SAYE 33. Bölüm

Share

Medya bölümde geçen şarkı 🎶

Sözsüz anlaşma sona erdikten sonra, ikisi de tekrar konuşmadı.

Gu Fei, Jiang Cheng’ın kuşkusunu ne onaylamış ne de inkar etmişti ve Jiang Cheng bir “sonuca” vardıktan sonra bile, ne onayladı ne de inkar etti.

Tutumu biraz muğlaktı ancak Jiang Cheng bunun yeterli olduğunu hissetmişti. Aslında sorusu kendi sırrını korumak için bir saldırı gibi görünen cüretkar bir sorgulamaydı.

Bu dünyada kendilerini gizli tutmak isteyen birçok insan ve onların gizli tutması gereken birçok şey vardı.

Gu Fei pencereyi sadece hafifçe araladı, bir sigara yaktı ve görüntüleri düzenlemeye devam etmeye hazırlandı.

İki nefes çektikten sonra Jiang Cheng elini uzatmıştı: “Bana da ver.”

“Normalde sigara içiyorsun, değil mi?” Gu Fei sigara paketini Jiang Cheng’ın eline koydu. “Nasıl oluyor da her seferinde benden istiyorsun? Yanında olmadığımda ne olacak?”

Jiang Cheng “Benimki bitti,” dedi ve bir tane yaktı. “Yanımda olmadığında, içmeyeceğim.”

Gu Fei pencereyi biraz daha açtı.

“Soğuk.” Jiang Cheng geri kanepeye çekildi.

“O zaman git ve havalandırmayı açıp mutfakta iç.” Gu Fei fareye tıkladı ve Jiang Cheng’ın yüzünü ekranda genişletti.

Aslında kıyafet fotoğraflarında genellikle modelin yüzüyle ilgilenmeye isteksiz olur ya da en sonunda sadece öylesine biraz uğraşırdı – gerçi fotoğrafların çoğunda, güzel çekildiğini düşünmezse yüzü doğrudan keserdi.

Ancak Jiang Cheng’ın yüzü, gerçekten çok iyiydi – o kadar iyiydi ki kıyafetin detaylarını bir kenara bırakmış ve ilk önce yüzü üzerinde çalışmaya başlamıştı.

Masanın yanındaki uzanma koltuğu sayesinde, Jiang Cheng olduğu yerde Gu Fei’le esasen yüz yüzeydi ve ekranı görmesi mümkün değildi, bilakis Jiang Cheng kıyafetleri çektiği fotoğraflarda şevkli bir şekilde ilk önce modelin yüzüyle ilgilendiğini görürse yaşayacağı utanç için endişelenmesine gerek yoktu.

“Gu Fei.” Jiang Cheng külü masanın üzerindeki kül tablasına hafifçe vurmak için uzandı.

“Hm.” Gu Fei kül tablasını onun eline doğru itti. “Yeniden tam adımı mı kullanıyorsun?”

“Anlarsın ya, önceki bir ricaydı. Seninle yakınmışız gibi davranmaya çalışmalıydım.” Jiang Cheng sigarayı ağzında tuttu ve gülümsedi. “Sana soracak bir sorum var.”

“Sor bakalım.” Gu Fei gözlerini ekrana dikmişti, doğrusu düzeltilmesi gereken fazla şey de yoktu Jiang Cheng’ın yüzünde – fizyognomik güzelliğine ek olarak olağandışı hoşlukta da bir cildi vardı.

Jiang Cheng kitaplığa hızla göz gezdirdi, “Geçen sefer gördüğüm notaları sen yazmıştın, değil mi?”

“Hm?” Gu Fei donakalmıştı ve ardından o da bakışlarını kitaplığa çevirdi.

Jiang Cheng “Besteleme ve her türlü kuram üzerine büyük bir kitap yığınıyla, hala yazmadığını söylemeye ısrar edersen,” dedi. “Bu sadece ikiyüzlü davranmak olur.”

Gu Fei güldü ve kısa bir süre sonra sandalyeye geri yaslandı. “Evet, ben yazdım.”

