir misin?”

Gu Miao başını sağa sola salladı.

Jiang Cheng iyi pişmiş bir dilim dana etini onun tabağına koydu ve konuştu: “Bir ısırık al.”

Gu Miao kafasını çevirip Gu Fei’nin olduğu tarafa bakarken hafifçe tereddütlüydü.

“Önemli değil…” Jiang Cheng, Gu Miao’nun başının arkasında yaklaşık beş santimetre uzunluğunda olduğunu tahmin ettiği, gözle görülebilir yara izini fark ettiğinde cümlesini tamamlama şansını yakalayamadı. Biraz ürkmüştü.

Gu Miao, Gu Fei’yi bulamadığından, tekrar masaya döndü ve dana etini ağzına tıktı sonra yukarı baktı ve gülümsedi.

“Bir parça domuz göbeği denemek ister misin?” Jiang Cheng küçük kıza sordu.

Gu Miao tekrar onayladı.

Jiang Cheng masanın üzerindeki şapkayı düzgünce kaldırıp yanındaki sandalyeye koyarken bir dilim domuz göbeği aldı ve Gu Miao’nun tabağına koydu. Kendini kontrol edemeden cıkladı ve sordu: “Sana bu şapkayı kim aldı, ha?”

Gu Miao kafasını eğdi ve tek bir kelime bile etmeden yemeye devam etti.

Yemek yerken sessiz kalmak.

Bu küçük kız, Jiang Cheng’in tanıdığı bütün kişiler arasından, bu durumu mükemmel bir şekilde gerçekleştirebilen tek kişiydi.

Gu Fei hızlıca yemekle geri döndü fakat tabağı tepeleme doldurma becerisi Jiang Cheng’e göre önemli ölçüde eksikti – ilk döndüğünde, sadece üç tabak getirdi. Eğer biraz önce Pan Zhi ile telefonda olmasaydı, tek gidişinde altı tabak getirmek Jiang Cheng için sorun olmazdı ve sonunda yenilen bir tabak meyveyle öğünü neredeyse tamamlanmış olurdu.

Dört kişilik masa duvar kenarındaydı. Jiang Cheng iç tarafta oturup, yanındaki sandalyeye tereddütle oturan, Gu Fei ile birlikte ızgara yaparken, Gu Miao karşı dış tarafta oturup yemeğinin tadını çıkarıyordu.

Jiang Cheng, Gu Fei’nin tabağındaki etleri ızgara yapmasına yardım etmek için oldukça isteksizdi. Elini uzattı ve Gu Miao’nun kafasına hafifçe fiske attı. “İçmek istiyorsan gidip bir içecek seç.”

Gu Miao kalkıp meşrubat dolabına doğru yürüdüğünde, Gu Fei hızla ayağa kalktı ve Jiang Cheng’in karşısındaki sandalyeye oturdu.

Jiang Cheng ona baktı, sonra domuz ve dana etini ızgara yapmaya devam etti.

“Ateşin varken çok fazla yağ yiyorsun?” Gu Fei sordu.

“Hm?” Jiang Cheng’in hareketleri, Gu Fei’nin yapışkan pirinç kekini kızartmasını izlerken kısa bir süreliğine duraksadı. “Biliyor muydun?”

“Seni içeri sürüklediğimde ateş gibi yanıyordun, nasıl bilmem.” Gu Fei cevapladı.

“Sürüklediğinde?” Jiang Cheng’in hayal gücü, Gu Fei’nin onu telis bezinden yapılmış bir çuval gibi saçlarından dükkana sürüklediği senaryoyu kontrolsüzce hayal etti.

“Yoksa seni içeri kollarımda mı taşımalıydım?” Gu Fei ikisinin de ızgaranın sadece kendi tarafındaki yarısını kullanarak uyumlu bir atmosfer yarattığı ızgaraya iki dilim daha domuz pastırması koydu.

Jiang Cheng konuşmaya nasıl devam etmesi gerektiğinden emin değildi bu yüzden ağzını bir parça domuz göbeğiyle doldurdu.

İçecek almaktan dönerken, Gu Miao yanında birkaç bardak da getirdi. Halihazırda açılmış olan bira şişelerini – dört şişe – teker teker masanın üzerine koydu. Bir kupa da portakal suyu getirmişti.

“Ha, oldukça beceriklisin.” Jiang Cheng hayretle küçük kıza baktı. “Yere hiç dökmedin mi?”

Gu Miao başını iki yana salladı ve sandalyesine geri döndü. Sonra bir şişe bira ve bir kupa portakal suyunu Jiang Cheng’in önüne itti.

