SAYE 23. Bölüm

Share

Gu Fei çantasını bile almadan siyaset bilimi dersinde ortadan kayboldu. Siyaset bilimi öğretmenleri o kadar kızmıştı ki öğretmenler odasına koştu ve Lao Xu’ya avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı, Lao Xu dikkatsizce, sınıfa öğleden önceki dersler bittikten sonra geldi.

“Jiang Cheng!” Çantasıyla beraber ayrılmak üzere olan Jiang Cheng’i engelledi.

“Bilmiyorum.” Jiang Cheng cevapladı, Lao Xu’nun ona Gu Fei’yi sormak istediğini çok iyi biliyordu ama dürüst olmak gerekirse o da durum hakkında hiçbir şey bilmiyordu.

“Aniden kaçması için bir nedeni olmalı.” Lao Xu belirtti.

Jiang Cheng sadece Gu Fei’nin bir arama aldığını ve hemen geleceğini söylediğini biliyordu ama bundan başka bir şey duymamıştı.

Ancak. Bu kısmı Lao Xu’ya söylemek istemedi. Gu Fei’ye ne olduğunu kim bilebilirdi ya da bunu Lao Xu’nun bilmesine istekli olup olmadığını – boşboğazlık etmek istemedi.

Ama açıkça Zhou Jing onun kadar düşünmedi. Lao Xu ardından sormak için ona döndüğünde, düşünmeden açıkladı: “Bir arama aldı ve eve gideceğini söyledi ve sonra gitti. Belki evde bir şey olmuştur?”

“Gerçekten,” Lao Xu kaşlarını çattı. Zhou Jing gittikten sonra, bir kez daha Jiang Cheng’i yakaladı. “Zhou Jing bile biliyor, yine de sen bilmiyorsun?”

“Bilip bilmemem ne fark eder? Çoktan öğrenmedin mi?” Jiang Cheng çantasını aldı ve dışarı doğru yürüdü.

“Gu Fei’nin çantasını götürebilir misin?” Lao Xu arkasından seslendi.

“Hayır.” Jiang Cheng arkaya baktı, “Xu Zong, eğer bir gün okul bitmeden, çantamı almadan okuldan ayrılırsam, bana geri getirmesi için birini düşünmeye bile kalkışma.”

“Neden?” Lao Xu sordu.

“Çünkü bu inanılmaz derecede rahatsız edici.” Jiang Cheng cevapladı. “Herkes birinin kendi eşyalarına dokunmasına rıza göstermez, evine götürmekten bahsetmiyorum bile. Gerçekten, almak isteseydi o zaman kendi gelip alırdı. Okul bir grup holiganın bile içeri girmesine izin verebiliyor, kendi öğrencilerinin içeri girmesinden korkacaklarını mı sanıyorsun?”

Lao Xu ona sanki uygun bir karşılık bulamamış gibi baktı.

Jiang Cheng de dönüp giderken başka bir şey söylemedi.

Lao Xu yaşlı bir anne gibiydi – çok fazla ilgi gösteriyordu. Ancak bu yaştaki insanların en ihtiyacının olmadığı şey tam da buydu, anne tavuk benzeri bir insanın şımartıcı sevgisi.

Özellikle de tek bir bakışla çoktan yalnızlığa alışmış olduğu söylenebilen Gu Fei’nin.

Jiang Cheng kesinlikle Lao Xu’nun sonradan Gu Fei’yi arayacağını düşündü ama şüphesiz ki Gu Fei cevap vermeyecekti. Bu tarz bir öğretmen-öğrenci ilişkisi Lao Xu’nun şu anki EQ seviyesiyle gelişme kaydedemezdi.

Bu açıdan düşündüğünde, Jiang Cheng aniden kendini önceki sınıf öğretmenini özlerken buldu.

Tam anılar zihnine akın etmeye başladığı anda, hemen başını kaldırdı ve soğuk havayı içine çekti, hızla anılarını durdurdu.

Öğle yemeğinde, aslında Wang Jiuri’nin yerine doldurulmuş bazlama yemeye gitmek istedi ama kendi başına giderse ve Kaptan Jiuri’yi görürse, söyleyecek bir şey bulamayacağını hissetti. Ayrıca Kaptan Jiuri’nin heyecanla taktik paylaşmak için onu kenara çekmesini de istemiyordu.

Böylece sonunda, kavşakta küçük bir dükkanda bir kase noodle yedi.

