SAYE 24. Bölüm

Share

Neredeyse iki saati yerel polis merkezinde geçirdikten sonra, nihayet olayın üstesinden gelindi.

Dayak yiyen çocuk Gu Miao’yu kışkırttığını kabul etmedi ve sadece onun kendisini takip ettiğini ve hiçbir nedeni olmadan ona vurduğunu söyledi. Gu Miao gözleri kapalı bir şekilde Gu Fei’nin omzunda yatarken sessiz kaldı, ki bu da suçlamanın doğrulanmasını zorlaştırdı.

Jiang Cheng, bilhassa, çocuğun sözlerine inanmadı; Gu Miao’nun durumuyla, o hangi okula gittiği fark etmeksizin zorbalığa uğrardı.

Bununla beraber, olayın odak noktası Gu Miao’nun hareketlerinin sebebi değildi ve çocuk ona zorbalık yapmış olsaydı bile polisin yapabileceği fazla şey yoktu; odak noktası Gu Miao’nun iki dikiş atılmasına sebep olan kafasına vuruşuydu.

Neyse ki başka ciddi olay yoktu. Ve ebeveynler tazminat – basitçe gün ışığı soygunu – için bastırdığında Ding Zhuxin yarı-makul yarı-tehditkar bir tavırla geri bastırdı; başından sonuna kadar, polis memuru birkaç kere onu sözlerine dikkat etmesi için uyarmıştı bile.

Gu Fei fazla konuşmadı ve dikkati sadece Gu Miao’nun üzerindeydi.

Li Yan ve diğerleri, kollarını kıvırarak sert görünme işini aldılar. Ding Zhuxin’in tehdidine mükemmel uyan bir görünüm olan – “gözü kara bir şekilde hareket etmeye cesaret ederseniz, biz de kesinlikle gözü kara olacağız ayrıca; bize bakın, hiçbir şekilde iyi insanlar gibi görünmüyoruz.” havasını sergiliyorlardı.

Nihayet, düzenleme kesinlik kazandığında ve polis memurları gitmelerine izin verdiğinde, Jiang Cheng uzun bir rahatlama nidası çıkardı.

O anda, midesi uyandı ve açlıkla çığlık attı – herhangi bir yiyecek için iştahı olmamasına rağmen.

Karakoldan çıktıklarında, onları karşılayan oldukça soğuk ve keskin rüzgardı.

“Siz geri dönmelisiniz, hepiniz için zor oldu.” Gu Fei, göz ucuyla Jiang Cheng’e baktı. “Biz bir taksi çağırıp Wang Xu’yla gidebiliriz.”

“Tamam.” Jiang Cheng onayladı.

Diğerlerinden ayrıldıktan ve taksiye bindikten sonra, kimse tek bir kelime etmedi. Jiang Cheng biraz hüzünlüydü, Gu Fei’nin de konuşacak ruh halinde olmadığını tahmin etmişti ve Wang Xu bile basketboldan bahsetmedi, bununla beraber beddua etti ve yoğun bir şekilde iç çekti, sadece Gu Fei ona bir bakış attığında anında sesini bastırdı.

“Daha yemek yemediniz, değil mi?” Gu Fei taksi sokağa yaklaşırken sordu.

“Bizim için endişelenme, sadece acele et ve geri dön,” Dedi Wang Xu. “Ve taksinin geri dönmesine de gerek yok, evim şuracıkta o yüzden burada ineceğim… Jiang Cheng, doldurulmuş bazlama yemek için geliyor musun?”

Jiang Cheng “Unut gitsin. Şu an hiçbir şey yemek istemiyorum.” dedi.

Kavşağa varır varmaz Jiang Cheng, Gu Miao’nun kaykayını tutarken Gu Fei küçük kızı taksiden dışarı taşıdı. Birkaç adım attıktan sonra, Gu Fei başını çevirdi: “Bugün için teşekkür ederim.”

“Bunu söylemene gerek yok.” Jiang Cheng, Gu Miao’ya baktı. “Onun için iki günlüğüne izin al. Bugün daha öncesinde üç çocuk gördüm ve ikisi dayak yemedi. Emin değilim…”

“İzin almasa bile, bu bundan sonra hala okula dönebileceği anlamına gelmez.” Gu Fei iç çekti. “Sabah lütfen Lao Xu’dan benim için izin iste. Er Miao’nun okuluna gitmeliyim.”

