Zhou Zishu, hayatının bu noktasında, ölümle karşılaştığı her şeyden daha az endişe duyuyordu; bu yüzden balıkçının kabalığını duymamazlıktan geldi.
Tekne sakin bir şekilde suya doğru ilerliyordu. Nehrin diğer tarafında, genç bir kadının melodik bir sesi duyuldu: “Su kestanesi satıyorum! Biraz ister misiniz?” Nehrin yavaş akıntısıyla zaman yavaşlamış gibiydi. ‘Tam burada ölsem bile, buna değecek’ diye düşündü Zhou Zishu.
Penglai’den geçtiğinde efsanevi Ölümsüzler Dağı’nı ziyaret etmişti. O zamanlar dağın kenarında düşünmüş, Jiangnan’ı ve tüm doğal güzelliklerini gezmediği hatırlatmıştı. Böylece güneye gitmişti ve yine bu yerde düşünceleri tekrar gün yüzüne çıkmıştı. İçinde bir duygu yükselmişti. Bayat ve sert turtayı ısırdı, ağır ağır çiğnedi ve yuttu. Sonra başını yana yatırarak derin düşüncelere daldı; Jiangnan’da seyahat etmeyi bitirmişti, ama hala görmek istediği üç ünlü, beş kutsal* dağ vardı ve buraları gezmemek üzücü olurdu.
ÇN: Üç Ünlü Dağ: Huangshan, Lushan ve Yandangshan’dır ve Beş Kutsal Dağ: Doğu Büyük Dağ Taishan, Batı Büyük Dağ Huashan, Güney Büyük Dağ Hengshan (Hunan’da), Kuzey Büyük Hengshan (Shanxi’de) ve Center Great Mountain Songshan’dır.
Bu nedenle, burada ölme düşüncelerinden vazgeçti.
Aniden, balıkçı kendi tükürüğünde boğulmuş gibi, küfür etmeyi bıraktı. Eğildi, kafasını belirsiz bir yöne çevirerek uzun süre gözlerini kırpmadan baktı.
Zhou Zishu’nun ilgisini çekmişti, bu yüzden yaşlı adamın bakışlarının odağını görmek için başını teknenin güvertesinden çıkardı.
Nehir kıyısında yürüyen iki kişiyi incelerken gördü. Gri renkli yakışıklı ve mor giysili genç ve güzel hanımefendiydi. Balıkçı yaşlı olabilirdi ama son derece algılayıcıydı ve Zhou Zishu ona daha yakından baktığında, asi saçların altındaki çıkıntılı şakağını* görebiliyordu. Bunlara ek olarak kalın, güçlü elleri sıkmıştı, şişmiş damarları belli oluyordu. Onun için gördüklerinden çok daha fazla şey olduğu çok açıktı.
ÇN: Bir zamanlar şakakları çıkıntı yapan erkeklerin daha dikkatli, algılayıcı ve para kazanma yeteneğine sahip olduğuna inanılıyordu.
Yaşlı adamın izlediği çift kesinlikle sıradan insanlar değildi, onu bunu muhafız olarak görevlendirdiklerini gördü.
Güzel kız canlıydı, ama bir kez bile sınırını aşmadan adamın arkasından birkaç zhang* geride yürüyordu..
ÇN: Orijinal metinde bir zhang, uzunluk ölçüsüdür. Bir zhang yaklaşık 3.3m’dir.
Zhou Zishu’nun bu kızın bir hizmetçi ya da cariye olduğunu bilmesi için tek bakışı yeterliydi; çok takdir ettiği bir güzelliğe sahip ve biraz kibirli bir kişiliğe sahip olabilirdi, ama sonuçta zaten bir başkasına aitti, bu yüzden bu konuda çok fazla düşünmeyi bıraktı. Bakışlarını ve dikkatini bayat sert turtasına geri çevirdi.
