SAYE 9. Bölüm

Share

Jiang Cheng sigarayı fırlattıktan sonra arkasına döndü ve çıkmaz sokağın girişine doğru yürüdü.

“Hey! Dışarı çıkma!” Wang Xu bağırdı. “Problemlerden korktuğumu mu sanıyorsun?! Hou Zi ve grubunu kızdırmayı göze alamayız! Geçen dönem, Qi Zong’dan biri aylarca hastanede kalacak kadar dayak yedi!”

Qi Zhong – 7 Numaralı Lise, Jiang Cheng ve Gu Fei 4 Numaralı Lise’deler.

“Kızdırmayı göze alamaz mıyız?” Jiang Cheng Wang Xu’ya bakmak için döndü, “Bu denli güçlü bir piç ama başa çıkması için sadece Gu Fei’yi arıyorsun?”

“Da Fei farklı.” Dedi Wang Xu. “Çocukken bu bölgede büyüdü ve ayrıca…herneyse, sadece beni dinle. Bana bir kere yardım ettiğin için gitmene ve mantıksız davranmana izin veremem.”

Ve ayrıca…ve ayrıca ne?

Ve ayrıca, o kendi babasını öldürdü? Jiang Cheng ansızın Li Baoguo’nun söylediklerini hatırladı ve açıklanamayacak bir şekilde güldü. Küçük bir şehirdeki eski tarihi bir semt için birkaç sokağının böyle bir efsaneye sahip olması, oldukça ilgi çekiciydi.

“Lan neye gülüyorsun!” Wang Xu, Jiang Cheng’in kahkahalarıyla sinirlenmişti.

Jiang Cheng onu görmezden geldi ve devam etmeye hazırlandı ama tek bir adım attığı anda, Wang Xu onu arkasından yakalayarak eski yerine sürükledi.

“Hey, hey, hey,” Jiang Cheng Wang Xu’nun davranışıyla şaşırdı. “Bırak beni! Senin sorunun ne?!”

“Sorun?” Wang Xu şaşkınlıkla sorguladı ve sonra aniden elini gevşetti. “Herhangi bir sorunum yok… Başka bir amacım yok ah! Yanlış anlamasan iyi olur! Yanlış anlama!”

Jiang Cheng, Wang Xu’ya göz attı. “Başka bir amacın olduğunu söyledim mi?”

Wang Xu cep telefonunda bir numara tuşlarken cevap vermedi.

Jiang Cheng iç çekti ve küçük bir alanın köşesinde çömelmiş elindeki dalla dalgın bir şekilde yerdeki karları süpürürken ağzında salınan diğer sigarayı yaktı.

“Da Fei, Da Fei,” Wang Xu telefonu yakında tuttu ve sanki Hou Zi herifi avluda yanlarında nöbet tutuyormuş gibi sesini bastırdı. “Hou Zi tarafından engellendik… kaçtık, hayır, artık dışarı çıkamayız… bir yumruktan kanlı bir yüz kazandı, nasıl ayrılabiliriz! Kim olabilir ha, ben ve Jiang Cheng.”

Wang Xu, Jiang Cheng’e bakarken bunu söyledi.

Jiang Cheng onunla anlamlı bir bakışma paylaşmadı. Her ne kadar Wang Xu’nun çok fazla becerisi olmasa da başkalarından o kadar da korkmazdı bu yüzden onun böyle korkması için, hesapladı, bu insanlar kesinlikle hafife alınmamalıydı.

Doğrusu, önceki okulunda haylazlık yaparken o da diğerlerini çok fazla kışkırtmak istemezdi – çok zahmetliydi.

Gu Fei’nin telefonun diğer ucunda olduğunu düşündüğünde, dışarı çıkmanın ve güzelce kavga etmenin daha iyi olacağı sanısına kapıldı ama hala mantıklı bir bireydi. Eğer dışarı çıkarsa, bu sadece bir ya da iki kavga meselesi olmayabilirdi.

