Qiang Jin Jiu 40. Isırmak ve Koparmak

Share
  • 28 Şubat 2023

40. Isırmak ve Koparmak

₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪

               Taze sebzeler kışın ender görülen bir şeydi, bu yüzden şu anda satılan tüm yeşil sebzeler pahalıydı. Li Jianheng tarafından ödüllendirilen Xiao Chiye’nin bu akşamki yemek masasında, bir tabak gevrek, rendelenmiş salatalık vardı. 

               “Ana yemeklere eşlik eden garnitürler, dalağı canlandırmaya ve toksinleri atmaya yardımcı oluyor.”* Xiao Chiye bir kâse sıcak çorba aldı ve Shen Zechuan’a doğru itti. “Uzun zamandır dışarıda duruyorsun. Dinlenmeden önce kendini ısıt ve ferahlatıcı bir yemek ye.” 

Ç.N.: 小菜佐食,醒脾解浊 Suiyuan Shidan’dan veya Memnuniyet Bahçesinden Tarifler: Yuan Mei’nin Gastronomi El Kitabı 《随园食单》. Qing Hanedanlığı şairi ve bilgini Yuan Mei (袁枚) tarafından yazılmış yemek pişirme ve gastronomi üzerine bir çalışmadır. 

               “Dedikleri gibi,” Shen Zechuan ellerini sildi ve oturdu. “Son derece istekli olan bir kişi art niyetlidir.* Peki, İkinci Genç Efendi talimatlarınız neler?” 

Ç.N.: 无事献殷勤,非奸即盗   , deyimde özellikle belirtilen tecavüz veya soygun, “art niyetlerdir.” 

               “Bolca var,” dedi Xiao Chiye. “Yemek yerken konuşuruz.” 

               Her iki adam da yemek çubuklarını aynı anda kaldırdı. 

               Odanın içinde başka kimse yoktu. İki kâse pirinç, aralarında böldükleri rendelenmiş salatalık tabağı gibi çabucak yendi. İkisi de et yemeklerine dokunmamıştı. 

               “Bahar Bayramı* geldi çattı ve shifu’m başkente geliyor.” Xiao Chiye çorbayı içti. “Ji Gang-shifu müsait ise, iki büyüğün de buluşmasını sağlayabiliriz.” 

Ç.N.: Kameri takvimde ilk ayın ilk gününden itibaren yeni yılın başlangıcını kutlayan bahar festivali

               “Yeni yıl kutlaması mı yoksa Hongmen* ziyafeti mi? Açıklığa kavuşturmalısın.” Shen Zechuan yemek çubuklarını bıraktı. “Benim shifu’m hayatını oyunlar için riske atmaz.”  

Ç.N.: 鸿门宴 Hongmen Ziyafeti; bir konuğu öldürmek amacıyla verilen bir ziyafet. Geleceğin Han İmparatoru Liu Bang’ın (刘邦) rakibi Xiangyu (项羽) tarafından cinayete teşebbüsten kaçtığı M.Ö. 206’daki ünlü bir bölüme atıfta bulunur. 

               “Yeni yıl kutlaması,” dedi Xiao Chiye. “Bu nesilden sadece ikisi kaldı ve bunca yıldır birbirlerini görmediler.” 

               “Elbette. Daha sonra büyük bir hediye hazırlayacağım ve shifu’dan bilinmezlikten çıkmasını isteyeceğim.” Shen Zechuan karnını doyurmuştu. 

               Onun kalktığını gören Xiao Chiye, “Bu gece her zamanki gibi odamda dinlen,” dedi. 

               Shen Zechuan arkasına baktı ve gülümseyerek, “Doğal olarak, kaçmayacağım. Sırayla banyo yapacağız. Acele etme. Önce ben gireceğim.” 

               Bunun üzerine perdeyi kaldırdı ve yüzünü ve ağzını yıkamak için içeri girdi. 

               Xiao Chiye hizmetçilere masayı temizlemelerini söyledi. Pencerenin yanında durduğunda dışarıda kar yağdığını gördü. Başını çevirdi ve puslu perde kumaşının arasından Shen Zechuan’ın siluetini gördü. 

               Shen Zechuan dış giysisini çıkardı. Sanki içindeki taze, yumuşak ve sulu eti ortaya çıkarmak için kaba bir kabuk tabakasını soyuyor gibiydi. Belindeki kemeri çözmek için başını eğdiğinde, ensesinin kıvrımı, zaten pürüzsüz olan kısma kadifemsi bir zariflik dokunuşu eklemek istercesine mandalina sarısı bir ışıkla dans etti. 