“Ne kadar beklenmedik.” Jiang Cheng elindeki kupayı döndürdü, “Kulağa oldukça hoş geliyordu. Hem şarkı yazabilen hem de besteleyebilen bir cahil…”

“Ben cahil değilim.” Gu Fei onu düzeltti.

“Aynı zamanda şarkı da yazabilen büyük ölçüde isteksiz bir xuezha…” Jiang Cheng ona baktı. “Hiç bitirdiğin eserin var mı?”

“Hayır.” Gu Fei duygusuzca cevapladı.

Aslında, teknik olarak onları hiç dinlemese de tümü bilgisayarında kayıtlı birçok bitmiş eseri vardı, nitekim hiç olmadığını söylemek de tam olarak yanlış değildi – zaman zaman tek dinlediği Ding Zhuxin’in söylediği şarkıydı.

Bu işlere gelince, başka biri olsaydı önemli olmazdı, istedikleri kadar dinleyebilirlerdi. Ancak onları Jiang Cheng’ın bulunuşunda açığa çıkarmaya gönüllü değildi.

Jiang Cheng notalara kısa bir bakışla melodiyi mırıldanabildiği için, bilgisizliğinden kaynaklanan herhangi bir hata yüzünden kendini aptal yerine koymak istemiyordu.

“Biraz erkek ol.” Jiang Cheng ağzında hala sigara varken, şevkle konuştuğunda muhtemelen epeyce sıkılmıştı. “Sır olarak saklayacağım.”

“Lanet olası bir sır olarak sakla.” Gu Fei güldü. Bir anlığına tereddüt etti ardından müzik çaları açtı, biraz aradı ve o şarkıyı aça tıkladı.

Gitarın sesi duyulduğunda, Jiang Cheng kanepeye yaslandı. Nasıl gitar çalındığını bilmiyordu ancak her zaman sesini sevmişti. Mesele şu ki, sevdiği her şey, ister gitar, ister teneke flüt ya da blokflüt olsun, daima annesine sahnelenmek için yeterince değilmiş gibi gelmişti.

Ardından bir piyanonun ahengi geldi.

Duyguların yoksunluğu.

Çok fazla duyduğu ve aynı zamanda çok fazla çaldığı için, ortaokul sekizinci sınıfı geçtikten sonra adeta piyanoya bir saniye bile dokunmak istememişti.

Anlamsız davranışı annesini… Shen Yiqing’i çok fazla hayal kırıklığına uğratmıştı. Sonrasında, ne zaman akrabaları ve arkadaşları gelse ve Jiang Cheng’ın piyano çalışını duymayı teklif etseler, Shen Yiqing gözleri hayal kırıklığıyla ile dolu bir şekilde daima reddederdi.

O zaman hayal kırıklığına uğrasın, hem çalmak istiyor da değildi.

Prelüd oldukça güzeldi ve aktarılan duyguyu açık bir şekilde seçmek mümkündü – tam bir belirsizlik.

Bakışlarının Gu Fei’e kısa süreliğine kaymasına engel olamadı.

Gu Fei’in başkalarına verdiği his bu tür bir anlayışa sahip birine ait değildi.

Kadın vokalin kısık sesli mırıltısı duyuldu ve Jiang Cheng sesi anında tanıdı.

“Ding Zhuxin?” Gu Fei’e baktı, biraz şaşırmıştı.

“Hıhı,” Gu Fei gözleri hala ekrana kilitlenmiş bir şekilde fotoğrafı editlemeye devam ederken cevapladı.

Jiang Cheng bir süre kendini dizginledikten sonra şöyle bir bakmak için başını ileri uzattı ve gördüğü kendi yüzünün yarısı ve çıplak göğsüydü, çekilip açılmış yakasıyla beraber.

“Bu ne be.” Şıp diye kanepeye geri oturdu… şüphesiz başka biri fotoğraflarını editlerken orada bulunup izlemek oldukça garip bir olaydı. Doğal olarak, en az on yıldır kendine aynada bakıyordu ancak bu, sanki bir yabancıyı gözetliyormuşçasına düpedüz garipti.

Gu Fei ona bakarken “Bu kare özellikle hoş.” dedi.

