SAYE 18. Bölüm

Share

❄❄❄❄❄❄❄❄❄❄❄❄

Jiang Cheng odasında küçük bir kitaplık monte etmek için çömeldi ama bütün vücudu terle kaplanana kadar üzerine titrediği halde raflar hala tamamlanmamıştı.

Parasını Babacık’a – Jack Ma* – verdiği tüm zamanlar içinde, bu muhtemelen en yerinde harcanmışıydı.
*Jack Ma Çinli iş insanı. Alibaba’nın kurucusu.

Bu kadar küçük bir kitaplık beş yüz yuandan daha fazlaydı ve aşırı ağırdı, yüksek kaliteli doku eline geçen her parçanın gerçekten de bambaşka bir seviyede olduğunu gösteriyordu. Problem oldukça fazla parça olmasıydı, bir de asimetrik bir çerçevesi olduğu gerçeği ve parçaların hiçbirinin özdeş olmaması.

Jiang Cheng bacakları ve altındaki tahtayı birleştirmeden önce uzun bir süre talimat kitabına baktı; vidalar da sıkılmalıydı ve delikler çok küçüktü, bu da vidalamayı zorlaştırıyordu, bu yüzden onları çekiçlemesi gerekiyordu… bir çekiçle.

“Bu şeyi internetten mi aldın?” Li Baoguo itip kapıyı açtı – sesi çok yüksek bir şekilde çınlıyordu.

Küçüklüğünden şu ana kadar, bir kere odasının kapısını kapattığında, hiç kimse odasına basitçe kapıyı iterek girmemişti. Li Baoguo’nun bağrışı yankılandığında, Jiang Cheng kalbinin ağzından çıkacağını hissetti ve duvara yapıştı.

Elindeki çekiç anında tak sesiyle sol elinin baş parmağına indi.

Dişlerini sıktı ve sonraki saniye parmak uçlarından yayılan acıya direnmeye çalıştı.

“Bu bir kitaplık, değil mi?” Li Baoguo tekrar sordu.

“Evet.” Jiang Cheng kelimenin sıkılı dişlerinin arasından kaçmasına izin verdi.

“Ne kadardı?” Li Baoguo odaya girdi ve yere saçılmış dağınık tahta parçalarına bakmak için eğildi. “Ve ayrıca kendin mi birleştirmek zorundasın?”

“Evet.” Jiang Cheng içine biraz hava çekti, nihayet biraz da olsa acının üstesinden geldiğini hissetti. Li Baoguo’ya baktı. “Gelecek sefere içeri girmeden önce kapıyı çalabilir misin?”

“Kapıyı mı çalayım?” Li Baoguo dehşet içindeydi, ardından Jiang Cheng’in söylediği şey tamamen gülünçmüş gibi gülmeye başladı. Bir süre güldükten sonra, nihayet elini Jiang Cheng’in omzuna koydu, “Hangi kapıyı çalayım! Oğlumun odasının, kendi oğlumun odasına girmeden önce kapıyı mı çalmak zorundayım? Senin bütün varlığını ben boşaldım!”

“N…e?” Jiang Cheng ciddi şekilde tedirginleşti.

“Lafın gelişi!” Li Baoguo sesli bir şekilde gülmeye devam etti, onu işaret etti, “Seni ahmak çocuk, bu bile seni korkutuyor mu?”

“Hayır,” Jiang Cheng yerde yatan tahtalara baktı. Montaja devam etmenin yanı sıra, şu anda kirpiklerini kaldırabilecekmiş gibi bile hissetmiyordu.

“Bak sana bir şey diyeceğim, bu evde çok fazla kural yoktur, kaba insanlarla dolu bir oda, zengin insanların tavırlarını sunamaz.” Dedi Li Baoguo. “Kendine bak, bir kitaplık bile kuramıyorsun… önemli olmamakla beraber, derslerin iyi. Dersleri iyi olan çocuklar böyle şeylerde iyi değildir, sadece beyninizi eğitmek için zamanınız var.”

Jiang Cheng herhangi bir mantığı olmayan konuşmayı dinledi; yapabileceği tek şey sessiz kalmaktı – Li Baoguo’nun yeterince konuştuktan sonra ayrılacağı umuduyla, geri püskürtmek için sessizliği kullanıyordu.

Ancak Li Baoguo geri püskürtülmedi. – Jiang Cheng’in yanına çömeldi ve konuştu: “Bir bakmama izin ver.”

