SAYE 5. Bölüm

Share

Pan Zhi’nin telefon görüşmesi geldiğinde, Jiang Cheng hala kış uykusundaymış gibi yatıyordu ve şaşkınlıkla cevap vermeden önce telefon neredeyse yarım gün boyunca çalmaya devam etti. “…hmm?”

“Kahretsin, bunun olacağını biliyordum.” Dedi Pan Zhi. “Züppe gözlerini aç ve saatin kaç olduğuna bak.”

“Saat dört?” Jiang Cheng uyandı, saatin kaç olduğunu görmek için telefonu gözlerinin önüne getirdi ama gözleri daha berraklaşmamıştı, hala bulanıklık vardı.

“Çoktan üç buçuk!” dedi Pan Zhi. “Böyle bir şey yapacağını biliyordum, bu yüzden seni önceden aradım.”

“Hala zaman var.” Jiang Cheng oturdu. “Birazdan evden çıkacağım ve seni istasyonda bekleyeceğim.”

“Hangi çıkış?” Pan Zhi sordu.

“Zaten topu topu tek çıkış var.” Jiang Cheng pencereden dışarı baktı ve kirli pencerenin ardından, bugün havanın oldukça güzel olduğunu gördü-baş döndürücüydü. “Kapatıyorum.”

Yataktan kalkıp kıyafetlerini giydiğinde, kendini çok daha iyi hissetti. Biraz uykusuzluk dışında, dün vücudunu ele geçiren önüne gelen herkesi eşek sudan gelinceye kadar dövmek istemesine sebep olan olan rahatsızlık hissi tamamen kaybolmuştu.

Zamanı hesaplamak gerekirse, dün öğleden sonradan şu ana kadar, bütün bir gün uyumuştu. Yürürken yüzüyormuş gibi hissetti.

Li Baoguo evde değildi ve nerede olduğunu da bilmiyordu.

Jiang Cheng bu “evin” birazcık garip olduğunu hissetti. Annesi evlatlıktan feragat etmek istediğinde, Li Baoguo, Jiang Cheng onunla görüşmek istememiş olsa da defalarca görmeye gelmişti.

Fakat şimdi Jiang Cheng gerçekten buradayken, o zamanlar tekrar tekrar gidip oğlunu geri almak istediğini söyleyen Li Baoguo burada değildi.

Ayrıca efsanevi ağabeyi ve kız kardeşi iki gün geçtikten sonra bile hiçbir yerde görünmüyordu.

Jiang Cheng yeni “evine” karşı ilgisiz değildi sadece sabırsızlıkla beklediği hiçbir şey yoktu. Her gün, gözlerini açtığında, tamamen ruhsuz odada tek başınaydı ve bu onu pek iyi hissettirmedi.

Bina iki katlı olmasaydı, asırlık bir ev olduğunu düşünürdü. Dışarıdaki çevre, nereden bakarsan bak, dökülüyordu ve içinde yaşamak imkansızmış gibi görünüyordu.

Pan Zhi’nin burada kalmasını istememesinin nedeni de buydu; temiz ve içinde piyano bulunan eski odasıyla karşılaştırıldığında, en hafif deyimiyle, Pan Zhi kesinlikle iki ya da üç gün boyunca haykıracaktı.

Doğrusu, “evde” kalmasını istemese de, Doğu İstasyonu’nun sadece görünüşü bile, Pan Zhi’nin uzunca bir süre haykırmasına yeter de artardı.

“Kahretsin.” Pan Zhi kocaman bavulunu sürükleyip büyük çantasını taşırken mırıldanıyordu. “Burası benim için biraz kabul edilemez!”

“O zaman geri dön.” Jiang Cheng bilet gişesini işaret etti. “Acele et ve bir bilet al.”

“Kardeşliğimiz için!” dedi Pan Zhi. ” Çok uzaklardan bir yığın şeyi sürükleyerek geldim, sırf seni görmek için! Etkilenmiş olman gerekmez mi!?”

