Qiang Jin Jiu 42. Kızıl Erik Çiçekleri

               Xiao Chiye, Yüz Yetkili Ziyafeti’nden önceki ziyafet tarihini belirlemişti. Chen Yang, davetiyeyi teslim etmeye gitmiş, ama almaya gelen Ge Qingqing olmuştu.

               “Lanzhou son zamanlarda İmparator’un huzurunda görev başında. Hiç boş vakti yok, bu yüzden onun adına bunu ben alacağım.” Ge Qingqing davetiyeyi aldı. Chen Yang ile geleneksel selamlaşmasını bitirdiğinde, “Dünya artık İmparatorluk Ordusu’nun ayakları altında. Yardımcı General Chen de meşgul mü?” dedi.

               “Genel Naip her gün resmî belgeler üzerinde yoğun bir şekilde çalışıyor. Onu takip eden ve ona hizmet eden adamları olarak meşgul olmak diye bir şey yoktur.” Chen Yang çay içip konuştu, “Ge-xiong, bu kez talihsizliğinden lütuf doğdu da yargıçlığa1 terfi ettin. Geleceğin parlak. Bu gerçekten etkileyici.”

               Her iki adam da birbirleriyle samimi bir şekilde konuşurken, kendilerini küçük düşürmemek için ellerinden gelenin en iyisini yaparak nazikmiş numarası yapmışlardı. Son zamanlarda İmparatorluk Korumaları ve İmparatorluk Ordusu arasında çatışmalar çıkmış ve bazı anlaşmazlıklara neden olmuştu. Artık birbirlerinden nefret edecekleri bir noktaya gelmişlerdi.

               Chen Yang anca fincanı yeni bir fincan çayla değiştirildiğinde veda etmek için ayağa kalktı. Ge Qingqing onun dışarı çıktığını görünce içerideki Shen Zechuan dışarı çıksın diye perdeyi kaldırdı.

               “Bu davet kötü bir zamanda geldi.” Ge Qingqing davetiyeyi ona verdi. “Gerçekten gidiyor musun?”

               “Neden gitmeyeyim?” Shen Zechuan davetiyeyi açtı ve Xiao Chiye’nin güçlü ve cesur kaligrafisini gördü.

               “İkinci Xiao’nun İmparatorluk Korumaları’nı kısıtlaması bugünlerde ivme kazanıyor. Görevlerimiz İmparatorluk Ordusu tarafından durdurulmaya devam ediyor. Ayrıca, İmparator’un güvenine ve iltimasına sahip. Eğer tam şu anda bir şey yapacaksa…” Ge Qingqing yavaş yavaş konuşmayı kesti.

               “Yapmak istediği şey bundan daha açık olamaz.” Shen Zechuan davetiyeyi kapattı. “İmparatorluk Korumaları’nı bastırmak ve Qudu’yu kontrolü altındaki bir bölge haline getirmek istiyor, böylece Majesteleri’nin güvenebileceği tek İmparatorluk Ordusu kalsın. Beklendiği gibi, yine de İmparatorluk Korumaları’na birkaç darbe daha indirecek.”

               “Kesinlikle. Şu anda Ji Amca’yı ziyafete götürmek çok riskli,” dedi Ge Qingqing.

               Shen Zechuan, davetiyeyi öylece masaya fırlattı, “Bu, Zuo Qianqiu’yu içeriyor. Buraya tuzak kurmayacak.”

               Ge Qingqing hâlâ pek rahatlamış değildi.

               Shen Zechuan’ın dudaklarındaki yara iyileşmişti. Paltosunu giydi ve “Ben biraz dışarı çıkıyorum,” dedi.

               Shen Zechuan karda yürüyerek dışarı çıktı. Bugün kar şiddetli değildi ama rüzgâr kuvvetliydi. Donglong Caddesi’ne geldi ve Xiangyun Köşkü’nün karşı köşesindeki Ouhua Köşkü’ne gitti.

               Xi Hongxuan yakın zamanda bazı klasik şiirler2 bestelemişti. Müzik notalarındaki melodiler, şarkı söylemeleri için Donglong Caddesi’ndeki fahişelere verilmiş ve beklenmedik bir şekilde büyük bir etkinliğe dönüşmüştü. Hepsinden iyisi, Ouhua Köşkü, sahnesinin eteğindeki zemini oymuş ve üzerine sadece bir tahta kalas tabakası serilmiş, ağızları açık, bakır kavanozlarla doldurmuştu. Aynı zamanda, Juexi’den yeni bir grup genç kız da satın almıştı. Onları günlerce eğittikten sonra, ayak bileklerine ziller takmış, böylece tahta takunyalarıyla sahnede bir ritimle dans ettiklerinde, zillerin sesleri bakır kavanozlarda birleşmişti. Uhrevi ve harikaydı.

               Şu anda sahnedekiler hâlâ Xi Hongxuan’ın şiirini söylüyordu. Yelpazesini kavrayarak üçüncü kattaki bir hasır koltuğa yaslanmış ve gözleri kapalı dinlemişti. Hizmetçilerden biri, sadece düz çoraplarla yün halının üzerine basarken ses çıkarmadı. Boncuk perdesinin önünde diz çöktü ve yumuşak bir sesle, “İkinci Efendi, misafiriniz geldi,” dedi.

               Xi Hongxuan gözlerini açmadan yelpazesini kapattı.