Jiang Cheng hareket etmediğinde, basitçe yakından incelemek için tahtayı aldı, ardından talimat kitabındaki bitmiş ürünü inceledi. “Tamam, sadece biraz kenara çekil, ben halledeceğim.”

“Mm?” Jiang Cheng ona bakmak için başını çevirdi.

“Bu kolaymış.” Li Baoguo tahta yığınını bir araya topladı, iki parçayı yığından ayırdıktan sonra bükülmüş ahşap bir kirişi aldı ve parçaları birleştirmeye başladı.

Jiang Cheng sessizce onun maharetli ellerini izledi – o anda Li Baoguo, gözleri kartlara kilitlenmiş kumar masasındaki halinden çok daha göze hitap ediyordu.

Yarım saatten daha kısa sürede, Li Baoguo kitaplığı monte etmeyi bitirmişti ve talimat kitabına bir kere bile bakmamıştı.

“Tamam.” Kitaplığa bakarken ellerini çırptı. “Bu şey kesinlikle çirkin, bunu satın almışsın… ne kadar harcadın?”

“…Üç yüz.” Jiang Cheng aslında dört yüz demek istemişti ama bir anlık tereddütten sonra indirdi.

“Üç yüz mü?” Li Baoguo şaşkınlıkla böğürdü. “Bu tarz ahşap bir yapı üç yüze mi mal oldu? Seni işe yaramaz çocuk, düşünmeden harcıyorsun ah!”

Jiang Cheng cevap vermedi, doğrusu iki yüz demenin ya da yüz demenin Li Buoguo’nun böyle böğürmesinde bir fark yaratıp yaratmayacağından emin değildi.

Kitaplık kesinlikle ucuz değildi ama birincisi kalitesi oldukça iyiydi ve ikincisi tam sevdiği tarzdaydı. Daha önce ait olmadığı ya da daha sonra da aidiyet hissedemeyeceği bir odada “kendisine ait bir şeye” ihtiyacı vardı, yalnızca o zaman kendini rahat hissedecekti.

Ama bu ne Li Baoguo’nun anlayabileceği bir şeydi ne de Li Baoguo’nun anlamasını sağlayabilirdi.

“Oğlumda kesinlikle iş adamı tarzı var.” Li Baoguo iç çekti, “Bu baban ise geçimini sağlamak için en küçük şeyleri bile veresiye yazdırmak zorunda.”

“Bu sefer neyi veresiye yazdırdın?” Jiang Cheng boş gözlerle ona baktı.

“Geçen gün aldığım balık keklerini hatırla, tadı güzel dediğin,” Dedi Li Baoguo. “Ve bir şişe…ay, o çocuğun gözleri çok keskin, aksi halde alkolü ödemek zorunda kalmazdım… Ama diğer şeyler önceden yazdırılmıştı, o kadarcık para hiçbir şey.”

Jiang Cheng gözlerinin yuvalarından çıkacağını hissederek ona baktı. Onun ellerini yakalamak ve ellerine vurmak istemeye devam ediyordu.

“Belki…” Li Baoguo ona utanç ve münasebetsizlikle dolu bir ifadeyle baktı. “Oğlum, biraz paran var mı…hazırda?”

Jiang Cheng gerçekten hayır diye cevaplamak istedi ancak Li Baoguo’nun kitaplığı kurmasına yardım ettiği yarım saat içinde transa girdiği ve hatta etkilenmiş hissettiği inkar edilemezdi.

Şu anda Li Baoguo’nun rafı monte etmek için gönüllü davranışının arkasındaki temel güdünün sadece Jiang Cheng’in onun borcunu ödemesi için bir takas olabileceğini sezmesine rağmen…yine de başıyla onayladı: “Var.”

“Oğlum gerçekten de güvenilir!” Li Baoguo onun dirseğine vurdu.

“Hangi dükkana veresiye yazdırdın?” Jiang Cheng sordu. “Toplamda ne kadar? Şimdi gidip ödeyeceğim.”

“Sadece yan caddedeki küçük bir dükkan… Onu tanıyor olmalısın, Gu Fei,” Li Baoguo cevap verdi. “Gu Fei’nin ailesinin sahip olduğu dükkan…”

“Ne dedin? Gu Fei?” Jiang Cheng sözünü kesmek için bitirmesini beklemedi – konuşurken neredeyse sesi çatlıyordu.

