Her ne kadar Jiang Cheng oldukça havalı ve zor bir sayı atsa da…
Ve görkemli bir kükreme çıkarsa da…
Bu Shi Hao Niao ve Li Yan’ın uzun dönem birlikte çalışmanın geliştirdiği yetenekleriyle – onun ve Gu Fei’ninkini oldukça aşan – ve kuşkusuz takımdaki diğer üçünü aşan becerileriyle, maçın ilk yarısında sadece 15 sayı alabildiler.
Jiang Cheng iki üç sayılık atış yaparken, Wang Xu serbest atıştan bir sayı aldı ve geri kalan sayılar basitçe Gu Fei tarafından toplandı. Wang Xu’nun ilkokul çocuklarının iki eliyle topu fileye atışına benzeyen acayip görünümlü poposu kalkık duruşuyla, serbest atışı gerçekten sayı yaptığında, Jiang Cheng şaşkınlığını beli etmeye hazırdı.
Devre arası boyunca, Jiang Cheng sayı tabelasını izledi – 28:15 – bu tür bir skor gerçekten hüzünlendiriyordu. Bu beceri düzeyi ve takım çalışmasına dayanarak skor farkını kapatabilmelerinin hiçbir yolu yoktu. Bu resmi bir karşılaşma olsaydı, muhtemelen ikinci yarı süresince sadece “skor farkının daha fazla açılmasına izin veremeyiz” düşüncesine sığınabilirlerdi. Ardından şerefli davranıp maça devam ederlerdi.
“İki oyuncuyu değiştirelim.” Li Yan basketbol sahasının zemininde otururken konuştu. “Luo Yu, Zhao Yihui ara verin. Onların yedeklerinden ikisini de bizimkine alalım, herkesin antrenman yapmasına izin verelim.”
“İyi fikir.” Kaptan Wang Xu başıyla onayladı. “Değiştirmezsek maç böyle devam edemez, Sınıf 2’nin gerekli yeteneklere sahip olduğunu sanmıyorum ve eğitmenler o kadar yetenekli ki özgüvenim paramparça oldu.”
Jiang Cheng sessizce kenarda oturdu. Biraz önce baskete kalktığında, yarasının acıdığını hissetmişti ve yere iner inmez, çok da hissetmemişti. Ancak iki dakika dinlendikten sonra, yarasındaki yanma hissi git gide rahatlamıştı.
Hevesli takım arkadaşlarına baktı, yedek bir oyuncuyla değişmeye karar vermemeye çalışıyordu. Eğer değişseydi, bel bağlayacakları sadece Gu Fei kalırdı ve birlikte çalışacak biri bile olmadan, sahiden antrenman yapmak için bir neden de olmazdı.
Ayrıca, Jiang Cheng Wang Xu’nun yaralandığını bilmesini istemiyordu çünkü “sen ve Hou Zi yeniden kavga ettiniz” senaryosuna karşı o kadar takıntıyla dolu görünüyordu ki bunu biraz katlanılmaz buluyordu.
“Değişmek ve dinlenmek ister misin?” Gu Fei önünde fısıldadı.
“Gerek yok.” Jiang Cheng ayağa kalkıp kolunu esnetirken cevap verdi. “Bu maç bittikten sonra bakalım.”
“Peki.” Gu Fei ona kısaca baktıktan sonra birkaç takım üyesini yanlarına çağırdı. “İlk yarı alıştıktan sonra, artık herkes bizi neyin beklediğini biliyor, değil mi? İkinci yarı içinse, ben kenardan potaya gideceğim, siz adam adama savunmaya devam edin, sık sık paslaşın, çok fazla dolaşmayın, hepsi top çalmada mükemmel. Topu Jiang Cheng’e ulaştırın ve ben de sayı atmaktan sorumlu olacağım.”
“Tamam, Da Fei ne söylediyse öyle yapalım.” Takım kaptanı olan ama emir veremeyen Wang Xu, sadece kararlara zorla kendini sıkıştırabildi.