               Hizmetçi ayağa kalktı ve Shen Zechuan için perdeyi kaldırdı.

               Shen Zechuan içeri girdi ve onun için bacaklarına masaj yapmak üzere Xi Hongxuan’ın ayaklarının dibine diz çökmüş başka bir kız gördü.

               “Genç Efendi Shen’i oturmaya davet et.” Xi Hongxuan şarkıya odaklanırken hâlâ bir ritim tutturuyordu.

               Diz çökmüş kız dizlerinin üzerine doğruldu ve Shen Zechuan’ın ayakkabılarını çıkarmasına yardım etmeye çalıştı. Shen Zechuan onu durdurmak için elini kaldırdı ve bir koltuğa oturdu.

               Xi Hongxuan ancak melodi bittiğinde doğruldu. Çayını içerken yelpazesiyle kızı işaret ederek “Yeni ve lekesiz,” dedi.

               Shen Zechuan kıza bakmadı.

               Xi Hongxuan güldü. Ona bakarak: “Bana İkinci Xiao ile gerçekten ilgilendiğini söyleme? Ne? Hâlâ onun için iffetli kalmak mı istiyorsun?

               Shen Zechuan’ın şakaklarındaki saçlar sanki mürekkeple ıslanmış gibi görünüyordu, ancak bu sıcak odada, kontrast yüz hatlarını uzak gösteriyordu. Bu ona dünya dışı bir aura vermişti. “Madem beni buraya çağırdın, o zaman kes konuşmayı,” dedi.

               Xi Hongxuan yelpazesini açtı. Şişman vücudu hasır koltuğa sıkışmış halde konuştu, “Biz dostuz. İkinci Xiao’nun yanında kalmakta zorlandığını görüyorum, bu yüzden bugün iyi vakit geçirmen için seni buraya çağırdım. Acınacak durumda olmaktan bahsedecek olursak, o zaman sen, Shen Lanzhou kesinlikle kazanırsın. İkinci Xiao, geçmişte sana bir tekme attı, hastalık tohumları ekti ve seni kronik olarak hasta ve zayıf hale getirdi. Ve şimdi hâlâ onunla samimiymiş gibi davranmak zorundasın. O gerçekten senin düşmanın.”

               “Doğru,” Shen Zechuan konuyu geçiştirmedi. Oluruna bırakmış görünüyordu. “O tam bir pislik.”

               “Ama benim gördüğüm kadarıyla, İmparatorluk Korumaları’na herhangi bir hareket alanı bırakmayı planlamıyor,” dedi Xi Hongxuan. “Lanzhou, görünüşe göre yastık sohbetiniz onu pek etkilememiş.”

               “Sen aşık bir adamsın.” Shen Zechuan, kızın, ellerini silmesi için ona sunduğu sıcak mendili aldı. Gözlerini çevirdiğinde gülümsedi, kapıdan içeri adımını attığında takındığı o soğukkanlılık iz bırakmadan yok olmuş ve farkında olmadan her zamanki ifadesine bürünmüştü. “Sevgili baldızını büyük bir azim ve tutarlılıkla düşünüyorsun. Onunla bir kez yattıktan sonra, ona ilgi yağdırırsın ve onu dünyalar kadar seversin. Ama Xiao’Er ve benim aramdaki sadece tek gecelik bir ilişki. Nasıl aşk olarak kabul edilebilir?”

               “Yani diyorsun ki…” Xi Hongxuan yemek çubuklarını aldı. “Sadece bir kaçamaktı?”

               “Bir kaçamak bile bir sanattır,” dedi Shen Zechuan, “Herkes bir kez düşüp kalkar, her birinin kendi ihtiyaçları vardır. Şenlik bittiğinde biter. Bunu her gün düşünmeye devam edersen, artık sadece bir kaçamak olmayacaktır, değil mi?

               Xi Hongxuan ellerini kavuşturdu ve yüksek sesle güldü. “Peki, peki! Ne hoş bir Lanzhou. Seni taşaklarından yakalayacağından ve aynı gemide yoldaş olduğumuzu unutacağından korktum. Gel, gel. Gel de şu yemeğin tadına bak. Bunlar, Qinzhou’dan büyük bir aceleyle gelen yabani sebzeler. İmparatorluk Mutfağı’nda bile olmayan güzel şeyler.”

               Her iki adam da denemek için yemekleri seçti.

               Xi Hongxuan konuştu, “Bu İkinci Xiao gerçekten başka bir şey. Geçmişte kimse ona aldırış etmemişti, ardından esas cesaretini Güz Avı’nda gösterdi. Artık bunu daha fazla saklayamıyor, bu yüzden diğerlerinin oluşturduğu engelleri hiçe sayarak kafa kafaya saldırıyor. Sekiz Büyük Eğitim Bölüğü’nün askeri işlerini devraldı, ancak tüm kilit pozisyonları güvendiği yardımcılarına devretti. Sonuç olarak, Sekiz Büyük Klanın3 hiçbiri gerçek bir güce sahip değil. Ama numaralarını o kadar kusursuz bir şekilde sürdürdü ki, kimse ona bir leke bulaştıramadı. Söyle bana. Bu seni sinirlendirmiyor mu? Bu nefret dolu değil mi?”