Ne de olsa o jianghu*ydu; belirsizlik onun temel unsurlarından biriydi. Kraliyet sarayı şöhret ve güç için bir savaş alanı ise, jianghu beyaz ve siyah arasında ki bir savaş alanıydı. Bazıları bunu anlayamamıştı ve gezgin bir kahraman unvanını, ölünce bile ciddiye almıştı.
ÇN: Jianghu, wuxia öykülerindeki dövüş sanatçıları topluluğudur ya da kanun kaçağı topluluğudur.
Fakat bütün bunlar nasıl onun gibi durmak bilmeyen evsiz bir adamı ilgilendirsin ki?
Zhou Zishu, balıkçı küfür etmeyi bıraktıktan sonra biraz sıkılmıştı, bu yüzden “Hey yaşlı adam, bu turtada tat yok. Kötü ya da iyi tuz olup olmadığını umursamıyorum, bu yüzden en azından biraz da olsa koymalıydın.”
Yaşlı adam yine öfkelenmişti, “Ağzına doldurduğun bu kadar yemekle hala nasıl konuşuyorsun ? Seni açgözlü küçük bok, sen üç gün boyunca aç kal da, bakalım o zaman da şikayet edebilecek misin…”
Ağzını açtığı anda, sözleri hiç bitmeyen bir nehir gibiydi. Zhou Zishu gülümsedi, turtasını daha sert yerken, biraz utanmaz olduğunu hissetmişti.
Nehri geçmek sadece birkaç zhanga mal olmuştu, ancak Zhou Zishu yine de balıkçıya gümüş bir parça daha atmıştı. Yaşlı adam minnettar olmamış ya da hak etmemiş gibi hissetmemişti, sadece aldı ve uzaklaştı, tatminsiz bir borç ödemesi gibiydi. Diğer tarafa ulaştıklarında genci tekneden atmak için sabırsızlanıyordu, “Defol! Defol! Zamanımı boşa harcama, yapacak önemli işlerim var.”
Zhou Zishu turtayı yavaşça bitirdi, gerindi ve güverteden ayrıldı. Hâlâ çiğnerken, “Reenkarne falan mı olacaksın, neden acele ediyorsun?” Diye sordu.
Balıkçının gözleri tabak* kadar büyüktü, gencin tüm ailesini ve atalarını lanetlemek istiyormuş gibi görünüyordu; ama bir şey hatırlayarak öfkesini içinde tuttu, bunun yerine homurdanarak yelken açtı.
ÇN: Kullandıkları fincanların tabağından bahsediyor.
Bu balıkçının eylemleri, ne olursa olsun yaptığı iş için sadece bir maske olması iyi bir şeydi, eğer gerçekten samimi biri olsaydı, altına işemiş bir zavallı olurdu.
Görülenden daha uzaktaki tekneye bakan Zhou Zishu, edebi mükemmelliyet içeren kelimeyi kasıtlı olarak mırıldandı “Sikeyim..”
Yaşamının çoğu için toplumun kültürlü ama yozlaşmış yanı ile karışmıştı; tüm yaptıkları Konfüçyüsçülüğe inanmakla doluydu. Asla kaba bir kelime ağızlarından çıkmamıştı. Bu yüzden küfrü mırıldandıktan sonra inanılmaz mutlu hissetti, sanki yıllarca bastırdığı tüm ezici hisleri tamamen yok olmuş gibiydi.
Ve şaşkınlıkla, küfretmenin çok zevkli bir şey olduğunu düşündü. Gülümsedi, bir kez daha fısıldadı, “Bok piç, paramı aldın ve işini bile doğru düzgün yapmıyorsun.”
Kelimeleri mırıldandıktan sonra, şarap gibi tatlı bir tad hissetti ve bu ruh halini büyük ölçüde dinç hale getirdi. Hoşnutlukla nehir kıyısı boyunca yürüdü.
