SAYE 34. Bölüm

Share

Az çok demeyelim yorum yapmadan geçmeyelim pls

🎈🎈🎈

Önceki okulunun da forumu vardı ancak çok yaygın değildi; ne de olsa öğretmenlerin her öğrenciyi cep telefonu için her gün kapıdan girer girmez taramak amacıyla metal detektörü taşımaktan eksik kalmadığı başarılı bir okuldu. Dolayısıyla telefonlar sürekli el konulma riski altındaydı, ki bu kimsenin o şeylerle oynamaması üzerinde direkt etki sahibiydi. Olsa olsa WeChat’de küçük çaplı dedikodu grupları vardı.

Her türden tuhaf tartışmanın ve davranışın çarpıştığı böylesi bir forum Jiang Cheng’ın öncesinde karşılaştığı bir şey değildi.

Sadece bir gün içinde, maç gününde paylaşılan fujoshi başlığının tonlarca beğeni ve yorum alması aşırı derecede şaşkınlık vericiydi.

Jiang Cheng uzun bir süre tereddüt etti ancak nihayetinde başlığı açmadı.

Bu tür temelsiz takılmalar genç kızlar arasında yaygın olmasına rağmen, eşlenen o ve Wang Jiuri olsaydı bile hiçbir şey hissetmezdi ama kendisinin ve Gu Fei’in bir araya getirildiğini gördüğünde huzursuz hissetmişti.

En sonunda ‘İdolüm, Da Fei’ konulu gönderiyi açtı.

Gu Fei’in maç süresince çekilmiş değişik açılardan birçok fotoğrafı vardı. Kız sırf bu fotoğraflardan bazılarını elde etmek için sahanın etrafında birçok kez dolanmış olmalıydı. Gu Fei turnike yaparken aşağıdan çekilmiş olanları bile vardı – kızın böyle bir çekimi nasıl başardığını kim bilebilirdi.

İlk birkaç yorumun tamamı fotoğraflar ve orijinal yazarın zıvanadan çıkmış uzun ünlem işareti dizilerinin eşlik ettiği ‘aaa,aaa,aaaaaa’larından oluşuyordu. Ardından bahsi geçen ağıt sesini tekrar eden birkaç yorum geliyordu.

30. yoruma vardığında, en sonunda aykırılığın sesi duyuldu.

– bu mu yani? Sokaklarda böyle birini bulabilirsiniz.

Bu tek yorum, atılan tek bir taşın binlerce dalga yaratması gibi, en az yedi sekiz sayfa süresince birçok yanıta hayat vermişti, yanıtların tamamı küfürlerden oluşuyordu.

Jiang Cheng yorumculardan birinin kullanıcı adına baktığında artık kendini tutamadı, “Has…siktir!”

dikkatçekiciderecede_yakışıklı

“Gerçekten çok sıkılmış olmalısın,” dedi ve Gu Fei’e baktı.

“Canları sıkılmadığı sürece, kim azarlar ki…” Gu Fei telefonu geri aldı ve okurken kıkırdadı. “Gördün mü, senin gibi bir xueba genelde bakmaya zahmet etmez.”

Jiang Cheng “Ben…de bakmıştım,” dedi. “Sadece önceki okulumdaki forum hayalet kasaba gibiydi, kimse bakmazdı.”

“Kullanıcı adın neydi?” Gu Fei başını eğdi.

Jiang Cheng bir anlığına tereddüt etti: “belli_bir_cheng”

“Ne?” Gu Fei kavrayamamıştı.

“Asıl hesabım ‘belli_bir_cheng’dı yedek hesabım da ‘falanfilan_cheng’dı” dedi Jiang Cheng.

“Bu ne biçim bir isim be? Bir de bana gülmeye cüret ettin,” dedi Gu Fei. “WeChat’in İngilizce olduğu için, takma ad eklemek zorunda kaldım. Neden sadece tarzını birleştirmedin ve hepsini ‘jiangxx’ gibi bir şey yapmadın?”

