SAYE 26. Bölüm

Teneke düdüğün sesi oldukça netti, iç mekanın yankısıyla birleştiğinde kulağa hem yumuşak hem de neşeli geliyordu.

Gu Fei birinin böyle bir enstrümanın piyano kadar üst sınıf olmadığını nasıl düşündüğünü bilmiyordu. Masaya yaslanarak ayakta duran Jiang Cheng, elinde bu küçük, siyah ve narin tüpü tutarken – unutulmaz derecede üst sınıftı.

Çaldığı melodi epey neşeli ve kaygısız geliyordu ancak Gu Fei açıklanamayacak bir şekilde bir parça yalnızlık da duyabiliyordu; enstrümanın kendisinden mi yoksa çalan kişiden mi kaynaklanıyordu bilmiyordu.

Son nota dans eden alevlere aksetti ve sonra yavaşça kayboldu, Jiang Cheng’in düdüğü tutan eli aşağı düştü; ikisi de tek kelime etmedi.

Bir süre sonra Jiang Cheng dudaklarının kenarında zar zor fark edilebilen bir gülümsemeyle bakışlarını kaldırdı. “Nasıldı?”

“Mükemmel.” Gu Fei cevapladı ve alkışladı.

“Güzel bir şey söyle, neden söylemiyorsun?” Jiang Cheng küçük kadife bir kumaş aldı ve flütün ağızlığını sildi. “Ağzını açtığın anda dayak istiyorsun.”

“Gerçekten harika.” Gu Fei bir kez daha cevapladı. “Uzun bir süre çalışmış olmalısın, değil mi?”

“Mm,” Jiang Cheng onaylamayla mırıldandı ama ardından tekrar düşündüğünde başını salladı. “O kadar da uzun olmamalı, piyano çalıştığım süre kadar değil.”

“O kadar da uzun değil ama yine de bu kadar iyi çalıyorsun.” Dedi Gu Fei. “Şöyle çağırılmayı hak ediyorsun…”

Gu Fei yalnızca yarısını söylediğinde devam edemeden Jiang Cheng iç çekti. “Evet, bir x-u-e-b-a. Ne zaman alay etmekten vazgeçeceksin, ha?”

Gu Fei bir an güldü ve ardından ekledi, “Gerçekten de çok iyi çaldın.”

“Aslında o kadar da zor değil, başlangıcı oldukça kolay.” Jiang Cheng teneke düdüğü elinde tuttu, birkaç kere döndürdü ve Gu Fei’ye verdi. “Denemek ister misin?”

“…o zaman deneyeceğim.” Gu Fei onun önüne geldi ve teneke düdüğü aldı, “Doğrudan mı çalacağım?”

“Başka türlü nasıl?” Jiang Cheng sordu.

“Kastettiğim şey, misofobin* yok mu?” Gu Fei sordu.

*Misofobi veya mikrop korkusu, kirlenmekten aşırı derecede korkmayı ifade eder.

Jiang Cheng, bu gece buna daha fazla dayanamayacağını hissederek yüksek sesli bir şekilde güldü – günün çoğu gibi gelen şeyler için güldü ve nihayetinde parmağıyla her yönü işaret etti. “Bu ortamda, misofobisi olan herkes girdiği anda bayılırdı.”

“Doğru, biraz önce ölü bir farenin örtüsünü aldın.” Gu Fei teneke düdüğe baktı, görünüşünü inceledi ve parmaklarını parmak deliklerine bastırdı. “Böyle mi?”

“Mm,” Jiang Cheng hafifçe onun parmak uçlarına vurdu, “Bunun üzerine sertçe bastır ve ses gelecek.”

Gu Fei düzgün bir şekilde bastırdıktan sonra, ağızlığa yumuşakça üfleme teşebbüsünde bulundu.

Düdük oldukça sarsıcı ve kulak tırmalayıcı bir ses çıkardı; kaşlarını çattı ve başını yana eğdi, “Hey, bu ses de ne, ödüm koptu.”

Jiang Chen kahkahalarını dizginledi, “Üflerken biraz gevşe. Süzülmesine izin verdiğinde sesi daha iyi gelecek ve durma.”

