SAYE 13. Bölüm

Jiang Cheng sabah biraz geç uyandı. Gözlerini açtığında neredeyse ilk dersin başlama zamanıydı.

Dersleri asmak için rekor süresi iki gündü, eve dönmemek içinse üç gün, bununla beraber derse nadiren geç kalırdı. Neden olduğundan emin değildi ama bir derse katılmaya karar verirse geç kalmamayı tercih ederdi.

Okul daha yeni başlamıştı ve şu anda dersi asmayı planlamıyordu. Saate baktı, yataktan fırladı, banyoya koştu ve tek kullanımlık diş fırçasını eline aldı.

Genelde otelde kaldığında bile bu şeyleri kullanmazdı çünkü bu diş fırçaları ölümcül derecede sert kıllara sahipti ve boyutları gereğinden fazla büyüktü, ayrıca genelde lezzetli bir aromaları da olmazdı… Ve gargara yaparken, sol eline çok güç verdiği için miydi ya da sadece diş fırçası berbat olduğu için miydi emin değildi ama diş etlerinin kanayacağının farkına varamamıştı.

Başını kaldırdığında, kendi solgun, uykusunu alamamış aksini gördü – gözlerinin çevresinde ağzındaki beyaz köpüklerle eşleşen siyah halkaların izi vardı…

“Ah…” Aynaya bakarken, göğsünü kavramak için bandajla sarılı elini kullandı ve dramatik bir şekilde ileriyi işaret ederken ciğerlerine acı dolu birkaç nefeslik hava aldı. “Lanet… bu bokun içinde… zehir var! Ah!”

Performansı bittikten sonra bir süre kendine güldü ardından neredeyse geç kaldığını hatırlayarak, süratle çabuk bir şekilde yıkamak için yüzüne su çarpmaya başladı.

Odanın ücretini ödedikten sonra otelden dışarı koşarken, caddenin karşısındaki Ru Jia’nın ona güldüğünü neredeyse hissedebiliyordu.

Doğrusu, dün Gu Fei’nin açık talimatlarını takip ederek Ru Jia’yı bulmuştu. Bununla beraber, bütün vücudunu aradığında beş yüz yuan ve cep telefonu dışında üzerinde kendisine ait tek bir parça kıyafet bile olmadığını fark etmişti. Sonunda basbayağı Ru Jia’da kalamamıştı.

Çünkü üzerinde kimlik kartı yoktu ve Jiang Cheng içeri girmek için resepsiyon görevlisinden yardım almaya çalışırken resepsiyonist polisi aramakla tehdit etmişti – daha kötüye gidemezdi.

Küçük ve çürümüş bu şehrin büyük ve eski bir bölgesindeki bir motelde oda tutmak neden bu kadar zordu?!

Zaten üzerinde Gu Fei’nin kazağı vardı, Gu Fei’nin dolgulu montunu giyiyordu, Gu Fei’nin şarj aletini almıştı ve ayrıca onun yemeğini yemiş sigarasını içmişti, gerçekten de geri gidip Gu Fei’den kimliğini ödünç vermesini istemeye yüzü yoktu.

Tam kaderine yenik düşüp gece için bir internet kafenin içine kapanmaya karar vermişti ki caddenin karşısında küçük bir motel gördü, nitekim sonunda kurtulmuştu.

Küçük motele son bir bakış atmak için döndü, “Zhou’nun Aile Moteli” ve zihnine not aldı. Hafıza günlüklerini yazdığı sonraki seferde geri dönüp zevk alabilirdi.

Motelin altındaki küçük dükkandan kahvaltı aldıktan sonra yemek için zamanı yoktu, çantasının içine tıkıştırdı ve hızlı bir şekilde okulun olduğu yöne doğru koştu.