Jiang Cheng “Mesele şu ki, isim düşünmek için çok üşengecim,” dedi. “Benim için hangi takma ismi kullandın?”

“Cheng-ge bei.” Gu Fei, Jiang Cheng’a baktı.

“Asıl Nazik Küçük Tavşancık’ın takma isme ihtiyacı var bence.” Jiang Cheng güldü.

Ondan sonra, ikisi de konuşmadı. Jiang Cheng kendi telefonunu eline aldı ve Pan Zhi’yle şaçmalamaya devam etti; ilk önce Sizhong’un forumuna tekrar bakmak istemişti ancak yanındaki Gu Fei’in varlığıyla yapmamaya karar verdi.

Pan Zhi Sizhong’un forumunun epey canlı olmasına oldukça imreniyordu, kız tavlamak için katılmak istediğini bile ifade etmişti. Jiang Cheng uzun süre güldü, saate baktığında neredeyse gece yarısı olduğunu gördü, bundan dolayı uyumaya hazırlandı.

Gu Fei’e doğru baktığında onun bir şekilde çoktan uykuya dalmış olduğunu fark etti, yüzü duvara dönük şekilde yatıyordu ve başının yarısı yorganın altına gömülüydü.

Jiang Cheng yatak başlığına göz gezdirdi ve bir ışık anahtarı keşfetti; bastı, ışığı ortadan kaldırırken odayı bir karanlık tabakası kuşattı. Birkaç saniye sonra, perdenin arkasından sızan soluk bir ışık görünmüştü.

Başını yastığa koyduktan sonra Jiang Cheng sağa döndü. Bu tarafta uyumak her zaman uyuma alışkanlığı olmuştu, ancak döndüğü anda Gu Fei’in orada sırtı ona dönük bir şekilde yattığını gördü.

Dolayısıyla, vücudunu sol tarafa döndürmekten başka şansı kalmamıştı. Gözlerini kapattı.

Çiftlerin uyku pozisyonlarına ilişkin yüz yüze, yan yana vb.ni içeren bir araştırmada en popüler olanın iki kişinin de aynı tarafa dönük yattığı “kaşık” diye adlandırılan pozisyon olduğunu hatırladı…

Siktir. Ansızın bunun ne anlama geldiğini düşündü.

Gu Fei, hipnotik bir efekt taşıyan oldukça pürüzsüz bir solunum paterniyle usulca uyuyordu. Jiang Cheng onun soluklarına odaklandı ve kısa süre içinde uykuya daldı.

Gelgelelim, kim bilir belki yatak değişikliğinden belki de biri yanında yattığı içindi ama derin bir uykuya dalamamıştı – çocukluğundan beri başka biriyle aynı yatakta yatmamıştı.

Sersemlik içindeyken, rüya görüyorken ve rüya gördüğünün tamamen farkındayken bile, yanında dönen Gu Fei’i hissedebiliyordu.

Dahası rüyalar tutarsız olmakla beraber sürekli değişiyordu.

Nihayetinde, Gu Fei ve kendisini basketbol sahasının ortasında dikilirken gördü, çıplaklardı ve başlarına kese kağıdı geçirmiş, onların fotoğraflarını çekerken her türden küfür savuran ve keskin alaycı sesler çıkaran bir grup insanla çevrelenmişlerdi.

Bu bir rüya.

Ve oldukça absürt de – neden birdenbire böylesine detaylı bir rüya gördüğünü merak etti.

Gerçek değil, hatırlattı kendine.

Ancak bu rüya önceki hızlandırabildiği, tekrarlayabildiği ya da istediği kısımlarını geçebildiklerinden farklıydı – öylece geleneksel yola bağlı kalıyor ve adım adım ilerlemeye devam ediyordu.

Etraflarını çevreleyen seyircilerle ve alaylarla yüzleşirken bakış açısı bazen kendisinde, bazense yabancı birinde oluyor, sahadaki iki kişiyi yüksek hızda çevreleyen bir kamera gibi dönüyordu.

Korku ve panik halinde, Gu Fei’e bakmak için döndü.

