SAYE 19. Bölüm

Share

Jiang Cheng, Gu Fei basketbol turnuvasına katılmayı kabul ettiği saniye Lao Xu’nun heyecan derecesinin Gu Fei Beijing Üniversitesi giriş sınavını geçmiş olsa ki heyecanından daha az olmayacağını farketti.

Öğleden sonra sınıf dağıldığında, elindeki beş takım üyesini ofisine çağırdı.

Jiang Cheng onlara baktı, nihayet Guo Xu ve Lu Xiaobin isimlerini yüzleriyle eşleştirebildi.

“Yedek yok mu?” Wang Xu sordu. “Bütün oyun boyunca sadece beşimiz mi oynayacağız?”

“Sınıf arkadaşlarınız arasında uygun bir yedek oyuncu olup olmadığına kendiniz bakın.” Dedi Lao Xu. “Takım kaptanı…”

Lao Xu bu sözleri söylerken gözleri refleks olarak Gu Fei’ye kaydı, ancak Gu Fei ilgisiz bir şekilde baş parmaklarıyla aşağıyı gösterdikten sonra Wang Xu’yu işaret etti: “O.”

Wang Xu tereddütle ışıldayan bir yüzle hızla yukarı baktı: “Yaa, iyi değilim… Kaptan olmak istemiyorum, çok can sıkıcı, ah.”

Jiang Cheng sadece yüz ifadesine bakarak bile gülmek istedi, oyunculuğun gerçekten bok gibi.

“O zaman Wang Xu olsun, yarın idman yapmaya başlayabilirsiniz.” Lao Xu masasının üzerindeki basketbol topunu aldı ve Wang Xu’ya attı, “Bu iyi bir top. Spor salonundaki ekipman odasına bakmaya gittim ve oradaki bütün toplar oldukça kötü durumdaydı bu yüzden size bunu aldım – ayrıca maçta da kesinlikle yeni ve iyi bir top kullanılacaktır; idmanlarda da uygun bir top kullanmak zorundayız.”

“Teşekkür ederiz, Xu Zong.” Guo Xu topu Wang Xu’nun elinden aldı ve iki kere yerde sektirdi.

Jiang Cheng hareketlerini gözlemledi, kötü değil, o kadar da etkileyici olmadığını düşünse de hiç olmazsa oynayabilirdi.

Wang Xu oldukça kendini beğenmiş görünüyordu, o da oynayabiliyor olmalıydı ve belki de gerçekten iyi oynuyordu. Diğer kişi, Lu Xiaobin, tüm bu zaman boyunca tek bir kelime bile konuşmamıştı. En uzunlarıydı, aşağı yukarı 190cmdi ve görünüşüne bakıldığında epey güçlü görünüyordu aynı ahşap bir kapı gibi – oldukça iyi.

Yedek oyuncular kolay bulunuyordu. Beşeri bilimler sınıfı olmasına rağmen, hayli erkek öğrenci vardı ve Kaptan Wang Jiuri (Xu)’nin sadece arka sıralardaki 180cm üzerindeki birkaç kişiyi çağırmasıyla yedek oyuncular tamamlanmıştı.

Birçok kişi katılmak istedi, sonuçta, bireysel çalışma derslerine katılmak zorunda değillerdi ve gidip top oynayabilirlerdi.

Lao Xu çoktan onlara bir saha rezerve etmelerinde yardımcı olmuştu; sadece onun enerjik havasını görmekle bile Jiang Cheng onun adına yoruluyordu; rezil bir okuldaki karmakarışık bir sınıf, asla yükselmeyen notlar ve bu ahlaki bütünlüğe sahip bir beden eğitimi sistemi, her nasılsa, asıl mesela şuydu ki bütün bunlarla bile, Lao Xu hala coşkuyla doluydu.

“Önce sizin seviyelerinize bakacağım.” Wang Xu basketbol sahasının ortasında dururken bir kaptan edasıyla topu tuttu.

“Kaç kere birlikte oynadık,” dedi biri. “Daha göreceğin ne seviyesi kaldı ha?”