“Ben değil…” Gu Miao’nun portakal suyunu alması gerektiğini söylemek için tam ağzını açtığı anda, Gu Miao’nun çoktan bir şişe birayı kendi bardağına boşalttığını gördü. “Sen…”

Gu Miao bardağını kaldırdı ve güçlü bir yudum aldı. Sonra zevkle iç çekti ve ağzını silmek için elinin tersini kullandı.

Jiang Cheng, Gu Fei’ye baktığında onun Gu Miao’nun davranışları karşısında tamamen kayıtsız olduğunu fark etti. Gu Miao’nun olduğu tarafa bile bakmadan hararetle bir parça marulun içine bir dilim domuz göbeğini sarıyordu.

“Alkol mü içiyor?” Jiang Cheng kendini dizginleyemeden sordu.

“Evet, sadece ızgara et yediğimizde.” Gu Fei yuvarlanmış marul yaprağını Jiang Cheng’in önüne uzattı. “Onun dışında, içmiyor…”

Jiang Cheng marul rulosuna baktı.

Gu Fei hiçbir şey söylemeden, basitçe elini yukarı kaldırdı.

“…teşekkürler.” Kabullenip ısırmaktan başka seçeneği yoktu.

“Öğün olarak sadece domuz göbeği yemek yağlı gelmiyor mu?” Gu Fei sorguladı.

“O kadar da kötü değil, oldukça seviyorum.” Dedi Jiang Cheng.

Gu Fei, Jiang Cheng için iki rulo daha sardı ve sonra tekrar sordu: “Aksanına bakılırsa buralı değilsin, değil mi?”

“Hayır.” Bu gerçeğin kabul edilmesi kalbinin aniden hayal kırıklığıyla tepki vermesine sebep olurken, Jiang Cheng cevap verdi. Yağ damarlı domuz ve yağlı dana etiyle bastırdığı hoşnutsuzluk, yeniden ortaya çıkmak için büyük bir çaba gösteriyordu.

“Li Baoguo’nun seninle ilişkisi ne?” Gu Fei sorgulamaya devam etti.

Jiang Cheng biraz şaşkındı. Gu Fei, Li Baoguo’yu nereden biliyordu? Ancak bu soru, Jiang Cheng iki dilim dana etini ızgaranın üzerine fırlatırken, oldukça telaşlı bir endişeyle bastırıldı. “Bunun seninle ne alakası var?”

Gu Fei gülümsemeden önce, Jiang Cheng’i incelemek için bakışlarını kaldırdı ve sessiz kaldı. Bir şişe bira aldı ve hafifçe Jiang Cheng’in önünde duran şişeyle çarpıştırdı. Bir yudum aldıktan sonra, etleri ızgara yapmaya devam etti.

Jiang Cheng ilk kez temelde bir yabancı olan biriyle aynı masada karşı karşıya yemek yiyordu. Başından beri konuşmaya hevesli değildi ama şimdi konuşacak çok daha az şey vardı.

Diğer taraftan, Gu Fei de konuşmaya dair bütün ilgisini kaybetmiş gibi görünüyordu. O sırada muhtemelen gerçek bir dilsiz olan Gu Xiaomei, oldukça neşeli bir yemek yiyormuş gibi görünürken birasını yudumluyor ve etini yiyordu.

Sessizlikte, Jiang Cheng şişmiş başına rağmen dört tabak et yemişti. Gu Fei’nin birkaç kere daha ileri geri gidip yemek getirmesinden sonra Gu Miao’da neredeyse doymuş olmalıydı.

Jiang Cheng yemek yemeyi bitirdikten sonra, Gu Miao nihayet yemek çubuklarını masaya koydu, sandalyenin arkasına yaslandı ve karnını ovuşturdu.

“Doydun mu?” Gu Fei sordu.

Gu Miao onayladı.

“Ağabeyinden daha fazla yedin.” Jiang Cheng kendini sonuca varmaktan alamadı.

“Buraya nasıl geldin?” Gu Fei de yemek çubuklarını masaya bıraktı. “Seni bırakabilirim, nasıl olsa aynı yöne gidiyoruz.”

“Motosikletle mi?” Jiang Cheng sordu.

“Evet.” Gu Fei onayladı.

“Sarhoş sürücü ve aşırı yükleme?” Jiang Cheng sordu.

Gu Fei ses çıkarmadı ve basitçe bir çeşit alayla ya da kim bilir neyle dolu olan gözlerle uzun bir süre Jiang Cheng’e baktı. Sonunda, hafifçe Gu Miao’nun omzuna vurdu. “Hadi gidelim.”