“Tamam ve sebebi?” Jiang Cheng onayladı.

“Ateşim var.” Gu Fei kendi alnına dokundu. “El yakacak kadar sıcak ve bugün öğleden sonradan, yarın öğleye kadar sürecek.”

“…Tamam.” Jiang Cheng güldü.

Gu Fei bir eliyle Gu Miao’yu ve diğeriyle de kaykayı taşırken, arkasına döndü ve yol boyunca ilerledi, Jiang Cheng biraz etkilenmiş hissederek onun arkasından baktı.

Önceden her zaman Gu Fei’nin her şeyi dilediği gibi, hiç vicdan azabı çekmeden çok gelişigüzel bir şekilde – gelişigüzel bir şekilde kız kardeşinin sokağın her yerinde kaykayın üzerinde adımlamasına izin vererek, gelişigüzel bir şekilde derse geç kalarak ya da tamamen gelmeyerek, gelişigüzel bir şekilde basketbol oynayarak – yaşadığını düşünmüştü.

Ama şimdi tekrar düşündüğünde, belki de, konu o değildi. Onun ailesinde, her şeyi -tek başına- halledenin Gu Fei olduğu görülüyordu. Böyle bir kişi, nasıl aslında dilediği gibi hareket edebilirdi ki…

Hiç kimse istediği gibi hareket edemezdi, Gu Fei edemezdi ve o da edemezdi.

Önceden geceyi dışarda geçirme alışkanlığı olsa bile, şimdi bunu gelişigüzel bir şekilde yapamazdı.

Çünkü gidecek yeri yoktu.

Çok az kişi umursamadan aslında ne istiyorsa onu yapabilir ve sadece “kendi olur”.

Li Baoguo bu gece kart oynamaya dışarı gitmemişti. Bütün gece evde öksürdü. Değişmez horlaması bile öksürüğe dönüşmüştü. Dudaklarını şapırdatır ve dişlerini gıcırdatırdı – hem insanları hem de tanrıları aynı şekilde kışkırtabilecek gürültülü bir karmaşa.

Jiang Cheng -kesinlikle ses geçirmez olmayan odasının içinde- kendi evlerinde, kimin terlik kimin spor ayakkabısı giydiğini açıkça duyabiliyordu ki bu bütün gece gözlerini açık tuttu.

Sabah uyandığında, yürürken bile kendini çok yorgun hissediyordu, süzülüyormuş gibiydi.

“Kontrol için bugün hastaneye gitmek ister misin?” En kısa zamanda erken kumar toplantısına yetişme isteğiyle evden çıkmak için ayakkabılarını giyen Li Baoguo’ya sordu. “Oldukça kötü öksürüyordun, bu faranjit mi?”

Li Baoguo “Bak, bak! İşte benim oğlum!” dedi, epey yüksek bir sesle. “Bu hiçbir şey. Yıllardır öksürüyorum. Bu kronik bir hastalık. Bir sorun olmadığı için hastaneye gitmeme gerek de yok!”

Jiang Cheng sözlerinde bir hata olduğunu söylemek istedi ancak en sonunda hiçbir şey söylemedi. Li Baoguo aceleyle kapıyı çarpıp çıkmıştı bile.

Bok herif, hasta olmak istiyorsan öyle olsun. Li Baoguo’nun böyle olması onun kendini iki yüzlü zayıf bir kadınmış gibi hissetmesine sebep oluyordu.

Okul yolunda, Jiang Cheng küçük bir kutu Amerikan ginseng şekeri almak için eczaneye gitti, yemek modunu yükseltebilirdi. Sınavlara çalışırken bunu yemeye oldukça alışmıştı.

Şimdi bunu yemişti, en azından, ders sırasında uyurken o kadar da derin uykuda olmayacaktı. Sınıfta horlamak istemiyordu – ne kadar da utanç verici.

Beklendiği gibi, Gu Fei sabah derslere katılmadı. Jiang Cheng sabahki bireysel çalışmadan sonra, Lao Xu’nun ofisine gitti ve Gu Fei yokluğunun mazereti için ne söylediyse onu tekrar etti.