“Çok etkilendim.” Dedi Jiang Cheng.

Pan Zhi, Jiang Cheng’e baktı ve bir süre sonra, kollarını açtı. “Gerçekten seni birazcık özledim.”

Jiang Cheng bunu gördüğünde sarılmak için yanına gitti. “Bunu dikkate almadım.”

“Neden arkadaş olarak sadece bana sahip olduğunu biliyor musun?” Pan Zhi onu serbest bıraktığında sordu.

“Biliyorum.” Jiang Cheng onayladı. “Sen salaksın.”

Birçok arkadaşı vardı ama hepsi yeri doldurulabilir, sadece takıldığı ve orada burada beraber gezindiği türdendi. Bununla beraber küçük bir sorun uçuruma neden olacak ve büyük bir tanesi ise hepsini kuşlar ve yaratıklar gibi dağıtacaktı.

Sadece Pan Zhi vardı. Aslında ortaokulun üçüncü yılında tanışmışlardı ve en sonunda lisede aynı sınıfa yerleştirilmişlerdi. Birbirlerini neredeyse üç yıldır tanımalarına rağmen hala çok yakınlardı.

Bu küçük ve yıkık şehre geldikten sonra özlediği tek şey Pan Zhi’ydi.

“Shifu*, burayı biliyor musun?” Pan Zhi taksiye bindiğinde sordu.

*Shifu: yaşlı erkekler için saygılı bir hitap şekli/ aynı zamanda usta anlamına da gelir.

“Nasıl bilmem?” Sürücü bir gülümsemeyle cevapladı. “Buradaki en iyi otel.”

“Gerçekten nasıl seçeceğini biliyorsun.” Jiang Cheng, Pan Zhi’ye baktı.

“Seçmeye ne gerek var? Bu odaları en pahalı olanı.” Pan Zhi cebini bir çakmak çıkarana kadar araştırdı ve çakmağı Jiang Cheng’in avucuna koydu. “Bir bak, beğendin mi?”

Jiang Cheng çakmağa baktı, sevdiği tarzdaydı, herhangi bir süslemesi olmadan pürüzsüz. Sadece altına iki tane harf kazınmıştı. Daha yakından baktı “Buraya ne kazınmış? Polis memuru*?”

*Polis memuru: Çincede jǐngchá yani Jiang Cheng’in baş harfleriyle aynı

“J.C. İsminin baş harfleri.” Dedi Pan Zhi. “Havalı, değil mi?”

“…gerçekten havalı.” Jiang Cheng çakmağı cebine koydu. “Kaç gün kalacaksın?”

” İki gün.” Pan Zhi iç çekti. “Yeni okul dönemi başlıyor.”

“Neden okul başlayacağı için iç çekiyorsun…”

“Sinir bozucuuuuu, derslere katılmak, sınav olmak, ödevler.” Pan Zhi kaşlarını çattı. “Çok da çabalamadan her şeyi çalışmakta iyi olmak ve yine de ilk on sıralamaya girebilmek, senin gibi olmak istiyorum. Senin gibi olsaydım, iç çekmezdim.”

“Çok çalışmadığımı kim söyledi?” Jiang Cheng ona bakarken gözlerini kıstı. ” Bütün gece tekrar yapmak için ayakta kaldığımı bilmiyor değilsin.”

“Burada kilit nokta arka arkaya on gece sabahlasam bile, yine de işe yaramaması.” Pan Zhi kelimelerini ağırdan aldı ve tekrar iç çekti. ” Kahretsin, seni neden bu kadar özlediğimi biliyorum. Sen ayrıldığın için sınavda bana cevapları verecek kimsem yok!”

“Sadece okulu bırak.” Jiang Cheng basitçe ifade etti.

“Biraz merhamet lütfen?” Pan Zhi, Jiang Cheng’e baktı.

Jiang Cheng başka bir şey söylemeden güldü.

