SAYE 12. Bölüm

Share

Jiang Cheng kendisinin oldukça berbat biri olduğunu fark etti – dersleri asmak ve kavga etmek eksikliğini çekmediği şeylerdi ama hiç kimseyi bir vuruşta yere serip sadece yemek yemeye devam etmek için karda yatarken bırakmamıştı.

“Hey.” Gu Fei’yi dükkandan içeri girerken takip etti ve dikkatle lakayt bir şekilde külçe gibi sandalyesine yığılan Gu Fei’yi izledi. Bu konuşma Gu Miao’nun varlığında açık açık gerçekleştirilemezdi bu yüzden sadece anlaşılmayacak şekilde ima edebildi, “O…gerçekten de onunla ilgilenmeyecek misin?”

“Endişelenme, o iyi.” Gu Fei, Jiang Cheng’e baktı. “Ayağa kalktığında kendi başına gider ve en fazla burun kemerini düzeltmesi gerekir…oldukça kibarsın. Nasıl oldu da Hou Zi ve çetesiyle temasa geçtiğinde endişelenmedin.”

“Ben…” Jiang Cheng kapıyı işaret etti ve bir süre uygun sözcük dizisine karar verdikten sonra ekledi, “…onları uyutmuş muydum?”

Gu Fei ses çıkarmadan ona baktı ama yüzündeki bastırılmış gülümseme kolayca görülebiliyordu.

“İyi.” Jiang Cheng oturdu. “Ben sebep olmuş değilim.”

Gu Fei başını eğdi ve yemeye devam etti. Jiang Cheng dışarıdaki adamın “ayağa kalkabileceğinden” ve dahası “kendi başına gidebileceğinden” tamamen şüpheli olsa da akabinde hiçbir şey söylemedi.

Çevredeki farklılık akla yatkın bir faktördü – büyüdüğü çevrede davranışları ne kadar kaygılandırıcı olursa olsun, uygulanan davranışların bir “derecesi” olması gerektiğini öğrenmişti. Buna rağmen Gu Fei, bu yıkık ve eski şehri seyrederken, etrafındaki insanları seyrederken, bu türden zapt edilmemiş bir vahşilik fark edilmeden devam edebiliyordu.

Aslında böyle düşündüğünde Jiang Cheng, Gu Fei’ye karşı oldukça minnettar hissediyordu, geçen sefer karda yüz üstü “uyurken”, Gu Fei dışarda donarak ölmesine izin vermediği için olan bir minnettarlık.

Jiang Cheng, Gu kardeşler ile sessizlik içinde yemek yemeye alışmıştı, bundan önceki iki yemekleri de böyleydi. Gu Miao konuşmadı, Jiang Cheng’in söyleyeceği bir şey yoktu ve görünüşe bakılırsa Gu Fei’nin hiç ses çıkarma isteği yoktu.

Bu şekilde yemek zaman açısından verimliydi, onuncu dakikada yemeği bitirmek üzereydiler.

Yemek çubuklarını masaya bırakıp minnettarlıkla bir söz söyleyeceği anda kapının dışından acı dolu bir küfür dizisi duyuldu. Sese bakılırsa, uyutulmuş olan adam sonunda uyanmıştı.

Jiang Cheng rahat bir nefes aldı ve dinlemeye devam etti.

Adam büyük zorlukla küfür ediyordu muhtemelen burun kemeri kırık olduğu içindi. Kelimeleri genel hatlarıyla dinlerken, senaryolu küfürleri Li Baoguo’nun komşularının dahil olduğu tartışmadakilerle biçimsel olarak çok benzerdi.

Bu muhtemelen mahalle kültürüydü.

Dikkatini çeken yüksek sesli bir ifade haricinde, Jiang Cheng Gu Fei’ye baktı.

“Anneni becerdiysem ne olacak, bunun hakkında ne yapabilirsin!” Adamın konuşması anlaşılmazdı ama yine de deşifre edilebiliyordu.