Si Zhong ve şehrin bu tarafı arasındaki mesafe çok uzak değildi – iki durak uzaklıktaydı ve onlar da küçük duraklardı. Biri bu zamanı otobüsü bekleyip ve sonra sıkışmak için kullansaydı, gideceği yere çoktan yürüyerek varmış olurdu. Yakın olduğu söylense de bütün yol boyunca koşmak Jiang Cheng’i öldürmek üzereydi ve ayrıca sabahın bu erken saatlerinde taksi bulmak da zordu.

Jiang Cheng okul kapısına doğru koşarken uyarı zilinin çaldığını duydu. Etrafındaki insanlar yavaş çekimde filtrelenmişçesine kapıya yaklaştılar, tek bir tepki belirtisi bile olmadan yavaşça ilerlerken yemeye ve sohbet etmeye devam ettiler. Uyarı zilinin ritmine ahenkli olarak kendi arka bahçelerinde geziniyormuş gibi okul kampüsüne adım attılar.

Jiang Cheng kendi adımlarını yavaşlattı, bu büyük seyirci kitlesinin önünde hızlı yürüyen bir inek gibi görünmek istemiyordu.

Mevcut durumu değerlendirdiğinde, önceki okulunda olsaydı görevli öğretmenler çoktan bir küfür seferberliği başlatmış olurdu. Lakin Si Zhong’un kapısında durmakla görevli öğretmen – yumuşak başlı olsalar da olmasalar da ya da böyle saçmalıklara alışmış olsalar da olmasalar da – kibarca bağırıyordu: “Acele edin! Hızınızı arttırın! Kapandıktan sonra kapıya kim tırmanırsa ceza puanı alacaktır!”

Kapıya tırmanmak? Jiang Cheng etrafında döndü ve okul kapısına baktı.

Si Zhong’un kapıları oldukça gösterişliydi: iki katmanlıydı, ilk katmanı bir insanın yarısı uzunluğunda mekanik bir kapı ve iç katmanı ise iki çerçeveli sivri uçlu metal bir kapıydı.

Aniden Gu Fei’nin dün geç kaldığını hatırladı – içeri mi tırmandı?

Cık. Sadece şu sivri uçları düşünürken bile kasıklarından geçen soğuk rüzgarın hışırtısını hissedebiliyordu.

Merdivenlerden yukarı çıkarken arkasından biri adını seslendi: “Jiang Cheng!”

Arkasına döndüğünde ekstra büyük bir pankek tutan Wang Xu’nun aynı anda hem kemirip hem de ona doğru koştuğunu gördü.

“Yok artık, gerçekten sensin.” Wang Xu yukarıdan aşağıya Jiang Cheng’i inceledi. “Biraz önce Da Fei olduğunu sandım ama sonra şapkanın doğru olmadığını farkettim…neden onun kıyafetlerini giyiniyorsun? Bunlar onun kıyafetleri, değil mi?”

“Evet.” Jiang Cheng yukarı çıkmaya devam etti.

“Bir şey mi oldu?” Wang Xu eline baktı. “Kahretsin, eline ne oldu? Hou Zhi miydi? Saklanmaya Da Fei’lere mi gittin?”

“Hayır, değildi. Hayır.” Jiang Cheng cevapladı.

“Benden saklamana gerek yok.” Wang Xu sadık bir tavırla hafifçe omzuna vurdu. “Bu benim yüzümden oldu. Olay çıkarsa sorumluluk alacağım, sadece bana gerçeği söyle…”

“Yapma.” Jiang Cheng, Wang Xu’ya bakmak için döndü. “Omzuma vurma.”

Wang Xu elini kaldırdı.

“Ayrıca, sırtıma da vurma.” Jiang Cheng ekledi.

“Siktir” Wang Xu, Jiang Cheng’in yanından birkaç uzun adımda geçerken oldukça rahatsız bir şekilde elini cebine geri koydu ve merdivenlerden yukarı çıktı. “Fazlasıyla muamma.”

Gu Fei sabahki bireysel çalışma sürecinde ortada görünmedi, Jiang Cheng derse geç kaldığından dolayı mı yoksa büsbütün dersleri astığından dolayı mıydı emin değildi.