“Da Fei birazdan burada olacak.” Wang Xu telefonu kapattığında bildirdi ve kenardaki çöp yığınına vurmak için ayağını kullandı. “Kız kardeşini noodle yemeye götürmüş…daha bitirmemişler.”

Jiang Cheng’in tamamen dili tutuldu.

Wang Xu çöp yığınından yarım metre uzunluğunda tahta bir sopa buldu ve ayağına fırlattı, etrafı faydasız bir şekilde bir süre daha detaylıca araştırdıktan sonra hasar görmüş üç ayaklı sandalyeyi parçalara ayırmaya başladı.

“Ne yapıyorsun?” Jiang Cheng ona baktı.

“Herhangi bir silah arıyorum.” Dedi Wang Xu. “Hou Zi ve diğerleri bu bölgeye aşinalar, bu yüzden buraya Gu Fei’den önce varma ihtimallerine karşı, tamam mı?”

Jiang Cheng iç çekti. Okul çantasını aldı ve bir bıçak çıkarana kadar içini araştırdı ve Wang Xu’nun ayaklarının dibine fırlattı.

“Lanet olsun!” Wang Xu bıçağı gördüğünde tamamen şoka girdi ve Jiang Cheng’e bakmak için başını çevirdi. “Sen gerçekten de kahrolası bir xueba mısın? Ne tür bir xuebanın bıçakla dışarı çıkmaktan daha iyi yapacak bir şeyi olmaz!”

“Daha önce kullanmadım.” Dedi Jiang Cheng. “Bıçağın kenarı keskinleştirilmedi. Özellikle insanları korkutmak için kullanılıyor.”

Wang Xu bıçağı aldı ve bir an ciddiyetle bıçağı inceledi, sonra Jiang Cheng’in önünde çömelmek için yanına gitti. “Jiang Cheng, seni kızdırmayı göze alamam.”

Jiang Cheng konuşmadan ona baktı.

“Aramızdaki çatışma çoktan halledildi.” Wang Xu konuşmaya devam etti, “Gelecekte, sadece kendi işimize baksak nasıl olur?”

“Bu kelimeleri kendin için hatırla.” Dedi Jiang Cheng. “Bizim xueba ders çalışmakla meşgul olacak, körü körüne zamanını seninle harcayamaz.”

Bitirdiğinde, ikisi de konuşmadı ve yüz yüze sessizce çömelmeye devam ettiler.

Bir süre sonra, Wang Xu konuştu: “Sana bir tavsiye vereceğim.”

“Tamam.” Jiang Cheng parmaklarının arasındaki izmarite baktı – yükselen duman rüzgarda çılgınca burulmuştu ve herhangi bir iz bırakmadan süratle ortadan kayboldu.

“Eğer Hou Zi önce varırsa, sadece saklan.” Dedi Wang Xu. “Ne kadar ahmak olursak olalım biz yine de öğrenciyiz. Topluma karışan adamlara karşı hayatımızı riske atamayız.”

Jiang Cheng şokla Wang Xu’ya baktı, bu salak beklenmedik şekilde hayatta kalma içgüdüsü için gereken zekaya sahip.

“Bunu Gu Fei söyledi.” Wang Xu ekledi.

Jiang Cheng bunu duyduğunda, neredeyse sigarasını Wang Xu’nun yüzünde söndürmek istedi.

Doğrusu, Gu Fei’nin gelişi yavaş sayılmazdı. Bisikletinin üzerinde belirmesi kabaca on dakika almıştı ancak Jiang Cheng’in anlamasını zorlaştıran şey Gu Miao’yu yanında nasıl getirdiğiydi.

Küçük kız kaykayını sürerken bisikletin arkasına bağlanmış bir ipe tutunuyordu.

Bütün aile akıl hastası!

Gu Fei’nin ayağı destek için zemine temas ettiği anda, Gu Miao kaykayından atladı, sertçe üzerine bastı böylece kaykay havalandı ve elleriyle yakaladı.