Gu Fei ifadesiz bir şekilde ona bir şeyler söylüyordu ancak tek kelime bile duyamamıştı.

Beni şarkı söylerken gördün mü?…

Dinle, paniğin yok olmasını.

Gu Fei kapının sesini duydu, gözlerini açtı ve soluk sıcak ışık perdeden içeri sızarken gökteki ışığın ilk ortaya çıkışının yaklaştığını keşfetti. Gu Miao sabit bakışla, çıplak ayaklarla odaya girdi ve kanepeye oturduktan sonra minderi düzeltti ve uzandı.

Hafifçe iç çekti ve usulca oturdu.

Gu Miao bu odada Gu Fei’le birlikte yatmaya alışıktı. İlk okuldan sonra, Gu Fei kendi başına yatmasına meydan vermişti ancak Gu Miao uyurgezerlik olayı deneyimlediği her seferden sonra geri gelirdi, bununla beraber Gu Fei’in sıkı “abin bir erkek, bir erkekle gelişigüzel bir şekilde aynı yatakta yatamazsın” eğitimiyle birlikte doğrudan kanepeye gidiyordu.

Gu Fei göz ucuyla Jiang Cheng’ın yüzüne baktı. Jiang Cheng derin bir uykudaymış gibi görünüyordu ama soluk alıp verişleri biraz değişkendi – muhtemelen rüya görüyordu.

Jiang Cheng’ın yanında bir bacağının üzerinde diz çökmüş bir şekilde elini yatağa dayadı ve diğer bacağını Jiang Cheng’ın üzerinden uzattı. Bu adam uyurken oldukça büyük bir alan kaplıyordu, Gu Fei üzerine basmamaya çalışırken neredeyse hamstringlerini yaralıyordu.

Ardından vücudunu kaldırdı ve Jiang Cheng’ın üzerinden geçmeye hazırlandı.

Ancak tam Jiang Cheng’ın üzerinden geçerken, Jiang Cheng birdenbire kaşlarını çattı ve döndü – ikisi aniden yüz yüze gelmişti.

Gu Fei, çatılmış kaşları ve dengeli olmayan soluklarını görmekle Jiang Cheng’ın derin bir uykuda olmadığını anladı… süratle kendini biraz daha kaldırdı, hemen üzerinden geçmek niyetindeydi.

Yataktan doğrudan atlamak için iç taraftaki bükülü bacağıyla tam kendini itmek isterken Jiang Cheng gözlerini açtı.

Gu Fei bir şeyler söylemek istiyordu ama hem daha yeni yatmış Gu Miao’yu uyandırmaktan çekiniyor hem de uyurgezerlik durumunun bitip bitmediğinden emin olamıyordu. Bundan dolayı, tek yapabildiği gözlerini Jiang Cheng’a dikmek ve onun tamamen uyanmasını beklemekti.

Jiang Cheng’ın açılmış gözleri anında dar bir yarıktan bir çift genişlemiş Avrupa tarzı göze dönüştü. Ve Gu Fei’e birkaç saniye baktıktan sonra, şaşkınlık, şok ve korkuyla dolu boğuk bir sesle iki kelime söyledi. “Ne sikim…”

Hiçbir şekilde kısık olmayan bu sesle Gu Fei ürktü ve hızla elini Jiang Cheng’ın ağzını kapatmak için kullandı.

Jiang Cheng’ın gözleri daha da yuvarlaklaştı ve hemen sanki bıçaklanmış gibi mücadele etmeye başladı, kontrolden çıkmış bir şekilde kollarını savuruyor ve dizlerini kaldırıyordu. Gu Fei ağzını kapatan elini gevşetmeye cesaret edememişti ancak şu anki pozisyonu da onu tamamen açıkta bırakıyordu ve Jiang Cheng’ın kasığına diz atacağından korkuyordu…

Poposunu doğrudan Jiang Cheng’ın vücudunun üzerine oturtmadan önce Jiang Cheng’ın kollarından birini tutması uzun zaman almıştı. Kısık tuttuğu sesiyle “Gu Miao!” dedi.