“Tamam.” Gu Fei nefes aldı ve ardından bir kez daha ağızlığa üfledi.

Bu sefer çok daha iyiydi; ezgi yankılandı ve uzatıldı, gerçi ses…

“Unut gitsin.” Gu Fei teneke düdük üzerindeki tutuşunu gevşetti. “Başlangıcı kolay olabilir ama bu sadece iki üflemeyle bunu dinleyebileceğin anlamına gelmiyor. Sadece bu iki adımla doğrusunu bilmeyen herkes ahmak bir sibirya kurdunu çağırdığımı düşünür.”

“Hala çok gerginsin.” Jiang Cheng düdüğü aldı ve ağızlığı öylesine kendi pantolonuna sildi. “Yüzüme bak, rahatla.”

O bir dizi çalarken Gu Fei ciddiyetle ona baktı: “Anladın mı?”

“Anlamadığımı söylersem,” Gu Fei güldü. “Beni azarlayacak mısın?”

Jiang Cheng konuşmadı ve çalmaya devam etti, başka bir dizi, kısa bir ezgi ve bir süre çaldıktan sonra, Gu Fei onun yüzünü dürttü. “Bunun gevşemesi gerektiğini söyledin…”

Neşeli ezgi birdenbire durdu ve Jiang Cheng’in elindeki düdük aniden Gu Fei’nin eline vurdu.

“Siktir!” Gu Fei elini geri çekti, ardından kolunu sallar ve elinin arkasını ovarken küfretti. “Senin sorunun ne?”

Jiang Cheng aniden pencereden dışarı atlamak istemek gibi utanç verici bir duygu hissetti. Likör yüzünden miydi yoksa her zaman atmosferin –tümüyle- belirsiz olduğunu hissettiren yüz yüze yakın temastan mıydı emin değildi.

Gu Fei’nin sesi ve Gu Fei’nin nefes alırkenki kelimeleri, hepsi onu biraz sersemletiyordu.

Parmak uçlarının yüzüne dokunuşu sadece hafif bir dokunuştu ve bölge o kadar küçüktü ki önemsemeye bile değmezdi ancak bu hareket yine de birazcık aşırı tepki göstermesine neden olmuştu.

Şu anda, bunun kendi şartlı refleksi mi yoksa bilinçaltından bir kaçınma mı olduğunu ayırt edemiyordu.

Önemli olan Gu Fei akıl almaz bir şekilde kendisi tarafından darbe almıştı ve yaptığı şeyi açıklayabilmesinin hiçbir yolu yoktu.

Selam, ben gerçekten başkalarının bana dokunmasından hoşlanmıyorum.

Ve erkeklerden hoşlandığım için, onlar tarafından dokunulmayı daha da istemiyorum.

Selam, Wang Jiuri’nin benim zor biri olduğumu söylemesi aslında doğru bir görüştü…

“Wang Xu senin gibi baş belası birinin omzuna vurulmasına izin vermediğini söylemişti.” Gu Fei ona baktı ve içsel diyaloğunu kesti. “Gerçekten de baş belasısın.”

“Ah,” Jiang Cheng de ona baktı. “Bunu yeni mi fark ettin?”

Gu Fei’nin sesi kesildi ve ona bakakaldı.

Jiang Cheng de ne söyleyeceğini bilmiyordu bu yüzden o da sadece orada durdu ve doğrudan Gu Fei’e baktı.

Katkısız on saniye bakıştıktan sonra, Jiang Cheng işlerin pek de cesaret verici olmadığını hissetti.

Gerçekten gülmek istedi.

Bu şekilde Gu Fei’e vurmasının akabinde bitmek tükenmez bir şekilde gülmekten ölürse Gu Fei gelip onunla kavga etmeliydi, değil mi?

Bu sebeple, alkol işleri kolayca mahvedebileceği için gelişigüzel bir şekilde yudumlanmaz.

Bu sayısız düşünceden sonra, gülmeden dişlerini sıktı. Gu Fei muhtemelen ona bakmaktan yorulmuştu; tekrar elini ovaladı: “İyi ki kız değilsin, aksi halde evlenemezdin.”

Jiang Cheng tam o anda kahkahalara boğuldu.