“Evet, o da seni tanıyor gibi görünüyordu.” Dedi Li Baoguo. “Sadece sana gitmeni söylediğimi söyle… Hey, o da Si Zhong’a gidiyor, onu tanıyor olmalısın, değil mi?”

Jiang Cheng cevap vermedi; bir anlık kaos ve inanamayışın ve bir o kadar da temel ve açıklanamayan utancın ortasında, montunu kaptı ve kapıdan çıktı.

Bu kahretsin çok fazla…utanç verici!

Kendi babasının! Kısa süre önce kavga ettiği sıra arkadaşına borcu vardı!

Borçlu olmak Li Baoguo’nun yaşam biçimi tamamen algılanabilir olduğu için çok da büyük bir mesele değildi, ama anladığı kadarıyla, bir şeyleri çalarken borçlanmıştı!

Ve Gu Fei tarafından yakalanmıştı!

Lanet olsun!

Lanet olsun, lanet olsun!

Lanet olsunlar zinciri…

Parayı neden kendisi götürüyordu?

Parayı götürmesi için Li Baoguo’ya verseydi de aynı şey olmaz mıydı?

Evet, neden utanca ilk elden maruz kalmak için oraya gideyim ki, Jiang Cheng arkasına döndü ve eve geri yöneldi.

Tam koridorun başına vardığında, görünüşe göre Li Baoguo’nun üst kat komşusuyla sohbet eden sesinin yankılandığını duydu: “En küçük oğlum gelecek vaat eden bir çocuk! Dükkanın hesabını kapatamadığımı duyduğu anda, anında ödemeye gitti!”

“Ya,” Komşu teyze konuştu. “O zaman sen oldukça kutsanmışsın, çaba harcamadan böyle bir oğlan bulmuşsun.”

“Buna nasıl “çaba harcamadan” dersin! O da benim tohumum!” Li Baoguo çok sevinçli bir şekilde yüksek sesle cevapladı. “Bu çocuk Li Hui’den daha iyi, dükkana koşmama bile dayanamadı!”

“Tamamen gülümsemeyle kaplı olan yüzüne bak,” dedi teyze. “O zaman düzgün bir şekilde yaşamalısın, her gün bu şekilde içerken, oğlun seni görmezden gelmeye başlayana kadar bekle!”

“Pü! Bütün binanın içinde doğru dürüst konuşmayı bilmeyen tek kişi sensin, senden nazik konuşmanı istemek, aniden yere düşüp ölmeni istemekle aynı!” Li Baoguo karşılık verdi.

“O zaman ne için bana gösteriş yapıyorsun – senden gösteriş yapmamanı istemek de ölmeni istemekle aynı!” Teyze bağırmaya başladı.

Jiang Cheng tartışmanın sonunu duymak için beklemedi. Nihayet komşular arasındaki günlük kavgaların nasıl başladığını anlamıştı – sadece bu tartışmanın ana hatlarına bakıldığında, bir kavga dakikalar içinde çıkmak üzereydi.

Somurtarak merdiven boşluğuna giden dış duvara yaslandı, kızgınlıkla şapkasını çıkardı ve saçlarını karıştırdı.

Beş dakikalık bir iç savaştan sonra, dişlerini gıcırdattı ve bir kez daha Gu ailesinin dükkanının bulunduğu caddeye doğru yol aldı – esasında hava o kadar soğuktu ki, savaştan sonra yüzü çoktan uyuşmuştu.

Aslında çok önemli değildi, sadece biraz para ödemeye gidiyordu, daha fazla borç yaratmayacaktı, bir şeyler de çalmayacaktı…

Devamında mutlu olursa, faiz bile ekleyebilirdi!

∞ 

Yol ayrımına doğru yürürken, Gu Fei’nin aile dükkanın kapısı doğrudan kavşağa bakıyordu, bu yüzden, kavşakta durduğunda, kapının önündeki Gu Fei’nin sigarasını çiğnerken başını eğmiş telefonuyla oynadığını anında görebilmişti.

Muhtemelen daha önce hiç bu kadar utanç verici bir şey yapmadığı içindi ama Jiang Cheng’in istekli “havamda olursam faiz eklerim” düşüncesi sanki hayatı için koşuyormuşçasına Gu Fei’yi gördüğü anda aniden kayboldu.