Jiang Cheng durdu, bir süre ona baktı ve aniden göz kürelerini kanepeye doğru çevirdi.

Gu Fei ağzının üzerindeki elini gevşetti: “Daha yeni geldi. Tekrar uyuyup uyumadığından emin değilim. Gidip onu kontrol etmek istiyorum.”

Jiang Cheng “…tamam,” diye yanıtladı ve hareketsizce yattı.

Gu Fei yataktan çıktı ve birkaç adımdan sonra kanepenin önünde çömeldi. Bir an kız kardeşini izledikten sonra dolaptan bir tane battaniye çıkardı ve Gu Miao’yu onunla sardı.

Aynı zamanda Jiang Cheng doğruldu ve sanki iki şişe okaliptüs yağı içmiş kadar uyanık, bir tutam bile uykunun okunmadığı gözleriyle Gu Fei’e baktı.

Gözlerini açar açmaz vücudunun üstünde duran Gu Fei’i görmek açıkçası her zaman yalnız yatan birine göre biraz çok heyecan vericiydi.

O anda rüyada mı yoksa uyanık mı olduğunu ayırt edememişti; anlaşılması güç bir şekilde Gu Fei’in duruşuyla iç içe geçmiş korkunç rüyasından ancak Gu Miao’nun kanepede yattığını gördüğünde gelebilmişti kendine.

Ayrıca belli bir noktada terden sırılsıklam olduğunu fark etti.

Soğuk ter.

Rüyadaki sahne onu zaten biraz tahammül edemez hale getirmişti, ama aniden Gu Miao uyanırsa ve onları böylesi aldatıcı bir pozisyonda görürse diye düşündü…

Jiang Cheng gözlerini kapattı.

Birdenbire neden o gönderiyi açmadığını anladı.

Korkmuştu.

Bu kendi korkuları üzerine engin bir anlayışa sahip olduğu ilk seferdi.

Sadece kanepede yatan uyurgezer küçük bir kız bile onun hayal alemine canlı bir şekilde dahil olabilmişti.

“Bu yüzden iç tarafta yatmanı istemiştim.” Gu Fei, Gu Miao’yu battaniyeye sardıktan sonra fısıldadı. “Dışarda yatarsan, geceleri yataktan kalkmak için üzerine tırmanmak zorundayım.”

“Saat kaç?” Jiang Cheng de fısıldayarak sordu.

Gu Fei komodinin üzerindeki küçük çalar saate baktı. “Altı buçuğu yeni geçti.”

“Oh.” Jiang Cheng yorgana sarıldı ve kıpırdamadan oturdu.

“Sorun ne?” Gu Fei , Jiang Cheng’ın arkasından yatağa geçti, yorganın altına kuyu açtı ve oturdu. Ardından Jiang Cheng’ın pijamasına dokunmak için uzandı, “Senin…”

Jiang Cheng koluna iyi bir şamar attı.

“…Senin ateşin mi var?” Gu Fei elini geri çekti ve cümlesini tamamladı.

“Hayır.” Jiang Cheng kıyafetlerini çekiştirirken bir nebze utanmıştı, “Ben sadece…”

“Biraz önce seni korkuttum mu?” Gu Fei uzandı ve hafifçe iç çekti. “Tüm ömrümde gördüğüm en telaşlı kişi sensin, xueba.”

“Sen öyle san.” Jiang Cheng, Gu Fei’e bakmak için döndü ve hareket ettirmek için elini uzattı. “Az önce olduğun şekilde, çoktan ölümüne korkmamış olsaydım bu olağanüstü derecede harika bir psikolojik niteliğe sahip bir xueba olduğum anlamına gelirdi, tamam mı?”

“Bunun için üzgünüm,” Gu Fei gülümsedi.

Jiang Cheng hiçbir şey söylemedi ve oturmaya devam etti ancak birkaç dakika sonra hapşırmasının üzerine çaresizce yattı ve kendini yorganla sarmaladı.