“Hm.” Jiang Cheng onayladı sonrasında Ding Zhuxin’in boğuk ve miskin sesinin eşliğinde, limonlu suyundan bir yudum almak için başını eğdi.

“Boşluğa adım attım, sanki uçmak üzereymişim gibi…

Üstümde karışıklık ve altımda, ‘bu dünya boş’ dediğini duyuyorum…

Bir, iki, üç, geçmişi yık, izin ver solup gitmesine diyorsun…

Rüzgar esiyor, dönüş yolunu ortadan kaldırarak, beni şarkı söylerken gördün mü?…

Bir, iki, üç, arkanı dön diyorsun, yok olan paniği dinle…”

Melodi oldukça belirsizdi, sözler de öyle. Ama Jiang Cheng “beni şarkı söylerken gördün mü”yü duyduğunda, başını kaldırdı ve Gu Fei’e doğru bir bakış attı.

“Gördün” kelimesi, birdenbire Ding Zhuxin’in öncesinde aradığı “sessizlik” konseptini kavramasını sağladı.

Sessiz bir baskı türü.

“Sözleri kim yazdı?” diye sordu Jiang Cheng.

“Tahmin et.” Gu Fei bir bacağını sandalyenin üzerinde dizinden büktü ve fare klikleri duyulurken çenesini dizinin üzerinde dinlendirdi.

“Sen olmalısın.” dedi Jiang Cheng. “Sözler ve melodi hepsi senin, değil mi?”

Gu Fei kenara atılmış kabanı aldı, cebinden avuç dolusu şeker çıkardı ve onları masada önüne koydu.

“Ding Zhuxin’le beraber bir grupta çalıyordun, değil mi?” Jiang Cheng biraz şaşırmış hissederek ağzına bir parça süt şekeri koydu.

Sözleri tamamen kavrayamamıştı ancak beraberindeki inceliği ve hassasiyeti yine de tanıyabilmişti…tenor öyleydi ki, onu Gu Fei ile bağdaştırmak zordu.

Hareketsizce Gu Fei’e baktı, bu kişinin sakin dış görünüşü altında, kalbinin derinlikleri tam olarak neye benziyordu?

“Hayır önceden beni yanında götürürdü, hepsi bu.” dedi Gu Fei.

Jiang Cheng “Enteresan.” dedi. “Ama böyle şeylerle oyalanacak biri gibi görünmüyorsun. Gitar çalıyor olsan şaşırmazdım. Genel anlamda, çoğu kötü çocuk gösteriş yapmak için birkaç teli tıngırdatmayı öğrenmeye çaba gösterme eğiliminde olur…”

“Gitar çalmayı bilmiyorum.” dedi Gu Fei.

Jiang Cheng “Ohhh~ gitar çalmayı bilmeyen bir kötü çocuk.” dedi. “Bu kızları tavlama yolunda bir engel olarak kabul edilebilir.”

Gu Fei ona baktı ama bir şey söylemedi.

“…ah” Jiang Cheng kupasını ona doğru kaldırdı.

“Keyifsiz falan mısın?” diye sordu Gu Fei.

“Ha?” Jiang Cheng limonlu sudan bir yudum aldı.

Gu Fei “Söyleyecek çok şeyin var,” dedi.

Jiang Cheng bir anlığına sessizleşti ardından kupasını masanın üzerine koydu, “Öncesinde Li Baoguo ile kavga eden kadını tanıyor musun?”

“Evet,” diye yanıtladı Gu Fei açıkça.

Jiang Cheng “O Li Baoguo’nun eski eşi mi?” diye sordu. “Hani dövdüğü.”

“Evet, Li Baoguo onu dövdükten sonra kaçıp gitti ama o onun eski eşi değil.” Gu Fei bir sigara daha yaktı. “Onun şu anki eşi. Boşanmadılar.”

“…Ah,” Jiang Cheng şaşırmıştı ancak sadece bir anlığına, sonrasında kanepede arkasına yaslandı ve gözlerini kapattı. “Lanet olsun. Bütün bu bok da ne, deli saçması.”