“Birbirimizi iyice aşina olmalıyız!” Wang Xu surat astı, tekrar tekrar sahanın kenarında çömelmiş olan Jiang Cheng’e bakıyordu. “Jiang Cheng, buraya transfer edildiğin için ilk önce sen denemeye ne dersin, senin gerçek seviyen hakkında net bir fikrim yok.”

“Mm.” Jiang Cheng ayağa kalktı ve ceketini çıkardı. “Ne yapılmasını istersin?”

“Topla beni geç,” Wang Xu topu attı ve sonrasında top kapma duruşunu aldı.

“Tamam.” Jiang Cheng topu yakaladı, topun esnekliğini hissetmek için yerde iki kere sektirdikten sonra topu doğrudan Wang Xu’ya doğru sürdü.

Wang Xu hareket etmeden aynı noktada durdu; blok yapmak için uzandığı zaman, Jiang Cheng çoktan sol tarafından süratle geçmiş ve turnikeye çıkmıştı – güzel bir basket.

“Kötü değil!” Guo Xu bağırdı.

“Bekle!” Wang Xu biraz hoşnutsuz görünüyordu, “Daha ‘başla’ dememiştim, sinsice hücum yaptın.”

“Oh,” Jiang Cheng topu tuttu ve onun önünde durmaya geri döndü.

Wang Xu bir kere daha duruşu takındı ve çenesini kaldırdı: “Hadi!”

Jiang Cheng hareket eder etmez, hızla ilerlerdi ve kollarını sadece ona blok yapmak için değil aynı zamanda topu çalmaya çalışmak için de kullandı. Jiang Cheng tereddüt ettiği halde sonrasında potaya doğrudan sıçrayarak şut attı – tekrar basket.

“Üç sayı,” Gu Fei kenardaki sandalyede otururken konuştu.

“Müthiş! Bu sefer sınıfımız için umut var!” Biri heyecanla bağırdı.

Wang Xu’nun yüzündeki ifade biraz çirkinleşti ve tam konuşacağı sırada Gu Fei sözünü kesti: “Acele et, ben…burası soğuk.”

Spor salonundaki merkezi ısıtma sistemi iyi değildi; şimdi herkesin ceketlerini çıkarmasıyla, yalnızca gömlekleriyle kalmışlardı, Wang Xu sadece başıyla onaylayabildi: “Buna ne dersiniz, iki takıma ayrılalım ve bir şeyleri fark etmek için devre arası maçı yapalım?”

Herkes hemfikir olduğunu belirtti.

Başından beri kenardan izleyen Lao Xu, tam o anda yanlarına geldi: “Gu Fei ve Jiang Cheng’i karşı takımlara koy.”

“Neden?” Wang Xu sordu, “İkisi de mükemmel, işbirliği yapmalarına izin verelim.”

“İşbirliği yapmaları zor değil ancak asıl mesele şu ki birlikte olurlarsa, gerçekten de bizim oynamamıza gerek kalmaz,” Dedi Lu Xiaobin. “İkisini farklı takımlara ayırırsak, herkes antrenman yapabilir.”

“Aman ya, tamam!” Wang Xu oyuncuları eşitçe ayırırken bu sefer kaptan tavrını sergilemedi.

Lu Xiaobin, Guo Xu ve Jiang Cheng’in tanımadığı iki kişi; Jiang Cheng’in tarafında ise kendisi, Wang Xu ve yine tanımadığı üç kişi vardı.

Jiang Cheng ancak o zaman son zamanlardaki ruhsal durumunun ne kadar kötü olduğunun farkına vardı – çok uzun zaman geçmişti, ancak bu insanların hiçbirini tanımıyordu, birazcık bile.

Sahadaki beşini tanımadığı on kişiyle, yalnızca kıyafetlerine bel bağladı ve bugün ikisini ayırt edebilmiş olmasının çok da bir faydası olmadı…

Lao Xu bir düdük aldı ve kenar çizgisine doğru yürüdü: “O zaman ben de hakem olacağım.”