Yürüdü ve kaykayına sarılırken Jiang Cheng’in önünde durdu. Gu Miao, Jiang Cheng’e gülümsedi ve Gu Fei’nin yanına koşup bacağına yaslandı.

“Yumruğu kim attı?” Gu Fei sordu.

“Ben.” Jiang Cheng ayağa kalktı. “Neden?”

“Hou Zi ile mi karşılaştın?” Wang Xu derhal sordu.

“Sokağın girişinde.” Gu Fei, Jiang Cheng’e bakmak için döndü. “Şimdi buraya geldiğini tahmin ediyorum.”

“Siktir.” Wang Xu kaşlarını çattı. “Dışarı çıkabilir miyiz?”

“Nasıl dışarı çıkmak istediğine göre değişir.” Dedi Gu Fei ve tekrar Jiang Cheng’e baktı. “İki çözüm yolu var.”

Jiang Cheng bu sefer muhtemelen biraz problem çıkardığını biliyordu. İç çekti ve duvara yaslanırken ellerini ceplerine koydu. “Söyle.”

“İntikamını almasına izin ver, eşitlendiğinizde bitecek.” Dedi Gu Fei. “Gönüllü değilsen, siz beyleri dışarı çıkartabilirim, ama gelecek sefer onlarla karşılaştığında şansa bağlı olur.”

Wang Xu hızla Jiang Cheng’e baktı.

“Eşitlenmek sorun değil ama bir unsurda anlaşalım eğer herhangi biri fazladan bir vuruş eklerse, karşılık veririm.” Dedi Jiang Cheng.

Hou Zi geri döndüğünde, burnu pamuk yumaklarıyla doldurulmuştu, bu Jiang Cheng’in muhtemelen platelet seviyesinin düşük olduğunu düşünmesine neden oldu— bu kadar uzun süreden sonra bile kanama henüz durmamıştı.

Tıpkı Wang Xu’nun söylediği gibi Hou Zi gerçekten de bu sefer yanında birçok kişi getirmişti ve tek bir bakışla, küçük bir kasaba kabadayısının sert mizacına sahip yedi veya sekiz kişi bile vardı.

“Er Miao, git ve sokağın girişinde beni bekle.” Dedi Gu Fei.

Gu Miao, Jiang Cheng’e göz attı ve kaykayını yere bıraktı, kaykayının üzerine çıktı ve sonra bir ok gibi kalabalığın arasından dışarı fırladı.

“Sen de git.” Dedi Jiang Cheng.

Gu Fei düşmemesi için bisikleti gidonundan destekledi ve bir anlığına Jiang Cheng’e baktı. “Wang Xu, benimle beraber dışarı çık.”

“Ben…” Wang Xu, Jiang Cheng’e bakarken tereddüt etti.

“Git.” Dedi Jiang Cheng – sadece dayak yiyeceği bir sahnede, izleyici istemiyordu.

Gu Fei bisikletin direksiyonunu yükseltip ters istikamete, Wang Xu’nun gittiği yöne çevirdi.

Kasvetli bir ifadeye sahip Hou Zi, Jiang Cheng’in olduğu yere yürüdü.

Gu Fei yanından geçerken, aniden sağ bileğini kavradı ve elini cebinden çıkardı.

“Ne yapıyorsun?” Hou Zi, Gu Fei’ye baktı.

Gu Fei hiçbir şey söylemedi. Sağlam bir şekilde elini Hou Zi’nin bileğinden aşağı kaydırdı ve yandaki duvarın dibine atmadan önce elinden bir şey aldı.

Metalin tuğla duvara çarpmasının sesi oldukça keskindi.

Jiang Cheng soruşturmak için sesin kaynağını takip etti, siyah pirinç bir muştaydı.

Aşağılık herif.

“Hala kuralların açıklanması gerekiyor.” Gu Fei pedala basıp bisikletini sokağın diğer tarafına sürerken bağırarak söyledi.

“Ona hiçbir şey olmayacak, değil mi?” Wang Xu sokağın girişinde yapraksız bir ağacın altında duruyordu, boynunu eğdi. Gu Miao’nun yakınlardaki bir ağacın altındaki kar yığınının etrafında kaykayla kaymasını izledi.