Gu Fei’nin bakışları onunkilerle birleştiğinde, cevap vermeden önce çorbasından birkaç yudum daha aldı: “Annemin erkek arkadaşı…”

“Ne?” Jiang Cheng olağanüstü şaşkınlığını belirtmek için bitirmesini beklemedi. Adam oldukça tiksinç olsa da en fazla otuzlarındaydı, ki Gu Fei’nin annesi onu yirmi yaşında doğurmuş olsa bile kırk yaşına yakın olması gerekirdi.

“Birçoğu arasından” Gu Fei cümlesini tamamladı.

“Ah?”Jiang Cheng dondu.

“Henüz doymadın mı?” Gu Fei sordu. “Hala et var, henüz doymadıysan biraz daha ekle.”

“Doydum, doydum.” Jiang Cheng aceleyle onayladı.

“Er Miao bunları toparla.” Gu Fei yemek çubuklarını masaya koyarken konuştu.

Gu Miao anında ayağa kalktı ve yemek çubuklarını bir eline toplayıp her şeyi arka kapıdan dışarı taşımadan önce kaseleri becerikli bir şekilde bir araya getirdi.

Jiang Cheng, Gu Miao’nun davranışlarına baktığında aniden Li Baoguo’nun “bu tür şeylerin kadınlar tarafından yapılması gerekir” dediğini hatırladı ve biraz hoşnutsuz hissetti. Temizlemesine yardım etmek için ellerini uzattı.

“Oturmaya devam et.” Gu Fei onu durdurdu. “O yapabilir.”

“Çünkü bu tür şeylerin kadınlar tarafından yapılması gerekiyor, değil mi?” Jiang Cheng, Gu Fei’ye bakmak için döndü.

Gu Fei donakaldı ve sonra gülümsedi: “Bunu mu söyledim?”

“Sözsüz ihmal, değil mi?” Jiang Cheng, Li Baoguo’nun ailesinin bu akşamki kaotik oyununu tekrar düşündü ve büyük güçlüklerle söndürdüğü öfkesi hızlı bir şekilde tekrar tırmanmaya başladı.

“Ben” Gu Fei kendini işaret etti. “Yemeği pişiririm.”

Jiang Cheng ona baktı.

“Gu Er Miao” Gu Fei, Gu Miao’nun arka kapıdan çabucak girip çıkan figürünü işaret etti. “Bulaşıkları yıkar.”

Jiang Cheng, Gu Fei’ye bakmaya devam etti.

“Bunda yanlış olan bir şey var mı?” Gu Fei sordu.

“Ah.” Jiang Cheng ona baktı, yavaşça yukarı tırmanan öfke alevlerinin tamamı anında utanca dönüştü.

“Ah?” Gu Fei de Jiang Cheng’e baktı.

“…ah.” Jiang Cheng bundan sonra ne söyleyeceğinden gerçekten emin değildi.

Gu Fei onu umursamadı. Ayağa kalktı ve masadan ayrıldı. Kasanın arkasına oturup bir sigara yaktı ve ağzında salınmasına izin verdi.

Jiang Cheng ayrılmak istedi ama yetiştirilme tarzı başka birinin evinde yemek yedikten sonra yemek çubuklarını bırakır bırakmaz gitmesine izin vermiyordu. Sadece masanın yanında oturup masa tamamen temizlenene kadar Gu Miao’nun üç kere dışarı çıkıp içeri girmesini izleyebildi.

Tam Gu Fei’den bir sigara isteyeceği anda, Gu Fei ağzında salınan sigarayla ayağa kalktı ve dışarı çıkan Gu Miao’yu takip etti.

Dükkanın içinde kalan tek şey boş masanın yüzeyine kendinden geçmişçesine boş boş bakan kendisiydi.

Siktir.

Telefonunu çıkardı ve Pan Zhi’ye mesaj attı.

–Torun.

–Büyükbaba! Biraz sohbet etmek ister misin?

–Meşgulüm.

Pan Zhi sesli mesaj gönderdi: “Ölümüne sıkıldın ve dalga geçmek için mesaj gönderdin! Biraz önce annemden azar işittim ve bana yemek bile vermedi!”