“Uzun süredir dönmemişti. Normalde de birkaç yılda bir kereden fazla görmeyiz zaten,” dedi Gu Fei.

Bu muhtemelen Gu Fei’in onu rahatlatma yoluydu: o kadın normalde ortalarda görünmez, birkaç yılda bir bile.

Ancak Jiang Cheng hiçbir açıklamanın hislerini koruyabileceğini sanmıyordu çünkü ne olursa olsun, ister o kadın birkaç yılda bir ortaya çıksın ya da ister ömür boyu bir daha hiç görünmesin, o yine de biyolojik annesiydi.

Li Baoguo kadar akılalmaz ama yine de bir o kadar gerçek.

Shen Yiqing’i özellikle aramak ve ona böyle bir aileden bir çocuk evlat edinmek için ne kadar umutsuz olduğunu sormak istiyordu.

“Chang-ge,” Gu Fei ona seslendi. “Buraya gel, söyleyeceğim bir şey var.”

“Ne?” Jiang Cheng ayağa kalktı ve onun yanına doğru yürüdü.

“Yarın çekime gelebilirsen,” Gu Fei ekranı gösterdi, “Koluna dikkat et ve hafifçe içeri getir…”

“Bu ne be.” Jiang Cheng şimdi her yönden rüzgar geçişine izin veren kıyafetin içinde nasıl göründüğünü açıkça görebilmişti. Gerçekten de dayanamadı ve fotoğrafı işaret etti, “Bu hızda yapmana rağmen geçinmek için fotoğraf editlemeye mi cüret ediyorsun?”

Gu Fei güldü, “Hayır. Epey hızlı editliyorum. Bu ilerleyici bir süreç…”

“Bu mu ilerleyici? Uzun süredir tam da bu fotoğraftasın, ilerleme nereye gitti ha?” Jiang Cheng açıkça bu mantığı anlayamıyordu, “Bu heyelan barajı fotoğrafı mı?”

“Çoktan birçoğunu düzenledim. Bunu sadece sana açıklamak için kullanıyorum,” dedi Gu Fei.

“Neden bunu kullanmak zorundasın? Diğer fotoğraflarda kolum yok mu?” Jiang Cheng iç çekti.

Gu Fei uzun süre güldü ardından o da iç çekti: “Bu son derece iyi. Ding-laoban’ın bunu öne çıkan resim olarak kullanacağını tahmin edebiliyorum ve hatta kıyafeti bile hediye edebilir sana.”

“Siktir git,” dedi Jiang Cheng.

Gu Fei “Biraz önce ne dediğimi hatırlıyor musun?” diye sordu.

“Hatırlıyorum.” Jiang Cheng arkasından bir sandalye çekti ve oturdu. “Kollarımı hafifçe içe getireceğim.”

“O zaman devam edeceğim,” dedi Gu Fei.

Jiang Cheng, Gu Fei fotoğrafın yanındaki her türden düzenleme seçeneğine tıklarken imlecin ileri geri hareket etmesini izledi, birdenbire resmi karanlıktan aydınlığa çevirmesini ve ardından büyütüp küçültmesini. Değişiklikten sonra, doğrusu karşılaştıracak bir şey de olmadığı için orijinalinden hiçbir fark görememişti; sadece Gu Fei’in şüphesiz bir şekilde “ilerleyici süreç”in ortasında olduğunu biliyordu.

Birçok farklı pozunun ve yüz ifadesinin Gu Fei’in korkunç ellerinde ‘işkence’ çekmesini izlerken, tam olarak ona bakamıyordu, durmaksızın böylesine net yakalanmış fotoğrafların gözündeki çapakları, burun kıllarını ve benzerlerini açığa vurup vurmayacağından endişeleniyordu.

Ayağa kalktı, kanepede oturmaya geri döndü ve okul çantasından bir defter çıkardı.

“Daha fazla izlemiyor musun?” Gu Fei elleri hala hareket ederken sordu.

Jiang Cheng “Artık izlemek istemiyorum,” dedi. “Burada başka masa var mı?”

“Ödev yapmak için mi?” Gu Fei ona bakmak için arkasına döndü.