Ve Gu Fei’nin başını kaldırıp onu farkettiği anda, yürüyen Jiang Cheng kol ve bacaklarının uyumunun bozulduğunu hissetti.

Aşırı derecede utandırıcı, Li Baoguo nasıl bu kadar utanç verici bir hayat yaşayabiliyor…

Gu Fei yüzünde fazla ifade olmadan onun yaklaşmasını izledi ve ancak Jiang Cheng yolun karşısına geçip onun yanına yürüdüğünde ağzından sigarasını çıkardı ve sordu: “Yeniden tencere almaya mı geldin?”

“…İçerde konuşalım.” Jiang Cheng bir personelin yandaki eczaneden çıktığını gördü.

Gu Fei arkasından takip eden Jiang Cheng ile beraber dükkana girdi.

“Mm?” Gu Fei, Jiang Cheng’e bakmak için arkasına döndü.

“Li Baoguo’nun buraya veresiye yazdırdı, değil mi?” sordu.

“Mm.” Gu Fei yazar kasaya yaslanırken onayladı. “Gerçi çok fazla değil, zaten burada pahalı bir şey de yok.”

“Ne kadar?” Jiang Cheng cüzdanını çıkardı. “Sana vereceğim.”

Gu Fei sigarayı söndürmek için elini kül tablasına doğru uzatırken ona baktı. Çekmeceyi açtı, bir defter çıkardı ve hızla sayfalara göz gezdirirken sordu: “Kendi paranla mı?”

“Başka ne olabilir ki,” Dedi Jiang Cheng. “Muhtemelen parası olsaydı veresiye yazdırmazdı.”

“Kumar oynamasaydı, veresiye yazdırmak zorunda kalmazdı.” Gu Fei defteri ona uzattı. “İki yüz altmış sekiz, bir bak.”

“Gerek yok.” Jiang Cheng deftere uzanmadı, Gu Fei’ye doğrudan üç yüz yuan verdi.

Buna hiçbir şekilde tanık olmak istemiyordu, Li Baoguo’nun yaşadığı bu türde bir hayata…hayır, ve onun kumar arkadaşlarının, aslında onlar hayatı önceden öngörülebilir bir sonu olmadan yaşayabilecek insanlardı.

“Her ay veresiye yazdırıyor,” Gu Fei para üstü için çekmeceyi karıştırdı ve eli masanın üzerindeyken Jiang Cheng’e baktı. “Gelecek ay da onun yerine ödeyecek misin?”

Jiang Cheng onun bakışlarına karşılık verdi ve kızgınlıkla parayı cebine attı: “Lanet olsun bunun neresi seni ilgilendiriyor.”

“Demek istediğim şu ki, borcunu kendisinin ödemesine izin vermelisin.” Gu Fei devam etti. “Aslında hepsini ödeyecek kadar parası var.”

Jiang Cheng ona baktı, hepsini ödeyebilir mi? Ama Li Baoguo’nun önceki konuşmasına bakıldığında borcunu ödeyemeyeceğini kastetmişti.

“Ancak biri onun yerine ödemeye gönüllüyse, elbette bunun için enerji harcamasına gerek yok.” Gu Fei sandalyeye oturdu. “Onun bu oyununu bile göremiyor musun?”

“…Hayır, görüşüm iyi değil.” Jiang Cheng iç çekti. “Sonuçta gösteriş yapmak için gözlük takmıyorum.”

“Onlar benim uzak gözlüklerim.” Gu Fei bakışlarını yüzüne çevirdi.

“O gerizekalı Craz3 Eşleştirme oyununu oynadığın için uzağı göremiyorsun, değil mi?” Jiang Cheng bir soruyla cevapladı.

“Ne…” Gu Fei güldü. “Daha önce nerede yaşıyordun, oradaki insanların tavrı oldukça nefis, ha?”

Jiang Cheng tek kelime etmeden ona baktı.

“Sadece senin bu huysuz tavırlarınla, eğer sıra arkadaşım olmasaydın, hayır, eğer Gu Miao yanlış ilaçları alıp seni göze hitap eder bulmasaydı,” Gu Fei onu işaret etti. “Uzun zaman önce sana o kadar sert vururdum ki Xiao Ming’in büyükbabası bile seni tanıyamazdı.”

“Sen?” Jiang Cheng soğukkanlılıkla güldü. “Bana nasıl vururdun, avcumu sıkıştırarak mı?”