İlk yarı boyunca Jiang Cheng, Gu Fei’nin kendisini dizginlediğini hissedebiliyordu, neredeyse Wang Xu ve diğerlerinin beceri düzeylerini test ediyormuş gibiydi. Ama ikinci yarı süresince, öncesinden önemli ölçüde farklıydı – oradan oraya koşuşuyormuş gibiydi.
Ancak o zaman Jiang Cheng, Gu Fei’nin şaşırtıcı bir geçiş hızı olduğunu fark etti. Liu Fan ve diğerleri onunla baya yakın olmasına rağmen, hala sahada onu koruyamıyorlardı.
Rotası oldukça basitti: kenar çizgisinden, doğrudan potanın altına, ardından topu yakala ve sayı. Eğer onu bloklayan biri olursa, topu Jiang Cheng’e ya da başka bir takım arkadaşına atacaktı ve Jiang Cheng de eninde sonunda topu ona geri paslayacaktı.
Bu tür bir top oyunu inanılmaz tatmin ediciydi ama Jiang Cheng’i kısmen tüketmişti. Hem sahadaki herkesin pozisyonuna hem de Gu Fei’nin dikkatsiz paslarına dikkat etmek zorundaydı.
Skor beş altı puanla arayı kapatmaya başladı ama Jiang Cheng kendini söylemekten geri alamadı, “Pas atmadan önce nerede olduğumu görmek için bir bakabilir misin?”
“Baktım.” Gu Fei cevapladı.
“On adım uzaktaydım ve sen çoktan siktiğimin pasını atmıştın.” Jiang Cheng söylendi.
“Ama oraya ulaştın, değil mi?” Gu Fei onu gafil avladı. “Pas kaçmadı.”
“…ya kaçsaydı?” Jiang Cheng’in bir parça dili tutulmuştu.
“O zaman benden,” Gu Fei sakince cevapladı.
“Hadi ordan!” Jiang Cheng karşılık verdi. “Kaybedilen puan bir kere “senden” sayıldığında kaybedilmemiş mi oluyor?”
“Cheng Ge,” Gu Fei gülümsedi ve ona baktı. “Önceki okulunda basketbol takımının kaptanıydın, değil mi?”
“Bunun seninle ne ilgisi var?” Jiang Cheng de onun bakışlarına karşılık verdi. “Sadece etrafına bakman gerektiğini söylüyorum.”
“Anladım.” Gu Fei cevapladı.
Gu Fei anladığını söyledikten sonra, hafif bir değişiklik vardı. Kabaca konumunu belirlemek için göz ucuyla Jiang Cheng’e doğru bakıyordu ama bakış isteği tamamen yerine getirilmiş olsa bile, o yine de oldukça sistemliydi – bakışı ‘nerede olduğuna bakmamı istediğin için bakacağım ama pas nasıl atılacaksa öyle atılacak.’ anlamına geliyordu.
Jiang Cheng halihazırda kendini tekrar etme modunda değildi. Gu Fei ve Bu Shi Hao Niao çetesi aynı sokak basketbolu hareketlerine sahipti: fazla kuralları yoktu, konuşmadan takım üyelerini kendilerini 100% anlamaya zorluyorlardı ve parka salıverilmiş bir köpek gibi basketbol oynuyorlardı – aralarına aldıkları iki yedek oyuncu bile uyuşturucu çekmiş gibi hareket ediyordu, daha on dakika geçmişti ve çoktan üç faul yapmışlardı.
“Dikkatli olun,” Jiang Cheng biraz çaresiz kaldı. “Sadece bu kadar kişiyiz, eğer hepimiz mezun olursak yerimize Lao Xu mu oynayacak?”
“Güzel!” Guo Xu yanından koşarak geçerken kollarını salladı.
Oyun devam etti, Jiang Cheng zamanı umursamadı ve onu takip etti.
Wang Xu rakiplerinin yedek oyuncusundan topu çaldı ve ardından Tanrı gökten iniyormuşçasına bağırdı: “Ah—“
Jiang Cheng onun topu tuttuğunu ve pas verme ya da hücuma girme niyeti olmadan telaşa kapıldığını gördüğünde, el çırpmaktan başka seçeneği yoktu. “Siktiğimin pasını at!”