“Devre arası maçında hakemlik yapacak ne var?” Dedi Gu Fei.

“Devre arası maçında da uyulması gereken kurallar var.” Lao Xu’nun bir eli belindeydi diğer eli ise düdüğü tutuyordu. “‘Hava atışının’ başından itibaren, ki oldukça kısa bir andır, diğer her şey buna uygun işleyecek.”

“Tamam.” Wang Xu kendi tarafındaki insanları çağırdı. “Adam adama savunma ve gözünüz özellikle Da Fei’de olsun. Eğer top sizdeyse, Jiang Cheng’e verin, kendinize saklamayın. Da Fei yaklaştığı anda, hızla topu atın, o top çalmada mükemmel.”

“Tamam.” Birkaç insan onayladı.

“Sayı puanları sana bağlı.” Wang Xu, Jiang Cheng’in omzuna hafifçe vurma niyetiyle elini kaldırdı ancak tam eli omzuna değeceği anda geri çekti. “Dokunulmakla alakalı bir sorunun olduğunu unutmuşum.”

Jiang Cheng iç çekti.

Hava atışı hiç beklenmedik değildi – Atlayacak olanlar Gu Fei ve Jiang Cheng’ti.

Lao Xu topu ikisinin arasına yerleştirmek için elini uzattı: “Dikkatinizi toplayın, şimdi topu atacağım.”

“Bunu hangi hakem söyler ki…” Dedi Gu Fei.

“Dikkatini topla!” Lao Xu ona bakış attı.

Jiang Cheng arkasında duran Wang Xu’ya baktı, onun nasıl tepki vereceğini merak ediyordu.

Her zaman savunmada oynamıştı, daha önce hiç resmi bir maçta topa zıplamamıştı – doğrusu, topun Gu Fei’nin takımı tarafından alınacağı tahmin edilebilirdi.

Lao Xu topu yukarı fırlattı.

Jiang Cheng topa baktı, zıplamadan önce topun nereye ineceğini hesaplıyordu.

Zıpladığında gerçekten de kalkış zamanlamasını doğru kavradığını hissetti ancak topa dokunmak için uzandığında, Gu Fei’nin eli zaten üzerindeydi.

Elbette.

Jiang Cheng ayaklarının üzerine inene ve arkasına dönene kadar, top çoktan hızla potaya koşan Guo Xu’nun eline geçmişti.

Wang Xu onu takip ediyordu, Jiang Cheng tüm duruma attığı tek bir bakışla gerçekten de dilinin tutulduğunu hissetti. Oyun başlamadan önce adam adama savunma yapacaklarını söylemişti ancak top sahaya girdiğinde, sadece Wang Xu onu takip etmiyordu, diğer ikisi de elinde top olan oyuncuyu takip ediyordu ve sadece mavi giyen bir oyuncu Gu Fei’yi savunuyordu.

Diğer taraftan Jiang Cheng, Lu Xiaobin tarafından sıkı sıkıya savunuluyordu.

Guo Xu oldukça iyiydi. Top sürüşü çok istikrarlıydı ancak hızı yetersizdi. Jiang Cheng arkasından geldiğinde, üç sayı çizgisine daha yeni girmişti, pas atmaya hazırlanıyordu.

Onların planlarının da Wang Xu’nunkiyle aynı olduğunu tahmin etti: topu ele geçir ve Gu Fei’ye ilet.

Jiang Cheng, kısaca Gu Fei’nin pozisyonuna baktı ardından rakiplerini, Lu Xiaobin ve diğer kişi, aldatmak için kenara kaydıktan sonra zorla ikisinin arasından geçti.

Bu ilerleme oldukça iyiydi; Guo Xu onu fark ettiğinde topu çoktan atmıştı.

Jiang Cheng hızla uzandı ve topu engelledi.

“Geri dön, geri dön!” Wang Xu tepki vermekte hızlıydı ve hemen arkaya doğru koşmaya başladı.

Jiang Cheng geri getirmek için etrafında döndü ama Lu Xiaobin onu derhal blokladı.