               Shen Zechuan masanın üzerinde bir tabak dilimlenmiş salatalık görmüştü, ama hiçbirine dokunmadı. “Xiao’Er, Nanlin Av Sahası’nda tüm gemileri yaktı. Her şeyini, Majesteleri’nin dostluklarını hatırlayıp gitmesine izin vermesi şansına yatırdı. Ancak bu umut, elekle su çekmek gibi tamamen boştu. Dahası, Altı Bakanlık tarafından yakından izleniyor. Zamanı geri alamadığından, tek yapabileceği Qudu’da gerçek askeri güce sahip olduğundan emin olmaktı. Sekiz Büyük Eğitim Bölüğü ile karşılaştırıldığında, İmparatorluk Ordusu ateşböcekleri ve parlak ay gibidir. Yararlıdırlar, ama o kadar da yararlı değildirler. Şu an nihayet üstünlüğü ele geçirmesi onun için kolay olmadı. Doğal olarak bu fırsatı kaçırmayacaktır.”

               “Eskiden, Yirmi Dört Yamen’de Pan Rugui vardı ve Doğu Ambarı, her durumda, onu bir adım aşağı çekebilirdi. Ama şimdi Pan Rugui öldüğünden, Doğu Ambarı da düşüşe geçti. İyi o zaman, bu koskoca Qudu’da gerçekten onu, Xiao Ce’an’ı yenebilecek kimse yok!” Xi Hongxuan yemekten bir ısırık aldı. “Bugünlerde Majesteleri’nin gözdesi değilim. Majesteleri şimdi, altın çağın bilge bir hükümdarı olmaya karar vermiş olan Hai Liangyi’yi dinliyor. Artık benimle oynamaya o kadar istekli değil.”

               Shen Zechuan yemeğini bitirdi ve telaşsız bir şekilde konuştu, “Yirmi yılı aşkın süredir yaşayan bir kişi çoktan sabit bir mizacı oluşturmuş olurdu. Eğer sadece birkaç kelime onun yolunu onarabiliyorsa, bu dünyada başka hiçbir şey zor olmayacaktır.”

               Xi Hongxuan’ın yemek çubukları durakladı. “Yani…” dedi.

               “Hai Liangyi, beyefendilerin beyefendisidir.” Shen Zechuan yemek çubuklarını kenara koydu. “Dibini görebileceğin berrak su gibi. Şimdiki İmparator ile karşılaşması, kızgın yağ ile temas eden su gibi. Er ya da geç patlayacak ve her yere sıçrayacak. Xue Xiuzhuo bu konuma ulaşalı uzun zaman oldu, ama neden daha ileri gitmeye istekli değil? Yüce Kâtiplik, değil mi? Kalifiye olmadığı söylenemez. Şu anda Merkezi Yönetim’de eksik olan şey tam da yetenek.”

               Xi Hongxuan sessizce düşündü.

               Shen Zechuan: “Artık yabancı düşmanlar önümüzde olduğuna göre, Sekiz Büyük Klan nasıl hâlâ bölünmüş halde durup da işleri kendi yöntemleriyle yapabilir? Çoktan Xi Klanı’nın başı oldun. Dedikleri gibi, servet artar da düşer de. Artık fırsat yakın olduğuna göre, bana bırakacağını söyleme?

               Xi Hongxuan yemek çubuklarını kenara koydu. Mendiliyle terini sildi ve Shen Zechuan’a bakarak, “Sekiz Büyük Klan ile temasa geçip İkinci Xiao ile başa çıkmak için güçlerini birleştirmemi mi istiyorsun?” dedi.

               Shen Zechuan: “Xiao’Er onlardan sadece biri. Şimdilerde sivil memurlar lehte. Sonuç olarak, İmparatorluk Koleji yükselişte görünüyor. Birkaç yıl içinde, mütevazı ailelerin cariyelerden olan oğulları birbiri ardına resmi rütbeler alacak. Bu olduğunda, Sekiz Büyük Klan’ın ortalıkta aylaklık etmeye alışkın tüm değerli oğullarına ne olacak? Yoksullar iktidarda yükselir ve yeni soyluların ortaya çıkmasına yol açarsa, o zaman İkinci Genç Efendi4, Sekiz Büyük Klan artık “Sekiz” Büyük Klan olmayacak.”

               Xi Hongxuan, “Yine de… Bu çok çetrefilli bir konu. Her şeyi bir kenara bırakırsak, Yao Wenyu asla aynı fikirde olmayacaktır. O, Hai Liangyi’nin bizzat talimat verdiği öğrencisi. Son yıllarda çalışmaları için dünyayı dolaştı ve sayısız yetenek ve bilge ile tanıştı. Bizimle kesinlikle ittifak kurmayacaktır,” dedi.

               Shen Zechuan gülümseyerek konuştu, “Sekiz Büyük Klan, sadece sekiz büyük klan anlamına gelir. Sadece bu sekiz klan olması için hiçbir sebep yok. Yao Klanı olmazsa, o zaman başka bir klana geçeriz.”

               Xi Hongxuan artık yemek yemiyordu. Sandalyesini kenara itti ve odanın içinde dolaşmaya başladı. Bir süre sonra Shen Zechuan’a baktı. “Ama İkinci Xiao’yu sabit tutmanın bir yolu var mı? İmparatoru korumak istiyorsa, öylece oturup hiçbir şey yapmayacaktır. Sadece oysa endişelenmiyorum. Ama arkasında duran Libei Zırhlı Süvarisi var. Xiao Jiming etraftayken, Xiao Ce’an’a dokunulamaz veya zarar verilemez. Onunla başa çıkmak çok zor!”