Jiang Cheng sırasının üzerine eğildi ve Zhou Jin’in vücudunu kendini saklamak için kullanarak yavaşça kahvaltısını yaptı. Daha dört hafta geçmemişti bile ve bu beş kişi şimdiden beraber yemek yiyordu.

Yemek yerken kendi kendine düşündü, sadece iki gün olmuştu ve o çoktan asimile olmuştu?

Kahvaltısı aslında oldukça basitti: kızarmış çin mantısı ve soya sütü. Hatta derste yemek yerken kokunun çok kuvvetli olacağından korktuğu için dikkatle çin mantılarının lahana dolgulu olmasını bile istemişti.

Oysa etrafına baktığında, frenk soğanı dolgulu çin mantıları, frenk soğanı dolgulu etli turtalar… kokuyu boş ver, bir kase dana aromalı erişte höpürdeten biri bile vardı.

İlk ders İngilizce’ydi, Lao Lu her zamanki gibi kükreyerek yürüdü ve şaşırtıcı olmayan bir şekilde, bireysel çalışma ve sonrasındaki ara boyunca yavaşça yemek yemeye devam eden bir çocuktan yarım bir çin mantısı bile çaldı.

“Ay” Zhou Jing başını çevirdi. “Jiang Cheng, Jiang Cheng.”

Jiang Cheng tek bir kelime bile etmeden ona baktı.

“Jiang Cheng?” Zhou Jing tekrar seslendi. “Jiang Cheng.”

“Söyle gitsin.” Jiang Cheng sonunda Gu Fei’nin onu onaylamakla neden uğraşmadığını anlamıştı, bu kişi isminize cevap verene kadar durmaksızın konuşuyordu.

“Gu Fei’nin kıyafetlerini giyiniyorsun, değil mi?” Zhou Jing sordu.

Jiang Cheng kaşını kaldırdı ve sandalyenin üzerine attığı dolgulu cekete göz attı. Gu Fei’nin sık sık giydiği ceketlerden birini giydiğini hissetmeye başlamıştı.

Wang Xu tek bir bakışta anlamıştı, Zhou Jing bile anlamıştı – muhtemelen sınıfın yarısı Gu Fei’nin montunu giydiğini fark etmişti.

Üzerindeki kazağa bakmak için başını eğdiğinde bunun da sık giydiklerinden biri olmaması için sadece dua edebildi.

“Bu kazak da Gu Fei’nin, değil mi?” Zhou Jing tekrar sordu. “Dün Gu Fei’nin evinde miydin?”

Siktir!

Jiang Cheng onu görmezden geldi ve uyuklamak isteyerek sıranın üzerine uzandı.

“Ay, Jiang Cheng.” Zhou Jing sıraya vurma alışkanlığını bırakmıştı. “Gu Fei bugün neden derse gelmedi?”

“Şu an çeneni kapatmazsan seni tokatlayacağım.” Jiang Cheng gözleri kapalıyken mırıldandı.

Zhou Jing iç çekti ve sonrasında onun tarafından hiç ses gelmedi.

Sınıf çok konforluydu, kavurucu sıcaktı ama kazağını çıkarmak da doğru görünmüyordu, kazağının altına hiçbir şey giymediğini saymazsak bile sınıfta yarı çıplak oturamazdı.

Bu Gu Fei gösterişten uzak görünüyordu, okulda iki cümleden fazlasını söylemiyor ya da birine özellikle yakın görünmüyordu. Tuvalete bile tek başına gidiyordu ama yine de bu insanların her biri ne giydiğini hatırlıyordu.

Ne kadar da harika.

İkinci ders lisan dersiydi. Ders bittikten sonra Lao Xu, Jiang Cheng’e doğru yürüdü ve ona baktı. “Jiang Cheng, bir saniyeliğine buraya gel.”

Jiang Cheng ayağa kalktı, Lao Xu’yu sınıfın dışına takip ederken tereddütle Gu Fei’nin ceketini giydi ve birlikte koridorda durdular. “Sorun ne, Xu Zong?”

