GHG | 3. BÖLÜM ~ Siren Kasabası

~ Bu Geceyi Sağ Salim Atlatma ~

── ⋆⋅☆⋅⋆ ──

Bai Liu, Jerf’ün baktığı yöne doğru döndü. Deniz kızı heykeli hâlâ gözlerini yere indirmiş, suya bakıyordu ve hiç kıpırdamamıştı.

Jerf’ün bağırışıyla irkilen Andre, öfkeyle bir yumruk attı ve küfretti:

“Sikeyim! Nesi hareket etti?! Eğer bir daha böyle korkup bağırırsan, ses tellerini tek tek koparırım, bakalım o zaman da yine böyle bağıracak mısın?!”

Jerf, yumruk yediği başını tutarak korkuyla Andre’ye ürkekçe baktı, sonra iyice büzüşüp sessizce kendi kendine mırıldandı:

“Hareket etti… Gerçekten hareket etti…”

Lucy de Jerf’ün sözlerinden biraz  tedirgin olmuştu. Zoraki bir gülümsemeyle, “Jerf, gözlerinin sana oyun oynamadığından ve bu deniz kızı heykelinin gerçekten hareket ettiğinden nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Bu heykelin göz bebekleri bile yok, sana baktığını nasıl anladın?”

Süt beyazı mermerden oyulmuş bir deniz kızı heykeliydi. Gözleri oyulmuş olmasına rağmen, içlerinde siyah gözbebekleri yoktu. Gözleri saf beyazdı, sanki gözleri olsa bile ruhsuz, cansız bir varlık gibi otelin kapısında dikilir gibiydi.

“Fark etmediniz mi?” Jerf’ün sesi giderek alçalıp titremeye başladı, “Ara-Arabamız nereye giderse gitsin, bu heykel bizi izliyor gibiydi. Gözleri kesinlikle hareket ediyor…”

“Ah, bu muydu? Ben de ne sandıysam…” Lucy gözle görülür şekilde rahatlayarak iç çekti ve güldü.

“Bu, ‘Mona Lisa’nın Gülümsemesi’ tablosu gibi bir şey olsa gerek. Hangi açıdan bakarsan bak, tablodaki kişinin sana baktığını sanıyorsun.”

“Hayır, bu tür bir etki yalnızca iki boyutlu bir yüzeyde oluşabilir. Üç boyutlu bir nesnede bu mümkün değil, yani bir heykelin böyle bir etkisi olamaz.” Bai Liu sakin bir şekilde Lucy’nin sözlerine karşı çıktı.

“Jerf haklı, bu heykel gerçekten de gözleriyle sürekli bizi izliyor.”

Tıpkı kasaba halkı gibi, o heykel de içeri girdikleri andan itibaren, avlarını gözetleyen yırtıcı hayvanlar gibi onlara bakıyordu.

Bu şey muhtemelen bir tür canavar.

Bai Liu’nun bu düşüncesi daha yeni kafasında netleşmişti ki, göğsündeki madeni para aniden titredi ve yeni bir panel açıldı. Oyun paneli, ortaçağdan kalma eski ve ağır bir kitap gibi bir şekle büründü ve Bai Liu’nun önünde yavaşça sayfalarını çevirmeye başladı.

[Tebrikler! Oyuncu ilk oyun canavarını keşfetti ve Canavar Kitabı’nın kilidini açtı – Siren Kasabası Özel Bölüm (1/4)]

Kitap sayfasında bir fotoğraf belirdi. Deniz kızı heykelinin solgun yüzü derin deniz suyuna gömülmüş, yüzünün yarısı suyun dışındaydı. Oyulmamış, gözbebeksiz gözleri fotoğrafın dışına bakıyor, sanki sessizce Bai Liu’yu izliyordu. Sanki fotoğraftan çıkıp her an ona ulaşacakmış gibiydi.

[Canavar Adı: Deniz kızı Heykeli (Pupa Formu)]

[Saldırı Değeri: ??? (Bilinmiyor, henüz açılmadı. Savaş sonrası açılacaktır.)]