Bu çocuk çok büyüktü; etrafını sardığında, Jiang Cheng dünya sarsıcı mevcudiyetini hissedebiliyordu. İki adım attı, topu yandan Wang Xu’ya iletmek için bir fırsat gözlüyordu.

Ancak Wang Xu, bu küstah mankafa, beklenmedik bir şekilde dikkatini ilerlemeye o kadar vermişti ki topu görmedi.

“Wang Xu!” Jiang Cheng sadece bağırabildi.

Nihayet, Wang Xu aceleyle etrafında döndü ve peşinden koştu, top tam çizgiden çıkmadan önce topu yakaladı.

Jiang Cheng ondan kurtulmak için, Lu Xiaobin’in topa bakmak için başını çevirdiği andan faydalandı ve potaya doğru koştu. Ve şu anda Wang Xu’ya blok yapan kimse olmadığından, eğer topu geri getirebilirse, Jiang Cheng sayı şansı bulabilirdi.

Sonuç itibarıyla, Jiang Cheng, Gu Fei önünden onu bloklamak için süzüldüğünde daha iki adım bile atamamıştı. Tam o anda, Wang Xu pas verdi hatta bağırıyordu: “Jiang Cheng!”

Bu bağrış da neyin nesi! Gu Fei’ye pas vermeye mi niyetlisin!!

Jiang Cheng kelimelere dökülemeyecek bir haldeydi. Topu yakalamasıyla beraber Gu Fei’nin elinin çoktan ulaştığını gördü – hızı şaşkınlık vericiydi.

Apar topar topu alçalttı ve bacaklarının arasına sürdü, sağ ve sol, ileri ve geri. Biraz adapte olduktan sonra, geçip gitme niyetiyle ağırlık merkezini indirdi.

Ancak Gu Fei ona böyle bir fırsat vermedi. Hemen hemen onunla aynı anda hareket etti ve sahte sıçrayışı Gu Fei’yi en ufak şekilde kandıramadı, hatta ani yön değiştirişi bile işe yaramadı.

Siktir!

Neyse ki, sadece o beceriksiz takım arkadaşlarına sahip değildi – Gu Fei de onlara sahipti.

O anda mavili oyuncuyu takip eden kimse yoktu, bu farkedilmeden rahatlıkla Gu Fei’nin arkasına gelmesine izin verdi – Jiang Cheng topu ona Gu Fei’nin bacaklarının arasından pasladı.

“Kahretsin.” Gu Fei döndüğünde, sadece mavili oyuncunun çoktan potaya ulaştığını görebildi. Muhtemelen o da kelimelere dökülemeyecek bir haldeydi.

Bununla beraber topu almış olan mavili oyuncu tereddütlüydü; potanın önündeki haline tek bir bakışla Jiang Cheng pas vermek istediğini görebiliyordu.

“Direk potaya!” Jiang Cheng bağırdı.

Ancak o zaman mavili oyuncu sıçradı ve topu attı.

Kaçırdı.

Jiang Cheng girmeyeceğini biliyordu – bu duruşla topun taban çizgisinin dışına çıkmasıyla bile oldukça şanslı sayılırdı.

Top potaya çarptı ve sekti – hala çemberden sekiz yüz metre uzaktaydı.

Bir grup insanın tamamı ribaundu almak için sıçradı, bazıları hızlı ve bazıları yavaş, birçok el aynı anda var olunamayacak uzlaşmasız bir rakipmiş gibi topla yüzleşti – oyuncular aslında topu kendi takım arkadaşlarından kaçırıyorlardı. Jiang Cheng nihayetinde aralarına düşen topu aldı ve kenar çizgisine gitti.

Ancak o anda, üç rakibi onu yarım daire şeklinde kuşattı. Bir takım arkadaşının gelmesine ihtiyacı vardı.

“Pas ver.” Biri sağdan söyledi.

Jiang Cheng süratle kenar çizgisinden pas verdi.

Ancak, top havada süzülürken birdenbire tepki verebildi – Lanet olsun, o Gu Fei’nin sesiydi!