Pan Zhi küçük şehirden etkilenmese de otelden etkilenmişti. Odaya girdiğinde, yatağı, yatağın altını, banyoyu ve hatta tuvaleti bile kontrol etti. “Fena sayılmaz.”

“Hadi gidip bir şeyler yiyelim.” Jiang Cheng saate baktı. “Barbekü?”

“Mm” Pan Zhi bavulunu açtı. “Senin için başka hediyelerim de var.”

“Hmmm?” Jiang Cheng yatağın kenarına oturdu.

“Önce tahmin etmeye ne dersin?” Pan Zhi elini bavulun içine daldırdı.

Jiang Cheng bavula baktı ve içinde her türlü yiyeceğin bulunduğu irili ufaklı kutular gördü, böyle bir durumda içinde başka bir şey olamazdı.

“Bir teneke düdük*” dedi Jiang Cheng.

*Teneke düdük: Tin whistle ya da penny whistle düdükle flüt arası altı delikli bir enstrüman.

*Teneke düdük: Tin whistle ya da penny whistle düdükle flüt arası altı delikli bir enstrüman

“Tahmin etmek çok kolaydı.” Jiang cheng kılıfı aldı ve incelemek için siyah düdüğü kılıftan çıkardı. “Çok güzel.”

“Susato D*.” Dedi Pan Zhi. “Yanlış olanı almamışım değil mi? Öncekinin aynısı mı ?”

*Susato D

*Susato D

“Aynısı.” Dedi Jiang Cheng ve gelişigüzel bir melodi çaldı. “Teşekkürler.”

“Bunu da kırma. Bu benim sana hediyem.” Pan Zhi ekledi.

“Mm.” Jiang Cheng teneke düdüğü nazikçe kenara koydu.

Aslında, sinirlendiğinde eşyaları kırıp dökmek gibi bir alışkanlığı yoktu. Ne de olsa, on yıldan daha fazla süredir “özdenetim sahibi olmak” için eğitilmiş biriydi. İnsanlarla kavga edip dövebilirdi ama çok nadiren bir şeyleri parçalardı.

Geçen defa teneke düdüğü kırdığında sadece öfkesini çıkarabileceği başka hiçbir şeyi olmadığı içindi- gidip babasıyla kavga edecek değildi.

Jiang Cheng bu akşam “evine” dönmeyecekti. Li Baoguo’yu arasa mı yoksa mesaj mı atsa tereddüt etti ama en sonunda aramanın daha iyi bir seçenek olduğuna karar verdi. Li Baoguo uzun süre sonra cevapladı: ” Selam!”

Arka plandaki seslere bakılırsa, mahjong ya da kart oynadığı kesindi. Jiang Cheng’in nutku tutulmuştu ve annesinin Li Baoguo’nun bu alışkanlığının farkında olup olmadığını bilmiyordu, ama…belki bu varlığının bile aile atmosferini yok etmesiyle kıyaslandığında çok da büyük bir şey sayılmazdı.

“Sınıf arkadaşlarımdan biri beni görmeye geldi. Otelde kalıyoruz, bu yüzden gece eve dönmeyeceğim.” Dedi Jiang Cheng.

“Sınıf arkadaşın geldi,ha?” Li Baoguo birkaç kere öksürdü. ” Madem öyle sınıf arkadaşınla eğlenmeye bak, neden arıyorsun ki? Ben de bir şey olduğunu sandım.”

“…kapatıyorum o zaman.” Dedi Jiang Cheng.

Li Baoguo başka bir şey söylemeden, çabucak aramayı sonlandırdı.

“Bu senin baban,” Pan Zhi, Jiang Cheng’e baktı. “O nasıl biri?”

“Bilmiyorum, sigara içiyor, öksürüyor, kart oynuyor.” Jiang Cheng hepsini özetledi.