Gu Fei, Gu Miao ile ayrıldıktan sonra, Jiang Cheng ayağa kalktı ve yarım tabak et ve küçük bir sepet dolusu marul yaprağı ile geri döndü.

Bir süre önce Gu Fei’nin onun için yaptığı marul yaprağı ile sarılı domuz etleri aslında oldukça iyiydi – ferahlatıcı ve yağsız.

Yarım tabak eti de bitirdiğinde, yediklerini sindirebilmek için yürümesi gerektiğini düşündü.

Ne var ki, dışarısı oldukça soğuktu. Deri perdelerin arkasına çekildi ve taksi çağırmak için telefonunu çıkardı. Fakat beş dakika geçtikten sonra bile, kimse isteğini onaylamamıştı.

Bunun yerine Pan Zhi tekrar aradı.

“İki istasyona bilet var, zamanları da farklı. Hangi istasyona bilet almalıyım?”

“Doğu İstasyonu.” Dedi Jiang Cheng. “Sadece Doğu İstasyonu’nu biliyorum.”

“Mükemmel.” Dedi Pan Zhi. “Yarın öğleden sonra dörtte gelip beni al ve bana adresini gönder. Yakınlarda otel olup olmadığını araştıracağım.”

“Muhtemelen yoktur.” Jiang Cheng o bölgenin genel izlenimini hatırladı – otellerin bulunduğu bir yer gibi görünmüyordu. “Rastgele birine rezervasyon yap, zaten burası o kadar da büyük bir yer değil.”

Telefon görüşmesini bitirdikten sonra, nihayet birisi taksi isteğini onayladı. Jiang Cheng arabada oturduğunda, bütün bedeni ağrı içindeydi.

Muhtemelen yeni ortamın koşullarına alışamadığı içindi. Nadiren soğuk algınlığına yakalanan biri, ortam değişikliğinden sonra aniden zarif, kırılgan bir çiçeğe dönüşmüştü. Gün boyu süren mücadelelerden ve hatta en sevdiği yemeği yedikten sonra bile iyiye gittiğini gösteren tek bir işaret yoktu – çiçek solmak ve dökülmek üzereydi.

Gözlerini kapattı ve iç çekti.

Yeni Yıl için evlerine tıkılmış insanların hepsi son iki gün içinde dışarı çıkmış gibiydi; yol arabalarla doluydu ve sürücü, bir ayağı gaz pedalının ve diğeri de acil durum freninin üzerinde oldukça saldırgan bir sürüş tarzı sergiliyordu, daha on dakika bile geçmemişti ve Jiang Cheng midesinin çalkalandığını hissetti.

Gidecekleri yer o kadar da uzak olmamasına rağmen, bütün yol neredeyse yarım saat sürüyordu. Yine de Gu Fei’nin evinin olduğu kavşağı gördüğünde, daha fazla dayanamadı. Konuşmaktan bile aciz bir durumda, doğrudan birkaç kere eliyle kapıya vurdu.

“Burası mı?” sürücü sordu.

Başıyla onayladı ve kapıyı birkaç kere daha tıklattı.

Sürücü sonunda arabayı durdurdu. Hemen sonra Jiang Cheng, bir osuruk patlaması gibi kapıyı açtı ve arabadan çıktı. Acı acı kusmaya başlamadan önce caddenin yan tarafındaki çöp kutusuna doğru hızla koştu.

Sahne o kadar acınasıydı ki, Jiang Cheng’in kendisi bile kafasında canlandıracak yüreğe sahip değildi.

Barış, sonunda dünya sarsıcı öğürmelerin arkasından geldi ve sonrasında patlayacakmış gibi ağrıyan bir baş bıraktı. Tek eliyle duvarda ağırlığını desteklerken, diğeriyle ceplerinde kağıt peçete arıyordu fakat bir tane bile kağıt peçete ortaya çıkmadı.

Öfke ayak tabanlarından yukarı doğru yükselmeye başladığı anda, yan taraftan birkaç kağıt peçeteyle küçük bir kol uzandı.

Jiang Cheng peçeteyi aldı ve yan tarafa bakmadan önce ağzını birkaç kere ileri geri iyice sildi.

Bu evrende gerçekten tesadüf diye bir şey yoktu.

Gu Miao yeşil şapkasıyla, yanında duruyordu. Üç adım ilerde ise Gu Fei, yüzünde ilginç bir gösterinin oynanmasını bekliyormuşçasına eğlenceli bir ifadeyle ayakta dikiliyordu.

“Teşekkür ederim.” Jiang Cheng, Gu Miao’ya başını eğdi. Arkasını dönüp ayrılamadığı ya da “Nereye bakıyorsun sen?” diyemediği bu utanç verici ama kaçınılmaz olay oldukça boğucu hissettiriyordu.