Li Baoguo’nun yerine döndüğünde ve Li Baoguo’nun gerçekten evde olduğunu gördüğünde biraz şaşırdı. Koltukta oturuyor elinde gazeteyle sigara içiyor, loş ışıkta okuyordu.

Li Baoguo’nun bu yeri önden ve arkadan iki binanın arasına sıkışmıştı ve yapısı bile 凹 karakteri şeklindeydi. Işıklandırma o kadar zayıftı ki, dışarıda gün ışığı pırıl pırıl parlasa da, ne kadar çok parlasa parlasın, bu yere girildiği anda alacakaranlık gibi görünüyordu.

Jiang Cheng her içeri girdiğinde, anında ezilmiş hissediyordu. Oturma odasının ışığını yakmak için uzandı.

“Hey!” Li Baoguo şaşkınlıkla yukarı baktı. “Cheng Cheng geri döndü?”

“Mm.” Jiang Cheng ona göz ucuyla baktı; yüzü mor ve maviydi ve ağzının kenarları hala şişti, bu dünkü olayın sonucunu kolaylıkla açığa çıkarıyordu – kesinlikle hafif bir dayak yememişti. Oraya gitmeseydi, Li Baoguo büyük olasılıkla bir sedyeyle hastaneye gönderilirdi. “Senin… yaran iyi mi?”

“İyi, iyi.” Li Baoguo yüzünü ovuşturdu, “Bu küçük yara hiçbir şey. Ben gençken, fabrikada çalışırken, onlar gibi gençler ellerimden birine bile yetmezdi…”

“Ben çoktan yedim.” Jiang Cheng onun konuşmasını böldü ve odasına girdi, “Kendin bir şeyler yiyebilirsin.”

Tam Jiang Cheng montunu çıkarıp bir süre yatakta uzanmak istediği anda, kapı ardına kadar açıldı.

“Cheng Cheng,” Li Baoguo kısmen odaya meyletti. “Dün sana bir şey oldu mu?”

Jinag Cheng biraz savunmasız hissetti. Kapıyı kilitleme alışkanlığı yoktu çünkü gençliğinden beri kapıyı kapattığı sürece, kimse gelişigüzel bir şekilde yatak odasının kapısını açmazdı. Artık kapıyı kilitlemeyi hatırlaması gerekiyormuş gibi görünüyordu.

“İyiyim.”Jiang Cheng cevapladı. “Kısa bir süreliğine uyumak istiyorum.”

“Baban işe yaramaz biri.” Dedi Li Baoguo, kapıyı kapatma ve gitme niyeti yoktu. “Baban sokaklarda dayak yiyordu ve hatta senin onu kurtarman gerekti. Utanmış olmalısın, değil mi?”

Jiang Cheng cevap vermedi. “Baban” kelimesi Li Baoguo’nun dudaklarından çıktığında, Jiang Cheng ilk anda Li Baoguo’nun “baban”la kendisini kast ettiğini anımsayamamıştı.

“Ama endişen olmasın.” Li Baoguo devam etti. “Babanın herhangi bir problemi olursa, seni içine sürüklemeyecek.”

“Mm, biliyorum.” Jiang Cheng sabırlı olmaya devam etti, “Biraz uyuyacağım. Bir parça yorgunum.”

Li Baoguo onayladı, ardından döndü ve odadan çıktı, ancak yine de kapıyı kapatmamayı başardı.

Jiang Cheng gitmek ve tekrar kapıyı kapatmak zorunda kaldı. Bir anlığına duraksadı ve nihayetinde kapıyı kilitlemeden bıraktı. Li Baoguo hala kapının diğer tarafındaydı ve kilitlenme sesini duyabilirdi. Jiang Cheng işleri çok garip hale getirmek istemedi.

Yatağa uzandığında, sadece yorgun hissetti. Yaralı olmasına rağmen basketbol oynadığı için miydi yoksa dün gece iyi uyuyamadığı için miydi bilmiyordu.

Li Baoguo bir kereliğine bugün kumar oynamaya gitmemişti, bundan dolayı, Jiang Cheng bütün öğle boyunca onun oturma odasında öksürdüğünü duyabildi. Li Baoguo’nun öksürüğünün kış tatilinin başlangıcından dönem arasına kadar iyileşme göstermemesi üzerine birçok kez onu faranjiti olup olmadığını kontrol ettirmek için hastaneye götürmesinin gerekip gerekmediği üzerine düşünmüştü.