Bu sefer, Jiang Cheng gerçekten uyuyamadı, buna ek olarak açık gözleri de nereye bakacaklarını bilmiyorlardı.

Psikolojik dayanıklılığının çok iyi olmayabileceğini ve herhangi bir küçük meseleyi tekrar tekrar kafaya takmaktan ve bunun ruh halini etkilemesine izin vermekten kaçınamadığını fark etti – çoğu zaman kendine katı bir baskı uyguluyordu.

…hakikati kavramış da olsa, kontrol etmek bir hayli zordu.

Arada sırada Pan Zhi’ye epey özeniyordu. Kalbi üç buçuk evreni içine alacak kadar genişti. İster kaldığı bir sınavın etkisi ister erkenden kaybedilen bir aşk olsun, güzel bir gece uykusuyla, orospu çocuğu kükremeleriyle ve biraz yakınmayla, her şey arkada kalırdı.

Onun içinse… belki de önceki ailesinin atmosferinden etkilendiğinden, olay ne olursa olsun bu onun için imkansızdı.

Saat altı ve uyanma zamanı arasında çok vakit kalmamıştı. Jiang Cheng geri uykuya dalamazdı ama keyfi ve keyfi olmayan düşünceler arasında gayretlice mücadele ederken kendini toparlamak için basitçe gözlerini kapadı.

Yanında, Gu Fei yatar yatmaz uyuyakalmıştı, muhtemelen bölünen uykusundan sonra çok daha derin uyuyordu.

Gu Fei’in solukları eşitlenirken bilinçli bir şekilde dinledi, ardından bilinmeyen bir zaman dilimi sonra, Gu Fei’in solukları yavaşça hızlandı, bunu dönüşü takip etti – muhtemelen şimdi uyanmıştı. Sonra Gu Fei’in telefonundan saate bakmak için yastığın yanına uzandığını sezdi.

Uyumak için olan zamanda uyumamıştı ve artık uyanması gerektiğinden Jiang Cheng gözlerini açmak istemiyordu, ansızın çok yorgundu.

Gu Fei hareketlendi ve Jiang Cheng tam gözlerini şimdi mi açsa yoksa Gu Fei’in üzerinden geçmesini bekledikten sonra mı uyansa karar vermeye çalışırken, Gu Fei’in parmağı yumuşak ve nazik bir şekilde Jiang Cheng’ın alnına dokundu.

Sudan dışarı fırlayan bir balık gibi sıçrayarak kasığına düz bir tekme atma dürtüsünü bastırdı ancak bunun yerine dişlerini sıktı ve hareketsiz kaldı.

“Ateşi yok,” Gu Fei fısıldadı ve oturdu.

Ateş?

Jiang Cheng şaşkına dönmüştü ardından Gu Fei’in öncesinde ona ateşi olup olmadığını sorduğunu hatırladı.

Gözlerini kapalı tutmakta ısrarcıydı, hareket etmeyi reddediyordu fakat birden burnunun içinde hafif bir sızı hissetti.

Bu kahrolası burun koparılabilirdi, tıpkı bir kız gibi kolaylıkla duygusallaşabiliyordu.

Nadiren böylesi dikkatli bir bakıma maruz kalırdı; önceki evinde henüz onların “oğlu” iken bile, kötü hissettiğinde ebeveynlerine söylemek zorundaydı.

Söylemek ona çok iyi bir bakım getirirdi, ancak söylemezse bayılıp kalmadığı sürece ailedeki kimse hasta olduğunda bile fark etmezdi.

Ve buraya geldikten sonra daha da inanılmazdı. Eğer o an gerçekten ateşi olsaydı kime söyleyebileceğini dahi bilmiyordu, Li Baoguo?

Söyleseydi bile, sonra?

Üzerinde düşünüp taşındıktan sonra, sadece izin istemek için Lao Xu’yu arardı ve yarım gün veya daha uzun süre boyunca o küçük odada uyurdu hiçbir aidiyet hissetmeden…

“Cheng-ge.” Gu Fei bir yerde kalkmıştı ve hafifçe bacağını tekmeledi, “Kalk.”