Gerçekten de, bakmak için başını çevirdiğinde, Gu Fei topu elinde sıkıca tutuyordu.

“Hassiktir!” Jiang Cheng kendini küfretmekten alamadı.

Bu kahpe çok sinsi!

Gu Fei sırıttı.

“Jiang Cheng, ne yapıyorsun?!” Wang Xu kükredi.

“Gözünü ondan ayırma!” Jiang Cheng iyi bir ruh halinde değildi, “Tek başına bütün sahada koşuyor, lanet olası neden onu takip etmiyorsun!!”

Ancak onu adam adama savunmada yıkmak için çok geçti. Gu Fei topla aşırı hızlıydı ve Jiang Cheng’i rahat bırakmayan iki kişi, onun üstesinden gelinmesini zorlaştırıyordu. Beceriksiz takım arkadaşları Gu Fei’yi bloklamaya gittiği zaman, çoktan serbest atış çizgisindeydi.

Jiang Cheng, top hafifçe fırlatılıp çembere girmeden önce elini git gide uzatarak zıplarken hissiz bir şekilde onu izledi.

Topun kendisi tarafından doğrudan Gu Fei’nin eline ulaştırılmasıyla beraber, Jiang Cheng basitçe oraya gidip Gu Fei’yi yakasından sürüklemek istiyordu – nasıl bu kadar şeytan olabilirsin!

Jiang Cheng, o kişinin açıkça kim olduğuna bak,” sarı koşu ayakkabısı giyen takım arkadaşı konuştu. “Hala bizi ayırt edemiyor musun?”

“Mm,” Dedi Jiang Cheng “Üzgünüm.”

“Takım arkadaşlarına pas ver,” Kaptan Wang ona baktı. “Sıra arkadaşına değil!!”

“Pas atabileceğim bir yerde dursan iyi olur.” Jiang Cheng onun olduğu yöne bir bakış attı. “Açıklıkların hepsi onlara çıkıyordu, sıra arkadaşıma pas vermesem bile sadece çizginin dışına atabilirdim.”

Wang Xu epey tatsız bir ifadeyle kaşını kaldırdı ve tam konuşmak üzereyken top yanından sekti.

“Acele edin.” Dedi Gu Fei.

Jiang Cheng topu yakaladı ve Wang Xu’ya attı. “Sen pas ver, ben ele geçireceğim, diğerlerini blokla ve Gu Fei’nin yanıma gelmesine izin verme, onu ölesiye sinirlendir, kolunu çek ya da ayağını tekmele – faul yesen bile, asla açık olmasına izin verme*.”
*açık olmasına izin verme: Serbestçe dolaşmasına ve topu alma şansı yakalamasına izin verme

“Mm,” Wang Xu sert bir şekilde ona baktı.

Lu Xiaobin muhtemelen tüm takım içinde sorumluluklarına en sadık olanıydı. Wang Xu topla başladığında, Lu Xiaobin tüm zaman boyunca Jiang Cheng’in yanında kaldı, farkına varmadan Jiang Cheng’in uzunca bir süre topu atamamasına sebep oldu.

Sonunda Jiang Cheng’in aniden hücum etmekten başka seçeneği kalmamıştı, Wang Xu’nun önüne koşarak ona pas vermesi için fırsat verdi.

Ne var ki Wang Xu oldukça iyi top oynayabiliyordu. Jiang Cheng saha boyunca manevra yaparken, Lu Xiaobin o kadar yakından bastırıyordu ki biraz saniye devam etseydi ikisi arasında bir arbede yaşanacaktı, Wang Xu onu desteklemek için yanında kaldı.

Bu sefer Gu Fei onu bloklamak için gelmedi; mavi gömlekli oyuncu ve sarı ayakkabılı oyuncu Gu Fei’yi kıskaçta tutuyordu – kucaklaşmadan neredeyse bir el uzakta – ancak Jiang Cheng orta saha çizgisini geçtikten sonra, Gu Fei’nin ikilinin arasından sıvışma fırsatı bulduğunu gördü.