Böyle bir ses duyarken öğleden sonra şekerlemesi yapmak imkansızdı. Buna ek olarak üst kat komşuları çocuklarını tekrar dövüyordu –dünkü hane değil, başka biri. Binada çocuğu olan birçok aile vardı ve bunların hepsi her gün çocuklarını dövüyordu. Bugün senin evin, yarın benimki olacak ve birbirimizi yakalarsak, o zaman onları hep birlikte dövebiliriz.

Bütün çocuklar yürek parçalayıcı çığlıklar attı; ancak işkencenin ortasında bir komşu buna daha fazla dayanamaz ve onları yatıştırmaya giderse, onlara da bağırıldı. Eğer bağırılmaya tahammül edemezlerse o zaman bunu kesinlikle ağız dalaşı takip edecekti.

Kısacası, bu bölgedeki eski binalar her gün son derece canlıydı; Jiang Cheng’in öncesinde hiç temas etmediği bir canlılık duygusuyla doluydu.

Li Baoguo’nun öksürüğünün sesi nihayet oturma odası kapısının sesiyle birlikte ortadan kayboldu. Jiang Cheng telefonuna uzandı ve ekrana baktıktan sonra yataktan kalktı ve okula gitmek için evden ayrıldı.

Gu Fei öğleden sonra da okula gelmedi.

Okul başladığından beri, Gu Fei geç kalmadıysa, o halde yoktur. Bu norm gibi görünüyordu; öğrenciler meraklı değildi ve öğretmenler de hiç sormadı.

Sadece Lao Xu sormaya devam etti.

Öğleden sonra okul bittiğinde, Jiang Cheng bir kez daha Lao Xu tarafından engellendi.

“Jiang Cheng, öğretmeninle iletişim kurmak için o kadar mı gönülsüzsün?” Lao Xu’nun bedeni belli belirsiz bir alkol kokusu taşıyordu.

Ayrıca Jiang Cheng burada bulunduğu zaman diliminde Lao Xu sarhoş olmasa bile, bedenin her zaman belli belirsiz bir alkol kokusu taşıdığını fark etmişti. Zhou Jing’in söylediğine göre kahvaltı yaptığında bile iki ağız dolusu içiyordu.

Ayrıca bu yüzden okul müdürü tarafından çağırılıp bütün okulun önünde azarlanmasına rağmen, o zaman bile hiç değişmemişti.

“Sadece bu yönüne bakıldığında, o oldukça Jianghu*” Demişti Zhou Jing.
* Jianghu (江湖) Motamot çevirisi “göller ve nehirler” ama anlamı çok daha derin.

Jiang Cheng, bu Lao Xu özellikle Li Bai’yi sevdiği için miydi bilmiyordu. Derste her zaman konunun dışına çıkardı; metin ne hakkında olursa olsun her zaman Li Bai ile ilişki kurmayı başarabilirdi.

“Xx den bahsetmişken, Li Bai’ye değinmek istiyorum.” Sık sık böyle başlardı, “Li Bai, bu yaşlı adam…”

“İçtin mi?” Jiang Cheng sordu.

“Öğle yemeğinde biraz içtim.” Lao Xu güldü. “Jiang Cheng, seni basketbol oynarken gördüm, sen ve Gu Fei birlikte çok iyi çalıştınız. Normalde, ilişkiniz çok kötü olmamalı, değil mi?”

“…Bu sadece basketbol. Oynamayı bilen herkes birlikte çalışmayı da bilir.” Jiang Cheng cevapladı.

“Öğleden sonra Gu Fei’yi birkaç kere aradım ama hiç açmadı.” Dedi Lao Xu. “Onunla yeterince ilgilenmedim sonra…”

Jiang Cheng beceriksizce sözünü kesti, “Yeterli, anladım. Okul bittiğinde dükkanına gidip bir bakacağım, daha fazlasını yapamam. Birbirimize çok yakın değiliz ayrıca evinin nerede olduğunu da bilmiyorum.”

“İyi, iyi, iyi.” Lao Xu mutlu bir şekilde başıyla onayladı. “Ona yarın okula gelmesini söyle… Doğrusu, ilk başta Wang Xu’yu göndermek istedim ama o senin kadar yakında yaşamıyor. Ayrıca, o küçük piç güvenilir değil…”

“Anladım.” Jiang Cheng başıyla onayladı.