“Eğer sorun çıkarmaktan korkuyorsan o zaman onu kışkırtma.” Gu Fei basitçe özetledi.

“Ben herhangi bir sorun çıkarmadım. Hou Zi’yi gördüğümde, kaçtım bile.” Dedi Wang Xu. “Siktir, lanet olsun! Bugün onunla karşılaşacağımı nereden bilebilirdim. Jiang Cheng de ne olduğunu bilmiyordu ama doğrudan yumruk attı.”

“Aranızdaki anlaşmazlık çözüldü mü?” Gu Fei, Wang Xu’nun yüzüne baktı. “Yüzünü yumruklamaması için diz çöktün ve yalvardın mı?”

“…bu kadar yeter.” Wang Xu iç çekti ve sokağa bakmak için döndü. “Gözlerim açıldı olarak al. Ayrıca bu tür bir xueba, onu kışkırtmayı göze alamam.”

Gu Fei sesli bir şekilde güldü.

Birkaç dakikadan daha kısa süre sonra, Hou Zi ve grubu dışarı çıktı.

Hou Zi’nin yüzü biraz nahoş olsa da, normal görünüyordu, bununla beraber, onu arkasından takip eden kişi çok da mükemmel görünmüyordu – açıkçası alnında çok büyük bir şişlik vardı.

“Karşılık mı verdi?” Şişliği gördüğünde Wang Xu’nun kafası karışmıştı.

Hou Zi ve Gu Fei bakıştıktan sonra, grup ayrılırken ikisi de bir şey söylemedi.

Gu Fei kaşlarını çattı. Buna bakılırsa, Jiang Cheng kesinlikle karşılık vermiş. O başlatmamış olmalı, biri mutlaka ‘bir vuruş daha eklemiştir’ ama Hou Zi’nin böyle bir durumda kuralları ihlal edemeyeceğini söylemek akla uygun olur.

O zaman, Jiang Cheng nerede?

Birkaç kere etrafından dolaşması gerekse bile, dışarı çıkması bu kadar uzun sürmemeliydi… cebindeki telefon çaldığında bakmak için cebinden çıkardı ve şaşkınlıkla arayanın Jiang Cheng olduğunu fark etti.

“Neredesin?” Gu Fei telefonu cevapladı.

“Ben…kayboldum.” Dedi Jiang Cheng.

“Ne?” Gu Fei tamamen şoktaydı. “Kayıp mı?”

“Evet, kayıp. İçeri girerken bir sürü dönüş vardı ve şimdi nereden dönmem gerektiğini bilmiyorum. Buradaki sokaklar kahrolası bir labirentin içine inşa edilmiş olmalı!” Jiang Cheng, çok kötü bir ruh hali içinde konuştu.

“Sen… bir dakika bekle.” Gu Fei, Gu Miao’ya baktı. “Er Miao, içeri gir ve Jiang Cheng gege’ya çıkması için rehberlik et.”

Gu Miao kaykayına atladı ve ışık hızında ara sokağa süzüldü.

Jiang Cheng kaykay tekerlerinin sesini duyduğunda bağırıdı: “Gu Miao?”

Gu Miao’nun silueti ilerideki köşeden ani bir şekilde görüldü ve Jiang Cheng’e el salladı.

Jiang Cheng oraya gitti – aslına bakılırsa daha yeni oradan gelmişti. Gu Miao’yu takip etti ve daha önce gördüğü bir sokağa gelmeden önce bir köşeden döndüler.

Siktir. Bu kadar yakın olduğunu bilseydim, Gu Fei’yi arayıp kendimi utandırmazdım.

Bugün yaşanan utanç halihazırda dörtlü kombo oluşturmak için yeterliydi.

“İyi misin?” Wang Xu, Jiang Cheng’in dışarı çıktığını gördüğü anda sordu ve sonra dik dik yüzüne baktı.