Jiang Cheng bunu duyduğunda, anında gülmeye başladı ve Pan Zhi’ye sesli mesaj gönderdi – tamı tamına 20 saniyelik bir kahkaha.

Jiang Cheng gülmeyi bitirdikten sonra ayağa kalktı ve Gu kardeşlerin arkada ne yaptıklarına bakmaya karar verdi. Hiçbir şey yapmıyorlarsa, gitmesi gerekirdi.

Arka kapıdan çıktığında, küçük bir avlu vardı, muhtemelen aynı anda birkaç vitrinle paylaşılıyordu, ayrıca küçük bir mutfak ve banyo da vardı.

Jiang Cheng kapıdan çıktığı anda kuvvetli rüzgar doğruca yüzüne çarptı, hemen mutfağa doğru koştu.

Gu Fei sırtı kapıya dönük bir şekilde dururken, Gu Miao mutfak lavabosunun önünde duruyor ve sıcak suyla bulaşıkları yıkıyordu.

Küçük kız oldukça maharetliydi ve yüz ifadesi de tamamen konsantre olduğunu gösteriyordu.

Jiang Cheng bir anlığına izledi, Gu Fei’nin burada dikilmesinin nedenini anlayamadı. Gu Miao küçük bir çocuk değildi, eğer işi bulaşıkları yıkamaksa, o zaman yapmasına izin vermeliydi neden burada dikilip onu izlemek zorundaydı?

“Bu…” boğazını temizledi.

Gu Miao’nun onu duymuyormuş gibi davranarak bulaşıkları yıkamaya devam etmesinin nedeninin bulaşıkları yıkamaya tamamen konsantre olması olup olmadığından tamamen emin değildi.

Gu Fei başını çevirdi. “Evet?”

“Gitmeye hazırlanıyorum.” Dedi Jiang Cheng. ” Sık giymediğin montların var mı? Birini bana ödünç ver.”

“Yok.” Gu Fei cevapladı.

“Lanet olsun!” Jiang Cheng ona baktı. “Ne demek istiyorsun?”

“Sık giydiklerim var.” Gu Fei cevapladı. “Odadaki dolabın içindeler, gidip kendine bir tane alabilirsin.”

“…oh, teşekkürler.” Jiang Cheng bir ceket almaya hazırlanarak arkasına döndü.

“Cheng Ge” Gu Fei’nin seslenişi onu duraklattı.

Jiang Cheng durdu. Gu Miao’nun kendisine Chang Ge demesini takip eden Gu Fei kendisini biraz tuhaf hissettirdi ama aynı zamanda açıklanamayacak bir biçimde huzurluydu – neredeyse “naber küçük kardeşim” diye cevaplamak istiyordu.

“Bulaşıkları yıkamayı bitirdikten sonra git ve ona hoşçakal de.” Dedi Gu Fei.

“Tamam.” Jiang Cheng başıyla onayladı. “Sen… bana bir sigara ver.”

Gu Fei cebinden çakmak ve sigara paketini çıkardı ve Jiang Cheng’e verdi, ondan sonra Gu Miao’nun bulaşıkları yıkamasını izlemeye devam etmek için arkasına döndü.

Jiang Cheng sigarayı aldı ve yakmak için kapının kenarına geriledi akabinde o da Gu Miao’nun yıkayışını izlemek için döndü.

Emin olmamasına rağmen ki sormak uygunsuzdu – Gu Miao’nun muhtemelen olağan bir çocuktan biraz farklı olduğunu hissedebiliyordu bundan dolayı Gu Fei bulaşık yıkarken bile kız kardeşini izlemek zorundaydı.

Ancak bu kadar endişeliyse neden tek başına caddelerde kaykayıyla süzülmesine izin veriyordu. Ve zorbalığa uğradığında bile, bu konuda pek bir şey yapmıyor gibiydi.

Ne kadar da ilgi çekici.

Buradaki bütün insanlar çok ilgi çekici.

Çoğu zaman bütün bunlar gerçek değilmiş gibi geliyordu, bu dar sokaklar, bu manzaralar, gördüğü bu insanlar, bu sorunlar, hepsi bir şekilde illüzyonistik görünüyordu. Sadece Pan Zhi iletişime geçtiğinde gerçek dünyaya geri döndüğünü hissediyordu.