Gu Fei’nin dükkanına gidip bir bakmak önemli değildi ama Lao Xu’nun bitmek bilmeyen kafa ütülemesi olmasaydı, asla gitmezdi. Sürekli öğretmenleri ve sınıf arkadaşları tarafından rahatsız edilse ve hatta biri onu kontrol etmek için evine gelse kim mutlu olurdu ki?

Okulun dışına doğru ilerledi, otobüs durağına geldiğinde güzergah haritasını inceledi.

Yarası bugün açılmıştı; antrenman sonraki günlerde de böyle devam ederse, o zaman yarası turnuva başladığı zaman bile iyileşmemiş olacaktı. İlacı değiştirmek için hastaneye gittiğinde yapıştırıcı ya da ona benzer bir şey almak istiyordu; yarasının biraz daha hızlı iyileşmesine yardım olacak bir şeyler.

Otobüse bindi – kalabalık tamamen Si Zhong öğrencilerinden oluşuyordu; boş otobüs sadece bu duraktan geçtiğinde yarı yarıya doldu. Sonraki durak bir meslek yüksekokuluydu ve bu iki durağı da geçtikten sonra otobüse daha fazla kişi binemeyecekti.

Otobüs gülen ve sohbet eden öğrencilerle doluydu.

Jiang Cheng arka kapının yanındaki metal parmaklığa sıkıştı. Arkasındaki insan hareket ederse, önündeki demir parmaklığa yapışırdı. Etrafındaki insanların hepsini yere fırlatmayı isteyecek kadar sinirlenmesi iki durak bile almamıştı.

İleride başka bir okulun önünden geçiyorlardı. Jiang Cheng bir göz attı; Tanrı’ya şükür ilkokuldu. İlkokul öğrencilerinin hepsi onları alacak birine sahipti, böylece, otobüse sıkışan başka bedenler olmayacaktı. Ayrıca, şimdiye kadar, ilkokul öğrencilerinin dersi uzun zaman önce bitmiş olmalıydı.

Başını metal parmaklığa yasladı, kulaklıkları çantasında olduğu için şu an onları çıkarması hemen hemen imkansızdı. Sadece gözlerini kapatabilir ve Si Zhong öğrencilerinin palavralarını ya da dedikodularını dinlerken zihnini dinlendirebilirdi.

İstasyonun yarısını geçmişken, otobüsün arkasında bir kargaşa duydu ve gözlerini açtı.

“Ah! Şimdilerde ilkokul öğrencileri çok vahşi!” dedi biri.

“Ayy, o yumruk cildini yaralayacak!” başka bir kişi mutlulukla kenardan belirtti.

Jiang Cheng pencerenin dışına bir bakış attı ve bir an için şaşkına döndü.

Üç küçük erkek çocuğu koşarken bağırıyor ve küfür ediyordu ve onları arkadan kovalayan ise kaykay tutan bir…kızdı.

Kaykay tutan kız, Jiang Cheng’in onun Gu Miao olduğunu anlamak için dikkatle bakmasına bile gerek yoktu.

Gu Miao birkaç adım peşlerinden koştu, ancak küçük çocuklar hızlı koştuğu için, onlara yetişemedi. Kaykayı yere koydu, birkaç adım attı ve öylece ileri atıldı.

Gu Miao otobüsün yanından geçerken, Jiang Cheng onun yüzünde belirdiğini daha önce hiç görmediği bir soğukluk ve öfke ifadesi gördü. Bir anlığına, kalbi ağrıdı.

Otobüs yavaşça ilerledi; sonraki durağa kadar çok mesafe kalmaması iyi bir şeydi. Hastane hala üç durak uzaktaydı ancak Jiang Cheng yine de çılgına dönmüş bir şekilde aceleyle otobüsten indi.

Gu Miao ve üç çocuk çoktan ortadan kaybolmuştu. Çocukların kaybolduğu noktaya doğru hızlı aceleci adımlarla ilerledi ve yol ayrımında durdu. İleriye doğru devam edince ana yoldu, sağa dönünce ise yıkık küçük bir sokak.

Tam hangi yöne gitmesi gerektiğini merak ederken; sağdan gelen bir çığlık duydu.

Başını çevirdiği anda, üç küçük çocuktan ikisinin bir ara sokaktan koşturarak çıktığını gördü. Üçüncünün nasıl yere düştüğünü kim bilebilirdi.

Ardından şu an onun üzerinde oturan Gu Miao vardı, kaykayla kafasına vuruyordu.