“Sen de sigara içiyorsun, öksürüyorsun… kim öksürmüyor ki…” Pan Zhi analiz etmeye çalıştı. “Horlu…”

“Ne kadar da can sıkıcı.” Jiang Cheng, Pan Zhi’nin sözünü kesti.

“Barbekü.” Pan Zhi ellerini salladı.

Aslında, barbeküde özel olan bir şey yoktu, fakat Pan Zhi son derece tatmin edici buldu. Jiang Cheng, kendisi, dünkü kadar çok yememişti. Ne de olsa, ciddi bir hastalıktan iyileşen narin bir çiçekti.

Ancak barbekü restoranından dışarı çıktığında, dayanabildiğini hissediyordu.

“Gerçekten kötü bir ruh halinde olmalısın.” Dedi Pan Zhi. “Domuz göbeği gerçekten iyidi ama sen sadece azıcık yedin…”

“İyi görüş.” Jiang Cheng onayladı. Ruh hali o kadar kötü olmasa da hiçbir şey yiyemiyordu, Pan Zhi’nin dün ateşi olduğunu ve kustuğunu bilmesini istemedi.

“Bir süre yürüyelim.” Pan Zhi midesini ovdu. “Burada eğlenceli yerler var mı?”

“Hayır.” Dedi Jiang Cheng ama biraz düşündükten sonra bir cümle daha ekledi. “Bilmiyorum.”

“Hey, yeni okulun nerde?” dedi Pan Zhi aniden. “Gidip bakmak ister misin?”

“Şimdi mi?” Jiang Cheng yakasını çekiştirdi ve konuşmaya devam etti. “İstemiyorum.”

“Yarın o zaman. Zaten tatil olduğu için muhtemelen kimse olmayacaktır. Gidip nasıl bir okul olduğuna bakabiliriz.” Pan Zhi kolunu Jiang Cheng’in omzuna attı. “Nakil işlemlerini halletmeden önce görmeye gitmedin mi?”

“Görmeye gidip gitmediğimi zaten bilmiyor musun?” Jiang Cheng biraz sinirlenmişti.

“Oh, doğru. Buraya yeni geldin.” Pan Zhi güldü.

Yeni bir hayat ve yeni bir çevre, endişeli bir kalp ve çalkantılı bir zihinle beraber geliyordu ama Pan Zhi onu biraz rahatlatmıştı. Bilinmeyen ve görülmemişte, sonunda yanında tanıdık biri vardı.

Jiang Cheng gece boyunca çok uyumadı. Pan Zhi ile sohbet etti ama doğrusunu söylemek gerekirse ne hakkında konuştuklarını hatırlamıyordu. Ancak her halükarda, ikisinin spor salonunda ordan burdan konuştuğu zamanlar gibiydi. Konuştukları konunun ne olduğu önemli değildi-önemli olan konuşacak birinin olmasıydı.

Şafak yaklaşırken, ikisi nihayet yarı bilinçsiz haldeydiler ancak saat sekiz civarında dışarıdaki büyük kamyonların kornaları tarafından uyandırıldılar.

“Siktir, burası şehir değil mi?” Pan Zhi yorgana sarıldı. “Bu kadar büyük teslimat kamyonları otelin önüne nasıl gelebilir?”

“Bilmiyorum.” Jiang Cheng gözlerini kapattı.

“Burada kahvaltı servisi var, şimdi gitmek ister misin?” Pan Zhi, Jiang Cheng’e sordu.

“Sana kalmış.” Dedi Jiang Cheng. “Uyudun mu?”

“Biraz uyumuş olabilirim.” Pan Zhi yüzündeki gülümsemeyle konuştu. “Bugün için planımız ne?”

“Birazdan çıkıp okula bakabiliriz.” Dedi Jiang Cheng. “Sonra da burada yapacak eğlenceli şeylerin olup olmadığına bakarız, ama kışın ortası olduğu için, yapacak bir şey bulacağımızdan şüpheliyim.”