“Evet,” Jiang Cheng onayladı. “Birkaç gün içinde sınav var. Ders notlarını gözden geçirmeliyim.”

Gu Fei hala ona bakıyordu ancak şimdi eli büsbütün hareket etmeyi kesmişti. Uzun bir süreden sonra şöyle sordu: “Senin de mi ders çalışman gerekiyor?”

“Saçmalıyorsun.” Jiang Cheng inanamayarak ona baktı, “Sınav var, neden çalışmayayım?”

“Ah.” Gu Fei fareyi bıraktı ve ayağa kalktı. Monitör ve klavyeyi kenara çekti ardından hoparlörlerin fişini çekti ve onları bilgisayar kasasının üzerine yerleştirdi ki böylece masanın yarısı Jiang Cheng için temizlenmiş oldu.

Ders kitaplarını ve notlarını masanın üzerine koyarken “Normalde ödevlerini yapmak için kullandığın masa gibi bir şeyin yok mu?” diye sordu Jiang Cheng.

“Eğer zamanım olursa, dükkanda kopyalıyorum. Zamanım olmazsa da yapmıyorum.” Gu Fei sakin bir şekilde cevapladı.

“…ah.” Jiang Cheng hatırladı ne de olsa Gu Fei bir xuezha, zha, zhaydı.

Ödev denilen şey Jiang Cheng için özellikle can sıkıcı bir görev değildi, nasılsa her zaman yapıyordu. Bununla beraber, yine de her seferinde aşırı ciddiydi.

İlkokula giderken ödev yapmayı sevmezdi ancak evdeki kontrol epey sıkıydı ve ödev yapmamanın sonuçları fazlasıyla ağırdı. Sonrasında istediği gibi oynayabilmek uğruna yavaş yavaş hızlı ve özenle yazma huyu geliştirmişti.

Diğer taraftan küçük erkek kardeşi başkalarının bu tür şeyler için endişelenmelerine asla mahal vermemişti.

Doğal olarak kalıtım farklıydı – genetik genetikti.

Hiçbir zaman evlat edinilmese ve Li Baoguo’nun yanında büyüseydi, o zaman tıpkı Li Baoguo ve Li Hui gibi olurdu o da.

Hafifçe iç çekti, düşüncelerini toparladı ve ödevini yapmaya devam etti.

Karalamalarının arasında, Gu Fei’in fareyi tutan elini görebiliyordu. Çok, çok hoş görünüyordu.

Gu Fei gitar çalmayı bilmiyordu ama hangi seviyede olduğunu bilmese de piyano çalabiliyor olmalıydı.

Jiang Cheng parmakların piyano tuşları arasında sıçrayış şeklini izlemeyi severdi – bu aynı zamanda öncesinde piyano pratiği yaparkenki tek eğlencesiydi.

Güzel bir melodi çalmaya devam etmekteki tek motivasyonu parmaklarını daha da güzel sıçrarken görme umuduydu.

Ödevi neredeyse bittiğinde ve Gu Fei’in elini neredeyse fareden kaldırdığını gördüğünde, fotoğrafların tamamlandığını tahmin etti.

“Daha bitmedi mi?” diye sordu Gu Fei.

“Sadece biraz daha kaldı.” Jiang Cheng o sorduğunda hala yazmaya devam ediyordu, “Kopyalamak ister misin?”

“Kopyalamama da yardım edecek misin?” Gu Fei tekrar sordu.

“Arada bir biraz yüzün olamaz mı?” Jiang Cheng, Gu Fei’e baktı.

“O zaman kopyalamayacağım.” Gu Fei bedenini esnetti, “Uykum var. Sen yazmaya devam edebilirsin. Ben önce duşa gireceğim.”

“Oh,” diye yanıtladı Jiang Cheng.

Her ne kadar ödev yapmak ziyadesiyle şevk kırıcı bir durum olsa da Gu Fei odadan çıktıktan sonra oldukça edepsiz hayallere kapılmıştı.