“Bu doğru, ben senin kadar becerikli değilim.” Gu Fei kol yenlerini sıvadı ve Jiang Cheng’e bileğini gösterdi.

Jiang Cheng baktı ve kırmızı yüzeysel bir iz gördü.

“Oh! Kahretsin,” Oldukça şaşırmıştı. “Çok uzun süre önce ısırılmana rağmen hala geçmedi mi?”

“Dişlerin oldukça şaşırtıcı, eğer bir fermuarı ısırıp koparabildiğini bilseydim, senden uzak dururdum.” Dedi Gu Fei. “Isırığın bir dizi kanlı delik bıraktı ve kabuğu bile daha yeni düştü.”

Jiang Cheng cevap vermedi – gerçekten de o günkü dikkatsiz ısırığın Gu Fei de böylesine bir iz bırakacağını tahmin edememişti.

Ama Gu Fei yarasına basmamış olsaydı…

Birdenbire gerçekten gülmek istedi – aslında Gu Fei ile aşırı aptalca bir kavga etmişti.

Göz ucuyla Gu Fei’ye bakarken kahkahasını kontrol altına almaya çalıştı, ancak Gu Fei’nin yüz ifadesi de kontrol altında değildi; dudaklarının köşesi yeterince kasılmadığı için çoktan yukarı doğru kavislenmişti.

“Siktir.” Dedi.

Ve aynı anda, Jiang Cheng ve Gu Fei, histerik bir kahkahaya kapıldılar.

Absürt kahkahalar bulaşıcı bir hastalıktı, daha az gülmek istedikçe kahkahaların daha şiddetli hale gelirdi ve bunu durduramazdın.

Önceden, Pan Zhi sınıf öğretmenleri tarafından azarlandığında, kalbinin korkuyla sarsıldığını söylerdi, ancak bir sebepten dolayı, kahkahalarını durduramazdı. Sonunda, koridora postalandığı her seferinde, başını havaya kaldırarak derinlemesine gülerdi.

Jiang Cheng ne onun çok iyi bir ruh halinde olmadığını ve üzgün göründüğünü gördüğü tam şu anda gülmek istiyordu… ne de Gu Fei ile birlikte gülmek istiyordu.

Ancak yine de kendini durduramadı.

Gu Fei sandalyeye yaslandı, Jiang Cheng depo raflarına yaslandı ve ikisinin kahkahaları neredeyse tam bir dakika sürdü. En sonunda, kontrol edilemez kahkahaları yüzünden öfkesi ayaklarından yükseldi; perdeleri kaldırdı ve dışarı çıktı.

“Siktir!” Soğuk kış rüzgarı yüzüne çarparken, nihayet çılgın kahkahasını durdurdu ve sövdü.

Sövdükten sonra dükkana geri dönmedi onun yerine basitçe elleri ceplerinde kavşağa doğru yürüdü.

Bu oldukça hüzünlüydü – bu tarz histerik bir kahkaha ancak bu kadar uzun sürebilirdi, gülüşme sesleri durduğu anda, aniden gerçekliğe geri dönmüştü.

Birdenbire biraz heyecanlandı ve şaşkınlaştı. Eğer kendini bu şekilde bastırmaya devam ederse, bu bir hastalığa yakalanmasıyla mı sonuçlanacaktı…

Zhou Jing basketbol turnuvasından bahsettiğinde, bilgi oldukça kesindi.

Lao Xu, Jiang Cheng’i ofisine çağırdı ve Jiang Cheng Lao Xu’nun masasının üzerindeki basketbol topunu gördüğü saniye, anında Lao Xu’nun onu neden çağırdığını anlamıştı.

“Nasıl basketbol oynandığını bilmiyorum.” Dedi.

“Ah, bu çocuk,” Lao Xu bir tabure getirdi. “Otur, biraz konuşalım.”

Jiang Cheng oturdu. Gerçeği söylemek gerekirse, top oynamak istiyordu ancak sadece birkaç kişi bularak boş zaman faaliyeti olarak oynamak istiyordu. Lao Xu tarafından böyle büyük bir sorumluluğu taşımak üzere bu kadar resmi bir şekilde çağırılmak ve resmi bir şekilde bilgilendirilmek istemiyordu.

“Eski okulunda basketbol takımındaydın, değil mi?” Lao Xu sordu.