               “Xiao Jiming müthiş, ama gücü ve prestiji sınırda yatıyor.” Shen Zechuan başını kaldırdı. Gölgelerin altındaki gözler net olarak görülmüyordu. Xi Hongxuan’a son bir kez baskı yaptı. “Qudu senin yerin. Dedikleri gibi, kudretli bir ejderha, kendi bölgesindeki bir yılanla boy ölçüşemez.5 Xiao’Er’ın kendi işlerine müdahale edemeyecek kadar, gırtlağına kadar meşgul olmasını istiyorsan, pek çok yol var.”

               Xi Hongxuan o kadar derin düşüncelere dalmıştı ki, Shen Zechuan’ın “bizim” değil de “senin” dediğini fark etmemişti. “Hangi yollar?” diye sordu.

               Shen Zechuan sessizce güldü ve “Xiao’Er’ın etkisi tamamen Majesteleri’nin güvenine bağlı. Arkalarında mutlu içki günlerinin olduğu uzun yıllardır kankalar. Dahası, Xiao’Er onun hayatını kurtardı. Yani aslında şu an için bu konuda yapılacak hiçbir şey yok. Ama arkadaşlık gibi şeyler dallarda asılı sonbahar çiği gibidir. Tam, yakıcı güneşin altında kurumaya bıraktığınızda yok olmuş olacaklardır.

               Xi Hongxuan, Shen Zechuan’a baktı. O yağmurlu gecede Ji Lei’i hatırladı ve daha önce yuttuğu tüm dağ lezzetleri ve yabani sebzeler midesinde çalkalandı. İfadesinde hiçbir şeyi ele vermemek için kendini zorla tuttu ve gülümseyerek, “Her şeyi hallettiğine göre, o zaman anlat bana,” dedi.

               Shen Zechuan gittikten sonra, Xi Hongxuan hasır sandalyeye uzandı ve garsonlara masayı toplattı. Teslim olması onun için bir meydan okumaydı, bu yüzden ona yardım edecek birine ihtiyacı vardı. Hiçbir sebep yokken endişe verici bir şekilde daralmıştı ve adamlara pencereleri açtırdı.

               Xue Xiuzhuo, bölünmüş alandan çıktı. Xi Hongxuan dövündü, “Sen de duydun, değil mi? Neyse ki, Shen Wei’in oğlu olarak doğdu. Eğer iktidarda yükselirse, onunla başa çıkmak İkinci Xiao’dan bile daha zor olurdu.”

               “Birini kullanmak için doğru yöntemi kullanmalısın.” Xue Xiuzhuo çay doldurdu. “Bu dünyada arzuları ve istekleri olmayan hiç kimse yoktur. Shen Lanzhou’nun da zayıf yönleri var. Onu kavrayabildiğimiz sürece, en vahşi köpek bile korkulacak bir şey değildir.”

               “Ama bulamıyoruz.” Xi Hongxuan yelpazesiyle alnının ortasına vurdu. “İkinci Xiao’ya karşı ne kadar duyarsız olduğuna bak. Yataktan kalktıktan sonra ona sırtını döndüğü belliydi. Aşağılama ve dalkavukluk bu tür kötü niyetli kişiler üzerinde işe yaramaz. Onu tehdit bile edemezsin.”

               Xue Xiuzhuo çayı yudumladı, gülümsedi ve nazik ve zarif bir tavırla, “Acelen ne? Sadece onun dediğini yap. Başarı olsun ya da olmasın, hepsi İkinci Xiao için bir felaket. Zamanı geldiğinde, kendi gerçek amaçlarını ortaya çıkaracaktır,” dedi.

               Shen Zechuan aşağı indi ama gitmek için acele etmedi. Mama6 onu selamladı. Onun Xi Hongxuan’ın onur konuğu olduğunu biliyordu, bu yüzden ona yaltaklandı ve “Efendi neye bakıyor? Bakmak, bizzat denemekle karşılaştırılamaz,” dedi.

               Shen Zechuan muhteşem giyimli fahişeleri şöyle bir ölçtü ve “Erkek fahişeleriniz var mı?” diye sordu.

               Mama vücudunu döndürdü ve arkasındaki kişiye, “Bu Efendi’yi üst kata götür ve ona hizmet etmesi için birkaç temiz, yumuşak yüzlü çocuk getir,” dedi.

               Shen Zechuan, üç erkek fahişe içeri girmeden önce kısa bir süre odada oturdu. Onlara bir göz attı; hepsi özenliydi.

               Mama zekiydi ve görünüşleri nasıl seçeceğini biliyordu. Tüm binayı dolaştıktan sonra, Shen Zechuan’dan daha muhteşem birini bulamamıştı, bu yüzden ona narin görünümlü gençleri göndermek gibi alışılmadık bir kumar oynamıştı.

               Oğlanlar, Shen Zechuan’ın ayakkabılarını çıkarmak için öne çıktılar, ama Shen Zechuan ayaklarını hafifçe kaydırdı; böylece diz çöktüler ve bir daha hareket etmeye cesaret edemediler.

               Shen Zechuan pencereden dışarı baktı. Bir süre sonra “Soyunun,” dedi.