Kıçını yırtarak neye gülüyorsun?

Gülünecek şey bunun neresinde?

Bir kağıt bardak Niu Er likörü gerçekten onu geri zekalı yapabiliyordu!

Jiang Cheng, sen kahrolası bir salak mısın? Evet.

Arkasındaki masaya yaslanana kadar gülerken kendini kızgınca azarladı – kontrol edilemez bir şekilde titriyordu da.

Gu Fei “Seni tokatlamayacağıma mı inanıyorsun?” dedi.

Jiang Cheng yaralı kısmını kavradı ve neşeyle gülmeye devam etti ve Gu Fei, nihayet bir kere daha onun geri zekalılığından etkilendi, kahkahayla güldü.

Bununla beraber, zeka geriliği bir tarafa bırakılırsa, bir avantaj da vardı – Jiang Cheng’i sarmalayan utanç en sonunda gülerek geçiştirilmişti.

Sadece, gülmek yanlarını acıtıyordu.

“Hey…” Kanepenin üzerine düştü, “Üzgünüm, çok içmiş olmalıyım.”

Gu Fei rahat bir nefes verdi, muhtemelen gülüşlerin geçmesini bekliyordu ardından kanepenin yanına gitti ve şiddetle yanına oturdu. “Wang Xu, sadece omzuna vurduğunu ve senin onu yumruklamak istediğini söyledi?”

Kanepe oldukça hırpani olsa da esnekliği şaşırtıcı bir şekilde iyiydi. Gu Fei’in gülle gibi üstüne atılması, Jiang Cheng’in zıplamasına sebep olmuştu – havalanacakmış gibi başı dönüyordu.

“O ödleği yumruklamaya meraklı değilim.” Kanepeye hafifçe vurdu sonrasında ayağa kalktı ve o da üzerine atıldı.

Gu Fei de zıplamıştı.

Gu Fei “Çocukluk yapmıyor musun?” dedi, ardından kalktı ve kendini tekrar bıraktı.

“Sen başlattın…” Jiang Cheng bundan dolayı hafifçe eğildi ve Gu Fei’in üzerine düştü.

Kanepe büyük değildi. Küçük iki kişilik bir kanepeydi ve böylelikle düşüşle ikili doğrudan birbirine yapıştı – başları neredeyse birleşiyordu.

“Siktir.” Jiang Cheng fısıldadı ve dik bir şekilde oturma çabasıyla kanepeye tutunmaya çalıştı.

Bunun yerine, elini tek itişiyle doğrudan Gu Fei’in eline bastırdı.

Gu Fei’in eli çok sıcaktı ve kendi avucunun altındaki eklemlerinin hissi olağan dışı bir şekilde farklıydı.

Ancak bu sefer, Jiang Cheng’in şartlı refleksi yoktu. O, sanki üzerine bastırılıyormuş gibi neden yerinde donduğunu bile bilmiyordu.

Gu Fei konuşmadı ya da hareket etmedi ve başını çevirdiğinde nefesi Jiang Cheng’in kulağının kenarından geçti.

“Sen…” Jiang Cheng ne söyleyeceğini bilmeden ağzını açtı.

“Ne?” Gu Fei sordu.

Bu basit kelime – alkolün ve yakın mesafenin etkisi altında – kıvılcım saçan bir elektrik akımına benzedi ve ses çıkar çıkmaz Jiang Cheng vücudunun yarısındaki bütün gözeneklerin patladığını hissetti.

Başını çevirdi ve Gu Fei’in yüzünü öptü.

Kafayı yemişti.

Bu Jiang Cheng’in zihninde yanıp sönen tek detaydı – bunun dışındaki her şey tamamen anlamsızdı.

Kahrolası aklını kaybetmiş olmalıydı.

Gu Fei hala hareket etmemiş ve hiçbir şey söylememişti. O anda ikili sabit ve daimi boşlukta donmuş gibiydi.

Gu Fei tepki vermedi ve Jiang Cheng gözlerindeki ifadeyi sersemliği yüzünden açıkça göremiyordu da – sadece bir yıldırımın bu anı onlardan silmesini umut edebildi.

Jiang Cheng sabah uyandığında, telefonu saatin on buçuk olmasının yanında Lao Xu’dan üç cevapsız aramayı da sergiliyordu.