[Saldırı Yöntemi: ?? (Keşfedilmedi)]

[Zayıf Nokta: ?? (Keşfedilmedi)]

Soru işaretleri olan bölümler, ıslak mürekkep lekeleri ve kirli izlerle kaplıydı, bu yüzden tam olarak ne yazdığı okunamıyordu.

Zayıf Nokta bölümünün altında açıklayıcı bir satır belirdi:

Siren Kasabası’nın Canavar Kitabı’nın dört sayfası vardı, ancak Bai Liu yalnızca birine erişebiliyordu, geri kalanlar ‘kilitli’ olarak görünüyordu. Muhtemelen, bunlar bu oyundaki diğer canavarların sayfalarıydı.

Bu da demek oluyordu ki, canavarlara karşı savaşarak ödüller kazanılıyordu. Canavarın tehlike seviyesi ne kadar yüksekse, elde edilecek ödül de o kadar iyi oluyordu.

Ama bu keşif koşullarına göre, oyunun içinde savaşmak bile varsa, bu tamamen oyuncuları canavarlara karşı tehlikeye atılmaya teşvik etmek, kışkırtmak demekti…

Savaş gücü, ancak liseli bir kızın çantasını vuracağı darbe kadar olan zavallı Bai Liu derin düşüncelerle çenesini okşadı.

Lucy panikle Bai Liu’nun koluna sımsıkı sarıldı:

“Gerçekten… hareket mi etti yani?!”

“Böyle bir şey nasıl olabilir?!” Bai Liu’nun kendinden emin sözlerinden etkilenmiş gibi görünen Andre, yüzünde bir anlık korku ifadesi belirse de hemen gizledi. Bai Liu’ya, kızdırmak istercesine alaycı bir şekilde bağırdı, “Bai Liu, korkak herifin tekisin! Lucy’ye olan sevgini kanıtlamak istemiyorsan, ölümden korkarak bu bahaneleri uydurup kaçmak niyetindeysen, siktir git! Geri dönecek olursan da, Lucy’den vazgeçtiğin gibi diz çöküp ayakkabılarımdaki boku yalarsın anca!”

Bu, Bai Liu ile bu Andre arasındaki bahsin içeriğiydi belli ki.

Şoför yüzünde garip bir ifadeyle kıvrandı, ama hemen neşeyle takıldı, “Geç olduğundan yanlış görmüşsünüzdür! Hangi heykel hareket edebilir ki? Hareket eden heykellerimiz olsaydı, kasabamız çoktan korumaya alır, turistik bir yer olarak kulanırdı! Deniz insanı heykelleri sadece kasabamızın basit bir süsü o kadar, her yerde var, pek bir farklılığı yok.”

 Şoför arabayı durdurdu, kapıyı açtı ve inmelerini sağlarken:

“Geldik. İnebilirsiniz, bu gece güzelce dinlenin. Yarın sabah da keyifle gezip tozarsınız.”

Bai Liu arkasını dönüp çimenin içindeki deniz kızı heykeline baktı. Uzaktan bakınca heykel hâlâ onlara doğru dönüktü, başı usulca aşağıya eğilmişti ve su yüzeyine bakıyordu. Canlılığından bir eser yokken, onlara göz ucuyla bile bakmıyor gibiydi.

Ama Bai Liu, araçları içeri girdiğinde, bu deniz kızı heykelinin yüzünün otelin kapısına değil, girişe doğru olduğunu net bir şekilde hatırlıyordu.

Otelin kapısının önünde, sağda ve solda, iki deniz insanı heykeli daha vardı. Ellerinde asa tutuyorlardı. Sanki onları karşılayan bir hizmetçi rolündeymiş gibi dudaklarında garip bir şekilde çarpık bir tebessüm vardı, ama o ifadeleri, sanki zorla burada durup yolcuları selamlıyorlarmış gibi bir his uyandırıyordu.