Muhtemelen zamanda yolculuk yapmıştı, değil mi?

Başka bir yere? Başka bir boyuta?

Başka bir dünyaya?

Böyle düşünmek hayretle titremesine neden oldu.

Gu Fei tam o anda ona bakmak için döndü: “İçerde kalsan daha iyi olmaz mı?”

Jiang Cheng onu görmezden geldi.

Bulaşıkları yıkamayı bitirdikten ve onları kenara koyduktan sonra, Gu Miao sonunda döndü ve mutfaktan çıktı. Jiang Cheng’in yanından geçerken sanki onu görmüyormuş gibiydi. Jiang Cheng küçük kızı dükkana kadar takip etti ancak o zaman küçük kız etrafta Jiang Cheng’i aradığında onun arkasında olduğunu fark etti.

“Oldukça beceriklisin.” Jiang Cheng başparmaklarını kaldırdı.

Gu Miao burnunu ovuşturdu, oldukça utanmış görünüyordu.

“O zaman,” Jiang Cheng onunla konuşmak için eğildi, “Gidiyorum.”

Gu Miao, Gu Fei’ye baktıktan sonra Jiang Cheng’e doğru başıyla onayladı.

“Yarın görüşürüz?” Jiang Cheng elini kaldırdı ve Gu Miao’ya salladı.

Gu Miao da ona salladı.

Jiang Cheng gülümsedi, aslında “görüşürüz” dediğini duyabileceğini düşünmüştü ama hâlâ pandomimdi.

Gu Fei içeri girdi ve Jiang Cheng için uzun dolgulu bir mont getirdi.

“Teşekkür ederim.” Jiang Cheng inceleyerek montu aldı.

“Şapka, eldiven, atkı, maske?” Gu Fei sordu.

“… gerek yok.” Jiang Cheng cevapladı sonuçta tamamı sadece birkaç yüz metrelik mesafeydi. “Şarj aleti… fazladan var mı?”

Gu Fei içeri girdi ve Jiang Cheng için bir şarj aleti getirdi.

“Teşekkür ederim.” Jiang Cheng şarj aletini aldı ve montun cebine koydu.

“…biri sana yumruk atarsa, alışkanlıktan dolayı minnettarlık kelimeleri mi söyleyeceksin?” Gu Fei sordu.

“Neden denemiyorsun?” Jiang Cheng montu giydi, perdeyi kaldırdı ve dükkandan dışarı çıktı.

Gu Fei sırtını esnettikten sonra saate bakmak için telefonunu çıkardı. Hafifçe Gu Miao’nun başını okşadı: “Hadi, eve gidelim.”

Gu Miao hızlıca dükkanın bütün kapıları ve pencerelerini kapattı ve sonra göğsüne sardığı kaykayıyla beklemek için dışarı yöneldi.

Gu Fei kasadaki parayı düzenledi ve ışıkları kapattı.

“Bugün yürüyerek gideceğiz, Xin Jie arabamızı aldı.” Gu Fei dükkanın kapılarını kilitlerken konuştu. “Eve gider gitmez odana gidip ödevlerini yapmak zorundasın ve ancak bitirdikten sonra odandan çıkabilirsin.”

Gu Miao başıyla onayladı ve kaykayını yere bıraktı. Ayağının basit bir itişiyle, bilinmeyen bir nesneye takılıp kaykayından düşmeden önce ancak on metre kadar ileri gidebildi.

Gu Fei, Gu Miao’ya ıslık çalarken güldü.

Yine de Gu Miao onu görmezden geldi ve yerden kalktıktan sonra ayağı kaykayında tekrar ileri fırladı.

Eve vardıklarında saat sekizi biraz geçiyordu, oturma odasının ışığı ve televizyon açıktı. Annelerinin odasının kapısı sıkıca kapalı olsa da soluk ışık parıltıları kapının çatlaklarından görülebiliyordu.

Gu Miao ödevlerini yapmak için odasına girer girmez, Gu Fei annesinin kapısının önüne geldi ve kapıyı çaldı.