“Bu gereksiz sahte soruları durdursak nasıl olur, Lao Xu,” Jiang Cheng iç çekti. “Çoktan sekiz nesil atalarıma bakmışsınız gibi hissediyorum.”

“Her yönüyle bir xueba sonunda okulumuza geldi, elbette seni araştırmalıydım.” Lao Xu gülmeye başladı. “Aslında, seni buraya çağırmadan önce reddedeceğini az çok biliyordum ancak yine de bir denemek istedim.”

“Oh,” Jiang Cheng yanıtladı.

“Okulumuz her yıl basketbol turnuvalarına ev sahipliği yapıyor, sadece bir kere değil ve ayrıca, okul müdürü de basketbol oynamayı sever.” Lao Xu devam etti. “Ne olursa olsun, sınıfımıza her zaman rehberlik ettim ancak ne tür bir yarışma ya da turnuva olursa olsun, bir kere bile kazanamadık…”

Jiang Cheng oldukça şaşırmıştı, Gu Fei’nin top oynayışını görmüştü, bu yüzden sınıftaki kimse onunla birlikte çalışamasa bile, bir kere bile kazanamamış olmaları hala mümkün görünmüyordu.

“Gu Fei basketbolda oldukça iyi değil mi?” Kendini sormaktan geri alamadı.

“O çocuk,” Lao Xu iç çekti. “Gerçekten inanılmaz, sınıfla ilişkili hiçbir etkinliğe katılmaz, bize karşı diğer sınıflara yardım etmemesi bile yeterince iyi.”

“O zaman, beni neden buraya çağırdınız? Maçı tek başıma kazanmam pek olası değil.” Dedi Jiang Cheng.

“Takım kaptanı olmaya ne dersin?” Dedi Lao Xu. “Yeteneklerinin yeterli olduğunu hissediyorum, bunu…”

“Bunu nereden hissettiniz ah?” Jiang Cheng aciz hissetmeye başlamıştı.

“Ruhundan.” Lao Xu cevapladı.

“Ahh,” Jiang Cheng kalbinin üzerindeki bölgeyi ovma isteğine karşı koyamadı.

“Eğer kabul edersen,” Lao Xu gülümsedi. “Gidip Gu Fei ile konuşacağım, siz ikiniz, artı Wang Xu, Guo Xu, Lu Xiaobin… beş kişiyi bir araya getirip sonrasında da her gün pratik yapacak biraz zaman bulursak en azından bir şansımız olacağını hissediyorum.”

Jiang Cheng cevap vermedi – Guo Xu ve Lu Xiaobin’in kim olduğunu bile bilmiyordu.

Yine de Lao Xu içten bir şekilde onu ikna etmeye çalışmaya devam etti ve Jiang Cheng o anda onu reddetmek için bir neden bulamadı.

“Xu Zong, sadece tek bir isteğim var,” dedi. “Kesinlikle takım kaptanı olmayacağım, ruhum muhtemelen yanlış anlamana sebep oldu. Başka bir kişiyle değiştir, sadece uyumlu davranırsam her şey iyi olacaktır.”

Jiang Cheng kabul ettiğinde Lao Xu tavuk kanıyla kafayı bulmuş gibiydi – hemen serbest çalışma zamanında olan Gu Fei’yi çağırdı.

“Gu Fei, bir saniyeliğine ofisime gel.” Lao Xu sırasının üzerini tık tıkladı.

“Bir süredir geç kalmadım ya da dersi asmadım.” Dedi Gu Fei, geri zekalı Craz3 Eşleştirme oyununu oynarken başını sıranın kenarına dayamıştı.

“Onunla alakalı değil.” Lao Xu sıraya tekrar vurdu.

“Basketbol oynamam.” Gu Fei devam etti.

“Onunla alakalı da değil.” Dedi Lao Xu. “Hadi.”

Lao Xu arkasına döndü ve sınıftan dışarı çıktı, Gu Fei inat etti ve sonunda isteksiz bir şekilde ayağa kalkıp yavaşça sınıftan çıkmadan önce oynadığı seviyeyi bitirdi.

“Hey Jiang Cheng, Jiang…” Zhou Jing ikinci kere seslenirken bir şeyi hatırlamış gibiydi ve seslenmeye devam etmedi. “Lao Xu ikinizi de turnuva için yanına çağırdı, değil mi?”