Otele girdiklerinde, içeriye daha da derinlemesine baktıkları anda, her yerde büyüklü küçüklü deniz insanı heykelleri olduğunu fark ettiler. Hatta resepsiyonun arkasında bile boylarını aşan bir deniz insanı heykeli de vardı. Elinde para tutuyor ve sanki ödeme alan kasiyermiş gibi duruyordu.

Şoförün dediği gibi, deniz insanı heykelleri gerçekten de Siren Kasabası’nın basit bir süsü gibiydi, her yerde vardı, ama bu kadar çok olması fazla bunaltıcıydı. Zemin lambalarındaki deniz insanı heykellerinden tutun, resepsiyonun masasında bulunan deni zkızı figürlü kalemliklere kadar vardı. Artık bu sadece her yerde bulunan bir şey ziyade, daha çok her şeyle iç içe geçmiş de bütün olmuş hâldeydi.

Ve bu deniz insanı heykellerinin hepsinin kesin bir özelliği vardı. Bai Liu, odanın hangi köşesine giderse gitsin, farklı yerlere yerleştirilmiş bu heykellerin ona doğrudan bakıyormuş gibi bir his verdiğini fark etti. Ama bu heykellerin gözbebekleri yoktu, normalde gözsüz heykellerin insana bakıyormuş gibi bir his vermesi zor olurdu, fakat Bai Liu tam olarak böyle bir hisse kapılıyordu.

Bu kadar çok ve yoğun bir şekilde yerleştirilmiş deniz insanı heykellerinin insana bakıyor oluşu gerçekten de rahatsız ediciydi. Hatta Bai Liu’nun korkaklığıyla alay eden Andre’nin bile içeri girdiği anda tüyleri diken diken olmuş, kollarını ovuşturuyordu. Jerf ise korkudan titreyerek Andre’nin arkasına saklanmış, sanki Andre’nin ona vuracağından korktuğu kadar korkmuyor gibiydi de.

Lucy, bir kuş gibi Bai Liu’nun koluna sıkıca sarılmıştı. Güzel, pembe yanakları solgundu ve otelin ürkütücü dekorundan korkmuş gibiydi.

Ancak Bai Liu, soğukkanlı bir şekilde resepsiyonla konuştu:

“Merhaba, soyadım Bai. Daha öncesinde bu otele rezervasyon yaptırmıştım.”

Resepsiyonist, cildi mermer gibi solgun genç biriydi. Altında yere kadar uzanan bir İskoç etek vardı, yürürken adımları ağır ve kesikti, sanki hareket etmekte zorlanıyor gibi bir hâli vardı. Bu genç adam hareketsiz durduğunda, insanın onun bir heykel mi yoksa gerçek bir insan mı olduğunu ayırt etmesi neredeyse imkansızdı.

Bai Liu ve diğerleri tam yaklaştığında, bu adam aniden hareket etmeye başlamış, Lucy’yi korkutmuştu. O an bir heykelin hareket ettiğini sanmıştı ve yüzünü kapatarak bağırdı:

“Aman Tanrım! O kadar beyazsın ki, heykel gibi görünüyorsun resmen!”

“Özür dilerim,” resepsiyonist mahcubiyetle konuştu, “Albinizm hastalığım var, sizi korkutmak değildi niyetim, özür dilerim. Bai Bey’di, değil mi? Ödeme zaten işlendi. Bir hafta önce dört oda rezerve ettiniz, bir haftalık ayırdınız, ücretini de ödediniz. Buyurun, anahtar kartınız.  Keyifli bir konaklama dilerim.”

Bai Liu, oda kartlarını aldı, dört oda rezervasyonu yapıldığını duyunca rahatladı.

Lucy ile aynı odada kalmayı asla istemiyordu.

Lucy bunu fark etmiş gibiydi. Az önce korkudan tir tir tireyen kadın, hızla toparlandı ve Bai Liu’ya, “Ah! Bebeğim! Utangaçlığın o kadar sevimli ki!” der gibi bir ifadeyle bakıp göz kırptı. Fakat Bai Liu ifadesiz bir şekilde onu görmezden geldi.