“Endişelenme, ben ruhsal hazza daha çok önem veririm.” Dedi Pan Zhi. “Buraya seni görmeye geldim, seni gördüğüm sürece, her şey yolunda.”

“Biraz daha uyusam sen de bir tane tabure çeksen, kenara otursan ve yeterli olana kadar beni izlesen nasıl olur.” Dedi Jiang Cheng ilgisizce.

“Hey,” Pan Zhi daha yakına geldi ve bir süre boyunca Jiang Cheng’i izledi. “Bu son iki günde çok fazla konuşmamış olmalısın?”

“Hayırdır?” Jiang Cheng esnedi.

“Şimdi seni tekrar gördüğüme göre, öncesinden daha çok konuşuyorsun. Kendini geri mi tutuyordun?” Pan Zhi sordu.

“…belki.” Jiang Cheng bir anlığına düşündü-doğrusu, söyleyecek hiçbir şeyi ve söyleyebileceği kimsesi yoktu.

Nakil olduğu okula haritadan baktıklarında, Li Baoguo’nun evinden çok da uzak değildi. Ne tür bir okul olduğunuysa Jiang Cheng katiyen kontrol etmemişti ve soruşturmakla ilgilenmiyordu.

Liseye nakil olma prosedürü oldukça zahmetliydi. Annesi ve babasının bu tür bir işi terk edeceklerine dair hiçbir işaret olmadan bağlarını parça parça koparmaya başladıkları andan itibaren, her şeye olan ilgisini kaybetmişti- var olan sorunla bile savaşacak motivasyonu yoktu.

Vücudundan bir şey alınmışçasına, bir çamur havuzu gibi yatmak ve her şeyi bitirmek için uygun bir bataklık arıyordu.

Pan Zhi rotayı kontrol ettikten sonra Jiang Cheng’i halk otobüsüne sürükledi.

“Şehrin en özgün atmosferini otobüste giderken görebileceğini, biliyor muydun?” dedi Pan Zhi.

“Mm.” Jiang Cheng, Pan Zhi’ye baktı.

“Bu sözler özellikle felsefi, değil mi?” Pan Zhi kısmen kendinden memnun bir şekilde sordu.

“Mm.” Jiang Cheng ona bakmaya devam ediyordu.

Pan Zhi de ona baktı ve bir süre bakışlarına karşılık verdi. “Ah, bu kelimeleri söyleyen sendin.”

Jiang Cheng onunla el sıkıştı.

Otobüste fazla insan yoktu. Aslında, küçük bir şehirde dolaşmak çok daha kolaydı. Kalabalık yoktu, sürekli önünde saçlar olmuyordu, yol boyunca otobüste sıkışmaya gerek de yoktu.

“Bu otobüste oturmak bizim şehrimizdekinden çok daha rahat.” Pan Zhi otobüsten inip telefonundan haritaya bakarken memnuniyetle söylendi. “Si Zhong (Dört Numaralı Lise) 500 metre ileri git, köşeden dön ve orada olacağız.”

*Si Zhong (四中)- Dört Numaralı Lise’nin kısaltılmışı. Bundan sonra sadece Si Zhong olarak bırakacağım.

“Sanırım içeri giremeyeceğiz.” Jiang Cheng yakasını tekrar yukarı çekti.

“O zaman dışarıdan bakarız ve etrafta dolaşırız. Bundan sonra, aktivitelerinin çoğu buralarda olacak.” Pan Zhi telefonunu Jiang Cheng’in önüne getirdi ve bir tuşa bastı.

“Ne yapıyorsun?” Jiang Cheng, Pan Zhi’ye baktı.

“Fotoğraf çekiyorum.” Dedi Pan Zhi. “Yu Xin buraya geleceğimi öğrendiğinde, yeni çekilmiş bir fotoğrafın için ağladı, diz çöktü ve yalvardı. Gördüğüm kadarıyla bir kızı reddetmek oldukça zor…”

“Sana para vermiş olmalı.” dedi Jiang Cheng kayıtsızca.