“O kadar sıcaktı ki ölebileceğini sandı, dün öğleden sonra başladı ve nihayet bugün öğleden sonra düşene kadar öyle kalacak.” Jiang Cheng bunu söyledikten sonra, uykusuz bir gecenin zekasını ciddi ölçüde etkilediğini düşündü.

Ancak Lao Xu garip açıklamasına dikkat etmiş gibi görünmüyordu, onun yerine mutlu bir şekilde Gu Fei’nin basitçe okuldan kaçmak yerine izin talebinde bulunmasına dalmıştı.

“Bak, hala kurtarılabileceğini biliyordum,” Dedi Lao Xu duygusallıkla. “Sadece bak, bu bir izin talebi, değil mi!! Sadece siz çocuklarla nasıl iletişim kuracağımı biliyorum ah, bu kesinlikle dikkat ve itinalı beceri gerektiren bir şeydi…”

Ancak Gu Fei öğlen sınıfa gelmedi ve nihayet sınıfa girdiğinde öğleden sonranın son dersi olan Çin dili ve edebiyatıydı.

Lao Xu ona kaygıyla baktı, “Ateşin yok muydu? Öğleden sonradan sonra gelebilirdin.”

Gu Fei “Daha iyiyim.” dedi.

Lao Xu başıyla onayladı ve kürsüye vurdu, enerjik bir şekilde şöyle dedi, “Şimdi, az önceki konuya devam edeceğiz…”

“Uyudun mu?” Gu Fei oturdu ve Jiang Cheng’e doğru baktı.

“……o kadar belli mi?” Jiang Cheng masanın üzerine yarı yatmıştı, göz kapakları açık kalamıyormuş gibi görünüyordu.

“Mm,” Dedi Gu Fei. “Sana daha fazla doğrudan bakamıyorum bile. Bilmeyen biri bütün gün ateşi olanın sen olduğunu düşünür.”

Jiang Cheng esnemelerinin arasında “Dün gece iyi uyuyamadım.” dedi.

“Üzgünüm,” Gu Fei fısıldadı, “Oldukça fazla zamanını aldığım için.”

“Gu Miao’nun olayı yüzünden değil.” Jiang Cheng elini salladı, “Li Baoguo… dün kumar oynamaya gitmedi ve bütün gece öksürdü. O kadar gürültülüydü ki uyumak imkansızdı.”

“Oh,” Gu Fei cebini karıştırdı, küçük bir kutu çıkardı ve onun önüne koydu. “Biraz ister misin?”

“Ne…” Jiang Cheng küçük kutuyu açtı ve içinde avuç dolusu sütlü şeker olduğunu gördü. “Sütlü şeker mi ah?”

“Mm, bunu yemeyi sevmiyor musun?” Gu Fei cebinden naneli bir şeker çıkardı ve ağzına attı.

“Asla sevdiğimi söylemedim. O gün sadece açtım,” Dedi Jiang Cheng.

“……Demek öyle ha,” Gu Fei abartılı bir şaşkınlık ifadesiyle baktı, ardından önündeki bütün şekerleri ortadan kaldırmadan önce yüz ifadesini toparladı. “O zaman bana geri ver.”

“Hayır,” Jiang Cheng onu kinle süzdü. “Gerçekten oldukça ilgi çekici biri olduğunu demin fark ettim~.”

Gu Fei “Sadece isteyip istemediğini söyle.” dedi.

Jiang Cheng ağzını açtı ve yarım gün gibi gelen bir süre sonra nihayet konuştu: “Ferahlamam için naneli şeker ver sadece.”

Gu Fei ona baktı ve ardından bir süre cebinin içinde bulmaya çalıştı, avuç dolusu şeker aldıktan sonra birini aramak için hafifçe parmağıyla diğerlerini kenara itti. “Başka yok. Bunu yemeye ne dersin, bu da seni uyanık tutar – oldukça ferahlatıcı.”

“Oh,” Jiang Cheng onun işaret ettiği küçük yuvarlak şekeri elinden aldı.

Şeker mandalina aromalıydı ve özellikle ferahlatıcı hiçbir şeyi yoktu; Jiang Cheng diliyle şekerin etrafını sarmaladı. Mandalina aroması nasıl olur da ferahlatırdı, en azından, limon olsaydı…

Dilinin ucuyla hafif ekşi bir tat hissettiğinde daha bu düşüncesini tamamlayamamıştı, belki de dış katmandaki mandalina kaplamasının içinin biraz ekşi olduğu ortaya çıkmıştı?