Wang Xu kendine geldi ve kolunu savurdu, pası attı.
Aniden Jiang Cheng kalp krizi geçirmek üzere olduğu yanılsamasına kapıldı. Chen Jie’nin savunmasından zorlukla kurtulmuştu ve şu anda kimse onu takip etmediği için, herhangi bir normal insan topun ona atılması gerektiğini bilirdi.
Wang Xu’nun kolunu savurup topu Gu Fei’ye atacağını kim tahmin edebilirdi… Liu Fan ile neredeyse Lambada dansı yapacak dereceye kadar rahatsız edici bir karmaşanın orta yerinde olan Gu Fei’ye…
Jiang Cheng sadece önündeki sahneye şaşırmış bir şekilde bakabilirdi.
Gu Fei bu şartlar altında Wang Xu’nun pası kendisine atacağını tahmin etmemişti, bununla beraber, meşgul olmasına rağmen oldukça hızlı bir şekilde tepki verdi. Uzandı ve Liu Fan dokunamadan önce topa vurdu.
Vuruş topun gidişatını değiştirişiyle voleybol smacına benziyordu. Top Jiang Cheng’in yüzüne uçtu.
“*!*” Jiang Cheng korkmuştu, kalbi kaburgasındaki yaradan dışarı atlayacakmış gibi hissediyordu.
Neyse ki, refleksle elini kaldırdı ve top indi… tam eline.
“Lanet olsun, hepiniz kör olmalısınız!” Sövdü, topu aldı ve sinirle doğrudan potaya ilerlerken –tank gibi- etrafındaki hiçbir şeyi umursayacak bir ruh halinde değildi.
Süre neredeyse dolmuştu ve ayarlama yapacak zaman yoktu.
Potaya hücum ettikten sonra, hiç şut atma imkanı olmadığını fark etti. Liu Fan’ın sıkı örülmüş, adam adama savunma tekniği, büyük bir ustalıkla sahneleniyordu, onu yanı sıra takip ederek tüm vücut dönüşüyle beraber Jiang Cheng’i tamamen gölgelemişti.
Jiang Cheng, Gu Fei’i göz ucuyla bile görmedi; sadece avlanan Wang Xu ve Lu Xiaobin vardı. Liu Fan’ın elinin gözlerinin önünde sallandığı şu anda, arkaya dönmek onun için imkansızdı. Dikkati dağılırsa, top çalınırdı.
“Zaman yok—” Biri kenar çizgisinden bağırdı.
Atış yapmasaydı, iki sayı gitmiş olacaktı. Jiang Cheng’in başka şansı yoktu ve sadece Gu Fei’nin neredeyse onu desteklemeye gelmesi gerektiğini tahmin edebildi – eğer potanın altında değilse, o zaman arkasındaydı.
Bu yüzden elini arkasına büktü, aniden Liu Fan’ın önünde dikleşmeden önce topu arkaya attı ve başını çevirdi.
Gu Fei öne adım attı ve oldukça dengeli bir şekilde topu aldı, ardından pürüzsüzce üç sayılık bir atlayış gerçekleştirdi – top havada uzun bir yay çizdi.
“Girdi!**!” Wang Xu’nun boğaz yırtan bağırışı yankılandı: “Üç sayı!”
Jiang Cheng baş parmaklarını kaldırdı. Bu top oyunun gidişatını değiştirmemesine rağmen, gerçekten de çok güzeldi.
Düdük çaldı ve maçı sonlandırdı
“Fena değil, fena değil! Bence olukça iyiydi, her ne kadar skor…” Wang Xu alnındaki teri sildi ve skor tabelasına baktı, “Lanet olsun, hala 11 puan geride miyiz? Hey, buna rağmen yine de iyi!”
Teker teker, herkes terlerini silerken aynı fikirde olduğunu belirtti.
“Biraz daha takım çalışması yapın,” Jiang Cheng kıyafetlerini çekiştirdi, yaradan yayılan hafif acının ter yüzünden şiddetlendiğini hissediyordu. “Takım arkadaşlarınıza ya da rakiplerinize bakmıyorsunuz, sadece topa bakıyorsunuz…bu mutlaka değişmeli.”