“Evet.” Pan Zhi ağırbaşlılıkla onayladı.

Jiang Cheng, Pan Zhi’nin muzip gülümsemesini engelleyemediğini gördü. “Utanmaz.”

“İkiniz gerçekten ayrıldınız mı? Hala oldukça iyi olduğunu düşünüyorum.” Pan Zhi, Jiang Cheng’e baktı ve iki tane daha fotoğraf çekti.

“Hiçbir anlam ifade etmiyor.” Dedi Jiang Cheng.

“Anlam ifade etmemesinin nedeni kız olması mı?” Pan Zhi telefon kamerası hala Jiang Cheng’i çekiyorken röportaj yapıyor gibiydi.

Jiang Cheng ona baktı ama konuşmadı.

“Bence bir kız arkadaş bulabiliyorsan, bir kız bulman daha iyi… bir erkek bulmak daha çok çaba ve ortam istiyor, bütünüyle, o kadar da iyi değil.” Pan Zhi telefonunu kenara koydu. “İnternetteki fujoshiler kafanı karıştırmasın. Bu insanlar gerçek dünyaya dağılsalardı, aynı olmazlardı.”

“Sen de uzun zamandır konuşmadan kendini tutmuş olmalısın.” Dedi Jiang Cheng.

“Tatil başladığından beri seni görmediğim için, çok fazla konuşmadım.” Pan Zhi göğsünü acınası bir şekilde kavradı. “Onu inatla A dan B’*ye kadar bütün yol boyunca tuttum.”

*Göğsümdeki bütün kelimeleri A-cuptan B-cupa dönüşene kadar tuttum.(生生憋从A憋成B了) Bu bir espiri , A= A cup ve B= B cup göğüs ölçüsü; Pan Zhi, Jiang Cheng’le konuşmak istediği çok şey olduğunu ancak çoktan önceki okuldan ayrıldığı için eskisi gibi hergün onunla konuşamadığını ve bununla beraber içinde biriktirdiği kelimelerle göğüslerinin A-cuptan B-cupa değiştiğini söylüyor.

“Geri dönmeden önce sana bir takım iç çamaşırı hediye edeceğim.” Dedi Jiang Cheng.

“Geldik.” Pan Zhi ileriyi işaret etti. “Si Zhong… önü gerçekten büyükmüş, bizim okuldan daha büyük.”

Okulun giriş kapıları açıktı ve içeri girdiler, güvenlik hiçbir şey söylemeden sadece onlara baktı.

“İlgilenmiyor mu?” Pan Zhi sordu.

“İlgilenmediği için mutsuz musun, huh?” Jiang Cheng göz ucuyla Pan Zhi’ye baktı. “Salak.”

“Gidip çevreyi dolaşalım.” Pan Zhi kollarını gerdi ve vücudunu esnetti.

“Burası…” Jiang Cheng etrafına baktı. “Burası çok büyük.”

“Gerçekten. Bizim okulumuz şehir merkezinde ve o bölgede arazi aşırı pahalı. Genişletmek isteseler bile yapamazlar.” Dedi Pan Zhi. “Bu okul oldukça güzel; spor salonu da büyük olmalı…hadi gidip oraya bakalım?”

“Mm.” Jiang Cheng onaylamayla homurdandı.

Jiang Cheng ve Pan Zhi’nin muhtemelen en çok ilgilendikleri yer spor salonuydu. Aslında, okullarının birkaç kapalı basketbol sahası vardı, ancak futbol sahası yükselen yeni bir okul binası için ortadan kaybolmuştu ve futbol oynamasalar bile yine de kırılmışlardı.

Buna karşılık, buradaki saha onları çok daha rahat hissettirdi.

Bir futbol sahası vardı. Onları şaşırtan, bu kadar soğuk bir günde gerçekten futbol oynayan bir grup insan olmasıydı.