“Bir şey yok.” Jiang Cheng midesini ovdu.

“Yüzüne darbe almadın, ha?” Wang Xu, Jiang Cheng’in eline baktı.

“Evet.” Jiang Cheng ona baktı. “Neden, vurmak mı istiyorsun?”

“Sadece soruyorum.” Dedi Wang Xu. “Midene mi darbe aldın? Acıyor mu?”

“Acıktım.” Dedi Jiang Cheng.

“Karşılık verdin, değil mi?” Wang Xu inceden inceye sorgulamaya devam etti. “Birinin alnında devasa bir şişlikle dışarı çıktığını gördüm. Bu nasıl oldu?”

“Biri fazladan bir vuruş eklemeye cüret ederse karşılık vereceğimi söylemiştim.” Jiang Cheng biraz sabırsızca cevapladı. “Başını tuttum ve duvara çarptım. Neden, denemek mi istiyorsun?”

“Eve gidiyorum.” Dedi Wang Xu. “Ayrılıyorum…o zaman, Gu Fei, yarın öğlen sana yemek ısmarlarım.”

Wang Xu ayrıldıktan sonra, Jiang Cheng ve Gu Fei birlikte durdu ve Gu Miao’nun kaykayın üzerinde eğlenmesini izledi. Bir an sonra biri konuştu. “Teşekkür ederim.”

Hou Zi den yediği o zamandan beri neredeyse onu kusturacakmış gibi hissettiren iki yumruğun acısına rağmen, Gu Fei orada olmasaydı, anlaşmazlığı çözmek için bu seçenek de mevcut olmazdı. O andan itibaren, muhtemelen kapıdan her çıktığında gözcülük yapan Hou Zi ile karşılaşacağını hesapladı. Durum bu olsaydı, hayatı tam o anda bitebilirdi.

“Gerçekten iyi misin?” Gu Fei, kısaca Jiang Cheng’e baktı.

“Evet.” Jiang Cheng artık bu konuyu tartışmak istemiyordu. Bu konu hakkında düşündü ve sonra, sordu. “Yemek yedin mi?”

“Hayır.” Gu Fei cevapladı.

“…Wang Xu daha demin noodle yediğinizi ve bitirdikten sonra geleceğinizi söylemişti.” Dedi Jiang Cheng.

” O zaman ikiniz de çoktan parçalara ayrılmış olurdunuz.” Dedi Gu Fei. “Sadece yayalara açık bir caddede yemek yiyordum. Gerçekten yemeğimi bitirdikten sonra gelseydim, en iyi ihtimalle yarım saat sürerdi.”

“Biraz daha yemeye gidelim.” Jiang Cheng, Gu Miao’ya baktı. “Ne yemek istersin?”

Doğal olarak, Gu Miao ona cevap vermedi yalnızca Gu Fei’ye baktı.

“Sadece yolu göster.” Gu Fei, hafifçe Gu Miao’nun şakağını okşadı.

Gu Miao çabucak kaykayının üzerine çıktı ve önceki barbekü büfelerine doğru atıldı.

“Bin.” Gu Fei, Jiang Cheng’e baktı.

“Oraya yürüyeceğim.” Dedi Jiang Cheng.

Gu Fei başka bir şey söylemedi ve bisikletini sürerek gitti.

Jiang Cheng iç çekti. Midesine bastırdığında bir nebze öğürüyormuş gibi hissetti, açlıktan mı yoksa Hou Zi’nin iki yumruğundan dolayı mı olduğunu bilmiyordu.

Gu Miao kenara en yakın barbekü tezgahını seçmişti ve Jiang Cheng dolanıp dururken çoktan yemek için bir sürü yiyecek almıştı.

Jiang Cheng berbekünün kokusunu aldığında, midesindeki rahatsız edici his yavaşça ortadan kayboldu – ve geride güçlü bir açlık hissi bıraktı. Gözden geçirdi ve eti işaret etti: “Aynısından on tane şiş ve ayrıca bir kilo kerevit.”