“Gu Fei bugün neden derse gelmedi?” Lao Xu sordu.

“Nerden bilebilirim?” Jiang Cheng’in bir nebze nutku tutulmuştu.

“Bilmiyor musun?” Lao Xu, Jiang Cheng’e baktı yüzünde dev gibi iki karakterle ‘Sana inanmıyorum’ yazıyordu ve bunu ‘gerçekten bilmiyor musun yoksa sadece bana söylemeye karşı isteksiz misin’ takip etti.

“Onu o kadar iyi bile tanımıyorum, neden onu koruyayım?” Jiang Cheng kızgınlıkla cevapladı.

“Oh, demek öyle.” Lao Xu iç çekti. “Onun kıyafetlerini giyindiğini gördüm bu yüzden dün birlikte olduğunuzu ve bugün neden burada olmadığını bilebileceğini sandım.”

“…oh.” Jiang Cheng mırıldandı yapabilediği tek şey böyle mırıldanmaktı. Bir kelime daha ederse ağız dolusu eski kan fışkıracakmış gibi hissetti.

“Jiang Cheng ah,” Lao Xu ona baktı. “Gu Fei ile iletişim içinde olduğunuz bu iki gün, bir insan olarak onun hakkında ne hissediyorsun?”

Jiang Cheng, Lao Xu ‘ya baktı. Şu anda okulda olduğu, önünde duran kişinin sınıf öğretmeni olduğu ve Gu Fei’nin sadece sıra arkadaşı olduğu gerçeğinin farkında olmasaydı, bir kör randevu ayarlayıcısıyla karşı karşıya olduğu sanısına kapılabilirdi.

“Bir gün,” Jiang Cheng, Lao Xu’nun söylediklerini düzeltti. “Kesin olmak gerekirse yarım gün.”

“Evet, dün öğleden sonra burada değildi.” Lao Xu kaşlarını çattı. “O zaman, nasıl hissediyorsun…”

“Hiçbir hissim yok.” Jiang Cheng sözünü kesti. “Xu Zong, o kişiye karşı herhangi bir fikrim yok.”

“Gu Fei oldukça zeki. Başarısız olanların geri kalanından farklı,” Lao Xu kendi fikirlerini ifade etme konusunda kararlıydı. “İdeolojileri geliştirilebilirse, notları yükselecektir.”

“Benim tarafımdan mı?” Jiang Cheng kendini işaret etti, neredeyse sormak istiyordu ‘uyanık olduğundan emin misin?’

“Hayır, hayır, benim.” Lao Xu gülümsedi, parmağıyla kendini işaret etti. “İdeolojiler, tabiki, sınıf öğretmeni tarafından geliştirilmeli.”

Jiang Cheng sessiz kaldı. Lao Xu’nun iyi bir insan olduğunu görebiliyordu ama öğrencilerinin kalbindeki şu anki konumuna bakıldığında bu işin zorluğu oldukça büyüktü. Gu Fei’yi bırakın, Zhou Jing gibi biri bile onun söylediklerine inanmazdı.

“Düşünüyordum da, senin notların oldukça iyi.”Dedi Lao Xu. “Gu Fei’nin öğrenme ortağı olabilir misin?”

“Ne?” Jiang Cheng şaşkınlıkla Lao Xu’ya baktı.

Öğrenme – ortağı?

Bu tür bir eşleşme ancak ortaokulda gerçekleşirdi ve nihai sonucunda da ya hiçbir şey olmazdı ya da erken aşk ilişkileri ortaya çıkardı. Lisede tekrar ortaya çıkması…Lao Xu’nun şu anki yüz ifadesi gerçekten de orta yaşlı çıkartmalarına benziyordu.

“Tam olarak öğrenme ortağı değil.” Lao Xu açıklamaya çalıştı. “Sadece ona daha sık yardım et, ders sırasında dinlemesini sağla, anlayamadığı soruları ona öğret…”

Jiang Cheng, Lao Xu’ya baktı, Lao Xu’nun içindeki hangi gücün Gu Fei’nin bir başkasının denetimini kabul etmeye ikna olacağı illüzyonuna inanmasına neden olduğunu anlayamıyordu.