Yanında voleybol sahasıyla beraber iki tane de açık hava basketbol sahası vardı.

“Bir tane de kapalı var, içeri girip göz atmak ister misin?” Pan Zhi onu koluyla dürttü.

Jiang Cheng’in birkaç gündür içinde boğulduğu depresif mod kampüs sayesinde önemli ölçüde hafiflemişti. Li Baoguo’nun evi ve bu bölgedeki caddelerle karşılaştırıldığında, bu geniş saha sonunda rahat ve mutlu bir nefes alabilecekmiş gibi hissettirdi.

Gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı ve dışarı verdikten sonra, Pan Zhi’nin omzuna vurdu. “Hadi gidelim.”

Kapalı spor salonu o kadar da büyük değildi ama voleybol, badminton ve basketbol sahalarının hepsi vardı- sadece hepsi değiştirilerek kullanılıyordu.

Basketbol sahasının iki tarafında da insanlar vardı. Birinin içeri girdiğini gördüklerinde, hepsi şöyle bir baktı.

Pan Zhi durdu. Jiang Cheng bakışları görmezden geldi, ellerini cebine koydu ve kenardaki boş sandalyelere doğru yavaşça yürüyüp oturdu.

Uzun süredir oynamadığı için eğlence için oynamalarını izlemeyi planladı.

Sahadakiler bir süre daha onları izledikten sonra oyunlarına devam ettiler.

“Okul takımının antremanı mı?” Pan Zhi yanına oturdu ve sordu.

“Olmamalı.” Dedi Jiang Cheng. “Bu sadece meraklıların düzeyi.”

“Oraya gidip oynamak ister misin?” dedi Pan Zhi gülümseyerek. “İkimiz iş birliği yapabiliriz.” (Burda takım olabiliriz mi demek istiyor acaba?)

Jiang Cheng ayağını uzattı ve Pan Zhi’nin önünde salladı, gündelik ayakkabılarını giyiyordu.

“Hey.” Pan Zhi arkasına yaslandı ve başını kolunun üzerinde dinlendirdi. “Bir daha ne zaman basketbol oynayabileceğimizi bilmiyorum.”

“Tarzını değiştirme, bu tür ifadeler sana uymuyor.” Jiang Cheng biri potaya çok güzel bir üçlük atarken konuştu. Alçak sesle bağırdı, “İyi atış.”

Atışı yapan kişi ona baktı ve gülümsedi, saygı işareti olarak çukurlaştırdığı avcuyla yumruk haline getirdiği diğer elini kavradı.

Sahaya çıkmasa da, Pan Zhi ile diğerlerinin oyunlarını izleyerek kenarda oturma hissi, kısa bir anlığına huzur verdi- sinir bozucu bütün olaylardan uzaklaştırdı.

Yarın Pan Zhi ayrıldığında, tekrar yeni keşfettiği kırsal yaşama geri döneceğini düşünmediği sürece iyiydi.

Sahadaki insanları izlerken düşünceye daldığı için, sahaya birkaç kişi daha geldiğini fark edemedi. Sahadaki insanlar eninde sonunda durduğunda ve tarif edilemez bir şekilde rahatsızca kapıya baktıklarında, sonunda kendine geldi.

“Neden izlenecek bir gösteri olacakmış gibi hissediyorum?” Pan Zhi biraz heyecanla kısık bir sesle konuştu.

“Ne…” Jiang Cheng donakalmadan önce sadece başını çevirdi. “Gösterisi?”

Bir, iki, üç, dört, beş, altı- içeri altı kişi girmişti.

Jiang Cheng neredeyse arkadaki azı dişi düşecek kadar şaşırmıştı.

Dördü, Bu Shi Hao Niao, arkasında su için parayı alan çocuk ve en arkada ise kafasındaki göz alıcı müzik notalarını gizleyen bir beyzbol şapkası takmış olan Gu Fei vardı.