Jiang Cheng “Tamam,” diye cevapladı ve gözlerini açtı.

Gu Fei pijamasının üzerine bir ceket giymişti ve yatağın ucundan çıkmaya hazırlanıyordu.

Jiang Cheng’a bunu kasten yapmıyormuş gibi geliyordu ama tek bir bakışla, Gu Fei’in gevşek pijamasının belli bir kısmının tümsek yaptığını görebilmişti yine de.

Nasıl tepki vereceğini bile kestirememişti. İç çekti ve düşünmeden pat diye “Her gün kalkmadan önce küçük erkek kardeşinin sakinleşmesini beklemen gerekmiyor mu?” dedi.

“…Acilen işemek zorundayım,” dedi Gu Fei.

“Çişinin her yöne uçuşmasından bile endişelenmiyorsun…” Jiang Cheng neden olduğunu anlayamamıştı, ama o anda, böylesi bir konuyu sürdürmüştü açıkça uyumamışken sanki tamamen uyanamamış gibi.

“Çişin her yöne uçuşuyor mu? Sana nasıl olduğunu göstereceğim…” Gu Fei terliklerini sürükledi ve “Biraz uzakta durmalı ve ileri yürürken çişini yapmaya devam etmelisin,” derken odadan çıktı.

“Siktir lan!” Jiang Cheng ağzını kapattı.

Kaçık.

Gu Fei çıktıktan sonra, Jiang Cheng kalktı. Kanepenin üzerinde yüzünü arkalığa dayamış bir şekilde hala uyuyan Gu Miao vardı, muhtemelen o da uyanmak üzereydi. Yataktan çıktı ve incelemek için önceki günkü pantolonunu eline aldı, Gu Miao gerçekten uyanmadan değiştirmek niyetindeydi.

Maalesef, kıyafetlerini kaldırdığında dün çok telaşlı olduğu için su, şu an birbirine karışmış kıyafetlerinden silkelenmemişti; lanet olası bütün kıyafetleri hala ıslaktı.

Yine de giyilebilecek olmalarına ve vücudunun üzerinde yarım saatin tamamen kurumaları için yeterli olmasına rağmen…bu aslında epey iğrençti.

O endişelenirken, Gu Fei dişlerini fırçalayarak odaya girdi ve ona yeni bir diş fırçası uzattı. Jiang Cheng diş fırçasını aldı, “Teşekkürler.”

Gu Fei dişlerini fırçalamaya devam etti ve dolabın kapağını açtı, içini işaret ediyordu.

“Hayır.” Jiang Cheng, Gu Fei’in sıra sıra dizilmiş kıyafetlerine sadece tek bir kez baktı ve anında başını salladı, “Hayır, seninkileri giymiyorum.”

“Ha?” Gu Fei, ona bakarken bir parça afallamıştı.

Jiang Cheng “Sen dikkatçekiciderecede_yakışıklısın. Tüm okulun gözü senin üzerinde. Hiçbirinin iç çamaşırının neye benzediğini bilmediğinden oldukça şüpheliyim,” dedi. “Geçen sefer senin kıyafetlerini giydiğimde Lao Xi bile fark etti. Sana canı gönülden hayranım.”

Gu Fei güldü ve dişlerini fırçalarken mutlu bir şekilde odadan çıktı.

Jiang Cheng kendi tiksindirici kıyafetlerini giymeye karar vermişti.

Banyoyu Gu Fei işgal ettiği için Jiang Cheng sadece yatak odasında değişebilirdi. Gu Miao’ya bakmak için döndü, herhangi bir hareketlenme belirtisi göstermiyordu, hızla pijamasını çıkardı ardından kendi pantolonunu tuttu ve bacaklarından yukarı çekti.

Yakışıklı görünüşünü göstermekte nispeten utanmazdı, bu yüzden aldığı kot pantolonun bile dar kesim olması gerekliydi. Ama bu şeyin bacakları ıslak olduğundan, yukarı çekmek kolay değildi. Tam yarı yoldayken, Gu Miao döndü ve Jiang Cheng henüz tepki verme fırsatı bulamadan, aniden oturdu.