Okul başladığından beri bu ilk geç kalışıydı; biraz daha geç kalsaydı, bu derslerin yarısını asmasıyla sonuçlanabilirdi.

Gözleri yarı kapalı ve başı eğik yatağın üzerinde oturdu.

Okula gitmek istemiyordu.

Gerçekten gitmek istemiyordu.

Dünün olayı yüzünden.

Son anısı dudaklarının Gu Fei’in yüzüne dokunuşuydu.

Ondan sonra, başka hiçbir şey hatırlayamadı.

Hatırlayabilseydi bile, hatırlamak istemiyordu

Görüntülere son vermek için zorla sarhoş olmak – böyle bir anıyı zorla unutmak.

Beceriksizliği yüzünden değilse, o görüntüyü unutmalı.

O gece deliksiz uyuyamamıştı ve tamamı unutulmuş birçok rüya görmüştü… şu an onları hatırladığında, sadece beyaz ve siyah bir duman bulutuydular.

Bu onu aşırı derecede yorgun hissettirdi.

Ve içkinin etkisi geçtikten sonra hissettiği ilk şey utançtı.

Ve huzursuzluk.

Gu Fei’i kış tatilinin yarısı artı bir yarım dönemdir tanıyordu, gerçi biraz alkol aldıktan sonra, aklını kaybetmiş ve onu öpmüştü…Doğru, sarhoş oldu ve taşkınlık yaptı.

Sarhoş oldu ve taşkınlık yaptı – bu mükemmel bir açıklamaydı.

Alkol toleransı büyük bir kupa Er Niu birası bitirmeye bile elverişli değildi, bu yüzden sarhoş olmuştu.

Sarhoşluk onu vahşice davranmaya itmişti.

Her yönüyle mükemmel bir açıklama.

Jiang Cheng yataktan kalktı ve kıyafetlerini giydi; bu mantıklı açıklamayı düşünmek birden onu rahatlatmıştı. Elini yüzünü yıkadıktan sonra Lao Xu’nun aramalarına döndü ve çabucak çantasıyla okula gitti.

Okula girdiğinde, ders arasıydı böylelikle çantasını taşıyarak arka kapıdan sınıfa girdi.

Başlangıçta, buraya gelirken sakin ve soğukkanlıydı ama sınıfa adım attığı anda Gu Fei’in halihazırda dersi asmadığını ve o geri zekalı Craz3 Eşleştirme oyununu oynarken başını eğdiğini gördüğünde aniden bir kez daha hafifçe tedirgin oldu.

Xueba tanrısına yemin ederdi ki Gu Fei’i öpmeden önce ona karşı herhangi bir ilgisi yoktu. Genel halkın da hayranlık duyacağı yakışıklı görünmesi, güzel ellere sahip olması ve bunun gibi normal şeyleri sezmesinin yanı sıra başka niyeti yoktu.

Ancak Gu Fei’in aldırıp aldırmayacağını bilmiyordu.

Jiang Cheng bunu kabul etmeye istekli olmasa da, Gu Fei bu şehirde bulunduğu onca gün boyunca birlikte vakit geçirmeye istekli olduğu ve “arkadaş” olarak kabul edebileceği tek kişiydi.

Hafif bir korku hissetti; Gu Fei ile ilişkisi bozulursa kiminle sohbet edebilirdi?

Zhou Jing?

Wang Jiuri?

Bu beklenmedik kafa karışıklığı onu açıklanamayacak şekilde ürküttü.

Eğer Gu Fei ile hiç etkileşime girmemiş olsaydı her zaman kalabalıkla bağlantısız olurdu ve böyle bir his bu kadar açık olmazdı.

“İçeri giriyorum,” Jiang Cheng, Gu Fei’in sandalyesinin bacağını tekmeledi.

“Selam.” Gu Fei yukarı baktı, şaşırmış gibi görünüyordu. “Bugün gelmeyeceğini sanmıştım.”

“Uyuyakaldım.” Jiang Cheng sandalyenin arkasından sıkışarak geçti ve oturdu; Gu Fei normal görünüyordu, bu onu rahatlattı.