Bu tezgahta kerevit yoktu bu yüzden yarım sokak ilerideki bir tezgaha koştu ve bir kiloyla geri döndü.

Birbirinden farklı büyük et parçaları masanın üzerine yığıldığında, Gu Fei kendini sormaktan alamadı: “Her zaman bir kerede bu kadar çok yiyebiliyor muydun?”

“Xiao Ming’in büyükbabası 103 yıl yaşadı.”* Jiang Cheng kuzu şişi kaldırdı ve bir ısırık aldı.

Xiao Ming’s grandfather lived for 103 years (小明的爷爷活了103岁) Kendi işine bakarsan daha uzun yaşarsın anlamına geliyor.

Gu Fei güldü ve şeften küçük bir şişe Kızıl Yıldız’ın Er Guo Tou Likörü’nden getirmesini istedi.

Başta, Jiang Cheng ‘ yemek yediğin zaman içmek zorunda mısın’ diye sormak istedi, ama Xiao Ming’in 103 yaşındaki büyükbabası onu durdurdu.

Gu Miao konuşmadı ve Jiang Cheng’in de konuşacak fazla bir şeyi yoktu, dolayısıyla, her şey son kez birlikte barbekü yedikleri gibiydi – yemeklerini bitirene kadar bütünüyle sessiz.

Ayrıca tamamen doyana kadar yemek oldukça güzeldi. Pan Zhi’yle yemek yediği her zaman durmaksızın konuştuğu ve çoğu zaman yeterince ya da doyana kadar yemediği için, daha fazla yemek eklemek zorunda kalıyorlardı.

Tümüyle canlı bir barbekü tezgahındalardı ve masaları parlak ve güzel bir manzara gibiydi – şef yanlarından her geçtiğinde, tekrar tekrar onlara bakıyordu, muhtemelen uzlaşma buluşması için burada olduklarını ve her an ayağa kalkıp bıçak çekmelerinin imkanlar dahilinde olduğunu düşünüyordu.

Gu Miao doyduğunda ve başını tutabilmek için şapkasını çıkardığında, Jiang Cheng en sonunda sessizliği bozdu.

“Ona neden yeşil bir şapka aldın?” Gu Fei’ye sordu; bu soru Gu Miao’yu dükkanda gördüğü günden beri sürekli olarak Jiang Cheng’i rahatsız ediyordu.

“Yeşili seviyor.” Dedi Gu Fei.

“Ah,” Jiang Cheng, Gu Miao’nun yeşil şapkasına tekrar baktı – Gu Fei’nin cevapları her zaman o kadar aklı başında ve mantıklıydı ki, birinin kabul etmesini olanaksız kılıyordu. “Bu renk bir şapkayı alabilmek bile bir mucize ha.”

Gu Miao başını iki yana salladı.

“Hm?” Jiang Cheng ona baktı.

“Satın alınmadı.” Dedi Gu Fei.

“Örüldü mü?” Jiang Cheng şapkaya dokundu, gerçekten emin olamıyorsun, el işi çok güzel.” Bunu senin için kim ördü ha? Annen mi?”

Gu Miao gülümsedi ve Gu Fei’yi gösterdi.

Jiang Cheng, Gu Fei’ye bakmak için şiddetle başını çevirdi. “Hassiktir?”

“Biraz medeni ol.” Gu Fei sakince söyledi.

“Oh,” Jiang Cheng, utançla Gu Miao’ya baktıktan sonra tekrar Gu Fei’ye döndü. “Bunu sen ördün? Bunu nasıl yapacağını da mı biliyorsun?”

“Hm.” Gu Fei homurdanmayla cevapladı.

Jiang Cheng aniden zihnindeki Gu Fei izleniminin bulanıklaştığını hissetti – şekerlerle dolu bir cep, yün bir örgü şapka, kendi babasının katili.

Yemeklerini bitirir bitirmez, Gu Miao bisikletin arkasına dolanmış ipi açıp sıkıca tutunarak kaykayına binerken Gu Fei de bisikletine bindi.