“Daha önce, boş zamanlarında Yi Jing ona ders veriyordu. Yi Jing sınıf başkanı, çok çalışkan ama sonuçta o bir kız, rahatsız edici olabilir.” Lao Xu aptalca konuşuyordu. “Bu yüzden umarım sen… senin kendi notlarını engellemeyecek koşullar altında, sınıf arkadaşınla ilgilenirsin.”

Lao Xu’nun yüz ifadesi dürüsttü. Aracılık tarzıyla renklendirilmiş ses tonu Jiang Cheng’in nasıl cevap vereceğinden emin olamamasına neden oldu.

Küçük yaşlarından şu ana kadar, her zaman serttense yumuşağı yemeyi ve aldatıcı görünmektense dürüstlüğü tercih etmişti, bununla beraber Lao Xu’nun açık bir şekilde masum isteğini gerçekten sindiremiyordu.

“Xu Zhong,” Aynı şekilde dürüstlükle cevapladı. “Sanırım bu işin bana verilmesi gerektiği sonucuna varmadan önce beni daha iyi tanımalısın, notlar bir insanın karakterine değer biçmek için tam olarak uygun endüstriyel standartlar değiller. Bu gün sınıfa ders kitaplarımı bile getirmediğimi göremiyor musun?”

Dersin başladığını belirten zil çaldığından konuşma daha fazla devam etmedi.

Gu Fei bütün sabah boyunca derse gelmedi ve hiçbir öğretmen de ders süresince sorma zahmetine girmedi, neredeyse onlara göre kimin derse gelip gelmediği önemli değilmiş gibiydi.

Ders bittiğinde, Jiang Cheng sınıftan ilk ayrılandı. Toplayacağı herhangi bir eşyası yoktu yapması gereken tek şey montu giymek ve sınıftan çıkmaktı. Okuldan, şimşek gibi fırlayıp yemek almak için yemekhaneye gidenlerden bile daha hızlı ayrıldı.

Bugünkü şansı iyiydi. Jiang Cheng okul kapısından çıkar çıkmaz bir taksi gördü ve önceki müşterinin çıkmasını bile beklemeden çifte pozisyonunda içeri girdi.

“Şehir merkezindeki alışveriş merkezi dışında,” Jiang Cheng sürücüye sordu. “Nereden kıyafet satın alabilirim?”

Sürücü biraz düşündükten sonra cevap verdi: “Alışveriş merkezinden.”

“Nerede?” Jiang Cheng sordu.

“Şehir merkezinde.” Sürücü cevapladı.

“…oh,” Jiang Cheng arkasına yaslandı ve gözlerini kapattı. “O zaman oraya gidelim.”

Alışveriş merkezi oldukça çirkindi. Jiang Cheng ve Pan Zhi’nin buralarda kızarmış et yedikleri o gün, mağazaları dolaşmışlar ama göz alıcı herhangi bir şey bulamamışlardı ancak şu an bunun zamanı değildi, kıyafet olduğu sürece yeterliydi.

Rastgele bir mağaza seçti, o kadar büyük bir indirim olduğu söyleniyordu ki mağaza sahibi neredeyse boğazını kesip intihara kalkışacaktı ve içeri girdi. Yün bir kazağı ve dolgulu bir ceketi alarak üzerine denedi. Ardından, iyi hissederek, onları nakit parayla satın aldı ve personelden etiketleri kesmesini istedi.

Mağazadan elinde Gu Fei’nin montuyla çıkarken sonunda rahatlayabilecekmiş gibi hissetti.

Yeni kıyafetlerinin tarzı şöyle böyleydi ama en azından sıcaklardı ve kalitesi de oldukça güzeldi, fiyatı da iyiydi – fiyatlar kesinlikle boğaz kesecek seviyede değildi en fazla birinci katın penceresinden atlamaya yeterdi.