Gu Fei sıranın altından teneke düdüğü çıkardı, “Dün bunu almayı unutmuşsun.”

“Ah.” Jiang Cheng düdüğü aldı – “dün” kelimesi neredeyse elini titretecekti.

“Hala çelik fabrikasının anahtarını istiyor musun?” Gu Fei parmakları telefonun ekranında süzülürken sordu.

“…istiyorum.” Jiang Cheng bu konuda düşündü, “Bu Shi Hao Niao, umursamayacaklar mı?”

“Umursayacak ne var?” Gu Fei kendi anahtarını çıkardı ve ona üstteki birini verdi. “Zaten, onlar iyi bir grup değiller*, yakınırlarsa sadece görmezden gel.”

*Bu Shi Hao Niao: belalı görünüyorlar, iyi bir grup değiller hepsi aynı anlama geliyor. Burada grup adına atıfta bulunuyor.

Jiang Cheng ona baktı.

Gu Fei “Umursamayacaklar. Seni tanımıyor değiller.” dedi.

“Teşekkürler.” Jiang Cheng anahtarı aldı.

“Zamanın olduğunda bana yemek ısmarla.” Gu Fei oyununu oynamaya devam etti, “Jiuri’nin yerinden doldurulmuş bazlama olur.”

“…neden?” Jiang Cheng dondu.

Gu Fei “Sana anahtarı verdim.” dedi. “Hala sana karşı bir kozum var.”

“Ne?” Jiang Cheng vücudunu döndürdü.

Gu Fei “Eğer yemek ısmarlamazsan, Jiuri’ye bana ahlaksızca davrandığını söyleyeceğim.” dedi.

“Siktir…ne?” Jiang Cheng o kadar şaşırmıştı ki artık utanamıyordu. “Çok fazla içtim, tamam mı?!”

“Burada herhangi birine sor, sadece iki buçuk bardak Niu Er likörü içip sarhoş olan biri var mıymış?” Gu Fei sesli güldü.

“O zaman iki bardaktan sarhoş olan benim.” Jiang Cheng oldukça gizemli hissetti. “Ne, siz çocuklar düşük alkol toleransı olan birini kabul etmiyor musunuz? Alkol toleransına göre bile ayrım mı var?”

“Bu doğru. Güneylisin değil mi?” Gu Fei sordu.

“…Değilim.” Jiang Cheng ona hatırlattı.

“Buradan,” Gu Fei telefonunu aşağı koydu ve elini önündeki alanda salladı ardından, “Buranın güneyindeki her yer Güney’in bir parçasıdır.” dedi.

“Saçmalık.” Dedi Jiang Cheng.

Gu Fei “Sadece boş ver. Ben zaten düşük alkol toleransın konusunda seninle hemfikirdim, yine de sen benim saçmalığıma bile hemfikir olamıyorsun.” Dedi.

“Ben…” Jiang Cheng ona baktı.

“Gülme.” Gu Fei onu işaret etti. “Ciddiyim. Yine gülersen, seni gerçekten okulun arkasına çağıracağım.”

Bu kelimeler söylenmeseydi iyiydi ancak söylenir söylenmez Jiang Cheng gülmek istediğini hissetmişti.

Neyse ki Zhou Jing o anda başını çevirdi: “Jiang Cheng, Jiang Cheng? Jiang… Seninle bir şey tartışmam gerek.”

” ‘Bir şey’ ne?” Jiang Cheng iç çekti.

Zhou Jing “Dönem ortası sınavları neredeyse geldi.” dedi. “Sınavda cevapları görmeme izin ver.”

“Sınavlarda oturma düzeni nasıl?” Jiang Cheng sordu, daha önce birçok kez böyle bir istek duymuştu.

Önceki okulunda ayrı otururlardı. Ne sınavı olursa olsun, sınıfın yarısı sınavı ya laboratuvarda ya da başka bir yerde olurdu. Düzenin de bozulmuş olmasıyla ve öğrenci numaralarına uygun olarak gitmemesiyle, cevapları kopyalayabileceğin birine denk gelmek kaderinizin bir yazıldığı anlamına bile gelebilirdi.