               Perdenin kumaşından ona bakmak, tıpkı bir çizme içindeki ayağın kaşınması gibiydi. Arzuyla dolup taşan o ayartmayı göklere çıkarmış ve dağıtarak uzuvlarında ve kemiklerinde amaçsızca dolaşmasına neden olmuştu. Onu o kadar çok heyecanlandırmıştı ki, sinirlenmesine neden olmuş ve ona bazı aşırı düşünceler bahşetmişti. Adamın yeşim gibi olması önemli değildi. Xiao Chiye’yi en çok rahatsız eden Shen Zechuan’ın arzusuydu.

               O bir çift göz. Ve o tür bir gülümseme. İster kasıtlı ister kazayla, cinsel arzu yayıyor gibiydi. 

               “Gel ve sarıl bana.” 

               “Gel ve dokun bana.” 

               “Gel ve benimle doya doya ter dök.” 

               Bu arzu çiseleyen bir yağmur kadar şiddetsizdi ama farkında olmadan zihnini işgal etmişti. Shen Zechuan’ın kendisi bundan habersiz görünüyordu. Başkalarının düşünmesi için bu çelişkili bulmacayı lakayıt bir şekilde atarken, şehvete taban tabana zıt olan başka bir ilgisizliği korudu. 

Xiao Chiye düşünmeye devam etmek istemedi. Bu seferki “kartalın” evcilleştirilmesinin o kadar kolay olmadığının kesinlikle farkındaydı. O yalnızca kendi kendisinin efendisi olabilirdi; dürtüleri tarafından bu kadar kolay ve tekrar tekrar uyarılmasına tahammül edemiyordu. 

               Xiao Chiye başını geri çevirdi, pencereyi kapattı ve banyo salonuna gitti. 

◈     ◈     ◈

               Her iki adam da aralarında bir engel olacak şekilde kendi taraflarında uyuyordu. Sırtları birbirine dönüktü ve nefesleri sanki çoktan uykuya dalmış gibi düzenliydi.  

               Xiao Chiye başparmak yüzüğüne yakından baktı ve birçok konuyu düşündü. 

               Bu başparmak yüzüğü ona ait değildi. İlk başta, Suotian Geçidi’nden Feng Yisheng’a aitti. Feng Yisheng savaşta öldüğünde başparmak yüzüğünü Zuo Qianqiu’ya bırakmaştı. Bu başparmak yüzüğünü takan Zuo Qianqiu, Tianfei Gözcü Kulesi’ndeki savaş sırasında karısına bir ok atarak onu öldürmüştü. 

               Bu yüzden Zuo Qianqiu’nun saçı beyazlamıştı ve de başarısızlıktan kurtulamamıştı. Şöhret ve zafer elde etmişti ama içi ölmüştü. Zuo Qianqiu’nun tekrar savaş alanına gitmesine imkân yoktu. Bir zamanlar Tianfei Gözcü Kulesi’nde önemli başarılar elde eden elleri artık yayı özgürce kullanamıyordu.

               Çocukken Xiao Chiye, Zuo Qianqiu’yu takip ederek ona, “Karını ne oldu da vurarak öldürdün?” diye sormuştu. 

               Zuo Qianqiu yayının kirişini zımparaladı ve “Gerçekten general olmak istiyor musun?” diye sordu. 

               Xiao Chiye kafasını salladı. 

               Zuo Qianqiu: “O zaman aile kurma. Yüzlerce savaşta ölen bir general aslında o kadar da korkunç değil. Korkunç olan, generalin her durumda seçimlerle karşı karşıya kalmasıdır. İstediğin ve omuzlaman gereken şeyler, farklı şeyler.” 

               Zuo Qianqiu harap bir halde yaya baktı. Çayır rüzgârı beyaz saçlarını okşuyordu. Sersemlemiş bir halde, “Umarım asla böyle çaresiz bir duruma düşmezsin. İnsan o aşamaya geldiğinde ne seçerse seçsin ölecektir,” dedi. 

               “Tianfei Gözcü Kulesi’nde on binlerce insanı kurtardın.” Xiao Chiye parmaklığın üzerine eğildi. “Neden bir unvan verilmesini istemedin?” 

               Zuo Qianqiu güldü ve “Çünkü savaşta öldüm,” dedi. 

               Xiao Chiye büyüyünceye kadar Zuo Qianqiu’nun sözlerini anlamamıştı. Tianfei Gözcü Kulesi’ndeki savaşta Zuo Qianqiu’nun sevgili karısı esir alınmıştı. Teslim olmak için kapıları açmak ya da ölümüne savaşmak için kapıları kapatmak arasında, yalnızca birini seçebilirdi. 

               Zuo Qianqiu ikisini de seçmemişti. Tek başına şehirden ayrılmış ve sevgili karısını öldürmek için yayını çekmişti. 