Lanet olsun!

Gu Miao’nun doğal ve keskin kalkma hareketi, dışarı fırlarken neredeyse şoktan yere düşmesine neden oluyordu – Gu Miao başını çeviremeden önce pantolonunu tutuyordu.

…ve banyoya koşarken fermuarını çekmişti.

Gu Fei ona bakmak için döndüğünde yüzünü yıkamanın ortasındaydı: “Acelen ne?”

Jiang Cheng kemerini bağlarken “Aceleni sevsinler,” dedi. “Gu Miao uyandığında pantolonumu sadece yarıya kadar çekmiştim… Uyandığı zaman için erteleme süresi yok mu?!”

“Her zaman böyleydi.” Gu Fei genişçe gülümsedi, “Uyanmadan önce, oturduktan sonra beş dakika boyunca dalıp gider.”

“Oh,” Jiang Cheng rahat bir nefes verdi.

Gu Fei elini yüzünü yıkamayı bitirdi, Gu Miao’yu kendi odasına bıraktı, küçük kızın yatağına bir takım kıyafet çıkardı, kapıyı kapattı ve ardından oturma odasına gitti.

Normalde bu kadar erken kalkmazdı. Gu Miao genelde kendi kalkar ve Gu Fei uyanmadan önce kahvaltı etmeye dışarı çıkardı. Gu Miao’nun artık gidecek bir okulu olmasa da bu günlük rutine katı bir şekilde uymak zorundalardı – bu değişemezdi.

Ve bugün evindeki doğal olarak okula hiç geç kalmamış bir xuebayla, ders başlayana kadar uyuyamazdı.

Jiang Cheng elini yüzünü yıkamayı bitirip dışarı çıktığında, sordu: “Kahvaltı için ne istersin? Birazdan Gu Miao’ya aldırırım.”

“Gerek yok,” dedi Jiang Cheng. “Ben… Ben bir şey yemek istemiyorum. Okula önden gideceğim.”

“Ha?” Gu Fei donakaldı ancak ardından başıyla onayladı, “Oh, tamam.”

Jiang Cheng hızla eşyalarını toparladı, odasından gözlerini ovalayarak çıkan Gu Miao’ya birkaç kelime söyledi ve ardından çantasını Gu Fei’in evinden dışarı taşıdı.

Yedinci kattan aşağı koştu ve rüzgar tam olarak kuru olmayan kıyafetlerini savurduktan sonra aniden kendine geldi, sabah öyle kolayca duygulanıp telaşlandığı ve biraz önce aceleyle ayrıldığı için, bunun biraz…kötü göründüğünü hissediyordu.

Onun kahvaltı yapmayacağını ve önden çıkmak istediğini duyduğunda, Gu Fei’in yüzündeki ifade açık açık şoktu.

Gu Fei’in onu akşam içeri almasının yanı sıra, lezzetli yemekler yemesini sağlaması ve ateşi olup olmadığı konusunda bile endişelenmesi, ayrıca Gu Miao’nun beklenti dolu yüzü…hepsi onun o sözcükleri söylemesi ve birdenbire koşarak gitmesi içindi – nezaketin esası bile eksikti.

Cep telefonunu çıkardı, onu rüzgara karşı koruyan bir duvara yaslandı ve Gu Fei’in numarasını tuşladı.

Gu Fei telefonu “Bir şey mi unuttun?” diyerek cevapladı.

Jiang Cheng telefonunun saatine baktı. “Gu Miao’yu aşağı getir, hala zaman var. Neden Wang Jiuri’lerin yerine gidip doldurulmuş bazlama yemiyoruz?”

“Peki.” Gu Fei neden birdenbire tavrını değiştirdiğini sormadı ve anında kabul etti.

Gu Fei’i Gu Miao’yla beraber koridorun sonunda gördüğünde, Jiang Cheng aniden bir parça pişmanlık hissetti – Gu Fei’e kendisini söylememeliydi.