Ekşi tat onun tepki vermesini beklemeden ortadan kayboldu.

Saniyeler içinde gözleri çay tabağı gibi açıldı.

Ekşi, ekşi, ekşi, ekşi, ekşi, ekşi, ekşi, ekşi, ekşi, ekşi!

Lanet olsun, bu ölümcül derecede ekşiydi!!

Ağzına nüfus eden ekşilik onu özüne ve gözyaşı kanallarına saldıran bir acılıkla doldurmuştu. Öylesine acı içindeydi ki, yaşama isteğini kaybediyordu.

Gu Fei onun hızla dik oturmasını izledi ve “Bu…” dedi.

Ancak o daha bitiremeden, Jiang Cheng çoktan şekeri ağzından tükürmüştü – oldukça şiddetli bir şekilde.

Şeker büyük bir hızla uçup önlerinde oturan Zhou Jing’e boynunun arkasından çarparken küçük bir mermi gibiydi.

“Ahhh!!” Zhou Jing yüksek sesle bağırdı, o kadar korkmuştu ki o da dikleşti. Arkasına döndü ve boynunun arkasına dokunmak için uzandı, ardından sesini alçalttı ve sordu: “Lanet olsun, bu da ne? Gömleğimin içine düştü!!”

Jiang Cheng sessiz kaldı; şeker artık ağzında olmasa da, varlığının izleri hala ortadan kaybolmamıştı – ağzında varlığını sürdüren acı ekşilik hala birini tadından kontrol edilemez bir şekilde titretebilirdi.

“Düzgün otur.” dedi Gu Fei.

“Öğrenci Zhou Jing,” Lao Xu kürsüden seslendi. “Sınıf kurallarını dikkate al.”

Bu sınıftaki öğrencilerin sınıf kurallarına dikkati bir araya toplandığında bir basketbol takımı etmese de Zhou Jing düzgün bir şekilde oturdu.

İki saniye sonra, başını tekrar arkaya çevirdi. “Siktir, bu neden yapış yapış? Bu ne lan?”

Gu Fei “Şeker.” dedi.

“…ikiniz hastasınız, ha?” Zhou Jing çok kırılmıştı. Çekti ve şeker sandalyenin üzerine düşene kadar uzunca bir süre kıyafetlerini salladı.

“Üzgünüm,” Dedi Jiang Cheng ve nihayet gücünün birazını geri kazandıktan sonra, Gu Fei’ye bakmak için döndü.

Gu Fei telefonuyla oynamak için başını eğmişti ancak Jiang Cheng, yüzünde açıkça bastırdığı sırıtışı görebiliyordu.

“Canına mı susadın?” Jiang Cheng kısık bir sesle söyledi.

“Tazelenmek istediğini söyledin.” Gu Fei parmağını ekranın üzerinde sürükledi, “Hala uykulu musun?”

“Bu ne ***!” Jiang Cheng küfretti.

“Uykulu değilsin, değil mi?” Gu Fei ona bakmak için başını yana çevirdi.

Jiang Cheng “Senin için bir üstün başarı belgesi yazmama ne dersin?” dedi.

“Gerek yok.” Gu Fei oynamak için telefonuna geri döndü. “Senin el yazınla, bir tane yazsan bile kimse anlayamaz.”

Jiang Cheng tamamen ferahladığını ve uykusuzluğunun hafiflediğini kabul etmek zorundaydı.

Bununla beraber, Gu Fei’yi birkaç kez yumruklama isteği ona Gu Miao’nun okul sorunun nasıl halledildiğini bile soramayacak kadar ruh halini kaybetmesine neden oldu.

Çıkış zili çaldığında, Gu Fei telefonunu aşağı indirdi. “Sana yemek ısmarlayacağım, dün yardım ettiğin için teşekkürler.”

Jiang Cheng tek kelime etmeden ona baktı.

Gu Fei “Öğle mi akşam mı, hangisi senin için daha uygunsa,” dedi ve ardından ekledi, “Zamanın var mı?”

“…bu kadar kibar olmana gerek yok.” Dedi Jiang Cheng.