Gu Miao elini uzattı ve Jiang Cheng’inkini tutup ileri çekti – muhtemelen destek olmaya çalışıyordu.

“Gerek yok.” Jiang Cheng elini geri çekti.

Gu Miao elini tekrar tuttu, hala onu desteklemek istiyordu.

“Gerçekten gerek yok. Ben iyiyim.” Dedi Jiang Cheng.

Elini bir kez daha çekeceği zaman, Gu Miao tutuşunu sıkılaştırdı ve tutmaya devam etti.

“Er Miao…” Gu Fei yanlarına doğru yürümeye başladı.

Gu Miao hala bırakmayı reddediyordu.

Jiang Cheng onunla nasıl iletişim kurması gerektiğinden emin değildi. Türlü türlü rahatsızlığın birikmesi öfkesinin artmasına sebep oldu ve elini zorla Gu Miao’nun elinden kurtardı.

“Sana yardıma ihtiyacım olmadığını söyledim!”

Gu Miao hareket etmedi, eli hala havaya kaldırılmış şekildeydi –donmuştu.

Jiang Cheng vicdan azabı çekme şansı bulamadan, Gu Fei arkadan yakasını kavradığında ve tökezlemesini sağlayacak kadar sertçe çektiğinde boğazının sıkıştığını hissetti.

“Sikeyim…” Arkasına döndü ve aynı anda dirseğiyle karşılık verdi.

Gu Fei boştaki eliyle dirseğini tuttu ve yakasını kavradığı elini sıkılaştırdı, o andan sonra Jiang Cheng’in samimi bir şekilde Gu Fei’ye yaslanmaktan başka şansı yoktu.

Boynunun sıkıştırılması tekrar kusmak istemesine neden oldu.

“Senden gerçekten hoşlanıyor.” Dedi Gu Fei kulağına kısık bir sesle. “Fakat bazen diğer insanların duygularını anlayamıyor. Bu yüzden lütfen onu affet.”

Jiang Cheng “Siktiğimin on yedi yılı boyunca yaşadım ve bu şekilde ricada bulunulduğunu hiç görmedim.” Demek istiyordu ama bu kelimeleri dile getirme şansı bulamadı. Çıkarabildiği tek ses dişlerinin arasından çıkan tek kelimeydi: “…kusacağım.”

Gu Fei elini gevşetti.

Jiang Cheng duvara dayandı ve birkaç kez öğürdü, ama hiçbir şey dışarı çıkmadı.

Gu Fei ona bir şişe su uzattığında, tuttu ve kapağını açıp iki yudum aldı.

Kendini daha iyi hissettiği zaman, Gu Miao’ya baktı. “Ben iyiyim, yardıma ihtiyacım yok.”

Gu Miao onayladı ve Gu Fei’nin yanına geri çekildi.

“Ben gidiyorum.” Yarısı bitirilmiş su şişesini çöp kutusuna attı, arkasını döndü ve ilerideki dörtyol ağzına doğru yürümeye başladı.

Kahretsin!

Li Baoguo’yla yaşadıkları eve vardıktan sonra kapıyı açtığı an, Jiang Cheng pişirilen bir yemeğin kokusunu aldı.

Li Baoguo mutfakta ayakta duruyor elindeki telefona birinin numarasını tuşluyordu.

Jiang Cheng cebindeki telefon çalmaya başlamadan önce konuşmak üzereydi. Telefonu çıkardı ve arayanın Li Baoguo olduğunu gördü. :”Sen…”

Li Baoguo, Jiang Cheng’in telefonunun çaldığını duydu ve arkasına döndü. Çok geçmeden yüksek bir sesle bağırdı: “Hey! Ne zaman geldin? Ben de tam seni arıyordum.”

“Şimdi geldim.” Jiang Cheng kapıyı kapattı. “Sen…duymadın mı?”

“İşitmem iyi değil.” Li Baoguo kendi kulağını işaret etti. ” Sadece başımı sesin geldiği yöne yatırdığımda düzgünce duyabiliyorum.”

“Ha.” Jiang Cheng yanıtladı.

“Nereye gittin?” Li Baoguo mutfağa girdi ve bir tencere çorba çıkardı. Bir süredir yemek yemek için geri gelmeni bekliyordum.”

“Ben…” Jiang Cheng bir anlığına tereddüt etti ve ızgara et büfesinde yemek yemiş olduğu gerçeğinin bahsini açmadı. ” …hastaneye gittim.”