İçeriden cevap gelmedi.

“Bir dakika sonra içeri gireceğim.” Gu Fei koyverdi.

Kendine bir bardak çay demlemek için bir demlik su kaynatmaya mutfağa girdikten sonra bir kere daha annesinin odasının kapısının önüne yürüdü ve orada durdu. Bu sefer, iki kere çaldıktan sonra kapının kulpunu çevirdi.

Kapı kilitli değildi – zaten kilitlenemiyordu. Son sefer annesi intihar etme saçmalığı yaparken kapıyı kırdığında düzeltilmeden bırakılmıştı.

“Dışarı çık.” Annesi pencere eşiğinin altına konumlandırılmış küçük bir koltukta elinde telefonuyla oturuyordu, Gu Fei’ye baktığında gözleri öfkeyle alev almıştı. “Defol! Kim içeri girmene izin verdi!”

“O adamla mı konuşuyorsun?” Gu Fei sesini yükseltmeye başladı. “Söyle ona, eğer şimdi telefonu kapatmazsa, yarın gidip onu bulacağım – yarı zamanlı çalıştığı o dükkanda – işim bittiğinde geriye tek bir kırıntı bile bırakmayacağım.”

“Sen…” Annesi ona gözlerini devirdi ve telefonu kulağına getirdi. “Bak sana ne diyeceğim… merhaba? Alo? Alo? Piç, orospu çocuğu!”

Annesi vahşice telefonu koltuğun üzerine fırlattı: “Hayır, sanki, senin problemin ne?! Annen aşık olmak istiyor, birisiyle ilişkisi olsun istiyor ama neden burada sürekli olarak böylesin. Benim işlerime çok fazla karıştığını düşünmüyor musun! Ailemizden miras kalacak çok fazla bir şey de yok, birinin ikinizin mirası için kavga edeceğinden mi korkuyorsun?”

“Genç adamlardan oluşan grubunun içerisinden, birini seç, güvenilir birini.” Gu Fei bir yudum çay içti. “Bak bakalım umursuyor muyum.”

“Hangisi güvenilir değil ha!” Annesinin kaşları kırıştı. “Beni ölümüne sinirlendiriyorsun.”

“Hangisi güvenilir?” Gu Fei annesine baktı. “Onlara para vermeyi bırak ve dene – hangisinin hala cevap vereceğine bak.”

“Neden cevap vermesinler!” Annesi koltuğa vurdu. “Ben o kadar çirkin görünüşlü müyüm? Eğer çirkinsem o zaman sen büyürken o kadar çok insan neden yakışıklı olduğun için övdü!”

“Hm” Gu Fei komodinin üzerinde sessizce yatan küçük aynayı aldı ve kendini inceledi. “Yakışıklı.”

“Sen…” Annesi konuşmaya başladı ama Gu Fei tarafından sözü kesildi.

“Herkes annemin gençken ne kadar güzel olduğunu söylüyor.” Gu Fei aynayı indirdi. “‘Gençken’in ne anlama geldiğini biliyor musun? Dışarıda senden daha güzel, senden daha genç ve senden daha aptal olan çok fazla kız var. Eğer paran için burada değillerse, yirmili ya da otuzlu yaşlarda kim senin gibi kırk yaşındaki biriyle ilişkiye girer…”

“Defol, defol, defol!” Annesi koltuktan atladı ve onu kapının dışına itti. “Sana söyleyecek başka hiçbir şeyim yok, defol!”

Gu Fei belirsiz bir şekilde annesinin bileğini kavradı: “Artık kasadan para alma, sadece bu kadar var. Aldığını anlamak için saymama bile gerek yok.”

Annesi cevap vermedi bunun yerine, odasına geri girdi ve kapıyı çarparak kapattı.

Gu Fei oturma odasındaki koltuğa yığıldı ve çayını yudumlamaya devam etti. Televizyon kumandasını aldı ve kanallar arasında gezindi – bu annelerin, kayınvalide ve gelinlerin, teyzelerin ve amcaların ağız dalaşı ettiği ve atıştığı diziler için kalan zamandı, bunun dışında, geçmişte yaşananları affeden Meryem Ana’nın yalancı bir orospu çocuğunu yumuşatmak için kalbindeki aşkı kullandığı diziler olurdu.