Şimdi hatırladığında, o ve Pan Zhi’nin ilişkisinin bu kadar iyi olması muhtemelen ikisinin her zaman aynı sınav kağıtlarıyla aynı sınıfta olmaları nedeniyleydi.

Zhou Jing “Sıralar birbirinden biraz ayrılıyor ve sınav başlıyor. Başka ne olacak?” dedi.

“Oh, farklı A ve B grupları?” Jiang Cheng tekrar sordu.

“Hayır.” Dedi Zhou Jing.

“…Oh.” Jaing Cheng, Pan Zhi’nin tüm gücüyle gelip sınavları Si Zhong’da olmayı sadece dileyebileceğini düşündü – burada kopya çekmemenin gerçekten anlamı yoktu.

“Sadece sıranın üzerine koy, ben kendim bakabilirim.” Dedi Zhou Jing tekrardan.

“Oh.” Jiang Cheng mırıldandı.

Zhou Jing memnuniyetle sırasının üzerine yatmaya döndü.

Jiang Cheng, Zhou Jing onları bölmeden önce konuştuklarını hatırlayarak bakmak için Gu Fei’e döndü ancak başını çevirdikten sonra ne söylemek istediğini bir daha unuttu.

“Kopyalamayacağım.” Gu Fei de ona baktı.

“Oh.” Jiang Cheng döndü, ardından bunu düşündü ve başını yeniden çevirdi. “Sınavda kendin mi cevaplayacaksın?”

“Mm.” Gu Fei onayladı.

“Cevaplayabilir misin?” Jiang Cheng, Gu Fei’in sırasının altındaki kitapların daha önce hiç açılmadığını hissediyordu. Sınıfta, ya uyuyor ya video izliyor, ya müzik dinliyor ya da gerizekalı Craz3 Eşleştirme oyununu oynuyordu.

“Cevaplamak yapılabilir. Sadece gözüne hoş gelen cevabı işaretle, cevaplayamayacak ne var.” Gu Fei bir parça şeker çıkardı, “Bir tane yemek ister misin?”

Jiang Cheng hızla göz attığında dünkü küçük yuvarlak şekeri gördü, “Hayır!!”

Gu Gei sütlü şekeri ağzına attı ve yarım gün boyunca güldü.

O günden sonraki birkaç gün boyunca Gu Fei meydana gelen içki olayından hiç bahsetmedi. Her gün neredeyse aynıydı; geç kalıyor, derste telefonuyla oynuyor ve bir grup insanla antrenmana gidiyordu.

Ara sıra dersi asmak ya da izin almak olsun, Jiang Cheng, Lao Xu’nun derin hayal kırıklığını ve hüsranını sezebiliyordu.

Küçük odanın anahtarına gelince, Jiang Cheng onu kendi anahtarlığına asmıştı.

Anahtarları sayıca çoktu; eski evinin ön kapısının bir anahtarı, garajın bir anahtarı, odasının bir anahtarı, çekmecelerinin bir yığın anahtarları, buraya geldikten sonra bile hepsini hala yanında taşıyordu.

Küçük odanın anahtarını anahtarlığına taktığında bir anlığına duraksadı. Ardından başlangıçta var olanları çıkardı bununla beraber anahtarlıkta tek bir anahtar kaldığını gördüğünde, iç çekti.

Li Baoguo’nun evinde bir anahtar zinciri vardı; bütün odaların kilidi olmasına rağmen anahtarlar çoktan kaybolmuştu ve evdeki çekmecelerin hepsi kilitsizdi.

Küçük odanın anahtarını astıktan sonra, Jiang Cheng anahtarı elinde tutmuş ve biraz üzgün hissetmişti – yalnızlık ve çaresizlik hissi oradaydı ancak artık o kadar yoğun değildi.

Zaman her zaman ileri doğru akacak ve insanlar her zaman değişecekti – hafızasından solmasına izin mi verse yoksa adapte mi olsa bilmiyordu.

Gu Miao olaydan sonra bir hafta okula gitmemişti, Jiang Cheng bunu açık bir şekilde biliyordu çünkü her gün üçüncü periyotta çaktırmadan Si Zhong’a girip sınıflarının önündeki koridorda duruyordu.