“Bir şey sormak istiyorum, bu otelde neden bu kadar çok deniz insanı heykeli var?”

Resepsiyonist sakin bir tonda cevap verdi:

“Efendim, deniz halkı bize çok şey bahşetti. Siren Kasabası’nın hiçbir şeyi yoktu. Bir deniz inanı cesedi çıkarıldıktan sonra buraya gelen turist sayısı arttı, para kazandık, çok şey kazandık. Bu yüzden deniz halkına canı gönülden minnettarız. Her yerde birçok deniz insanı heykeli olması, bizim için birer koruyucu tılsım gibi.”

Bai Liu, resepsiyonistin arkasındaki deniz insanı heykelini işaret etti. “Deniz insanı heykellerinizin türleri de bayağı çeşitli, her çeşit var. Arkandaki heykel tıpkı sana benziyor, ancak… diğer heykellerin malzemesinden biraz farklı gibi görünüyor.”

Aslında Lucy’nin bu kişiyle heykeli ayırt edememesi şaşırtıcı değildi, çünkü resepsiyonistin arkasındaki deniz insanı heykeli, resepsiyonistin yüzüyle tamamen aynıydı. Hatta ifadesi gerçek kişiden daha canlıydı, bir nevi korkutucu denebilecek bir boyuttaydı.

Bu deniz insanı heykelinin gözleri, resepsiyoniste dik dik bakıyordu. Resepsiyonist nereye giderse gitsin bakışlarını ayırmıyordu, sanki her an balmumu heykelden çıkıp, kendisi ile aynı olan resepsiyonisti parçalara ayırıp yiyecekmiş gibiydi.  İnsanın omurgasından aşağı soğuk bir ürperti yayıyordu. Her şey bir yana, diğer deniz insanı balmumu heykelleri biraz erimiş ve eskimiş gibi görünüyordu, ancak bu deniz insanı balmumu heykelinin malzemesi gerçekten daha kırılgan, oldukça yeniydi, diğer heykellerin aksine ağır değildi ve toz tutmamıştı.

“Evet, efendim.” resepsiyonist başını kaldırıp direkt Bai Liu’nun gözlerinin içine baktı. “Arkamdaki bu deniz insanı balmumu heykeli benim tılsımım. Deniz insanı heykellerini kendimize benzeterek yaparız ki, felaketle karşılaştığımızda şeytan tarafından biz sanılsın ve bizim yerimize felaketi üstlenerek erisinler.”

Bai Liu bunu ilginç buldu. Bu “tılsım heykelleri” diğer deniz insanı heykellerinden belirgin şekilde farklıydı.

[Oyuncu yeni bir bilgi edindi — 《Siren Kasabası Canavar Kitabı》Deniz İnsanı Heykeli paneli güncellendi.]

Pupa ve koza mı? Bu “Deniz İnsanı Heykeli” adlı canavarın iki farklı formu mu vardı?

Bai Liu yavaşça düşündü. ‘’Pupa’’, yetişkin formun henüz kabuğunu kırmadığı bir aşamaydı; “kozasından sıyrılııp kelebeğe dönüşmek” deyimi buradan geliyordu. ‘’Koza’’ ise, yetişkin formun başarıyla çıkmasından sonra geride kalan kabuktu.

Kendini koruyan bir dış kabuk… Bu, resepsiyonistin saldırılara karşı bir savunma katmanı olarak tanımladığı şeyle aynı anlama geliyordu.

Muhtemelen bu deniz insanı heykelinin “böcek” ve “kelebek” olmak üzere iki farklı formu daha vardı. Bai Liu’nun sezgisi, bu iki formun saldırı gücünün “pupa” ve “koza” durumlarından çok daha güçlü olduğunu söylüyordu.

Şu anki gözlemlerine göre, “pupa” ve “koza” durumundaki deniz insanı heykellerinin insanlara doğrudan saldırma niyeti yok gibiydi. Ancak, saldırı şekli Bai Liu’nun fark edemeyeceği, örneğin, zihinsel kirlilik gibi bir türde de olabilirdi.