“Mm, aynen öyle.” Wang Xu onayladı ve bir kere daha tekrarladı. “Takım arkadaşlarınıza ve rakiplerinize bakın, sadece topa bakmayın.”
Eğitim görevi bittikten sonra, Bu Shi Hao Niao ayrıldı ve bir grup insan heyecanla bunu Lao Xu ile tartıştı.
“Acele edin, eşyalarınızı toplayın ve kıyafetlerinizi değiştirin,” Dedi Lao Xu. “Çoktan siyaset bilimi dersinizden on dakika izin istedim bu yüzden sınıfa döndüğünüzde diğer öğrencileri rahatsız etmeyin.”
Herkes yüzünü yıkamak ve çişini yapmak için spor salonunun lavabosuna gitti.
Jiang Cheng girmeden önce herkesin çıkmasını bekledi. Yüzünü yıkadıktan sonra, aynanın önünde kıyafetlerini kaldırdı ve baktı.
“Amcanı sikeyim.” Gazlı bezden sızan kanı gördüğünde fısıldayarak küfür etmekten kendini alamadı. “Amcanı, sikeyim.”
O anda, yarayı tedavi edebileceği hiçbir şeyi yoktu ve okul doktoruna gitmek de istemiyordu. Doktor kesinlikle tek bir bakışla onu bildirecekti ve Lao Xu bilseydi, onu etkilemek için sadece sevgiyi ya da başka bir şeyi kullanmaya çalışmazdı…
Arkasından bir ıslık sesi geldi.
Jiang Cheng anında gömleğini indirdi ve aynaya baktığında Gu Fei’nin içeri girdiğini gördü.
“Yara bandın var mı?” Derin bir nefes verdi.
“Bu tarz bir yarada yara bandı mı kullanacaksın?” Gu Fei sordu. “Nasıl olur ben… revire gitsem ve senin için birkaç bandaj getirsem.”
“Sorun olmaz mı?” Jiang Cheng kaşlarını çattı. “Ya hemşire sorarsa?”
“Ben gidersem kimse sormaz.” Gu Fei yarasına doğru baktı. “Dün neden yaranın böyle olduğunu söylemedin?”
“Söyleyecek ne var?” Jiang Cheng cevapladı.
“Sadece biraz bekle.” Gu Fei arkasına döndü ve dışarı çıktı.
Jiang Cheng lavaboya tutundu ve iç çekti. Başlangıçta, oyun süresince dikkati dağılmıştı ve çok fazla acı hissetmemişti, ama şimdi dinlendiğinde, kavurucu sıcağı hissedebiliyordu ve hepsinin ortasında, omurgasına saplanan keskin bir sızı vardı.
Dikkatlice gazlı bezi sıyırdı ve göz gezdirdi; dışarı sızan biraz kanla beraber hafifçe kızarıktı ama iyi görünüyordu.
Bunun kadar kanlı bir yara görmeyeli uzun zaman olmuştu. Liseye başladığından beri, birçok kavgaya girmişti ama çoğu zaman vücudunda sadece birkaç morluk bırakmışlardı. Vücudunda bu şekilde kanlı bir yara görmek oldukça moral bozucuydu.
Bunun Li Baoguo yüzünden olduğu düşünülebilir miydi?
Unut gitsin, Li Baoguo’nun içinde bulunduğu durum ne olursa olsun, gidip sormaya gönülsüzdü.
Endişe verici olan dünden şu ana kadar, Li Baoguo’nun hiç onunla olmamasıydı. Tekrar kumar oynamaya mı gitmişti yoksa tekrar o gruptan dayak mı yiyordu, bilmiyordu.
Bu konuda daha dikkatli düşündüğünde, hafifçe paniklemeye başladı. Li Baoguo ne yapıyor olabilirdi? Sorun çözülmüş müydü yoksa çözülmemiş miydi? Gelecekte baş gösteren sorunlar olacak mıydı?