Zhou Zishu bütün gün boyunca yürümüştü ve akşam vakti şehrin eteklerine ulaşmıştı. Bir su birikintisi bulduktan sonra yıkandı. Çünkü artık kendisi bile kokuya dayanamamıştı. En azından uygun bir insan gibi görünmeliydi. Gece kalacak bir yer bulmayı düşündü; ve yolda yüzlerce metre daha geçtikten sonra harap ve terk edilmiş bir tapınak buldu. Samandan bir yatak yaptı ve Buda heykelinin ayaklarında uyuyakaldı.
Gecenin karanlığında endişeden yoksundu ve yakından gelen ayak sesleri ve insan sesleri olmasaydı sabaha kadar rüya görerek uyuyabilirdi.
Tapınağın kapısında üç siluet belirdi. Kan kokusu Zhou Zishu’nun gözlerini açmasını ve kaşlarını çatmasına neden oldu.
Yaralı kişi, içinde bazı temel kungfu bulunan, ancak enerjisi hala kararsız olan bir çocuk tarafından tutuluyordu ve bir şapka takıyordu. Hasta bir boğa gibi, nefes darlığı çekiyordu ve yaralılara gayret göstererek yardım ediyordu. Son kişi, hizmetkâr gibi giyinmiş, arkasında bir çanta ile arkalarında sendeleyen yaşlı bir kadındı.
Genç adam kapıdan içeri girerek tapınağı yaralı bir hayvan gibi dikkatli bir şekilde inceledi. Zhou Zishu’yu dark etmedi çünkü heykelin gölgesinde saklanmıştı ve nefesi tüy kadar hafifti. Şapkalı adama dönerek sessizce, “Li Amca, biraz burada saklanalım, yaran…” dedi.
Konuştuğu kişi yardımından dolayı mücadele ederken cümlesini bitiremedi, ayakta durmak için elinden geleni yaptı ve Zhou Zishu’yu selamladı, “Ah… Bu arkadaş…”
Başını kaldırdıktan sonra çekildi. Zhou Zishu da açıkça görebiliyordu: bu kişi daha önce tanıştığı balıkçıydı. Sırtında bir kılıç yarası vardı, tüm vücudu koyu kırmızıya bulanmıştı. Küçük çocuk dik bir şekilde oturdu, “Sensin!”
Balıkçı acı bir şekilde güldü, “Kahretsin, tabii ki dilenci velet…”
Cümlesini bitiremeden tökezledi ve genç çocuk aceleyle onu kollarıyla desteklemeye gitti; ancak çocuğun gücü yetersiz olduğu için, ikisi de “Li Amca…” diye ağlayarak yere çöktü.
Balıkçı aniden kasıldı. Zhou Zishu, yaralanmayı incelemekten kendini alamadı. Normal kanıyla karışan garip mor rengi fark etti, bunun ölümcül etkisi soluk dudaklarından belli oluyordu. Kaşlarını çattı.
Yaşlı adam gülümsemek için kendini zorladı, kısık bir sesle konuştu: “Atalarının üzerine sıçtığın falan yok evlat. Gözyaşlarını sil. Henüz ölü bile değilim…”
Kadın da gözyaşlarını siliyordu, “Lao Li, sana bir şey olursa genç efendimiz ne yapar ?”
ÇN: Lao: Yaşlı
Kadına baktı, büyük bir güçlükle nefes aldı ve çocuğa, “Ben… sadece geleceği olmayan biriyim…” dedi. “Ama babana uzun zaman önce borçluydum, kendi hayatım dışında bu borcu ödeyecek başka bir şeyim yok…” Aniden öksürerek tekrar kasıldı, “Genç adam, bunu dikkatlice hatırla…”
Tapınağın dışında daha aceleci ayak sesleri duyulduğu için çocuğa ne hatırlaması gerektiğini söyleyemedi. Siyah giymiş bir adam içeri girdi; yüzünü örtmek için bile uğraşmıyordu, üzerinde bıçak kesiminden bir yara izi vardı. Üç fare gibi köşeye sıkışmış olduklarını görünce, dudakları kıvrıldı. “Bu kadar uzağa kaçabilmek için iyi iş çıkardın.”