Jiang Cheng yüzleri hatırlayabilme becerisi için kendine hayran oldu. Ateşi zihnini bulandırsa ve kafasını karıştırsa da yüzlerini ezberleyebilmişti.

Yabancı bir şehirdeki, yabancı bir okulda, aynı anda tanıştığı altı yabancıyla karşılaşması gerçekten bir mucizeydi.

Jiang Cheng, Pan Zhi tarafından enfekte edilmiş gibi hissetti. Biri büyük bir gösterinin açılışını dört gözle beklediğinde içinde ortaya çıkan heyecan verici his gibi hislerle altı kişinin yavaşça yürümesini izledi.

Görünüşlerine bakıldığında, buraya oynamaya gelmiş gibi görünüyorlardı. Gu Fei eşofman altı ve basketbol ayakkabıları giymişti, elinde ise bir basketbol topu vardı.

“Da Fei?” Dedi sahadaki biri.

“Ha.” Gu Fei cevap olarak homurdandı.

“Neden buradasın?” O kişi sordu.

“Top oynamak için.” Gu Fei içinde bir parça bile asilik barındırmayan sakin bir ses tonuyla konuştu.

“…hepiniz mi?” Aynı kişi bir an tereddüt ettikten sonra tekrar konuştu.

“Yaşlı, zayıf, hasta ve engelli olan oynamayacak.” Bunu söyledikten sonra Gu Fei montunu çıkardı. Çıkardığı montunu kenardaki sandalyenin üzerine atmak için arkasına döndüğünde, Jiang Cheng’in orada oturduğunu gördü. Aniden tükürüğü genzine kaçtı ve uzun süre boyunca öksürürken Jiang Cheng’e baktı.

Jiang Cheng yüzündeki ‘iyi bir gösteri izlemek istiyordum ama iyi gösteri daha başlamadan bitti, ne kadar da büyük bir hayal kırıklığı’ ifadesini dizginledi ve basitçe “Ne tesadüf.”

“Günaydın.” Dedi Gu Fei.

“Beraber misiniz?” Sahadaki kişi sordu.

“Hayır.” Jiang Cheng cevapladı.

Gu Fei ile altı kişi olan gruptan, üçü oyun için hazırlanmaya gitti ve diğer üçü ise Jiang Cheng ve Pan Zhi’nin yanına oturdu.

Parayı alan kişi Jiang Cheng’in yanına oturdu ve kolunu ona uzattı; “Ben Li Yan.”

“Jiang Cheng.” Jiang Cheng elini sıktı ve Pan Zhi’yi gösterdi. “Arkadaşım, Pan Zhi.”

“İkiniz de Si Zhong’dan mısınız?” Li Yan onları aşağıdan yukarıya inceledi. “İkinizi de daha önce hiç görmemiştim.”

“Daha sonra, evet.” Jiang Cheng çok fazla açıklamak istemiyordu. “Siz Si Zhong’dan mısınız?”

Li Yan’ın arkasındaki iki kişi güldü, belki kasten değil, ama seslerinde alışkanlığa bağlı alaycı bir ton vardı. Li Yan onlara bakmak için arkasına döndü. “Öğrenci gibi mi görünüyoruz?”

“Kim bilir.” Jiang Cheng biraz rahatsızdı. “Sonuçta kimi yakalarsam bakma alışkanlığım yok.”

Li Yan’ın ifadesi, sahadaki insanlara bakmak için dönüp onu görmezden gelmeden önce aniden biraz nahoşlaştı.

Li Yan’ın arkasındaki kişi, muhtemelen aralarındaki atmosferi sezemediği için konuştu. “Da Fei ikinci sınıf*.”

*İkinci sınıf: Çin’de lise üç yıldan oluşur; ikinci sınıf 11.sınıfa denk. Hatırlamayanlar için Jiang Cheng de ikinci sınıf

“Oh.” Jiang Cheng cevapladı.

Gerçekten de tesadüf ha.

SONRAKİ BÖLÜM