Bu sefer, sokaklarda dayak yemişti, gelecek sefer insanlar gelip kapılarını mı çalacaktı?
Her şeyi tuzla buz mu edeceklerdi yoksa kafaları kırılana ya da kanayana kadar onlara vuracaklar mıydı?
Bunu düşünmek vücudunu ürpertti.
Gu Fei son derece hızlı bir şekilde döndü, elinde plastik bir poşetle lavaboya girdi. Poşette iyodin, gazlı bez, elastik bant ve benzeri şeyler vardı.
“Sana yardım etmeli miyim?” Gu Fei sordu.
“Ben… kendim yaparım.” Jiang Cheng birkaç pamuk diski aldı ve üzerine biraz iyodin döktü.
Erkeklere karşı olan ilgisinin kadınlara oranla daha büyük olduğunu öğrendiğinden beri, kimseyle fiziksel temas kurmaya çok istekli değildi. Pan Zhi dışında, biri ona dokunursa, rahatsız olurdu.
Özellikle de Gu Fei gibi kötü görünmeyen biri – elleri de oldukça güzeldi. Her zaman gereksiz şeyler düşünmeye başlayacağından endişeleniyordu.
Ama bir elle yarayı temizlemeye çalışırken diğeriyle kıyafetlerini kaldırmaya çalışmayı idare etmek çok da kolay olmadı. Pamuk diski değiştirirken elini gevşetirse, o zaman kıyafetleri aşağı kayar ve yaraya dokunurdu.
“Wang Xu zor biri olduğunu söyledi.” Gu Fei yandan onu izlerken konuştu.
“Mm,” Jiang Cheng mırıldandı. “Ne, ona bir beğeni mi vermek istiyorsun?”
“Evet, sen gerçekten oldukça zorsun,” Dedi Gu Fei. “Dinlenmeden ilerleyebileceğini mi göstermeye çalışıyorsun?”
Jiang Cheng iç çekti, iyodin şişesini tuttu ve ona baktı. “Oynarken oldukça dikkatsiz olduğun için ellerinle de dikkatsiz olacağından korkuyorum.”
“Kendi yaralarımı tedavi etmeye dört yaşında başladım.” Gu Fei, Jiang Cheng’in elindeki iyodin şişesini aldı, konuşurken pamuk diske döküyordu. “Artık alışılmış bir iş.”
Jiang Cheng hiçbir şey söylemedi.
Dört yaşında mı?
İmkanı yok, o dört yaşında olduğu zamandan hiçbir şey hatırlamıyordu bile.
Bununla beraber, Gu Fei’nin hareketleri gerçekten deneyimliydi. Yaraya dokunan pamuk diskin teması oldukça hafif ve oldukça hızlıydı, çok çok az acı hissetmişti ve çoktan bitmişti.
Jiang Cheng bakışlarını yanındaki musluğa çevirdi.
“Yara turnuvaya kadar iyileşmeyecek.” Gu Fei gazlı bezi yaranın üzerine koydu. “Biraz bastır.”
“Çok etkisi olmamalı.” Jiang Cheng gazlı bezin üzerine bastırdı ve çabucak göz ucuyla Gu Fei’nin parmaklarına baktı. Gu Fei’nin parmakları gerçekten çok uzundu, özellikle de serçe parmağı ve gerçekten piyano çalmaya uygundu… musluğa bakmaya devam etti.
Gu Fei çabucak elastik bantla gazlı bezi sabitledi. “Şimdi iyi. Bunları yanına al, böylece kendin değiştirebilirsin.”
Sınıfa döndüklerinde, siyaset bilimi öğretmenleri podyumda öfke nöbetinin ortasındaydı.
Yine de sınıftaki sesler öğretmenin öfkesiyle bastırılmamıştı. ‘Basketbol takımı’ maçı daha yeni bitirmişti – bu tam da durmaksızın heyecan zamanıydı.