“Lanet olsun!” Jiang Cheng o kadar sarsılmıştı ki bacakları biraz gücünü kaybetmişti. Hemen onlara doğru koştu.

Çevredeki dükkanlardaki bütün insanlar dışarı çıktı; başlangıçta hepsi şokla haykırdı ardından biri gidip Gu Miao’yu kaldırmak istedi, ancak biri yaklaşır yaklaşmaz, Gu Miao kaykayını onlara doğru savurdu – iki kişilik bir grup bile ona ulaşmayı başaramadı.

Yere bastırılmış çocuk artık sadece başını başını tutuyor, ağlar ve inlerken mücadele bile etmiyordu.

Gu Miao bu fırsatı kaykayla tekrar başına vurmak için kullandı.

Bu sefer bir adam Gu Miao’yu arkadan kavradı ve yukarı kaldırdı.

Gu Maio çılgıncasına çabalamaya başladı ve keskin bir çığlık attı.

Jiang Cheng gözden geçirdiğinde adamın biraz kaybolmuş olduğunu fark etti. Gu Miao’yu kenara itemiyordu ama onu tutmaya devam edemiyordu da.

“Gu Maio!” Jiang Cheng hızla oraya koşarken bağırdı.

Gu Miao hiçbir şey duyamıyormuş gibi gözlerini kapatmıştı; sadece çığlık atmaya devam ediyor, tutuşunu gevşetmeden kaykayının köşesini sıkı sıkı tutuyordu.

“Er Miao!” Jiang Cheng bağırdı, “Benim Jiang Cheng Ge Ge’n! Benim Cheng Ge’n!”

“Onu tanıyor musun?” Biri sordu. “Bu kızın problemi ne? Delirdi mi?!”

Jiang Cheng yerden kaldırılan küçük çocuğa göz gezdirdi. Başında kan olduğunu gördü, çocuk halen hüngür hüngür ağlıyordu.

“Onu ver,” Jiang Cheng, Gu Miao’yu tutan adama söyledi. “Onu bana ver.”

“Gidemezsin! Bu senin ailenin çocuğu mu?!” adam bağırdı. “Diğer çocuğu ne kadar dövdüğüne bak! Bu polise ihbar edilmeli, ailene söyle…”

“Onu bana vermeni söyledim!” Jiang Cheng, adama dik dik bakarken kükredi.

Gu Miao, Jiang Cheng’in daha önce hiç görmediği bir şekilde hayatı buna bağlıymış gibi çığlık attı ve çabaladı, hem çılgın hem de yürek parçalayıcı görünüyordu. Jiang Cheng, Gu Miao’nun sorunları olduğunu biliyordu ve şimdi o böyleyken, aniden kaygılanmaya başladı.

Adam, Jiang Cheng’in kükremesiyle yerinde kalakaldı.

Jiang Cheng yanlarına gitti ve aniden Gu Miao’yu kendi kolları arasına alarak onu kucakladı.

“Gidemezsin!” İzleyici topluluğu büyüdü; herkes onu ve Gu Miao’yu ortasında hapseden bir daire şeklini aldı.

“Siz gidip polisi arayın.” Jiang Cheng daha şimdiden çığlık atmayı bırakmış ama hala tepeden tırnağa durmaksızın titreyen Gu Miao’yu sıkı sıkı tuttu.

Küçük çocuğun başındaki yara çok ciddi değildi. Bir kadın biraz iyodin aldı ve başını temizlemeye geldi. Başının arkasında küçük bir kesik vardı ancak Jiang Cheng başka bir sorunu olup olmadığını bilmiyordu.

Biri polisi aradı.

Jiang Cheng, Gu Miao’yu daha sıkı sardı, telefonunu çıkarıp Gu Fei’nin numarasını tuşlarken sabit bir şekilde onu rahatlatmak için sırtını okşuyordu.

Ancak kesilmeden önce yarım zil sesi bile gelmedi.

Bu *** rahatsız etmeyin modunu ayarlamış.

Sadece Gu Fei’ye başka bir mesaj gönderebilirdi.

– Gu Miao’nun başı dertte, en kısa zamanda bana ulaş.

Ardından anında Wang Xu’nun numarasını tuşladı.

“Hey?” Diğer tarafta Wang Xu telefonu gerçekten hızlı bir şekilde açtı, “Jiang Cheng? Senin gibi bir bozguncu beni mi aradı?”