Yavaşça uzanıp turnike sonunda topu çembere bırakacak zamanı yoktu bu yüzden, Gu Fei – o üç kağıtçı ve şeytani haydut – dışında kimseye yöneltilmemiş öfkesine katlanarak, doğrudan üç sayı çizgisine gitti ve topa alışmak için durmadan tam Gu Fei bloklamak için zıplamadan önce topu attı.

Top mükemmel bir şekilde yukarı fırladı, devasa bir yay çizdi ve sonra çemberin içine düştü.

“Vay canına, iyi atış!” Wang Xu kükredi.

Jiang Cheng rahatlatıcı bir nefes verdi ve Gu Fei’ye bir baktı.

Gu Fei “Güzel.” dedi.

Devre arası maçında çok fazla ruh yoktu, özellikle de birbiriyle uyumlu çalışamayan bir takımda, düzensiz bir şekilde tüm sahanın etrafında koşma taktiği kullanmakla gayretli gözüküyorlardı ancak sayı almakta acınasıydılar.

Lao Xu düdük çaldıktan sonra, elini çırptı: “Oldukça iyi, oldukça iyi!”

Jiang Cheng özellikle sormak istedi, hangi kısmı oldukça iyiydi?

“Şu anda grubumuzda iki güçlü generalimiz var.” Dedi Lao Xu. “Ancak uzun süre boyunca tek bir kuralı bile çiğnemeden oynadınız, bu iyi değil! Kuralları yıkın, cesur olun! Atılgan olun! Gu Fei, oyunun nasıl gittiğini düşünüyorsun?”

“Büyük bir karmaşa.” Dedi Gu Fei.

Lao Xu bu cevapla tatmin olmamıştı bu yüzden bakmak için Jiang Cheng’e döndü: “Jiang Cheng, sen ne düşünüyorsun?”

“Aynısını.” Jiang Cheng özgürce cevapladı.

“Bugün antrenmanın sadece ilk günü.” Lao Xu kendi kendine konuşmaya devam etti, “Hala eksiklerimiz var! Kendinize güveniniz olsun! Güveniniz var mı yok mu?!”

Hiç kimse konuşmadı.

“Evet mi hayır mı?!” Lao Xu kollarını salladı. “Yüksek sesle cevap verin!”

Yine kimse konuşmadı.

Aslında, bu devre arası maçını yapmakla Jiang Cheng az ya da çok her şeyi görmüştü – o ve Gu Fei ayrı tutulursa, diğerlerinin normalde basketbol oynamadığı ve oynayabilen azınlığın sadece ortalama olduğu aşikardı.

“Evet mi…” Lao Xu cesaret verici bir şekilde devam etti.

“Evet.” Dürüst olmak gerekirse Jiang Cheng’in Lao Xu’nun sadece bir yanıt almak için bu kadar uğraşmasına seyirci kalacak yüreği yoktu, bu yüzden cevap verdi.

“Evet.” Wang Xu da söyledi.

Bir grup insan yarı ölü bir şekilde “evet” dedi.

“Kesinlikle! Doğru!” Lao Xu hemen gülümsedi, “Bu sefer hedefimiz yarı finale kalmak! Kendinize güveniyor musunuz?!”

Herkes yarı ölü bir şekilde “evet” demeye devam etti. Lao Xu tatmin olmuş bir şekilde onayladı: “Turnuvaya iki hafta kaldı. Hala yeterli zamanımız var; beden eğitimi dersi dışında öğleden sonraki bireysel çalışma dersi süresince de antrenman yapabilirsiniz.”

Bu teşvikin cazibesi muhteşemdi ve grup bundan sonra düzgün bir şekilde antrenman yapmaya dair hevesini hemen ifade etti.

O andan itibaren, Kaptan Wang maça devam etmelerine izin vermedi, bunun yerine: üçe üç, sayı almanın zafer olarak değerlendirildiği ve kaybeden tarafın bir oyuncusunu değiştirdiği bir düzene başladılar.