“Bu kibar olmak değil.” Dedi Gu Fei. “Eğer dün sen olmasaydın, Er Miao’ya ne olacağını kim bilebilir. Sadece düşünmek bile beni travmatize ediyor.”

Jiang Cheng bir anlığına sessiz kaldı: “O zaman, akşam olsun. Uykumu almak istiyorum.”

“Tamam.” Gu Fei onayladı.

Her zamanki gibi, öğleden sonraki bireysel çalışma dersi süresince basketbol antrenmanı yaptılar. Bu süre zarfında, bireysel çalışma dersleri muhtemelen Wang Xu’nun en sevdiği derslerdi.

Öğlen, Jiang Cheng yarasına sürdüğü ilacı değiştirmek için hastaneye gitti ve doktordan söylentilere göre ithal edilen yapıştırıcıyı kullanmasını istedi.

Öğleden sonra, çoğunlukla kasıntı olmayan bir oyunla takım çalışmalarını geliştirmeye çalıştılar; yarası iyiydi ve doğrusu hiçbir şey hissetmiyordu.

“Sanırım bu sefer bir şansımız var.” Antrenmanın sonunda, Kaptan Wang Xu sahanın kenarına çömeldi ve parmaklarıyla zemini dürttü. “Şimdiki durumumuza dayanarak… ancak gizli operasyonumuz kesinlikle devam etmeli ve herkesi olduğu gibi bırakmalı, yani, bize dikkat etmeyen bir şekilde.”

Jiang Cheng “Her yerde övünme yeter.” dedi.

“İçin rahat olsun.” Dedi Wang Xu birazcık bile endişelenmeden. “Sen ve Gu Fei gizli kaldığınız sürece, ne kadar övünürsem övüneyim kimse hiçbir şekilde inanmayacak.”

“…Oh.” Jiang Cheng ona baktı ve ilk defa Wang Xu’nun oldukça açık yürekli olduğunu düşündü. Ayrıca acı gerçekle böyle doğrudan yüzleşebildiği için kısmen affallamıştı da.

“Da Fei,” Wang Xu ona bakmak için döndü. “Her boş vakit olduğunda, arkadaşlarından gelip bizimle antrenman yapmalarını rica et. Sonucun epey iyi olduğunu düşünüyorum.”

“Mm,” Gu Fei kabul ettiğini belli etti.

“Peki, haydi dağılalım.” Dedi Wang Xu. “Sloganımız – – gizli bir silahımız var!”

Jiang Cheng, sloganının bu olduğunu söyledikten sonra bile tepki vermedi. Sadece donakaldı, patlatmak istediği vahşi kahkahayı bastırmaya çalışıyordu.

“Gizli bir silahımız var!” Wang Xu bir kez daha tekrar etti ve ardından tekrar elini salladı, “Dağılın!”

Dersler bittikten sonra okul kapısından çıktığında, Jiang Cheng alışkanlıkla etrafına baktı. Okul kapısında Gu Fei’yi beklerken genellikle küçük bir patron gibi kaykayını tutan Gu Miao’yu görmedi.

Göz ucuyla Gu Fei’ye baktı ve Gu Fei hiçbir şey açıklamadı. Sıradan bir şekilde ellerini ceplerine koydu ve yol boyunca yürüdü.

“Bugün bisikletle gelmedin mi?” Jiang Cheng bisikletini almaya gitmediğini fark ettiğinde sordu.

“Mm.” Gu Fei yakasını yukarı çekti. “Sabah teker tamamen eciş bücüş olmadan önce ancak yarı yola kadar kırık dökük bisikletle gelebildim.”

“Ne?” Jiang Cheng onun ne söylediğini kavrayamadı. “Nasıl eciş bücüş oldu, kimse parçalamadı…”

“…çok sevimlisin.” Gu Fei ona baktı. “Bisiklet gerçekten eciş bücüş değil, sadece bozulmaya başladı.”

“Oh,” Jiang Cheng kendine oldukça hayran kaldı.

“Beni öldürüyorsun.” Gu Fei iç çekti.

Jiang Cheng ona baktı ve hiçbir şey söylemedi. Eğer o Pan Zhi olsaydı, kesinlikle alkışlar ve bu anı kutlardı.

“Ne yemek istersin?” Yürürlerken Gu Fei sordu.