Atıştırmak için alışveriş merkezinin yakınlarında bir yer bulduktan sonra nereye gideceğini bilmiyordu.

Okula dönüpsonrasında da Gu Fei’nin kıyafetlerini yıkamak için kuru temizleme mağazası bulabilirdi.

Artık taksi çağırmayacaktı, annesinin verdiği kartta oldukça fazla para vardı ama Li Baoguo’nun ailesiyle olan durumlara baktığında muhtemelen bu parayı liseden üniversiteye kadar kullanması gerekecekti…Jiang Cheng etrafına baktı ve ileride bir otobüs durağı gördü.

Tam yürürken telefonu çaldı.

Li Baoguo’dandı.

İsteksizce telefonu cevapladı: “Alo?”

“Cheng Cheng ah!” Li Baoguo’nun yüksek sesi diğer taraftan çınladı. “Dersin bitmiş olmalı!”

“Evet.” Jiang Cheng otobüs durağına doğru yürümeye devam etti.

“Dün geceyi nerede geçirdin?” Li Baoguo sordu. “Böyle büyük tavırlar, eğer komşular doğrusunu bilmeseydi sana bir şey yaptığımı düşünürlerdi!”

Jiang Cheng konuşmadı. Okula yakın bir yerde duran bir otobüs olup olmadığına bakmak için otobüs durağının altında durdu.

“Sinirin yatıştı mı?” Li Baoguo sormaya devam etti. “Eve gel ve yemek ye, çin mantısı yaptım, sadece senin eve gelip yemeni bekliyor!”

“Ben…” Jiang Cheng geri dönmek istemiyordu ama yine de kendinde hayır diyecek gücü bulamadı. Bir anlığına donakaldıktan sonra, sadece bunu söyleyebildi: “Alışveriş merkezindeyim.”

“Çok uzak değilmiş, sadece geri dönmek için 19 numaralı hattı kullan.” Li Baoguo derhal cevapladı. “Durak alışveriş merkezinin doğu girişinde.”

Jiang Cheng, elinde kıyafetlerle Li Baoguo’nun evinin olduğu caddeye yöneldiğinde, çok uzak olmayan bir yerde kuru temizleme mağazası olduğunu farketti. Görünüşüne bakıldığında çok güvenilir durmuyordu ama vitrinde bir sürü giysi asılı olduğu kesindi. Jiang Cheng, Gu Fei’nin kıyafetlerini yıkatmaya karar vermeden önce bir anlığına duraksadı; hatta ekspres teslimat için ücret ödedi ve o gece teslim almak için geri dönmeyi planladı.

Merdivenlerin sonuna ulaştığında adımları duraksadı. Koridorun girişinde bekleyen camla yüklü bir pedicab* vardı ve Li Baoguo da yanında duruyordu. Li Baoguo birkaç parça camı arabadan indirdi ve güçlükle evin içine taşıdı.

*Pedicab

Bu muhtemelen önceki gün parçaladığı pencerenin içini doldurmak içindi

Bu muhtemelen önceki gün parçaladığı pencerenin içini doldurmak içindi. Jiang Cheng iç çekti ve fırladı. “Benim yapmama izin ver.”

“Yao, geri döndün!” Li Baoguo bağırdı. “Kıpırdama, ben taşıyacağım. Kırayım deme oldukça pahalı!”

Jiang Cheng baktı ve gerçekten de elleri değiştirmenin zor olduğunu gördü, bu yüzden Li Baoguo’dan anahtarları aldı ve evin kapısını açmak için önlerinden yürüdü.

“Ne kadar da anlayışlı!” Li Baoguo elini kaldırdı ve kim bilir neye bağırdı. “Şuna bakın, bu benim oğlum! Beni çok iyi anlıyor!”

“Neden işçilerden takmalarını istemiyorsun?” Jiang Cheng odaya bakındı, kırılmış cam parçaları hala zemine saçılmıştı. Mutfaktan süpürgeyi getirdi, “Bu…”

“İşçi bulmak?” Li Baoguo, Jiang Cheng’e baktı. “Bu ne kadar para tutardı! Sana söyleyeyim, bu çürümüş cam parçalarını ancak borç olarak alabildim.”