               Üçü itaatkâr bir şekilde kıyafetlerini çıkardılar. Shen Zechuan, soyunmanın ortasındalarken o güzel omuzlara baktı, ama başından sonuna kadar kalbi durgun su kadar sakindi. Sonra ellerine baktı; her biri, şımarık bir yaşam sürmüş kızların ellerine benziyordu.

               Ellerinde nasır yoktu. Ayrıca başparmak yüzükleri de takmıyordu.

               Shen Zechuan yavaşça iç çekti ve ayağa kalktı. Gideceğini duyurma zahmetine bile girmeden kapıyı iterek açtı ve geride şaşkınlıkla birbirlerine bakan üç erkek fahişeyi bırakarak çıktı.

               Ding Tao, Shen Zechuan’ı takip ediyordu. Sonunda Ouhua Köşkü’nden çıktığını görünce, şimdi onun tarafından tutulmaktan buruşmuş olan küçük deftere titizlikle bir not yazdı. Kaydı bitirdiğinde, Shen Zechuan’ın kalabalığa karıştığını gördü. Ding Tao ihmal etmeye cesaret edemedi, bu yüzden aceleyle Shen Zechuan’ın peşine düştü ve onu güvenli bir mesafeden takip etti.

               Shen Zechuan o kadar hızlı yürümüyordu, ama göz açıp kapayıncaya kadar ortadan kaybolmuştu.

               Ding Tao bir şaşkınlık çığlığı attı ve aceleyle ilerledi, ancak yolunu bambu şapka takan uzun ve sağlam yapılı bir adam engelledi. Ona yaklaşır yaklaşmaz, dövüş sanatlarında çok bilgili bir adam olduğunu anlamıştı!

               Etraf insanlarla doluydu. Ding Tao onları incitmek istemiyordu, bu yüzden bu duruma katlanarak harekete geçmedi. Sonuç olarak, Shen Zechuan’ın onu başından savmasına izin vermiş olmuştu. Yumruğunu salladı, ama sonra az önceki o uzun boylu ve güçlü adama karşı bir aşinalık hissetti.

               Hava kararır kararmaz kar yoğunlaşmıştı.

               Uzun boylu ve sağlam yapılı adam, bambu şapkasını elinde tutarak bir süre yürüdü. Ama döner dönmez bir çıkmaz sokağa girdi.

               Shen Zechuan arkasında durdu ve ona bir bakış attı. “Beni yarım aydır takip ediyorsun. Ne istiyorsun?”

               Uzun boylu ve sağlam yapılı adam bambu şapkasını daha aşağı bastırdı, ama bir kahkaha attı ve “Ne kadar uyanıksın. O kadar erken mi fark ettin?” dedi.

               “Nefes gizleme becerilerin olağanüstü,” dedi Shen Zechuan. “Bana kendin birkaç numara öğretmedin mi? Hapisten çıktığın an iz bırakmadan ortadan kayboluyorsun ki, Qudu’dan seni kovalasınlar. Büyük acılar çektiğin kesin.”

               Adam sakallı yüzünü ortaya çıkarmak için bambu şapkasını kaldırdı. Qiao Tianya alnının önündeki bir tutam saça üfledi ve “Beni bir şarap dükkanına soksan iyi olurdu. Burada durup konuşmak zorunda mıyız?” dedi.

               “Tavşanları yakalamak zordur.” Shen Zechuan bir an ona baktı ve “Sana Qiao Tianya demeli miyim? Veya Songyue?” dedi.

               “Nasıl istersen,” dedi Qiao Tianya, “Bana Qiao Tianya dersen, tanıdık oluruz. Songyue dersen, efendim olursun.”

               “Ekselansları yetenekli bir adam. Nasıl oldu da hocama boyun eğip teslim oldun?” Shen Zechuan sordu.

               “Ne yapabilirim?” Qiao Tianya kendi kendine alaycı bir kahkaha attı. “Hayatımı Büyük Üstat Qi’ye borçluyum ve hayatımın geri kalanında onun için bir öküz ya da at gibi çalışarak borcumu ödemek zorundayım.”

               Shen Zechuan, “Demek o gece avlanma alanlarında her şeyin yolunda gitmesinin nedeni…” dedi. “…Senin yardımın sayesinde oldu.”

               “Seni efendim olarak kabul etmem, senin gözlerinle verdiğin işareti aldığım anlamına geliyor,” dedi Qiao Tianya, “Aslında o gece Prens Chu’yu öldürmek istedin, ama İkinci Xiao’nun onu İmparatorluk Korumaları’nın önüne atıp onları kandırıp bir yabani kaz avına çıkaracak kadar cesur olmasını beklemiyordun. Ancak, kıvrak zekalısın. İkinci Xiao’ya yardım eli uzatma fırsatını bile yakaladın.”

               “Sahip olduğum tüm yetenek bu,” dedi Shen Zechuan.

               Qiao Tianya omuzlarındaki karı silkeledi, “Gelecekte seni takip edeceğim, Efendim. Gelecekte yiyecek et varsa, içmem için bana bir tas çorba vermeyi unutma. Beni geçindirmek, İkinci Xiao’nun muhafızlarından çok daha kolay.”

               “Ding Tao genç,” Shen Zechuan yanından geçerken para kesesini ona fırlattı. “Chen Yang ve Gu Jin, çetin cevizler.”

               Qiao Tianya parayı aldı, “İkinci Xiao’yu çok net bir şekilde ele aldın. Ama hâlâ onun hayatını nasıl kurtardığını düşünüyor.”