“Bilmiyorum. Özellikle yemek istediğim hiçbir şey yok ve bu kadar resmi olman da gerekmiyor.” Dedi Jiang Cheng. “Arkadaşlarınla normalde ne yiyorsan benim için uygun, sonuçta bu bir teşekkür partisi değil.”

“Arkadaşlarım ve ben ha…” Gu Fei güldü. “Biz çok harika bir şekilde yeriz. Korkarım ki tahammül edemeyeceksin.”

“Ne? Bok mu yiyorsunuz?” Jiang Cheng düşünmeden söyleyiverdi. Pan Zhi ile ağız dalaşı etmeye alışıktı ve ikisi alışıldığı şekilde birçok sıkıcı ve çocukça konuşma yapardı.

Jiang Cheng bazen, kimse onları görmezse, insanların onların yedi yaşında olduğunu düşüneceğini hissederdi.

Gu Fei “Hayır,” dedi. “Gerçi istersen senin için ayarlayabilirim.”

“Normal bir şeyler yiyelim.” Jiang Cheng iç geçirdi.

Şimdi Pan Zhi’yi düşündüğünde iç geçiriyordu – bu sorun hakikaten dayanılmazdı.

Son zamanlarda, Pan Zhi’nin büyük babası hastaneye kaldırılmıştı ve tüm ailesi sırayla ona eşlik ediyordu; ikili çok fazla konuşamamıştı. Bazen, suskun telefonuna baktığında, Jiang Cheng kendini tamamen kimsesiz hissediyordu.

Gu Fei “Önce markete gidelim.” dedi.

“Market?” Jiang Cheng donakaldı, “Ne almak için?”

“Yiyeceğimiz şeyleri almak için.” Dedi Gu Fei. “Malzemeler ve ufak tefek şeyler.”

“Kendimiz mi yapacağız?” Jiang Cheng çok şaşırmıştı.

“Mm,” Gu Fei onayladı. “Arkadaşlarım ve ben normalde kendimiz yemek yaparız, ama sen hazır yemek istiyorsan, dışarıda…”

“Gerek yok.” Jiang Cheng, Gu Fei’nin alışkın olduğu şekle uymanın daha iyi olduğunu düşündü. Dünkü olay yüzünden Gu Fei’den yemek ısmarlamasını istemeyi hiç düşünmemişti. “Ama öncelikle söylemeliyim ki noodle yaparken bile sadece üzerine su eklenerek yapılanları yapabiliyorum.”

“Sorun değil, basit, mangal,” Dedi Gu Fei.

Jiang Cheng tekrar şaşırmıştı, böyle bir havada, kendimiz mangal yapacağız? Nereye gideceğiz ki?

Markette dolaşırken, Gu Fei mangal için doğranmış tavuk, biraz sığır ve kuzu eti ve iki paket de çin mantısı aldı.

“Çin mantısı nasıl kızartılır?” Jiang Cheng oldukça kafası karışmış bir şekilde baktı.

“Çin mantısı haşlanacak.” Gu Fei ciddi bir yüz ifadesiyle ona açıkladı.

Jiang Cheng “Çin mantısının haşlandığını biliyorum. Ben sadece… unut gitsin, onları yemek için bekleyeceğim.” dedi.

“Ne içmek istersin? Alkollü mü alkolsüz mü?” Gu Fei sordu.

“Hiçbir şey içmek istemiyorum.” Jiang Cheng’in zihni, ikisinin boş arazide keskin kuzey rüzgarına karşı ayakta durduğu, odun yığınını gözettiği ve onlar yarı ölü bir şekilde donarken sönen ateşin olduğu imgelerle doluydu. O anda, ne içeceğini düşünürken bile üşüdüğünü hissediyordu.

Her şey satın alındıktan sonra, Gu Fei onu evlerinin olduğu yöne doğru götürdü.

Gu Fei’nin kendi mekanında mangal yapmayı isteyip istemediğini düşündü… bu alışık olmadığı bir şey olurdu. O ve Gu Fei son zamanlarda birbirleriyle oldukça fazla etkileşim içindeydiler ancak bu his hala yabancılıktı. Eğer onun evine giderse, bu oldukça rahatsız edici olurdu – Pan Zhi’nin evine bile gitmemişti.

Gu Fei ailesinin dükkanına ulaştıklarında durmadı; sadece kısaca baktı ve ilerlemeye devam etti.