Gözlerini kanallardan çektikten sonra, televizyonu kapattı ve kendi odasına gitti.

Ardından bilgisayarı açtı ve en ufak bir şekilde tereddüt etmeden ödevlerinin yerine fotoğrafçılığı seçti, fotoğrafları üzerinde çalışmaya başladı.

Ödevlerini yapsa da yapmasa da onları nasıl kağıda dökeceğini bilmiyordu. Aynı cevaplasa da cevaplamasa da her seferinde başarısız olduğu sınavlar gibi.

Fotoğrafları kamerasından bilgisayarına aktardı, önce hatalı çekimleri sildi ve kalanlardan üzerinde çalışılmaya değecek olanları seçti.

Er Miao’nun fotoğraflarının tamamı oldukça iyiydi. Küçük kız her fotoğrafı çekildiğinde yüzündeki tüm gülümsemeyi siliyor, sanki bir okula gidip onu bombalamak üzereymiş gibi ciddi bir ifade bırakıyordu – ki bu oldukça havalı görünüyordu.

Cadde manzaraları yeterince güzel değildi, çok karmaşıktı ve arka plan çok uyumsuzdu. Gün batımlı olanlar iyiydi, köprüden geçen uzun kırmızı paltolu birinin olduğu fotoğraf özellikle renk paleti açısından güzeldi… Jiang Cheng, Jiang Cheng, Jiang Cheng’in oldukları…

Kaşlarını çattı ve onları karşılaştırdıktan sonra diğerlerini silmeden önce ilkini bırakmaya karar verdi.

Kulaklıklarını taktı, arka planda müzik çalarken fotoğraflar üzerinde çalışmaya başladı.

Fotoğraflar üzerinde çalışmak oldukça yorucu bir işti ama bir kere başladığında yapmak hayli ilginçti – derslere katılmaktan çok daha ilginç.

Son zamanlarda, bu müzik çalar meraklı rehberliği altında oldukça ölçüsüz hale gelmişti. Kişisel radyo istasyonundaki şarkılar kafasını bombalama açısından bir öncekini geride bırakarak fare tıklatma hareketlerinin galvanize edilmiş gibi görünmesine neden oldu ve hareketleri karışık bir kaos içerisinde tamamlandı.

Çalma listesini kendi sabit diskindekilerle değiştirdiğinde şarkılar çok daha rahatlatıcı hale geldi.

İki şarkıyı geçtikten sonra, gitarın tanıdık sesi çalmaya başladı hemen ardından piyano takip etti ve sonra bir kadının sesi.

Boşluğa adım attım, uçmak üzereyim… üstümde kafa karışıklığı, altımda ise dünyanın boş olduğunu söyleyen sesini duyuyorum…*

*Medyadaki şarkı

Gu Fei fareyi hareket ettirdi ve sonraki şarkıya tıkladı.

Çoktan birkaç yıl oldu mu, ilk yazdığında tuhaf hissettirmiyordu ama şimdi kulağa oldukça toy geliyordu. Oldukça iyi idare eden kadın sesi Ding Zhu Xin’indi – tembel ve kısık ses içinde şüphe ve mücadele barındırıyordu.

Jiang Cheng’in fotoğrafını bitirdikten sonra, saate baktı – neredeyse on bir olmuştu. Zaman her zaman böyleydi. İhtiyacın olduğunda hiç yoktu ve ihtiyacın olmadığında ise hiçbir şey geçmesini sağlayamazdı.

Gu Fei sırtını gerdi ve tamamen Jiang Cheng’in yüzü ile dolu olan ekrana baktı. Işık tamamen doğruydu, ortam ve tarz tamamen doğruydu, küçümseme ifadesi takınmış genç de tamamen doğruydu, kameraya bakmamış olması da ayrıca iyiydi.

Ding Zhu Xin’in berbat online mağazası için tuttuğu Gu Fei’nin pratik yaptığı modellerden çok daha iyiydi.