“Hastaneye mi gittin?” Li Baoguo telaşla bağırırken , Jiang Cheng’in yüzüne dokunmak için elini uzattı. “Hasta mısın? Neren ağrıyor? Ateşin mi var? Ortam değişikliği yüzünden mi!?”

“Çoktan ilaç aldım, büyütülecek bir şey değil.” Jiang Cheng yemeğin hatırı için ağır bir sigara kokusunun yükseldiği siyahımsı sarı eli, aniden tokatlamadan önce kendini durdurdu.

“Sana bir şey söyleyeyim- eğer kendini kötü hissediyorsan, hastaneye gitme. Bizimkinin yan sokağında bir tane sağlık ocağı var, oldukça profesyoneller.” Dedi Li Baoguo. “Sadece giriş kapısı biraz içeride kalıyor ve bulması zor, küçük süpermarketin yanında.”

“Oh,” Jiang Cheng üzerinde düşündü. “Küçük bir süpermarket? Gu Fei’nin…”

“Gu Fei’yi nereden tanıyorsun?” Li Baoguo arkasına döndü ve şaşkınlıkla Jiang Cheng’e baktı. “Daha yeni geldin ve çoktan onunla arkadaş oldun?”

“Hayır.” Jiang Cheng açıklayacak ruh halinde değildi. “Sabah birkaç şey almak için dükkana gitmiştim.”

“Sana söyleyeyim.” Li Baoguo’nun sesi yükseldi. Normalde de yüksek sesle konuşmasına rağmen, şu an daha da yüksekti. “Onunla beraber akıntıya kapılma, o çocuk kötü haber.”

“…oh.” Jiang Cheng ceketini çıkardı ve yatak odasına fırlattı.

Li Baoguo, Jiang Cheng’e baktı, muhtemelen neden öyle dediğini sormasını bekliyordu. Fakat karşılık alamadan bir süre bekledikten sonra, hikayelerle dolu bir yüzle ona yaklaştı.

“Neden kötü haber olduğunu söyledim biliyor musun?”

Jiang Cheng aslında bu tür şeyleri öğrenmekle ilgilenmiyordu, ama yine de işbirliği yapmak için sordu. “Neden?”

“O kendi babasını öldürdü!” dedi Li Baoguo, şimdi daha da yakın durarak, heyecandan tükürükleri Jiang Cheng’in yüzünün yarısına saçılmıştı.

Jiang Cheng şiddetle yüzünü silmeden önce Li Baoguo’nun tükürüklerinden kaçınmak için hızlı bir şekilde ayağa kalktı. Öfkeyle püskürmek üzereyken, Li Baoguo’nun sözleri aniden kulağına ulaştı.

“Ne? Kimi öldürdü?”

“Öz babasını!” dedi Li Baoguo, yarı bağırarak. “Kendi babasını boğdu.”

Jiang Cheng sessizce Li Baoguo’ya baktığında sadece yüzündeki keyifli ifadeyi gördü; Jiang Cheng isteseydi, bu tür dedikoduları muhtemelen bütün öğleden sonra sohbet etmek için kullanabilirdi.

Ne yazık ki, Jiang Cheng söylediklerine inanmıyordu.

“Babasını öldürdüğü için hapiste olması gerekmez mi?” Masanın yanındaki sandalyeye oturdu ve kaşlarının arasındaki hafif şişkin bölgeyi ovuşturdu.

“Bu çok uzun yıllar önceydi, hangi hapishanede olabilir.” Li Baoguo da oturdu. “Ayrıca, tanık yoktu.”

“Kimse görmedi ha…” Jiang Cheng güldü.

“Fakat herkes gerçeğin ne olduğunu biliyor. Polis geldiğinde, babası göldeymiş ve Gu Fei ise kıyıdaymış, bu ifade…” Li Baoguo cıklar dizisi koyverdi. “Tek bir bakış ve onun yaptığını anlarsın… Devam et, ye, yemeklerin damak zevkine uygun olup olmadığını görelim?”

Jiang Cheng ses çıkarmadı ama bir tane kaburga aldı.

“Bunu Er Miao’su için yaptı.” Li Baoguo muhtemelen Jiang Cheng’in ona inanmadığını anlamıştı, bu yüzden güvenilirliğini arttırmaya çalışarak, açıklamaya devam etti. “Babası ona tokat attıktan sonra Gu Miao’nun başı kanla kaplıydı ve o zamandan beri konuşma becerisini kaybetti.”

“Ah.” Jiang Cheng kaburgadan ısırık alırken cevapladı ve Gu Miao’nun başının arkasındaki korkunç yarayı düşündü.

SONRAKİ BÖLÜM