“Hemen gidip Gu Fei’yi bul.” Jiang Cheng sesini alçalttı, “Hemen! Acele et! Telefonunu açmıyor!”

“Ne?” Wang Xu şaşırdı ama yine de koşmaya başladığı duyulabiliyordu. “Bekle, daha yeni eve geldim, acilen yola koyulacağım! Oraya gideceğim ve onu bulacağım! Neredesin?”

“Bilmiyorum. Şu anda ilkokuldayız…ama birkaç dakika sonra polis geldiğinde nereye gideceğimizi bilmiyorum.” Jiang Cheng onları çevreleyen kızgın ve şaşkın kalabalığa baktı. Onu korumazsa, Gu Miao’nun her an dövülebileceğini hissetti.

“Anladım!” Wang Xu bağırdı ve telefonu kapattı.

Polis çok hızlı geldi. Olay yerine vardıkları anda, kalabalık tarafından çevrelendiler ve etraftan karmakarışık açıklamalar duyuldu.

“Önce bu çocuğu hastaneye getirin,” yaşlı polis memuru konuştu, ardından Jiang Cheng’e baktı, “Bu çocuğun ailesi misin?”

“Hayır.” Jiang Cheng cevapladı. “Abisinin sınıf arkadaşıyım.”

“Ailesine haber ver.” Dedi yaşlı polis memuru. “Önce bizi hastaneye kadar takip et, ondan sonra polis merkezine gideceğiz.”

“Tamam.” Jiang Cheng, Gu Miao’yu taşırken kaykayı almaya gitti ve sonra polis arabasına doğru yürüdü.

Gu Miao çoktan sessizleşmişti ve sadece sıkıca Jiang Cheng’in boynuna sarıldı. Parmakları boynunun arkasını sıkıca kavramıştı; tırnakları derisini deliyormuş gibi hissettiriyordu.

“Gu Miao? Gu Miao?” Jiang Cheng hafifçe konuştu, “Derimi paramparça edeceksin. Artık sorun yok, korkma, ağabeyin yakında burada olacak.”

Gu Miao herhangi bir tepki vermedi ve elleri gevşemedi, bununla birlikte vücudu hala titriyordu.

Bu tarz bir durum Jiang Cheng’i aşırı derecede endişelendirdi. Bir, şu anda onun sorununun ne olduğunu bilmiyordu – neden diğer çocuğu bu kadar kötü dövmüştü? İki, sonuçta o Gu Miao’nun yakını değildi; durumu doğru mu idare etmişti bilmiyordu… Doğru idare etmediyse, Gu Fei ondan intikam alır mıydı…?

Jiang Cheng önce hastane masraflarını ödedi. Yarayı sarmak ve her türlü kontrol çok para tutmamıştı, rahatsız edici olan diğer çocuğun ebeveynleriydi.

Diğer çocuğun ebeveynleri hastaneye gelir gelmez sanki delirmiş gibi Gu Miao ve Jiang Cheng’e saldırmak için hızla koştu. Polis onları engellemek için geldiğinde, neredeyse onlarla birlikte polisleri de dövdüler.

“Beni engelleme!” adam bağırdı. “Bunu ödeyecek! Bunu ödeyecek! Oğlumu nasıl dövdüyse ben de onu döveceğim! Bu psikopat! Bu ucube! Size şunu söyleyeyim, bu deli kaltağın kim olduğunu biliyorum, oğlumun sınıf arkadaşı! Ucube! Eğer bir sınıfta o varsa, o sınıf soruna mahkumdur! Aklınız varsa, o zaman onun evden dışarı çıkmasına izin vermezsiniz! Onu her gördüğümde döveceğim!”

“Durumun nasıl idare edileceği polisin karar vereceği bir şey.” Jiang Cheng bu duruma gelince Gu Miao’nun kesinlikle hatalı olduğunu biliyordu ancak diğer adamın sözleri gerçekten öfkesini arttırıyordu. Tutuşmanın sınırındaki öfkesini bastırdı, “Eğer ona vurursan, o zaman ben de sana vururum, bu asla bitmez.”

“Sikeyim!” Kadın bağırdı. “Polis! Söylediği şeyleri dinle!”

Gu Fei nihayet aradı, “Neredesin? Hemen geleceğim.”

“Hastanede, acele et.” Jiang Cheng cevapladı.