               Shen Zechuan gülümsedi, “Onu gerçekten takip etmek istiyorsun ha?”

               “Ben sarsılmaz sadakate sahip bir gardiyanım,” Qiao Tianya masum bir şekilde ellerini kaldırdı. “İkinci Xiao beni bin altına satın almaya razıysa, ben de doğal olarak onun için ateşe ve suya7 göğüs germeye razıyım.”

               Shen Zechuan, “Xiao Chiye’nin etrafının şimdiden kalabalık olması üzücü. Sana nasıl yer kalacak?” dedi.

               “Benim küçük efendim…” Qiao Tianya başını eğdi ve bir gözünü kısarak “… Gerçekten kötü bir ağza sahip,” dedi.

               Shen Zechuan bir “beni pohpohluyorsun” ifadesi takındı.

               “Ama bu…” Qiao Tianya sırıttı, “… İkimiz için de geçerli.”

◈ ◈ ◈

               Sekiz gün sonra, planlandığı gibi Shen Zechuan ve Ji Gang gelmişti.

               Ding Tao açıkça şikayetini bildirmişti. Bugün içki içmeyen Gu Jin, kapının dışında durdu. Uzaktan, Shen Zechuan’ın arkasından gelen Qiao Tianya’yı gördü.

               Ding Tao hemen parmak uçlarına basarak fısıldadı, “Jin-ge, bu o. Bu o!”

               Shen Zechuan ve Ji Gang, Chen Yang tarafından kapıdan geçirildi. Qiao Tianya doğal olarak dışarıda kalmak zorundaydı. Ama o öz farkındalığa sahip değildi ve ileriye doğru adım atmak üzere olan bacağı Gu Jin tarafından engellendi.

               “Birkaç gün önce bu delikanlının yoluna çıktığını duydum.” Gu Jin keskin gözlerle bambu şapkaya baktı. “Bir çocuğa zorbalık ettiğine göre ne tür bir kahramansın?”

               Ding Tao haklı bir öfkeyle homurdandı ve “Ne tür bir kahraman?!” diye papağan gibi tekrarladı.

               Qiao Tianya kahkahayı patlattı. Bambu şapkasını ters bir şekilde çıkardı ve arsız bir sırıtışla konuştu, “Bu akşam yemek için burada değil miyiz? Öyleyse neden hâlâ savaşıyoruz? Bu küçük dostu ilk defa burada görüyorum. Birader, yanlış kişiyi mi yakaladın?”

               Ding Tao ciyakladı ve öfkeden kudurdu, “Bunu nasıl söylersin? Seni başkasıyla karıştırmam!”

               Gu Jin, Ding Tao’yu durdurdu ve Qiao Tianya ile yüz yüze geldi.

               Neredeyse aynı boyda iki adam, neredeyse birbirlerine çarpacak kadar yakınlardı.

               Gu Jin, “Bugün doğru zaman değil. Sonrası için bir tarih belirleyelim,” dedi.

               “Ben özgür değilim.” Qiao Tianya alnının önündeki bir tutam saçı çekiştirdi ve Gu Jin’e kışkırtıcı bir gülümseme fırlattı. “Sonuçta, Efendim sadece bana sahip. Eğlenmek adına küçük bir erkek kardeş yetiştirmek için dünyanın neresinde o kadar boş zamanım olabilir?

               Gu Jin soğuk bir şekilde bir ağız dolusu salya tükürdü ve konuştu “Bana adını söyle. Gelecekte görüşmemiz için birçok fırsat olacak.”

               “Bu mütevazı hizmetkar, Qiao Yueyue.” Qiao Tianya iki parmağını Ding Tao’ya uzatıp şakağına dokundu. “Xiaosongsong8 olarak da bilinir.”

               Chen Yang, Shen Zechuan ve Ji Gang’ı içeri aldı. Bu avlu derindi. Chaoshou verandasını9 geçtiler ve kırmızı erik çiçekleriyle dolu koca bir avlunun zarif manzarasına açılan bir ay kapısından10 geçtiler.

               Xiao Chiye, Shen Zechuan içeri girdiğinde bir ağacın altında durmuş bekliyordu. Kısa bir süre bakıştılar, ancak bu ince duygu iletilmeden önce, her iki adam da aynı anda bakışlarını kaçırdı.

               Xiao Chiye, Ji Gang’ı karşıladı ve onu bir gülümsemeyle selamladı, “Shishu11 buraya gelmek için karlara göğüs germesine rağmen, shishu ile buluşmaya gitmediğim için lütfen beni bağışlayın. Şarap ve yemekler hazırlandı. Shifu12 uzun süredir içeride bekliyor.”

               Ji Gang, Xiao Chiye’ye baktı ve saygılarını sunmasını engelledi. “Shifunuz Ji Klanı’ndan yirmi yıl önce ayrıldı ve dövüş sanatlarının artık kendine özgü bir tarzı var. Aynı dövüş sanatları okulundan olmadığımız için fazla kibar olmana gerek yok.”

               Xiao Chiye konuştu, “Dövüş sanatlarımız aynı kökene kadar izlenebilir ve bu, aynı okuldan geldiğimiz anlamına gelir. Ji Klanı Yumruk Stili başlatılması sayesinde bugün çeşitli klanlardan dövüş sanatlarının karışımında ustalaşabildim. Uzun zaman önce shishunun itibarını duydum ve bu yüzden shishuya hayranım. O yüzden ne olursa olsun bu saygının gösterilmesi gerekiyor.”