Çocuk dudaklarını ısırdı. Belinin etrafındaki kılıcı çıkardı ve kendini siyah adama atıp, “Seni öldüreceğim!” dedi.
Şaşırtıcı hızının yeterli beceriyle desteklenmemesi talihsiz bir durumdu. Ne kadar umut verici olursa olsun, kungfusu beceriksizdi ve deneyimsizliğini göstermişti. Vuramadan tek hareketle silahsız bir duruma gelmişti ve karnına bir darbe aldıktan sonra birkaç metre öteye düşmüştü.
Çocuk bundan sonra ayağa kalktı, kirle kaplıydı. Korkmadan bağırıp tekrar boş elini kaldırdı.
Balıkçı da ayakta durmak istedi, ama o kadar ağır yaralanmıştı ki hemen yere yığıldı.
Düşman soğukça gülümsedi, “Isırmaya çalışan şu tavşana da bak.” Saldırıyı atlattı, parmakları çocuğun sırtının ortasında pençeleme niyetiyle çarpıktı. Ay ışığının altında, bu parmaklar insan etinden ve kanından yapılmış gibi görünmüyordu. Öldürücü darbeyi indirmeye hazır, soluk mavi şekilde parlıyordu.
Başlangıçta Zhou Zishu buna burnunu sokmaktan kaçınmıştı, ama onunla ‘aynı teknede’ olan bu balıkçı ile bir kaderi vardı; ve çocuk bu yaşta ölümle karşılaşamayacak kadar küçüktü. Avucuna küçük bir taş aldı, vurmadan önce ani bir ıslık çaldı. Siyahlı adam irkildi ve geri çekilerek düz zeminde durdu, hiçbir şey yakalamadığı için çocuğun havada süzülmesini sağladı.
Siyahlı adamın daha önce durduğu yerde lotus şeklinde gizli bir anqi* vardı.
ÇN: Gizlenmiş silahlar. Genellikle sahibinin kıyafetlerinde gizlidir.
Narin bir kadının sesini duydular, “Ne tür bir insan bu gece geç saatlerde yaşlılara ve çocuklara hiçliğin ortasında zorbalık etmek ister ? Ne kadar da küstah!”
Bu ses oldukça tanıdık geldiğinden Zhou Zishu şaşırdı. Küçük taşı geri çekti ve sessizce, ortaya çıkan şeyleri izlemek için derme çatma yatağına döndü.
Siyahlı adamın yüzü seğirdi, daha sonra bakışları sertleşti. Zhou Zishu bunun yara izi nedeniyle olduğunu düşündü. Yüzü dondu, ahlaksızlığına rağmen biraz komik görünüyordu. Öfkeyle konuştu, “Kendini göster, seni fahişe!”
Genç bayan gülümseyerek kapıda belirdi. Zhou Zishu onun, daha önce onu zehirlemekle tehdit eden mor giysili kişi olduğunu fark etti. Burada toplanan insanların yarısı daha önce karşılaştığı kişiler olduğunu gördü, kendisi bugün ne kadar da büyük bir rol oynuyordu.
Kızın efendisi hiçbir yerde yoktu. Başını eğdi, masum bir ifadeyle kapıya yaslandı, yüzünü kaşıdı. “Yaşlı utanmaz piç, burada büyüklere ve çocuklara saldırmaya nasıl cüret edersin ? Ölümün kapısında olan birine bile merhamet gösteremez misin ?”
Birkaç saat önce şiddetle küfür eden, sessizce çökmüş ‘Ölümün kapısında olan kişi’ olarak seslendiği kişi balıkçıdan başkası değildi.