“Xu Zong’unuz neyin daha önemli olduğunu bilmiyor!” Siyaset bilimi öğretmeni kürsüye vurdu, “Görüyorum ki vizelerde hiçbiriniz puan almayı planlamıyorsunuz! Onun yerine basketboldan test olabilirsiniz! Gerçekten de ders zamanımı basketbol oynamak için kullanmak! Sınıfınızı hor gördüğümden değil, böyle davranan sizin sınıfınız…”
Jiang Cheng başını eğdi ve hızla kendi sırasına oturdu. Onun gibi bir xueba, genellikle öğretmene biraz saygı gösterirdi; öğretmen kızgınsa ve onu azarlarsa, terbiyeli bir tavır sergilerdi.
Ama Gu Fei o kadar işbirlikçi değildi; öğretmenin azarının ortasında, çok yavaş bir şekilde sırasına gitti ve hatta oturmadan önce düzgün bir şekilde montunu düzeltti.
“Hey, Da Fei!” Zhou Jing kenara yaslandı ve fısıldadı, “Hey, Da…”
Bitiremeden önce, siyaset bilimi öğretmeni döndü ve kürsüye vurdu: “Zhou Jing! Çık dışarı!!”
“Ha?” Zhou Jing şok olmuştu.
“Çık dışarı!” Öğretmen onu işaret etti ve bağırmaya devam etti.
Zhou Jing bir anlığına tereddüt etti ama yine de ayağa kalktı, montunu giydi ve ardından arka kapıdan koridora çıktı.
“Arkadaki ikili! Siz de çıkabilirsiniz!” Öğretmen Jiang Cheng ve Gu Fei’yi işaret etti, “Diğerleri geldi ama siz en yavaşlarıydınız! Gördüğüm kadarıyla, derse katılmak istemiyorsunuz! Derse katılmak istemiyorsanız, o zaman gidip dışarda durun!”
Jiang Cheng öğretmene baktı. Dikkatsiz olsa da ve bazen derslere katılmasa da, bu bir öğretmenin parmağını burnuna doğrultup onu sınıftan attığı ilk seferdi.
Gu Fei oldukça itaatkardı, öğretmenin ona derse katıl ve dikkat et dediği seferden çok daha itaatkar. Öğretmen konuşmayı bitirir bitirmez, lakayt bir şekilde ayağa kalktı, montunu aldı, dışarı çıktı ve ardından Zhou Jing’le beraber korkuluklara yaslandı.
“Sen!” Öğretmen, Jiang Cheng’i işaret etmeye devam etti.
Jiang Cheng biraz suskunlukla iç çekti ve ayrılmak için ayağa kalktı. Kıyafetlerini almasına gerek yoktu çünkü montunu çıkaracak zamanı bile olmamıştı.
“Wang Xu’nun şu anda gerçekten harika olduğunuzu söylediğini duydum?” Zhou Jing sınıftan atıldığı için hiç kederli hissetmiyordu. Korkuluk genişliğince yayıldı ve önceki sorgusuna devam etti.
“Harika, kıçım.” Jiang Cheng homurdandı.
Kaptan Wang Jiuri herkesin umutsuz oyuncular gibi davranmasını talep etmişti, ama kendisini tutamamış ve övünmeye başlamıştı.
“Da Fei de sahaya çıkacak mı?” Zhou Jing sordu, “Wang Xu, Lao Xu’nun sana söylediğini ve senin cevap bile vermediğini söylediği.”
Jiang Cheng bunun üzerine az kalsın kendini doğruyu söylemekten geri alamayacaktı. Görünen o ki, Wang Xu Gu Fei’nin oynamadığı ayarlamayı sürdürüyordu ama gereksizce o kadar çok drama ekliyordu ki bu, insanların onu sorgulamak istemesine sebep oluyordu.
“Evet,” Gu Fei başını çevirdi. “Ben kolektif bir onur duygusu olmayan bir insanım.”
Gu Fei, Jiang Cheng’in sağ tarafında duruyordu. Başını çevirdiğinde, nefesi Jiang Cheng’in yüzüne sürtündü. Jiang Cheng aceleyle kenara çekildi, durduğu yerde iki kere sekti, zarifçe Zhou Jing’in etrafından dolaştı ve korkuluğa yaslanarak altlarındaki zemine baktı. *Gay panic klsfjdklfjd*
“Gerçekten mi?” Zhou Jing kuşkuyla Jiang Cheng’e baktı, “Bana yalan söylemiyorsun?”