Gu Fei tekrar sahaya çıkmadı onun yerine kenardaki banka oturdu ve onları izledi.

Bu insanların beceri düzeylerinde iyi olan hiçbir şey olmamasına rağmen, Jiang Cheng gerçekten de uzun zamandır hiç bu kadar rahatlamamıştı – beklenmedik bir şekilde maçın olukça keyifli olduğunu düşünüyordu.

“Blok yapma, kahretsiiiinnn!!” Guo Xu isteksizce topu tuttu, “Jiang Cheng, biraz dinlenmek ister misin?”

“Jiang Cheng, gidip dinlen.” Dedi Wang Xu. “Burada olduğun sürece yedeklere gerek olmayacak.”

“Tamam.” Jiang Cheng güldü ve yerine giren Lu Xiaobin’le değişti; Lao Xu’nun yanına oturdu ve izledi.

“Nasıl?” Lao Xu sordu.

“Ne nasıl?” Jiang Cheng ona baktı.

“Takım.” Lao Xu cevapladı.

Jiang Cheng’in sesi kesildi, yine de hala Lao Xu’dan yayılan yoğun beklenti dalgasını hissedebiliyordu.

“Yarın, ikiniz takım olup nasıl gittiğine bakabilirsiniz?” Lao Xu sordu.

“Mm.” Jiang Cheng başıyla onayladı.

“Yarı finale kalmak zor, çok umutlanma.” Gu Fei kenardan konuştu. “Eleme maçında hangi sınıfa karşı oynayacağımıza bakalım, eğer sınıf iki olursa anında geri döneriz.”

“Olumlu ol!” Dedi Lao Xu.

“Mm” Gu Fei Lao Xu’ya baktı. “Ha, ha.”

İç karartıcı zil çaldığında, salona birçok insan girdi.

“Hadi gidelim.” Dedi Wang Xu. “Hepsi antrenman yapmak için burada, gizliliğimizi sürdürmeliyiz.”

“Neyin gizliliğini sürdüreceğiz?” Jiang Cheng sordu.

“Gücümüzün gizliliğini. Diğer sınıfların gözünde ezik imajını sürdürmeliyiz.” Dedi Wang Xu, ölümüne ciddi bir şekilde. “Ayrıca, Gu Fei’nin de oynadığını ve şu Jiang Cheng’in muhteşem bir basketbolcu olduğunu kimsenin bilmesine izin veremeyiz.”

“Aynen öyle, artık iki kozumuz var.” Herkes birbiri ardına onayladı, bu önemli görevin bir parçası olarak aşağılanmaya katlanan can sıkıcı yüzlerle.

“Buraya gelen herkes az önce beni gördü.” Dedi Gu Fei.

“Endişelenme.” Dedi Wang Xu. “Gösteri yapacağız.”

Gu Fei iç çekti ve ceketini giymek için ayağa kalktı, döndü ve girişe gitti.

“Kahretsin!” Wang Xu’nun feryadı boğazının derinliklerinden koptu, yanındaki Jiang Cheng’i şaşkınlığa düşürdü. “Kolektif onur duygusuna* sahip olamaz mısın?!”
*Kolektif onur duygusu – “Yeniden Yapılandırmacı Konfüçyüsçülük”, halka yönelik – şeref, rezillik ve utanç ancak toplumsal etkileşimin tutarlı minnettarlığı içinde anlaşılabilir. Üzgünüm ben de hiçbir şey anlamadım L

Gu Fei arkasına dönmedi, sadece arkadan orta parmağını kaldırdı.

“Wang Xu,” İçeri henüz girmiş olan biri montunu çıkarırken gülerek konuşuyordu: “Bu sefer ilerleme var ah, en azından, Da Fei gelmiş, değil mi.”

“Gidelim.” Wang Xu ayağa kalktı ve salondan çıkarken diğerlerine liderlik etti.

Jiang Cheng samimi bir şekilde Wang Xu’yu alkışlamak istedi. Gösteri aşırıydı, oyunculuk atlayarak ve sıçrayarak ilerliyordu ve kaptanlık pozisyonundan yakayı sıyırmaya çalışıyormuş gibi göründüğü için yüz kat daha güçlüydü.