Ve bugün, daha da erken gelmişti. Jiang Cheng kaykayına sarıldığını ve kafasının yarısının sınıf kapısında belirdiğini gördüğünde ikinci dersin bitmesine daha birkaç dakika vardı.

Gu Fei eliyle ona koridora gitmesini işaret eden bir hareket yaptı.

Gu Miao döndü ve koridordaki tırabzanlara yaslanmaya gitti.

Jiang Cheng o günkü kavganın ve okula gidememenin onun üzerinde hiç etkisi olmadığını düşündü; o hala eskiden olduğu gibiydi.

Vücudunu sıranın üzerinde dinlendirdi ve bakışlarının önündeki pençeden dışarı akmasına izin verdi, ancak yarı yolda, bu Gu Fei’in profili tarafından engellendi.

Gu Fei de pencereden dışarı bakıyordu – parlak gün ışığı içeri saçılmış ve profiline belli belirsiz bir hale katmıştı.

Jiang Cheng aniden o geceyi hatırladı.

Başlangıçta, daha şimdiden tamamen hayal meyaldi ve Gu Fei’in yüzüne dokunmanın nasıl hissettirdiği belirsizdi ama bu bakış bütün o anıları geri getirmişti.

Lanet olsun!

Nasıl utanç verici bir şekilde kanepenin bir kenarına düşmüştü, nasıl Gu Fei sakince bir sigara yakmış ve hatta ona da bir tane vermişti, nasıl ikisi birlikte sigaraları içmeyi bitirmişlerdi ve nasıl tekrar birlikte büyüleyici bir şekilde tavuk çorbasını bitirmişlerdi… açıkça hatırladığı -ancak zorla unuttuğu- bütün o detaylar uyarmadan gözlerinin önünden geçti.

Bu beyin neden şimdi söz dinlemiyordu?!

“Doldurulmuş bazlama,” Gu Fei başını çevirirken konuştu.

“Ah,” Jiang Cheng cevapladı, kendine geliyordu. “Ah?”

Gu Fei “Ne zaman bana yemek ısmarlayacaksın? Turnuva yarın.” dedi.

“O zaman, bugün.” Dedi Jiang Cheng. “Gu Miao’yu da getiriyor musun?”

“Mm.” Gu Fei onayladı.

Turnuva yarın mı?

Jiang Cheng telefonunu çıkardı ve tarihe baktı. Doğruydu, zaman kısmen hızlıca akıp gitmişti ama öte yandan çok verimli geçmemişti de; okulun büyük turnuvasının kırmızı afişi çoktan birkaç gün önce kaldırılmıştı.

Gu Miao bugün iyi bir ruh halindeydi, kaykayla etraflarında dönüyordu.

“Önce bir arama yapmalıyım.” Wang Xu yürürken telefonunu çıkardı, “Eşek etli olan için, önce babama yapmasını ve bize istediklerimizden ayırmasını kabul ettirmeliyim… Bu arada, bu öğleden sonra benim evime gelin. Basketbol takımımızın üyeleri, Lao Xu, bazı formaları ödünç almamıza ve ayırmamıza yardımcı oldu ve ayrıca taktikleri tartışmamız gerekiyor.”

“Mm.” Jiang Cheng, Gu Miao’ya baktı. Küçük kızın saçı oldukça hızlı uzamıştı ve çok fazla biçimli olmasa da şapkasının kenarından görülebiliyordu. Gu Fei, kendi kafasını ufuk çizgisini kıran bir tarzda kendi tıraş etmişti ve desen bile çizmişti, bu yüzden kendi kız kardeşi kel olmasaydı o zaman bu kafa karışıklığı olurdu…

“Yaran artık iyi mi?” Gu Fei yanından fısıldadı.

“Mm,” Jiang Cheng yarasına dokundu. “Aslında hiçbir sorun yok.”

Gu Fei konuşmadı ama sonra aniden uzandı ve omzuna hafifçe vurdu.

Jiang Cheng ona baktı: “Ne yapıyorsun?”

“Şartlı refleksin uykuda mı?” Gu Fei tekrar hafifçe vurdu.

Tam o anda Jiang Cheng tepki verdi ve uzun süre boyunca hiçbir şey söylemedi.