Jiang Cheng dikkatle ona baktı; Zhou Jing kötü biri değildi ama tek bir bakışta dedikoducu tipte bir insan olduğu anlaşılabiliyordu. Ona bir şey söyleseydin, haberlerin yayılması için tek bir şey bile yapmana gerek kalmazdı.
“Mm.” Jiang Cheng onayladı.
“Ama Wang Xu şu an gerçekten harika olduğunuzu söyledi… bu nasıl mümkün olabilir, sanki onları oynarken hiç görmemişim gibi.” Zhou Jing kaşlarını çattı. Bir süre düşündükten sonra, gözleri parladı. “Siktir, bu sizin savaş stratejiniz mi? İnsanlara gerçekten harika olduğunuzu söylemek!”
Jiang Cheng gerçekten ne kadar harika oldukları hakkında övünmenin nasıl rakiplerinin gözünü korkutmaya yarayacağını sormak istemesine rağmen, yine de başıyla onayladı.
“Ah…” Zhou Jing hala bir şeyler söylemek istiyordu ama sözlerini kesen Gu Fei’nin telefonu duyuldu.
Arama annesindendi. Gu Fei telefonu açtı, “Efendim?”
“Henüz okuldan atılmadın mı?” Annesinin kaygılı sesi çınladı. “Ne yapacağımı bilmiyorum, Er Miao…”
Gu Fei, Gu Miao’nun çığlıklarını duyduğunda, kalbi sıkıştı.
Telefonu kapatır kapatmaz, döndü ve merdivenlerden aşağı koştu.
Gu Miao’nun çığlık atmasına sebep olabilecek birçok neden vardı. Geçen iki yılda, genelde su yüzünde olurdu ama buna tepki vereceği de kesin değildi. Sadece nadiren oluyordu, ki bunu anneleri de biliyordu bu yüzden genelde ona dikkat ederdi.
Gu Miao’nun şu anki tepkisinin suyla alakası olmamalıydı, o zaman bu sefer ne olabilirdi?
Okul kapısından fırladı; güvenlik görevlileri onu durdurmak ve sorgulamak istedi ama ellerini uzatma fırsatı bile bulamadılar.
Aceleyle eve dönmek için bisikletine atladığında, Gu Fei kendini inanılmaz tükenmiş hissetti. Bu tür bir duygu her seferinde aniden ayaklanıyordu. Bir an için, gözlerini kapatırsa, yaşlanana kadar uyuyabileceğini hissetti.
Vücudundaki yorgunluğu hissetmedi. Artık gerçekten hiç yorgun hissetmiyordu – sadece kalbindeki bitkinlik kurtulamayacağı bir şeydi. Annesini umursamayabilirdi. Dışa vurmak için ona birkaç kez bağırabilirdi ama bunu Gu Miao’ya yapamazdı.
Her zaman ona karşı dikkatliydi; bir yandan Gu Miao’nun ortaya çıkabilecek her türlü kötü şeye karşı kendi başına savaşmasına müsaade etti. Diğer yandan, aniden ortaya çıkabilecek bir kaza durumunda sürekli onu korumak zorunda kaldı.
Merdivenlerden hızla yukarı tırmanırken, Gu Miao’nun çığlıklarını kapının ardından duyabiliyordu.
Karşıdaki yaşlı kadın tamamen kaygıyla dolu bir yüzle kapıyı açtı. “Er Miao…”
“Her şey yolunda.” Gu Fei kapıyı açtı ve eve girdi.
Annesi halihazırda koltukta otururken, Gu Miao’yu tutuyordu. Başını annesinin göğsüne gömmüş Gu Miao durmaksızın çığlık atıyordu.
“Er Miao, Er Miao, artık ağlama. Bak, abin geldi.” Anneleri Gu Miao’nun sırtını sıvazladı. “Gu Fei geldi…”
Gu Fei yanlarına gitti ve Gu Miao’yu annesinin kucağından aldı; bir eliyle sırtını sıvazladı ve diğeriyle nazikçe boynunun arkasını sıkıştırdı. “Her şey yolunda. Er Miao, artık her şey yolunda.”