Ne zaman Gu Fei kadar sakin olabileceğini bilmiyordu, kasıtlı olarak yaklaşmadan ya da mesafe koymadan, her an çıkan dikenleri olmadan.

“Şimdi çıkıyoruz, birazdan orada oluruz.” Gu Fei, Wang Xu’yu aramıştı. “Özel bir şey hazırlamana gerek yok. Sadece kahvaltı, hepsi bu.”

Jiang Cheng “Buradan otobüs geçiyor mu?” diye sordu.

Bulundukları yerden okula yürümek mümkündü fakat bahsi geçen Wang Xu’nun yeri olduğunda yürümek için biraz uzaktı.

“Arabayı alalım,” dedi Gu Fei.

“Ne arabası?” Jiang Cheng şaşırmıştı, “Küçük mısır unu renkli çöreği mi?”

“Evet,” Gu Fei onayladı. “Ne, küçük çöreği aşağı mı görüyorsun?”

“Görmüyorum,” Jiang Cheng iç çekti. “Peki, küçük çörek olsun.”

Gu Miao küçük çöreği gerçekten seviyor olmalıydı; Gu Fei arabayı dışarı sürdükten sonra, kaykayına sarılarak koştu ve çabucak arka koltuğa tırmandı.

“İkiniz biraz sıkışmak zorundasınız,” Gu Fei açıkladı. “Er Miao, kaykayını kenara koy.”

Bu sefer, Jiang Cheng içeri girmeden önce sürücü koltuğunu aşağı indirmeyi hatırlamıştı ve arka koltuğa Gu Miao’nun yanına sığıştı.

Gu Miao ona gülümsedi, oldukça neşeli bir ruh halindeymiş gibi görünüyordu.

Küçük çöreğin kapısı kapandıktan sonra, Jiang Cheng çok daha sıcak hissetti. Kıyafetlerini çekiştirdi ve dikkatlice düzeltti, arabadan çıktıklarında hepsinin kurumuş olmasını umuyordu.

“Sana geçen sefer giymen için verdiğim kıyafetler,” dedi Gu Fei arabayı sürerken. “Etraflıca düşündüm, onları geçen dönem pazartesi toplantısında özyansıtma mektubumu okurken sahnede giymiş olabilirim.”

“Neden kesinlikle bu değil,” dedi Jiang Cheng. “Eğer sahnedeki Zhou Jing olsaydı, özyansıtma mektubunu geç, orada pornografik bir romanın tamamını okusaydı bile kimse ne giydiğini hatırlamazdı.”

Gu Fei yüksek sesle güldü: “İltifat için teşekkürler.”

“Neyine iltifat ettim?” Jiang Cheng onun başının arkasına baktı. “Bence adını değiştirmen gerekebilir. Sana artık serbest stil yakışıklı demeyelim, serbest stil arsız daha uygun.”

“Elbette, ikinci bir hesap açacağım.” Gu Fei onayladı.

“Sesli okuduğun ne çeşit bir özyansıtmaydı hah?” diye sordu Jiang Cheng.

“Geç kaldığımda okula girmek için sürekli duvara tırmanmak ve üzerine bastığımda duvarın yanındaki o ağacın bir dalını kırmak…” dedi Gu Fei. “Sadece bunun içindi.”

“Siktir,” Jiang Cheng gülüşlerini engelleyemedi. “Başka bir ağaca tırmansaydın olmaz mıydı?”

“O en yakınıydı,” dedi Gu Fei. “Dalı kırdığım için bu günlerde duvara tırmanan daha az insan var. Okulumuzun etrafındaki duvar çok yüksek, ağacın üzerine basmadan duvara tırmanamazsın.”

Jiang Cheng bir şey söylemedi ve sadece küçük çöreğin penceresine yaslandı, neye güldüğünü bile bilmeden gülme krizine yenildi.

Aslında, bu dahi çok güzeldi.

Çok düşünmediğinde, Gu Fei tamamen rahatlamasını sağlayabilen tek kişiydi.