“Bugün Gu Miao seni beklemek için burada değil mi?” Jiang Cheng, okulun girişinde Gu Miao’nun kaykayını kucakladığını göremedi.

“Her gün mutlaka buraya gelmiyor, bazen kendi oynamak için dışarı çıkıyor.” Dedi Gu Fei. “Yürüyerek mi geri döneceksin?”

“Mm.” Jiang Cheng basitçe cevapladı.

“Seni götüreyim mi?” Gu Fei sordu.

Jiang Cheng bir anlığına duraksadı, “Oh.”

Gu Fei bisikletini almak için gittiğinde, Jiang Cheng bir kez daha maçtaki söylediği “pas ver” cümlesini hatırladı ve aniden biraz sinirlendi: “Ah, çok sinsi olduğunu keşfettim.”

“Sadece öylesine söylemiştim.” Gu Fei bisiklete bindi ve pedala basıp ilerledi. “Gerçekten pas vereceğini kim hayal edebilirdi.”

“Yapacak öylesine o lanet sözcükleri söylemekten daha iyi bir işin yok muydu ha!!” Jiang Cheng takip etti ve o da bisiklete bindi, “Delisin.”

“Olur da karşı takımdan bir budala pas atarsa diye, oyunda kullanmak elverişli oluyor.” Dedi Gu Fei.

“Bok herif!” Jiang Cheng sövdü.

“Yarın antrenmana katılmaları için birkaç kişiyi arayacağım.” Dedi Gu Fei. “Bu şekilde oynamak gerçekten saçma.”

“Kimi arayacaksın?” Jiang Cheng geçen sefer Gu Fei’nin oynamak için getirdiği ‘shi-niao’yu hatırladı ve sordu, “Onları, Bu Shi Hao Niao’yu mu?”

“Ne?” Gu Fei boş gözlerle baktı.

“………….yok bir şey.” Jiang Cheng hızla cevapladı. “Geçen sefer seninle oynayanlar mı?”

“Bu Shi Hao Niao kim?” Gu Fei güldü. “Beni de patronları olarak mı aldın?”

Jiang Cheng’in sesi kesildi.

“Evet, onları.” Gu Fei daha fazla sorgulamadı. “Bu Shi Hao Niao.”

Jiang Cheng iç çekti.

İkili yol boyunca konuşmadı. Jiang Cheng yol kenarındaki kar yığınlarına bakarken düşüncelere daldı; son zamanlarda sürekli böyleydi, huzurlu olduğunda zihni dalıp gidiyordu – oradan buradan önemsiz şeyler hakkında düşünüyordu – önceden böyle olmazdı, zihninin dalıp gitmesi sadece zihninin dalıp gitmesiydi ve nereye giderse gitsin asla bilmezdi.

Ne zaman nihayet duyusal Mariana Çukuru’ndan kurtulabileceğinden emin değildi.

Gu Fei’nin oldukça hızlı pedallamasıyla, caddeye ulaşmak uzun sürmedi. Freni sıktı ve bisiklet yavaşladıktan sonra Jiang Cheng bisikletten atladı: “Teşekkürler.”

Gu Fei konuşmadı bunun yerine caddeye doğru baktı.

Aynı anda, Jiang Cheng, Li Baoguo’nun yerinin olduğu caddeden süzülen acı dolu inlemeler ve çığlıklar duydu. Döndüğünde sadece caddenin yanında yere düşmüş bir kişiyi ayaklarıyla çiğneyen ve tekmeleyen birkaç kişiyi fark edebildi.

“Boktan bir durum,” Jiang Cheng kaşlarını çattı, bu cadde gerçekten her gün bitmek bilmeyen bir kaosla çalkalanıyordu. “Şimdi ne…”

Gu Fei bisikleti durdurdu, kenardaki bir ağacın altına bağladı ve Jiang Cheng’e baktı: “Yerdeki kişi, Li Baoguo.”