Jiang Cheng ses çıkarmadı.

“Ay, tek bakışla kesinlikle nasıl top oynandığını bildiğini anlayabiliyorum, değil mi, nasıl basketbol oynanacağını biliyorsun, değil mi?” Zhou Jing sormaya devam etti.

“Sınıfınız turnuvaları tek bir kere bile kazanamadı mı?” Jiang Cheng sordu.

“Evet, asla kazanamadı.” Zhou Jiang cevapladı. “Biz beşeri bilimler bölümüyüz, kazanamamamız normal.”

Jiang Cheng ona baktı: “Siktiğimin saçmalığı.”

Gu Fei on dakika sonra sınıfa döndü ve oturduğu anda telefonunu çıkarıp oyununu oynamaya devam etti.

Jiang Cheng bir şeyler söyleyeceğini düşünmüştü yine de tek kelime etmedi – Lao Xu başarısız olmuş gibi görünüyordu.

Wang Xu’nun oturduğu yere doğru baktı, eğer Gu Fei orada olmazsa ve Wang Xu gibi bir kalın kafalıyla oynamak zorunda kalırsa… düşündüğünde oldukça sıkıcıydı.

“Lao Xu gibi narin yaşlı bir amcanın bir gün yalan söylemeyi öğreneceğini kim tahmin edebilirdi,” Gu Fei kısık bir sesle söyledi.

“Hmm?” Jiang Cheng başını ona çevirdi. “Ne hakkında yalan söyledi?”

“Bunun basketbol oynamakla alakalı olmadığını söyledi.” Gu Fei oynamaya devam ederken konuştu. “Senin de oynayacağını söyledi, doğru mu?”

“…Mm” Jiang Cheng cevapladı. “Çok acınası görünüyordu.”

“Sana herkes acınası görünüyor.” Dedi Gu Fei.

“Mm, sen de bana oldukça acınası görünüyorsun,” Jiang Cheng ona baktı.

“Bana Craz3 Eşleştirme oynadığım için mi acıyorsun?” Gu Fei sordu.

“Sana Craz3 Eşleştirme oynadığın ve dört gündür tek bir seviye bile atlayamadığın için acıyorum.” Jiang Cheng çabucak devam ettirdi.

Gu Fei telefonunu indirdi ve Jiang Cheng’e bakmak için başını çevirdi: “Anlıyorum, gerçekten dayak arıyorsun ha.”

Jiang Cheng tamamen sahte gülümsemelerle kaplı bir yüzle Gu Fei ile yüzleşmek üzere döndü. “Benimle açıkça konuşmayacaksan çeneni kapatabilirsin, sanki ileri geri atışmak eğlenceliymiş gibi.”

“Önceden hangi pozisyonda oynuyordun?” Gu Fei başını eğdi ve oyununu oynamaya devam etti.

“Defans.” Jiang Cheng refleks olarak yanıtladı.

” O zaman bir deneyelim.” Dedi Gu Fei. “Lao Xu’ya kesin bir cevap vermedim.”

“Hayır, şey,” Jiang Cheng bunun beklenmedik olduğunu düşündü. “Bu sadece bir oyun değil mi, sonuçta senden kurban edilmen amacıyla infaz edilmen istenmiyor, o kadar zor mu?”

“Bu rahatsız edici.” Dedi Gu Fei. “Sadece bir düşün, Jiu Ri* gibi bir çocuk da sahada olacak.”
*Wang Xu’yu kastediyor.

“Sahada olmasındaki problem ne?” Jiang Cheng sınıf arkadaşına baktı, Wang Jiu Ri, şu anda kollarını kavuşturmuş bir şekilde arkasına yaslanmıştı, gözleri kapalı bir şekilde patron gibi davranıyor – ruhunu dinlendiriyordu.

“Her sınıfta onun gibi biri vardır…Siktir!” Gu Fei telefonunu sıranın altına fırlattı, muhtemelen seviyeyi yine geçememişti. “Saha içinde iyi ancak saha dışında ne olacağını kim bilebilir, beni rahatsız eden bu.”

“Oynuyor musun, oynamıyor musun?” Jiang Cheng sordu. “Beni de rahatsız ediyor, kahretsin bir kere dene, kahretsin ah – ya oyna ya da bir daha hiç oynama.”

“Tamam.” Dedi Gu Fei. “Sen oynarsan ben de oynayacağım.”