Yalnızca Gu Fei’e yönelik olmaktan ziyade Gu Fei’in söylediği “duşa gireceğim” sözüne yöneliklerdi… Ne de olsa, o da birçok uygunsuz ‘video’ görmüş bir insandı, bunun sonucu olarak Gu Fei’le sırlarını takas ettikleri bir atmosferden sonra, o iki kelimenin öldürücülüğü epey yüksekti.

Ve daha da katlanılmaz olansa ödevine odaklanarak kendini sakinleştirdikten sonra – büyük zorluklarla olsa da –, Gu Fei’in duş almayı bitirmiş olması ve pijamalarıyla odaya girmesiydi – bir kez daha sertleşmişti.

Siktir, siktir, siktir, siktir, siktir, siktir, siktiğimin topları.

“Duş almak ister misin?” Gu Fei bir çekmeceyi açtı ve içinden ince karton bir kutu çıkardı. “Eski bir pijamam var ve daha önce giyilmemiş iç çamaşırlarım…”

“Tamam.” Jiang Cheng süratle ayağa kalktı, kutuyu kaptı ve gitmek için arkasını döndü.

“Onun içinde üç çift var,” dedi Gu Fei arkasından.

Jiang Cheng ışık hızında kutuyu açtı, içinden birini çıkardı ve kutuyu geri ona fırlattıktan sonra odadan çıktı.

Eğer burası Gu Fei’in evi olmasaydı ve annesi ile küçük kız kardeşi odalarında olmasaydı, doğrusu gerçekten de banyoda işini hallederdi. Buraya geldiğinden beri bu aktiviteyi çok fazla yapmamıştı, özellikle de her an içeri girmek için kapısını zorlayan Li Baoguo ve banyodan zaman zaman geçen hamam böcekleri ve örümcekler yüzünden…

Sayısız düşüncenin içinde kaybolmuşken, bir şekilde duş almayı bitirebilmişti ki Gu Fei’in ona havlu vermediğini fark etti. Bir süre tereddüt ettikten sonra, duş alırken sudan ıslanan kıyafetleri aldı ve umursamazca orasını burasını sildi.

Ne yazık ki iç çamaşırını giymesinin akabinde aceleyle bir kez daha fark etti pijamaları almayı unuttuğunu.

“Sik beni.” Biraz önce değiştirdiği – normalde de ıslak olan – kıyafetleri kaldırdı ancak kendini silmek için kullandıktan sonra kıyafetler çok daha ıslaklardı.

Uzun bir zihinsel muharebeyi atlattıktan sonra nihayet bir karara vardı. Dişlerini sıktı ve banyonun kapısını açtı, yalnızca duştan sonra odaya iç çamaşırı ile dönmek değil miydi? Kendini bu kadar suçlu hissedecek ne vardı?

O olsa bile ve Gu Fei de olsa da, ne olmuş? İkisi de öyle diye takılmak zorunda değillerdi ya.

Ancak güvenle çıkamadan önce, banyo kapısındaki sandalyenin üzerinde düzgünce katlanmış bir pijama takımı gördü.

Gu Fei, alışkanlık haline gelene kadar başkalarıyla ilgilenmiş olan biri, bazen adeta bir melekti… kıyafetleri aldı, çabucak giydikten hemen sonra rahat bir nefes aldı.

Gu Fei’in odasının kapısını açtığında, masanın üzerindeki bilgisayar çoktan kapatılmıştı ve Gu Fei bacak bacak üstüne atmış bir şekilde yatağın üzerinde oturmuş telefonuyla oynuyordu.

“Ben…” Jiang Cheng biraz beceriksizce kanepeye doğru yürüdü.

Gu Fei başını kaldırmadan “Yatağın iç tarafında uyuyabilirsin,” dedi. “Kanepede yatma.”

“Neden?” Jiang Cheng bunun biraz garip olduğunu düşündü.

“Gu Miao uyurgezer, bazen kanepede uyumaya geliyor,” dedi Gu Fei. “Onun yerini alırsan korkacaktır.”

“Bir de uyurgezer mi?” Jiang Cheng’ın kafası karışmıştı.