Fotoğrafın boyutunu az miktarda küçülttü, kaydetmeden önce fotoğrafın genelinde herhangi bir problem olup olmadığına baktı ve sonra Meitu Xiu Xiu*’yu açtı.

*Meitu Xiu Xiu 美秀秀 – Photoshop uygulaması

Renk değiştirme, ışık hafifletme, filtre ekleme, fantezi, yıldız ışığı…

Ve en sonunda fotoğrafın üzerine bir sıra metin bile ekledi — hüzünlü müzik, dizginlenemeyen dönüşüm, gece gittikçe daha sessiz görünüyor.

Çerçeveyi ayarladıktan sonra Jiang Cheng’e gönderdi.

Vahşilerin Sonu*, Jiang Cheng’in kullanıcı adı hakikaten de xueba olduğunu işaret ediyordu. Gu Fei’ye İngiliz harfleri Çince Pinyin’den farklı görünmese de, aslında bu parçayı duymuştu ve doğrusu oldukça beğenmişti – ağır metal tarzı gayda.

*Last of the Wilds by Nightwish

Ve sonra Jiang Cheng’in profil fotoğrafına göz attı, bu sırtının ve yan profilinin bir görüntüsüydü, oldukça bulanıktı ama burnuna bakarak Jiang Cheng olduğunu anlayabiliyordu…fotoğraf oldukça güzel çekilmişti.

Birkaç dakika sonra, Jiang Cheng mesajını cevapladı.

– Bir problemin mi var…

Gülümsemeye başladı.

– Sorun ne?

– Gerçekte bir emoji sanatçısı olmalısın! Beni neden orta yaşlı, ihtiyar bir emoji yapmadın? Bu gece, kupalarımızı kaldırıp arkadaşlığımız şerefine ve belirsiz şeylere içeceğiz.

– Onu mu istiyorsun? Bir tane yapmana yardım edeceğim.

– Defol.

Gu Fei sandalyeye yaslandı ve cevap vermeden önce bir süre güldü.

– Neden, beğenmedin mi?

– İnsanlığa ne oldu?

Gu Fei gülerken fotoğrafın orijinal halini gönderdi.

Diğer tarafta Jiang Cheng sessiz kaldı ve birkaç dakika sonra sonunda cevapladı.

– Sadece bir tane? Başka yok mu?

– Yok, diğerleri bu kadar güzel değildi, onları sildim.

– …şey kendine karşı çok katı değil misin, önce bana gönderemez miydin ve sonra ben kendim silerdim?

– Bu öğleden sonra hepsini silmek istediğini söylememiş miydin?

Jiang Cheng cevap vermedi.

Gu Fei telefonu aşağı indirdi ve odasından çıkmadan önce belli belirsiz gerilmiş kol ve bacaklarını hareket ettirdi.

Gu Miao’nun odasının ışığı çoktan kapatılmıştı. Oraya doğru yürüdü ve gizlice bakmak için kapıyı açtı. Küçük kız halihazırda ödevlerini bitirmiş hatta yıkanmıştı ve şimdi de battaniyesine sarılmış bir şekilde derin bir uykuya dalmıştı.

Kendi işleriyle uğraşırken rahatsız edilmekten hoşlanmıyordu, bu gerçeği sadece Gu Miao hatırlamıyor güvenilmez annesi bile bunu biliyordu… annesinin ne zaman evden çıktığından emin değildi ama annesi tek bir ses çıkarmadan gitmişti – hiçbir şekilde Gu Fei’i rahatsız etmeden.

Gu Fei kaşlarını çattı, kapının yanındaki kancada asılı duran ceketini aldı ve cüzdanını bulup çıkardığında içindeki yüz dolarlık banknotların hepsinin ortadan kaybolduğunu gördü.

“Siktir.” Alçak sesle küfür etti.

Odasına döndü ve Liu Fan’ın numarasını tuşladı.

“Da Fei? Dışarı çıkıyor musun? Şu an iki tek atıyoruz.” Liu Fan’ın neşeyle dolu sesi diğer taraftan duyuldu. “Li Yan ve biz, hepimiz buradayız.”