“Borç?” Jiang Cheng elindeki süpürgeyle donakaldı.

“Arka caddedeki cam mağazası, sahibi düzenli olarak benimle kart oynar, ondan istedim.” Li Baoguo cevapladı. “Birkaç gün sonra masada şanslı olduğum zaman, ona para vereceğim.”

Jiang Cheng ağzını açtı ama ne söyleyebileceğini bilmiyordu. Li Baoguo’nun birkaç parça cam için bile mi parası yoktu? Birkaç parça camı ödemek için bile mi, kumar kartlarına güvenmek zorundaydı?

“Arkadaki cadde mi?” Çeşitli cam parçalarını süpürmek için eğildi. “Daha sonra gidip ödeyeceğim.”

“İyi çocuk!” Li Baoguo camı yakınlardaki bir masaya yasladı ve ellerinin tozunu aldı. “Yaşlı moruğun için endişelenmen gerektiğini biliyorsun! Diğer taraftaki ailen sana oldukça fazla para verdi, değil mi?”

Jiang Cheng, Li Baoguo’ya bakmak için döndü ama tek bir kelime bile etmedi.

Li Baoguo mutfaktan çin mantılarını almak için odadan çıktığında, Jiang Cheng yatağa attığı ceketini aldı ve incelemek için cüzdanını çıkardı – şu anda tamamen dili tutulmuştu.

Nakit muhtemelen aynı bırakılmıştı ama kartların yerleri değişmişti. Bunun üzerine kart numarasına baktı, ancak kartın aynı kaldığından emin olduktan sonra cüzdanını tekrar cebine koydu. Yatağının kenarında otururken, Jiang Cheng güçsüz hissetti.

Gu Fei içinden bir tane sigara çıkartmayı isteyerek cebinden sigara paketini çıkardığında paketin çoktan bitmiş olduğunu fark etti.

Paketi çatılmış kaşlarla avcunun içinde ezerek top haline getirdi ve ayağının yanına yere attı.

Zemin sigara paketinin dışında, izmaritlerle de kaplıydı.

Bugün oldukça sessizdi. Lao Xu sabah onu birkaç kez aramıştı, ayrıca annesi ve Li Yan da, ama bütün aramaları görmezden gelmiş ve telefonunu kapatmıştı.

Dünya sessizleşti – tek başına oturabilir ve kalbinin derinliklerinde yatan dehşetin dikkatle tadını alabilirdi.

Gökyüzü kararmaya başladı ve kuzey rüzgarı kontrolden çıkmışçasına esiyordu. Rüzgar şapkaların yanından sızacak, soğuğa karşı takılmış kulaklıklardan kaçacak, maskelerin arasından geçecek ve tekrar tekrar yüzlerine çarpacaktı.

Gu Fei iki sıra mezar taşı arasındaki dar yoldan yürümek için arkasına döndü. Elinde bir süpürgeyle sigara izmaritlerini süpürdü, ondan sonra bir mezar taşının önüne geldi ve üzerindeki resme baktı.

Bütün gününü burada geçirdikten sonra gözlerinin resme ilk bakışıydı.

Kararan göğün altında, fotoğraftaki kişi özellikle yabancı görünüyordu ancak hala Gu Fei’nin korkmasına neden olan bir nefeslik hava taşıyormuş gibiydi.

“Gidiyorum.” Dedi.

Gitmek için döndüğünde, onu arkasından takip eden birinin olduğu hissini üzerinden atamadı.

Bakmak için döndüğünde, sadece sessizce susturulmuş mezarlıklardan oluşan bir deniz vardı.

İlerlerken adımları ağırlaştı. Gu Fei derin bir nefes aldı ve hızını arttırdı.

Süpürgeyi düşürdüğü anda, suyun sesi kulaklarında yüksekçe yankılandı.