               Xiao Chiye saygıyla eğildi ve Ji Gang’ı içeri aldı. Başını çevirmeyi ve Shen Zechuan’a “Lanzhou ve ben de uzun süredir birbirimizi görmedik,” demeyi unutmadı.

               Shen Zechuan kapıdan içeri girdi ve gülümseyerek, “Shixiongun artık büyük bir gücü ve etkisi var. Meşgul olmalısın,” dedi.

               “Aynı dövüş sanatları okulundanız.” Xiao Chiye nötr bir tonda konuştu. “Ne kadar meşgul olursam olayım sana biraz zaman ayırmam gerekecek.”

               “İşini benim yüzümden ertelemen sana ne fayda sağlar?” dedi Shen Zechuan, “Son zamanlarda her gün boşta çalışıyorum ve bu, şimdiden bana göz kulak olduğu için shixiong sayesinde oldu.”

               “Memnuniyetle.” Xiao Chiye perdeyi kaldırdı. “Meşgul olmak istiyorsan, bana gel. Dilediğin zaman seni beklemek üzere kanepeyi süpürüp temizleyeceğim.”13

               Shen Zechuan’ın ensesi, “kanepe” kelimesini duyduğunda ağrımaya başladı. Daha önce ısırıldığı bu noktalarda hâlâ geçmeyen bir sıcaklık varmış gibi görünüyordu; o kadar yakıcıydı ki gülümsemesi soldu.

               Zuo Qianqiu, beyaz saçlarını bir topuz haline toplamış, eğimli yakalı geniş kollu bir cübbe giymişti. İncelikli bir bilgin ya da hayranlık uyandıran bir general gibi görünmüyordu. Açıkça Ji Gang’dan birkaç yaş büyüktü, ama yine de Ji Gang’dan daha genç görünüyordu. Tanımlanması gerekiyorsa, başka bir dünyaya ait aurası var gibiydi. Görünüşe göre dövüş kardeşliğindeki bir keşiş olacağına dair söylentiler tamamen asılsız değildi.

               Zuo Qianqiu arkasını döndü ve Ji Gang’ı gördü.

               Ji Gang, kalın bir ceketle birlikte kısa uzunlukta düz pamuklu giysiler14 giymişti. Orada, şekilsiz bir yüzle durdu ve ona baktı. Bir anda geçmiş gün yüzüne çıkmıştı. Gençlerin tezahüratları ve kahkahaları kulaklarında çınladı, ama karşısındaki adam çoktan yaşlı ve beyaz saçlı idi.

               Xiao Chiye sessizliği bozdu ve “Her iki shifu da yemeklerini burada yerken, Lanzhou ve ben dışarıda bekleyeceğiz,” dedi.

               “Chuan-er, paltonu düzgünce bağla.” Ji Gang yana dönerken yalnız görünüyordu ve Shen Zechuan’a “Üşürsen içeri gel,” diye ısrar etti.

               Shen Zechuan başını salladı.

               Zuo Qianqiu, “A-Ye, shidine iyi bak,” dedi.

               Xiao Chiye onaylayarak gülümsedi ve iki adam da geri çekildi.

               Dışarısı soğuktu, yine de nadir görülen berrak bir geceydi.

               Shen Zechuan merdivenlerden indi ve kırmızı erik çiçeklerinin olduğu derin ormanı gördü. Ormanda bir köprü vardı. Bu avlu o kadar zarifti ki Xiao Chiye’nin tarzı gibi görünmüyordu.

               “Bu avlu Yao Klanı’nın parasıyla satın alındı,” dedi Xiao Chiye, Shen Zechuan’ın ne düşündüğünü biliyor gibi. Shen Zechuan’ın arkasında durdu ve çevreleyen berrak nehri ortaya çıkarmak adına kırmızı erik çiçeklerini kenara itmek için ellerini kaldırdı. “Hoş. Hem de pahalı.”

               “Ve yine de paradan ayrılmaya dayanıyorsun.” Shen Zechuan arkasına bakmadı.

               Xiao Chiye, göğsüyle Shen Zechuan’ın sırtına hafifçe vurdu ve Shen Zechuan’ın başının üstünü kapatmak için elini kaldırdı. Shen Zechuan’ın kulağına eğildi ve arsızca konuştu, “Karla kaplı kırmızı erikler. Koku Lanzhou’yu sarmış. Gülümsemesi bin altın değerinde.”

               “Teminat olarak pantolonunu bile sunmuş olmalısın.” Shen Zechuan gerçekten yavaş yavaş gülümsemeye başlamıştı.

               “Bir meblağ harcamak zorunda kaldım, evet. Ama Yao Wenyu zaten düşük bir fiyata satıyordu.” Xiao Chiye duraksadı ve devam etti, “Oldukça hızlı kaçtın. Benden kaçınmak için epey çaba da harcadın.”

               “Senden kaçtığımdan değil.” Shen Zechuan, Xiao Chiye’nin avucunu itmek için parmağını kaldırdı. “Fakat yüz yüze görüşmemiz gereken önemli bir konu var mı?”

               Xiao Chiye gülümsedi ve biraz acımasızca konuştu, “İkinci Genç Efendinle yattıktan sonra birazcık üstüne titreyemez misin?”