Ebeveynler, bir ebeveynin geleceğini duyduklarında, anında tekrar galeyana geldiler. Gu Fei geldiğinde, polis onları polis merkezine götürmek üzereydi.

Gu Fei’nin peşinden Li Yan ve Liu Fan’ın yanı sıra Wang Xu ve Ding Zhuxin’de geliyordu.

“Gu Miao, ağabeyin burada.” Jiang Cheng, Gu Miao’ya fısıldadı.

“Er Miao?” Gu Fei yanlarına yarı koştu.

Gu Miao onun sesini duyduğunda, nihayet Jiang Cheng’in boynundaki tutuşunu gevşetti, ona bakmak için döndü ve ardından onun kollarına atladı, ona sıkı sıkı tutunuyordu.

“Öteki çocuğu dövdü,” Jiang Cheng sessizce açıkladı. “Kafasına vurmak için kaykayı kullandı.”

“Üzgünüm,” Gu Fei iki kişiye bakmak için döndü, “Kardeşim…”

“Üzgünmüş, kıçım! Üzülmek, hiçbir boka yaramaz!” Kadın derhal parmağıyla Gu Fei’yi işaret etti, “Onu dövmezsem o zaman bu olay kapanmaz!”

Gu Fei sessizce kadına baktı, birkaç saniyeden sonra “Gel.” dedi.

Kadın iki adım geri çekilirken dehşete kapılmış görünüyordu, “Tanrım! Bu nasıl bir tavır? Bu nasıl bir tavır?!”

“Önce polis merkezine gidelim.” Ding Zhuxin onlara doğru yürüdü. “Polisin söyleyeceklerini dinleyelim. Bu olayın nasıl idare edilmesi gerektiği, tedavi ve tazminata gelince, makul olduğu taktirde işbirliği yapacağız.”

“Siz…” Kadın başka bir şey söylemeye devam etmek istedi ancak Ding Zhuxin tarafından sözü kesildi.

“Da Jie*.” Ding Zhuxin gözlerini ona dikti, “O kadar büyük bir yaygara yapıyorsun ki polis tek kelime bile edemiyor. Durumu kurallara uygun şekilde halletmek istemezsen, biz de işbirliği yapabiliriz. Hal böyleyse, o zaman bundan iyi bir şey elde edemezsin.”
*Da Jie (大姐) – büyük abla

“Söylediklerine dikkat et.” Polis, Ding Zhuxin’i uyardı.

“Özür dilerim.” Ding Zhuxin polise mahcubiyetle gülümsedi. “Çocuklar başını derde soktuğunda hepimiz kaygılı olmaya mahkumuz. Biz, kesinlikle işbirliğine gönüllüyüz fakat işbirliği yalnızca bir tarafa dayanmaz, değil mi?”

Polis bir grup insanı polis merkezine geri götürdü. Gu Fei sordu, “Sınıf arkadaşım gelmek zorunda değil, değil mi?”

“O da gelmek zorunda.” Dedi polis ve ardından Jiang Cheng’e baktı.

“Mm.” Jiang Cheng mırıldandı. Gu Fei’nin sırtındaki Gu Miao’ya baktı; artık çok daha sakin görünüyordu, öncesindeki çılgın ve soğuk öfkeyi taşımıyordu.

“Teşekkür ederim.” Gu Fei, Jiang Cheng’e bakakaldı.

“Şimdi bir şey söyleme.” Dedi Jiang Cheng. “Gu Miao…iyi mi? Az önce, onun…”

“O iyi.” Gu Fei bir anlığına duraksadı. “Sana yavaşça açıklamak için zaman yaratacağım.”

“Mm,” Jiang Cheng cevap olarak mırıldandı ve polisi dışarı takip etti.

Gu Fei arkadan ona seslenmeden önce sadece birkaç adım atabildi, “Jiang Cheng.”

“Senin…” Gu Fei, gömlek yakasını çekiştirmek için ona uzanarak boynunun arkasını işaret etti. “Buradaki deri parçalanmış.”

Bu muhtemelen Gu Miao’nun tutuşundandı. Küçük kızın gücü oldukça korkunçtu.

Ancak Jiang Cheng bu konu hakkında hiçbir şey düşünmedi; Gu Fei’nin gömleğinin yakasını çekiştirirken yaptığı hareket, refleks olarak Gu Fei’nin eline vurmasına sebep oldu.

“…gerek yok.” Jiang Cheng biraz garip bir şekilde cevapladı.