“Dikkat…et,” Jiang Cheng aslında ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu.

“Yarın görüşürüz,” Dedi Gu Fei arkasında Gu Miao’yu çekerken bisikletle küçük caddede kalabalığın arasında kaybolmadan önce.

Jiang Cheng ancak hesabı ödedikten sonra tepki verebildi, yarın görüşürüz?

Bugün çoktan bitti mi?

Elbette, öğleden sonra üç dersi daha kaldığı için gün bitmemişti ve ne kadar şaşırtıcı ki Siyaset dersi iki saatti – Jiang Cheng programı gördüğü anda aşırı derecede uykulu hissetmeye başlamıştı.

Sözüne sadık Gu Fei, bütün öğleden sonra ortaya çıkmamıştı. Lanet olsun, gerçekten de ‘yarın görüşürüz’.

Jiang Cheng masanın üzerine eğildi ve bütün öğleden sonra uyudu; Gu Fei’nin orada olmamasının avantajı Zhou Jing’in ikide bir arkaya dönüp konuşmamasıydı – ne kadar huzurlu.

Siyaset öğretmeninin Lao Xu’dan bile daha az mevcudiyet hissi vardı – bugün tanıştığı bütün öğretmenler arasında en görünmez olanıydı.

Kürsüde ders anlatırken bile, sınıftaki vicdansız horlamalar arasından duyulabilmesi için sesini sürekli yükseltmek zorunda kalıyordu.

Son derste, Pan Zhi ona bir mesaj gönderdi.

–Beklendiği gibi, hiçbir öğretmen serbest çalışma dersini istemedi, mükemmeeeel.

Jiang Cheng kürsüdeki öğretmene göz attıktan sonra Pan Zhi’yi cevapladı.

–Burası muhteşem, bu ders aynı gıda piyasası gibi. Acaba Pazar mı demek istiyor?

–Huzurlu olsa bile, uyuyacaksın zaten.

–Bir bok bilmiyorsun.

Jiang Cheng iç çekti, Pan Zhi anlamadı. Her derste yatmış olması, her seferinde uykuya daldığı anlamına gelmiyordu. Gözlerini kapattığında, dersi dinlerdi ve sınav için tekrar zamanı geldiğinde, uyumaz ya da dersi asmazdı.

Böyle bir ortamda, bu xuebanın niteliğinin düşeceğinden gerçekten endişeliydi.

O günkü derslerin bittiğini belirten zil çaldığında, sınıf hemen gürültüye kapıldı ve neredeyse herkes, bir anda eşyalarını toplayıp yol boyunca neşeyle sohbet ederek hızla sınıftan çıktı.

Jiang Cheng eşyalarını toparladı, çantasını aldı ve sınıftan çıktı ama koridoru geçerken, sayısız gözün üzerinde oyalandığını hissetti. Yana baktığında sadece birçok insanın trabzanlara yaslanmış ona baktığını gördü – ikinci sınıf mı üçüncü sınıf mı olduklarından emin değildi, ki bu önemli de değildi, gözlerinde merak ve inceleme vardı.

Cık.

Wang Xu’ya bakmak için döndü, bu piç bir şeyler söylemiş olmalı, muhtemelen yarını düşünmeden olanlarla ilgili küstahça övünmüştür.

Merdivenlerden indiğinde, cep telefonu çaldı; arayanın Pan Zhi olduğunu tahmin etti, gel gör ki, bilmediği bir numaraydı.

“Merhaba?” aramayı cevapladı.

“Jiang Cheng, değil mi? Burada senin için eşyalar var, gel ve onları al.” Karşı taraf konuştu.

Jiang Cheng tepki vermeden önce şoka girdi ve tekrar bunun hızlı teslimat olup olmadığını sordu ama bu geri hizmetti ve gidip kendisinin alması gerekiyordu. Adresi ve eşyaların nereden gönderildiğini sordu ve aramayı sonlandırdı.

Annesi göndermişti – eski evinde dağınık odasındaki bütün her şey olmalıydı.