Gu Miao onun boynuna tutundu, hala çığlık atıyordu ve biraz vücudu titriyordu.
Gu Fei kaşlarını çattı. Gu Miao korkmamıştı, sinirliydi.
“Ne oldu?” Gu Fei hafifçe sordu. “Abine anlat, neden sinirlisin?”
“Sinirli mi?” Anneleri bir miktar şaşkınlıkla ona baktı.
Gu Fei, Gu Miao’nun sırt çantasını işaret etti ve anneleri çantayı yanlarına getirdi. Gu Miao’nun defter ve kitaplarını çıkardı ve başından sonuna kadar karıştırırken sordu, “Kitaplar mı? Ya da defterler mi? Biri kitaplarını mı yırttı?”
Gu Miao’nun çığlıklarının sesi azaldı ama hala çığlık atmaya devam ediyordu. Ortasına tek bir kelime sıkıştı, “Çizim.”
Gu Fei onun karakter kitabını* açtı. Dağınık bir şekilde baştan sona kırmızı kalemle karalanmış sayfalardan birini görmeden önce iki sayfa çevirmemişti bile. Yanında kaykay denilebilecek bir şey çizilmiş, küçük güreşen bir insan vardı ve her iki tarafında da duruma uygun kelimeler bulunuyordu.
Domuz, dilsiz, aptal…
“Er Miao, dur.” Gu Fei kitabı aşağı indirdi ve Gu Miao’nun omuzlarını tuttu, “Bana bak. Bana bak.”
Gu Maio’nun çığlıkları nihayet kesildi. Başını kaldırdı ve Gu Fei’ye baktı, gözleri ardına kadar açıktı.
“Kim olduğunu biliyor musun?” Gu Fei sordu.
Gu Miao başıyla onayladı.
“Bu konuyla,” Gu Fei onun gözlerine baktı, ” İlgilenmene ağabeyin yardım edecek, tamam mı? Ağabeyin gidip o sınıf arkadaşını bulacak ve onunla konuşacak.”
Gu Miao uzun bir süre ona baktıktan sonra başını salladı.
“Gitmemi istemiyor musun?” Gu Fei sordu.
Gu Miao başını sallamaya devam etti.
“O zaman ne yapmak istiyorsun?” Gu Fei sordu, “Abine söyle.”
Uzun süre sonra, Gu Miao sadece tek bir kelime söyledi, “Kendim.”
Gu Fei onun bu konuyla nasıl ilgilenmeyi planladığını bilmiyordu ama ne şekilde sorarsa sorsun, Gu Miao daha fazla konuşmadı. Ona başka cevap vermedi. Odasına girmek için döndü ve kapısını çarptı.
“Neden hayatım bu kadar…” Annesi yüzünü kapattı ve sessizce ağlayarak koltuğa oturdu, “Bir şerefsizle evlendim, kendi çocuğuma bile bakamıyorum… geçmiş yaşamımda kötü ne yaptım… ayrıca tekrar bir hayat arkadaşı bulmak istiyorum…”
“Anne, önce odana git.” Dedi Gu Fei.
“Oğlum da bana karşı çok kaba…” Annesi odasına girerken kapalı yüzünün ardında ağlamaya devam etti.
Gu Fei kaşlarının arasındaki bölgeyi ovuşturdu.
Ev sessizdi, tek bir ses yoktu.
Kapıdaki çatlaktan gizlice Gu Miao’ya baktı ve onun üzerinde yattığı battaniyenin köşesini elinde tuttuğunu gördü, uyuyor gibi görünüyordu ve annelerinin tarafı da sessizdi.
Koltuğa oturdu ve gözlerini kapattı.
Aşağı yukarı yarım saat dinlendikten sonra, gözlerini açtı, telefonunu çıkardı ve Ding Zhuxin’i aradı. “Xin Jie, bu gece uğramak için vaktin var mı?”