“Gelmiyorum, yorgunum, yatağa gitmek üzereyim.” Dedi Gu Fei. “Yarın benimle bir yere gel.”

“Nereye geleyim?” Liu Fan aniden sordu.

“Geçen sefer bahsettiğim CD mağazası.” Gu Fei cevapladı.

“Patronun ve çalışanların hepsinin de müzik dehası olduklarını iddia ettikleri mağaza mı?” Liu Fan sordu.

“Patronları gerçek bir pislik.” Gu Fei cevapladı. “Ben ince bacaklı çekirgeyi arıyorum.”

“Anladım, senin gelmene gerek yok.” Liu Fan dilini şaklattı. “Sen gidersen iyi olmaz. Diğerleriyle birlikte gideceğim, nasıl bir sonuç istiyorsun?”

“Annemi her gördüğünde dönmesi ve diğer yöne koşması sonucunu.” Dedi Gu Fei.

“Tamam.” Liu Fan cevapladı.

Görüşmeyi sonlandırır sonlandırmaz, telefonu tekrar çaldı – Jiang Cheng bir mesaj göndermişti.

– Teşekkür ederim.

Gu Fei profil fotoğrafına baktı ve biraz önce gönderdiğiyle değiştirdiğinin farkına vardı.

– Çoktan profil fotoğrafını değiştirmişsin?

– Evet, oldukça havalı.

Gu Fei gülümsedi. Telefonunu bıraktı ve duşa girmek için hazırlandı. Antreye girdiğinde telefonu tekrar çaldı.

Geri döndü, telefonu aldı ve bir göz attı.

– Montunu yarın da giymem gerekebilir çünkü sadece okuldan sonra yenisini almak için zamanım olacak.

– Bana geri vermeden önce yıkamayacak mısın?

– …mizofobin mi var?

– Hayır, yorgan ve mont arasından, yıkamak için birini seçmeye ne dersin.

– Montu yıkayıp sana geri getireceğim.

Gu Fei esnedi, bu akşam çok et yediği için miydi bilmiyordu ama aşırı derecede uykuluydu.

Duş aldıktan sonra, Gu Fei yatağın üzerine yığıldı ve anında uykuya daldı. Gece boyunca sadece üşüdüğünde battaniyeyi üzerine çekti.

Sabahleyin uyandığında herkes gitmişti. Annesi bütün gece geri dönmemişti ve Gu Miao çoktan kendi başına okula gitmek için ayrılmıştı. Saate baktı, sabah okuması şöyle dursun ilk dersin bile yarısı geçmişti.

“Ay…” Sesini gereksiz yere uzattı ve bütün gücüyle sırtını esnetti sonra miskin miskin eşyalarını düzenledi ve kapıdan çıktı.

Tam alt kata vardığı anda Lao Xu’dan bir arama geldi: “Bu dönem böyle davranmaya devam ediyorsan okuldan atılmayı mı istiyorsun?!”

“Uyuyakalmışım.” Dedi Gu Fei.

“Bugün ne bahanen olduğunu umursamıyorum.” Lao Xu cevapladı. “Öğlen seninle konuşmam gerekiyor. Senin adına mesuliyet almak zorundayım!”

“…benim yerime ne mesuliyeti alıyorsun?” Gu Fei sordu.

“Gevezelik yapmayı bırak!” Lao Xu cevapladı. “Senin sorunlarını önceden bilmiyordum, bu görevlerimi ihmal ettiğim için! Şimdi biliyorum ve seninle ilgilenmek benim görevim!”

Gu Fei’nin adımları duraksadı: “Benim sorunlarım ne?”

“Babanla olan sorunların,” Lao Xu tümüyle ciddi bir şekilde cevapladı. “Sınıf öğretmenin olarak, içtenlikle kalbini bana açabileceğini umuyorum…”

“Benim sorunlarım hakkında endişelenmene gerek yok.” Gu Fei cevapladı. “Kim olduğunu neden umursayayım, açıp kıçını tekmelememi de umuyor musun?”