“Çok sık değil. Ama bugün burada olduğun için çok heyecanlı o yüzden biraz endişeliyim.” Gu Fei telefonunu indirdi ve Jiang Cheng’a baktı.

“Peki.” Jiang Cheng başlangıçta oturma odasında yatabileceğini söylemek istemişti ancak ardından bunun çok kasti olduğunu düşünmüştü bu yüzden bunun yerine sadece başını salladı.

“Evet?” Gu Fei idrak edememişti.

Jiang Cheng yatağı göstererek “Yatak senin yatağın,” dedi. Gu Fei’in odasındaki bu yatak çerçeveliydi ve eski geleneksel bir Çin yatağı gibi baştan ayağa çevrelenmişti, tasarımı çok modern ve güzel olsa da hala çok güçlü bir mahremiyet hissine sahipti. “Dış tarafta yatacağım.”

“Tamam.” Gu Fei iç tarafa geçti ve yastık ve yorganı Jiang Cheng için içerden dışarıya koydu.

“Hangi akla hizmet böyle bir yatak aldın?” Jiang Cheng kenara oturdu, “Güven duygusu için mi?”

“Gu Miao’yu engellemek için.” Gu Fei yatağın ayakucunu işaret etti, “Bazen kapıyı çalmadan giriyor ve içeri girdiği anda yatağı görebiliyor. Eğer yatakta bir şeyler yapıyor olursam toparlanmak için vaktim olmuyor. Kapıyı kilitlersem de içeri giremediğinde çıldırıyor.”

“…ah.” Jiang Cheng ona bakmadan edemedi.

Gu Fei ciddi bir ifadeyle bakışlarına karşılık verdi.

“Siktir.” Jiang Cheng güldü. Konunun o mahiyette bir iması olsa da, yine de gerçekten gülünç olduğunu hissetmişti.

“Küçük bir kız kardeşe sahip olmak işte bu kadar yorucu.” Gu Fei onun gülüşlerine eşlik etti, “Geçmiş hayatımda onu gücendirecek bir şey yapmış olmalıyım.”

“Bundan şüpheliyim.” Jiang Cheng başlığa yaslandı ve yorganı kendine doğru çekti. “Doğrusu, bu sen iyi bir abi olduğun için.”

“Demek öyle.” Gu Fei başını eğdi ve telefonuyla oynamaya devam etti.

“Evet, her zaman o geri zekalı oyunu oynasan da öyle…” Jiang Cheng, Gu Fei’in telefonunun ekranına baktığında aslında geri zekalı Craz3 Eşleştirme oyununu oynamadığını fark etmişti, muhtemelen canlarının bittiğini tahmin etti. “Önceden bir erkek kardeşim vardı.”

“Küçük kardeşin mi?” Gu Fei başını çevirdi, biraz şaşırmıştı.

“Evet, onların biyolojik çocukları, benden iki yaş küçüktü.” Jiang Cheng yastığı sırtına koydu, “Onu ne zaman görsem sinirim bozulurdu ve o da ne zaman beni görse siniri bozulurdu. Ona tek kelime etmezdim, buraya gelmeden çok önceden beri…”

“Farklı kişilikler, sanırım,” dedi Gu Fei.

Jiang Cheng “Evet, tüm aile benden farklı bir kişiliğe sahipti,” dedi.

İkisi de sessizleşti ve bundan sonra konuşmadı.

Ancak odadaki sessizlik bu sefer Jiang Cheng’a garip hissettirmedi. Bir anlığına gözlerini boşluğa diktikten sonra telefonunu açtı ve Pan Zhi ile sohbet etmeye başladı.

– Büyükbaba, Sınıf 117’den Huang Hui’yi hala hatırlıyor musun?

– Sonunda daha fazla dayanamadın ve artık harekete mi geçmek istiyorsun?

– Hiç de bile. Onun köpekboku Liang Zhiyong’la| edepsiz pompacı ­|birlikte olduğunu söylemek istemiştim. Şu anda ağlamak istiyorum ama tek bir gözyaşı bile dökemiyorum.

– Daha yeni başladılar, değil mi? Hala şansın var, acele et ve aralarına gir.