Bütün salondaki deniz insanı heykellerinin sürekli oyunculara baktığını düşünmek bile yeterince zihinsel kirlilik gibiydi.

Bai Liu oda kartlarını dağıttı. Daha sonra Lucy, onunla aynı odada kalmak için ısrarla yaklaştı, ancak Bai Liu, “Senin için cesaretimi henüz kanıtlamadım, gerçekten seninle olmayı hak etmiyorum!” diyerek onu reddetti. Lucy, ağlamaklı bir şekilde geri döndü. Gitmeden önce Bai Liu’yu öpmek istese de, öfkeli Andre tarafından engellendi.

Teşekkürler Andre! Umarım Andre bu geceyi sağ salim atlatabilirsin!

Bai Liu, içtenlikle Andre’nin biraz daha uzun yaşamasını diledi.

Bu kız cesurdu, tutkuluydu ve bel altı şakalar yapma alışkanlığı vardı. Bai Liu’nun başa çıkmada zorlandığı bir tipti. Eğer Lucy’nin penisi olsaydı, Bai Liu bugün kaçma şansı olmayacağından emindi. Lucy’nin onu yalayıp yutmak için can atıyormuş gibi bir hâli vardı çünkü. Siren Kasabası’na gelirken Bai Liu’nun elini tutmuş, uyluğunu umursamazca okşamıştı…

Her zaman paragöz ve cimri olan Bai Liu, Lucy’ye bedeninin kendisinin özel malı olduğunu ve her dokunuşunun beş yuana mal olacağını söylemekle söylememek arasında gidip geliyordu.

Bai Liu, oda kartını kullanarak kendi odasının kapısını açtı, ancak kapıyı açar açmaz olduğu yerde durdu.

Bai Liu’nun oynadığı bu NPC zengindi, bu yüzden kendisi için daha lüks bir oda seçmişti. Odanın içindeki dekorasyonlar zarif ve ayrıntılıydı, ancak odada bulunan her şeyden, abajurdan, başucu sehpasındaki balmumu heykellere kadar, hepsi deniz insanıydı. Sarımtırak ışık altında, oymalı bir parlaklık yayıyorlardı.

Bai Liu içeri girdiğinde, beyaz deniz insanı balmumu heykellerinin gözleri, neredeyse fark edilemeyecek kadar hafifçe hareket etmiş, hepsi birden Bai Liu’ya bakmaya başlamışlardı.

Panel aniden aktifleşti:

[Ana Görev Etkinleştirildi: Oyuncu Bai Liu, “kuluçkaya yatmadan2” odasında geceyi güvenli bir şekilde geçirip yarına sağ salim ulaşmalıdır. Görev tamamlama ödülü: 20 puan.]

Dipnotlar

  1. Pupa Aşaması, daha aktif bir dönüşüm sürecini, Koza Aşaması ise dışarıdan korunan bir aşamayı ifade eder.
    Pupa: Böceklerin başkalaşım (metamorfoz) sürecinde, larva evresinden sonra gelen aşamadır. Ve pupa, dönüşüm sürecinin kendisini ifade eder.
    Koza: Canlıların pupa döneminde kendini sardığı koruyucu örtüdür. Kozanın içinde, aslında bir pupa vardır ve koza onu dış tehlikelerden korur. Koza, dış kabuğu ve koruyucu yapıyı ifade eder.
    Kısacası, Her pupa bir kozanın içinde olabilir, ancak her koza içinde pupa barındırmaz. Pupa, canlı organizmanın evresidir, koza ise sadece onu koruyan bir kılıftır.
  2. Bai Liu’nun bağlamında, kuluçkaya yatmak ya da yumurtadan çıkmak kelimesi, belki de deniz insanı balmumu heykellerinin ya da canavarların bir tür dönüşüm ya da tehlikeli gelişim aşamasına geçiş anlamında kullanılıyor.