Nefes alış verişleri durmuş gibiydi ve çevresi ansızın kararmış gibi görünüyordu.

Bu ne akan suyun sesiydi ne de küreklere çarpan suyun sesi, bu… acımasız bir su birikintisinde hayatta kalmak için şiddetle mücadele eden birinin yükseltilmiş sesiydi, umutsuzluk ve acı içeriyordu.

Dalgalar birbiri ardına yükselirken su her yere sıçradı, sonu gelmeden üst üste binip yıkılıyorlardı ve suyun içinde bir çift göz dümdüz bir şekilde ona bakıyordu.

“Beni neden kurtarmadın?! Cildin dövülmek için kaşınıyor mu?!”

Gu Fei anlık bir korkuyla yanındaki çöp tenekesini tekmeledi. Ancak yere çarpan çöp tenekesinin sesiyle nihayet gerçekliğe geri döndü.

Ceketinin yakasını yükseltti ve başı eğik olarak terkedilmiş patikadan mezarlığın tek giriş-çıkış kapısına doğru yürüdü.

Bu duyduğu son cümle değildi. Ama babasının öldüğü o günde, bütün geceyi bu cümle zihninde defalarca tekrarlanırken uyanamadan kabuslarda boğularak geçirmişti. Babasının ölümünden önceki anda, ne konuşmak için zamanı olmuştu ne de konuşabilmişti – geriye kalan tek şey kendi hayatı için verdiği şiddetli mücadeleydi.

Ne böyle bir cümleyi neden hayal ettiğini biliyordu ne de bu cümlenin onun silinemeyen korkusu haline gelip sonraki yıllarda onu takip edeceğini düşünmüştü.

Sırılsıklam vücuduyla göl kıyısında ayakta durma hissi hala gerçek gibiydi, o kadar gerçekti ki kuru olduklarından emin olmak için her seferinde kıyafetlerinin kenarlarını kavramaktan kendini alamıyordu.

Şehrin mezarlığa yakın bu kısmı aslında oldukça zengindi, mezarlığın kapısından çıkınca direk ana caddeydi. Gu Fei en yakın bakkala doğru neredeyse koştu.

Üzerinden etrafa yayılan ışıkla vücudunun ısınmaya ve katılığının yavaşça kaybolmaya başladığını hissetti.

İki kutu sigara ve bir şişe su aldıktan sonra bir porsiyon da oden* aldı.

*Oden

Rüzgardan uzak korunmuş bir yerde sigarayı yaktıktan sonra, tek bir kere içine çekti ve anında söndürdü – kusacakmış gibi hissediyordu

Rüzgardan uzak korunmuş bir yerde sigarayı yaktıktan sonra, tek bir kere içine çekti ve anında söndürdü – kusacakmış gibi hissediyordu.

Boğazının tamamen kumla kaplanmış gibi olduğunu hissetti.

Otobüste oturduktan ve bir şişe suyun tamamını mideye indirdikten sonra sonunda birazcık kendine geldiğini hissetti. Telefonunu açtı.

Çoğunluğu Lao Xu’dan gelen bir yığın cevapsız çağrı, diğer çağrılar ise önemsiz şeyler hakkındaydı – telefonu kapattığını anladıklarında aramayı bırakmışlardı. Sadece Lao Xu, sadık ve ısrarcı bir takipçi gibi, bitmek tükenmek bilmeksizin aramaya devam etmişti.

Cevapsız çağrılara göz gezdirdikten sonra mesajları açtığında sadece Jiang Cheng’den gelen tek bir mesaj buldu.

– Saat sekizde kıyafetlerini geri getireceğim.

Jiang Cheng’in profil fotoğrafını gördüğünde, dün Jiang Cheng’in fotoğrafına onun için fotoshop yaptığı zamanı düşündü. Pencereye yaslandı ve herhangi bir kafiye ya da sebep olmaksızın gülmeye başladı.

cr @ 机申没充电

cr @ 机申没充电

SONRAKİ BÖLÜM