– Ben de öyle düşünüyorum gerçi hala hangisini daha kolay baştan çıkarabileceğimi gözden geçiriyorum.

Jiang Cheng, Gu Fei ona bakana kadar uzun süre boyunca telefonuna güldü.

Jiang Cheng hala gülerken “Arkadaşım,” dedi. “Aşkını zamanından önce kaybetti.”

“Sömestr tatilinde seninle spor salonunu gelen mi?” diye sordu Gu Fei.

“Evet,” Jiang Cheng başıyla onayladı, biraz daha düşündü ve sonra tekrar güldü. “Aynen, torunum.”

O gülüşten sonra bir kez daha sessizlik misafir oldu; ikili telefonlarında oynamaya devam etti ve başlangıçta Jiang Cheng yatak başlığına yaslanma postürünün onu son derece garip hissettireceğini ve bir santim bile hareket edemez hale getireceğini düşünmüş olsa da, beklenmedik bir şekilde bu uzun zamandır deneyimlediği en rahat “uykuya dalmadan önce” ydi.

Birkaç dakika telefonuyla oynadıktan sonra, Gu Fei’den gelen yumuşak gülüşleri duydu.

Jiang Cheng ona bakmak için döndü ve Gu Fei doğal bir şekilde telefonunu ona uzattı. “Son iki gün içinde forumumuza baktın mı?”

“Hiç düşünmemiştim.” Jiang Cheng telefonu aldı, “Turnuva hakkında mı konuşuyorlar?”

“Evet,” Gu Fei güldü ve başıyla onayladı.

Jiang Cheng ekrana baktı. Si Zhong’un forumu oldukça canlıydı ve her gönderinin bir ton görüntülenmesi ve yanıtı vardı. Başlıklara baktı.

> Da Fei, idolüm benim. O çok yakışıkkkkklıııı uwu ahhhhhhhhhhhhh

> O kim! O! Tatlı Çocuk! Detaylar lütfeeeeeen!

> Sınıf 8’in zayıf civcivlerle dolu olduğunu kim söyledi, şimdi çıkın ortaya, onları döveceğime yemin ederim!!!

> Yakışıklı çocuklar pantolonlarını çıkarıyorlar, çok sayıda resim – mobil veri kullanıcıları, dikkat edin.

> Sadece soruyorum ama stratejileri tartışmak için burada olan var mı……

Güldü; başlığın biçimini gördüğünde, Si Zhong öğrencilerinin her zamankinden daha şirin hale geldiğini hissetti. “Gönderileri yanıtlıyor musun?”

“Tabii ki evet,” dedi Gu Fei.

“Kullanıcı adın ne?” Jiang Cheng aşağı kaydırırken sordu.

Gu Fei “花式帅 dikkatçekiciderecede_yakışıklı,” dedi.

Jiang Cheng boğuldu ardından öksürmek için başını yana eğdi bir süre sonra başını geri Gu Fei’e çevirdi. “Bu ne be?”

“Sır olarak sakla,” dedi Gu Fei. “Kimse onun ben olduğumu bilmiyor.”

“Bu sır olarak saklanmalı. ‘Tatlı Küçük Tavşancık’ için bile suçu Gu Miao’ya atabildin.” Jiang Cheng iki kere cık-ladı. “Bu kullanıcı adı ortaya çıkarsa, soğuk ve kendi halinde bir insan imajın anında söner.”

Gu Fei güldü ama bir şey söylemedi.

> Fujoshi gözlerimle de bakıyor değilim ama kim olduğunu bilirsin ve kim olduğunu bilirsin gerçekten de biraz…….neden bahsettiğimi biliyorsan içeri gir.

Bu başlığı aşağı kaydırırken Jiang Cheng’ın parmakları seğirdi. Gönderinin altına bir küçük resim yüklenmişti ve tek bir bakışta, bunun Gu Fei ve kendisinin resmi olduğu anlaşılabiliyordu.

…bu forum kesinlikle çok korkutucuydu.

Gu Fei'in yatağı büyük ihtimalle buna benziyor kdfjskd

Gu Fei’in yatağı büyük ihtimalle buna benziyor kdfjskd