Jiang Cheng de kısaca baktı ve cam pencerenin ardından, bir kadının kasanın arkasında durduğunu görebildi. Sadece saç stiline bakıldığında bile, o Gu Fei’nin annesi olmalıydı.

İlerlerlerken, sokak Li Baoguo’nun yerinin olduğu sokakla birleşti.

Jiang Cheng daha önce buradan geçmişti; epey ıssız bir yerdi. İlerideki terk edilmiş fabrikayı geçtikten sonra, susuz bir göle giden bir yol vardı…Titredi. Eğer Gu Fei göl kenarında mangal yapmak isterse, Gu Fei’yi restoranda yemeye davet etmeyi tercih edeceğine karar verdi.

Ancak Gu Fei küçük bir kapıdan, doğrudan terk edilmiş fabrikaya girdi.

“Burası mı?” Jiang Cheng onu içeriye takip etti, “Bu bir tür fabrika değil mi?”

“Mm, önceden çelik fabrikasıydı.” Gu Fei devam etti, “Uzun zaman önce kapatıldı… önceden bu fabrikada bir çok kişi çalışıyordu, Li Baoguo bile.”

“Oh,” Jiang Cheng etrafına baktı.

Kapıdan girdikten sonra, her şeyin hala içinde olduğu fabrikanın çok büyük olduğunu ve oldukça sağlam görünmesine rağmen çoktan unutulmuş bir yer haline geldiğini fark etti; elbette kimse temizlememişti de, zemin tamamen buzla kaplıydı.

Gu Fei ona içeriye doğru öncülük etmeye devam etti ve birkaç basketbol sahasını geçtikten sonra, eski bir ofis binası olduğu belli olan bir binaya girdiler.

“Ben ve…bu shi hao niao,” Gu Fei merdivenlerden çıkarken konuşmaya başladı. “Dükkanda kalmak istemediğimizde, normalde burada toplanırız.”

“Burada elektrik yok değil mi?” Jiang Cheng ayaklarının altındaki keşmekeşe baktı.

“Kendi elektrik hattımızı döşedik.” Dedi Gu Fei. “Aslında, yazın burası oldukça canlıdır. Dışarıda dünya kadar açık alan var, yaşça daha büyük erkek ve kadınlar sokak dansı aktivitelerini burada düzenlerler.”

“Sokak dansı?” Jiang Cheng tekrarladı.

“Mm, dans yarışmaları bile olur. Oldukça revaçta ve zamanının zirvesinde.” Gu Fei üçüncü kata çıktı ve kapının kilidini açmak için anahtarı çıkardı.

Jiang Cheng içeri göz attı ve merkezinde tuğla bir soba olan düzenli ve temiz, boş bir oda olduğunu gördü. Bacakları olmayan bir kanepenin yanında çok sayıda alçak tabure ve pamuklu yastıklar da vardı.

Duvarın yanında bir barbekü ızgarası ve indüksiyonlu ocağın yanı sıra gerçek tencereler ve yağ şişeleri, tuz ve diğer şeylerin yığınları vardı.

“Burası da ne böyle?” Jiang Cheng tamamıyla şoktaydı. “Burada hakikaten yaşayabilirsin.”

“Nasıl, oldukça eğlenceli, değil mi?” Gu Fei aldıkları malzemeleri masanın üzerine koydu. “Kilidi kendimiz yerleştirdik. İstersen, sana da anahtar veririm. Geri dönmek istemediğinde ya da gidecek bir yerin olmadığında burada kalabilirsin. Li Yan ve diğerleri genelde buraya hafta sonu gelirler – geri kalan zamanlarda burada kimse olmaz.”

Jiang Cheng duvara yaslanırken konuşmadı ve Gu Fei’ye baktı. Sık sık tekrarlanan “gidecek bir yeri olmama” durumlarının Gu Fei tarafından tek bir cümleyle özetlenmesiyle biraz canı sıkılmıştı.

Her ne kadar kötü hissettirse de, beklenmedik bir şekilde kızgın değildi. Sadece bir sıra arkadaşının bile durumunun ne olduğunu söyleyebildiği gerçeğinin gerçekten…gülünç olduğunu hissetmişti.

 Fanart @ 夜电皮卡丘, Weibo