Önceden onun için bir banka kartı hazırlamıştı ve şimdi dikkatle bütün eşyalarını göndermişti, yine de artık onunla iletişime geçmiyordu.

Annesine teşekkür mü etse yoksa ondan nefret mi etse bilmiyordu.

Bununla beraber, ruh hali çok kötü sayılmazdı. Görünüşe göre son birkaç gündür her şeye karşı biraz duygusuzlaşmaya başlamıştı./Son birkaç günde her şeye karşı bir dereceye kadar uyuşmaya başladığı görülüyordu. Hatırladığında, ani bir sızı olacaktı ama kısa bir süre sonra geçerdi.

Yürüyerek geri döndü. Bu saatlerde, Li Baoguo kesinlikle evde değildi. Akşam yemeğini bile tek başına yemek zorunda kalabilirdi. Yürürken düşünüp taşındı ve biraz çin mantısı yemeye karar verdi ama öğle yemeğinde biraz çok yediği için, şu anda aç hissetmiyordu.

Li Baoguo’nun evine yakın bir yerde, çeşitli restoranların olduğu küçük bir iş merkezi vardı ve Jiang Cheng daha önce önünden geçtiğinde temiz olduğu belli olan bir çin mantısı restoranıyla oldukça canlı görülüyordu.

İş merkezine varmak için, Jiang Cheng küçük kurak bir köprüden geçmek zorunda kaldı. Köprünün kenarına yaklaşırken bir göz attı ve adımları duraksadı.

Kar taneleri öğleyin düşmeyi durdurmuştu ve öğleden sonra güneşi göz kamaştırıcıydı. O parlak yıldız çoktan batmış olmasına rağmen, gökyüzünün yarısı su kadar belirsiz ışıl ışıl altın zerrelerle kaplıydı.

Ayrıca küçük köprü sıcak renklerle boyanmıştı.

O anda, Jiang Cheng’in yüreği gerçek huzuru hissetti – bu kaotik günün getirdiği melankoni dağıldı.

Eğer yarım saat erken olsaydı, buranın çok daha güzel olacağını düşünerek köprüye doğru adımlarını hızlandırdı.

Bunca günden sonra, muhtemelen bu küçük yıkık şehirde gördüğü en güzel yer burasıydı.

Köprüde çok fazla insan yoktu ve merkezine ulaştığında ileride elinde kamera olan birini gördü – muhtemelen köprünün ve gökyüzünün fotoğraflarını çekiyordu.

Yan profilini gördüğünde…hayır, sadece bacaklarını gördüğünde anlamıştı.

O Gu Fei’ydi.

Gu Fei’yi tanıması beklenmedik değildi, beklenmedik olan Gu Fei’ydi. Öğleden sonraki bütün dersleri astıktan sonra, oradaydı ve yanında profesyonel kalitede bir kamera ve kamera çantası vardı.

Zhou Jing’e kamerayı ödünç vermeyi reddetmesine şaşmamalı.

Jiang Cheng oraya mı gitmesi yoksa geri dönüp Gu Fei’yi görmemiş gibi mi yapması gerektiği konusunda tereddüt etti, her halükarda, konuşacak hiçbir şeyleri yoktu.

Tam bir adım atacağı anda, Gu Fei muhtemelen fotoğraf çekmeyi bitirdi ve dönüp Jiang Cheng’in olduğu yöne doğru yürümeye başladı.

Onu görmemiş gibi yapmak için artık çok geçti. Jiang Cheng iç çekti ve ilerledi.

Tam onu selamlayacağı anda – özel olarak söyleyecek bir şeyi olmasa da – Gu Fei onu gördü. Bir saniye duraksadıktan sonra, yüzüne baktı ve elindeki kamerayı kaldırdı.

Jiang Cheng tam bir şok içindeydi ve deklanşör sesini duyduğunda yüzünü kapatacak zamanı olmamıştı.

Klik.

Amcanı sikeyim ah!

Amcanı sikeyim ah!

cr. http://ms-berry.lofter.com/