               Shen Zechuan, Xiao Chiye’nin göğsünden ayrılmak için birkaç adım attı, ardından tek kelime etmeden Xiao Chiye’yi incelemek için döndü.

               Erik çiçekleriyle bezenmiş bu yıldızlı gecede, ikisi de sonunda geriye dönüp baktıklarında bir şeyler anlamışlardı.

               Xiao Chiye, o gece kaptığı şeyin su olduğunu fark etmişti. Bir kez geçip gittiğinde, gerçekten gitmiş oluyordu. Shen Zechuan gitme konusunda en ufak bir isteksizlik göstermemişti. Birbirlerini ısırıp parçalama çılgınlığından sonra, o bir türlü bitmeyen sıcaklık da gecenin renklerine gömülmüştü. Shen Zechuan’ın sarhoşlukla boynunu kaldırdığı coşku içinde, Shen Zechuan onu – Xiao Ce’an’ı – anılarına hiç dağlamamıştı bile.

               Xiao Chiye bir kez daha bir şeyin farkına vardı.

               O gece şehvetine yenilen tek kişi oydu.

               “Sana daha önce nasihat etmiştim.” Shen Zechuan erik çiçeği dalını tutmak için parmaklarını kaldırdı ve Xiao Chiye’ye büyüleyici bir şekilde, “Bu enseyi ısırmamak en iyisi,” dedi.

               “Yatak odası zevki…” Xiao Chiye uçarı bir gülümseme sergiledi. “…Tek başıma yapabileceğim bir şey değil.”

               “Seninle benim aramdaki en büyük fark arzu. Her tarafın arzuyla kaplı. Vahşi hırslarını gizlemek için hiçbir çabadan kaçınmıyorsun. Ense, küçük olumsuzluklardan yalnızca biri. Direnmek isteyerek, onu yenmek isteyerek beni engelliyorsun, ama sonunda yine de ona karşı kaybediyorsun. Ama Ce’an.” Shen Zechuan bir erik çiçeği kopardı, yaprağını yırttı ve ağzına verdi. “Şehvetim bile yok. Peki nasıl benimle boy ölçüşeceksin?

               Xiao Chiye bir adım daha yaklaştı ve Shen Zechuan’ın çiçek tutan elini tuttu. Ona yaklaşmak için eğildi ve neşeli bir sesle konuştu, “Bir sefer nedir? Çok sıkıcı. Birkaç tur daha yapmalıyız. Ouhua Köşkü’ndeki fahişeleri kullanamadın ve o çocuklara dokunmaya da cesaret edemedin. Bakir ve mesafeli bir bilge gibi davranıyorsun. Ama o gece o kadar hassas bir şekilde nefesi kesilen ve soluk soluğa kalan ben değildim.

               Xiao Chiye, Shen Zechuan’ın elini dudaklarına götürdü, tehlikeli bir şekilde bastırdı ve alay etti.

               “Şehvete kapıldığım doğru. Ama madem bu kadar kararlısın, o zaman neden benimle çarşafın altında bir fırtına15 çıkarmaya çalıştın? Shen Lanzhou, benden çok, arzulara boyun eğmekten korkuyorsun, değil mi?

₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪

Çevirmen | Editör: Pebbles

₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪

Dipnotlar

  1. Yargıç: 镇抚 [zhèn fǔ] Yozlaşmış memurları bastırmak için işkence kullanma konusunda uzmanlaşmış İmparatorluk Hapishanesi yargıcı. Ming Hanedanlığı döneminde, İmparatorluk Korumaları’na bağlı bir Güney ve Kuzey Hapishanesi (镇抚司) vardı. Güney Hapishanesi, askeri yasaları yorumlamaktan ve askeri zanaatkarları yönetmekten sorumluyken, Kuzey Hapishanesi, İmparator tarafından emanet edilen davalardan sorumluydu.
  2. 词 Ci, bir tür klasik Çin şiiri.
  3. Sekiz Büyük Klan: Yao, Hua, Xi, Xue, Wei, Pan, Fei, Han
  4. Xi Klanı’nın İkinci Genç Efendisini ifade eder.
  5. 龙压不过地头蛇 Büyük güce sahip biri, kendi bölgesindeki yerel bir kötüyü yenemez.
  6. Genelevin sahibi kadın.
  7. 赴汤蹈火 ateş ve sudan geçmek; cesur tehlikeler ve ölüm.
  8. Xiaosongsong’daki Xiao, küçük anlamına gelir, yani “küçük songsong”. Burada adını şirinleştiriyor.
  9. 抄手游廊 bir tür veranda

  10. 洞门 Bir konut veya saray içindeki farklı avluları ayıran bir duvardaki açıklık. Ay kapısı (月亮门) olarak da bilinir.

  11. Shishu: Bir müridin, ustasının shidisine veya küçük kardeşine hitap şekli.
  12. Shifu: Müridin, ustasına hitap şekli
  13. 扫榻以待 kelimenin tam anlamıyla, beklemek için kanepeyi süpürmek, yani misafirleri beklemek için temizlemek. Kanepe (榻), aynı zamanda bir →yatak← olarak da işlev gören uzun ve dar bir ahşap kanepedir.
  14. 云雨 kelimenin tam anlamıyla bulut ve yağmur; sevişmek, cinsel ilişki için edebi bir terim