               Efsaneye göre, atış hayatında yaptığı en istikrarlı atıştı. Sayısız insan arasından geçip hedefine ulaşmıştı. O gece yağmur yağıyordu. Kimse sesi kısılana dek ağlayıp ağlamadığını ya da saçlarının ne zaman beyaza döndüğünü bilmiyordu. Askerler şafakta geri çekilirken, Zuo Qianqiu karısının cesedini almak ve gömmek için beyaz kemiklerin üzerinde durmuştu. 

               O andan itibaren, “Yeşim Zemine Çakan Şimşek, Zuo Qianqiu” ile ünü her yere yayılmıştı. Ona saygı duyanlar, arkasından da lanet ederdi. Bu kadar kalpsiz bir adam, sıradan insanların, sanki onun gibi generallerin hepsi doğuştan bu kadar soğukkanlıymış gibi, onu bir bela olarak düşünmesini sağlardı. 

               Xiao Chiye bu başparmak yüzüğüne çok değer veriyordu. Ama aynı zamanda da korkuyordu. Bir gün kendisinin de bir ikileme düşmesinden korkuyordu. Bu yüzden “hoşlanmaktan” asla önemsizmiş gibi bahsetmemişti. 

               Chen Yang onunla çok uzun zamandır birlikteydi ve hala Xiao Chiye’nin neye düşkün olduğunu bilmiyordu. Sevdiği şarap. Sevdiği yemek. Tercih ettiği kıyafet. Gerçekle yalan o kadar karışmıştı ki kimse tam olarak söyleyemezdi. 

               Libei, Libei!  

               Bu kelime sanki kaderiymiş gibi, saklamasına imkân yoktu. Çoktan arzu yüzünden başkalarının kontrolünde olmayı tatmıştı. O yüzden tekrar nasıl kendi derdine düşebilirdi ki? 

               Xiao Chiye sessizce doğruldu ve Shen Zechuan’a baktı. Elini kaldırdı. Sadece biraz güç uygulasa, bu arzuyu kontrol altına alarak kurtulabilirdi. 

               Shen Zechuan bir kâbus görüyormuş gibi görünüyordu. Kaşlarını çatarken şakakları soğuk terden sırılsıklam olmuştu. Sırtı da biraz nemliydi.

               Xiao Chiye ona bakmak için eğildi ve daha önce hiç görmediği bir Shen Zechuan gördü.  

               Shen Zechuan kan selinde sıkışıp kalmıştı. Her tarafı sırılsıklam olmuştu. Kendine dokundu. Kan vardı. Rüya her gün kendini tekrarlıyordu. Delirecekmiş gibi hissediyordu. 

               Shen Zechuan birdenbire birkaç kez kıpırdandı. Sıkıca büzdüğü dudakları, soğuk terler döktüğü sırada uykusunda bir şeyler mırıldanmak için yavaşça aralandı. 

               İşte bu kadar çaresizdi.

               O derin, ağır korkudan başka bir şey, birden Xiao Chiye’yi adeta bir rüyadan uyandırmıştı. Shen Zechuan’ı avını gözlemleyen devasa bir canavar gibi inceledi.  

               Shen Zechuan yenilmez değildi. Bu açıklanamayan sorular ve birbirlerinden çekinmenin yanı sıra, sahip oldukları şey, diğer çilekeşler arasında daha da açıklanamaz bir empatiydi. 

               Shen Zechuan yorgun hissediyordu. Artık rüyalarında ağlamayacak ya da cesetleri kazmaya çalışmayacaktı. Kâbusun da ötesini görmüştü. Ji Mu’nun öldüğünü biliyordu. 

               Acele et. 

               Sanki Shen Zechuan duyarsız bir seyirciydi.  

               Bu işi bitirelim. 

               Öyle acımasız ve insafsızca hızlandırmak istiyordu ki bu kanın bile daha da fazla dökülmesini ve bu karın daha da şiddetli yağmasını istiyordu. Bu kâbusu başka nasıl ortaya çıkarabilirdi? Artık hiçbir korkusu kalmamıştı. Bu et ve ilik çoktan kana bulanmış, çürümüş haldeydi! Çürüyen etle beslenen bir sokak köpeğiydi. Pis su ve tiksinti, sadece varlığının kanıtıydı. 

               Shen Zechuan aniden gözlerini açtı ve ellerini Xiao Chiye’nin göğsüne koymak için uzandı. Birkaç dakika sonra soğuk terler dökerken sakince sordu, “Uyuyamıyor musun?” 

               Xiao Chiye’nin göğsü alev alev yanıyordu. İnce kumaştan Shen Zechuan’ın avuçlarının soğukluğunu hissedebiliyordu. “Çok fazla yedim,” diye cevap verdi. 

               Shen Zechuan: “Gecenin bir yarısı gözlerini açar açmaz birini görse, ürkek bir insan ölesiye korkardı.” 

               “Bana seslendiğini duydum,” dedi Xiao Chiye gözünü kırpmadan. “Bana küfür edip etmediğini öğrenmeliydim.” 

               “Sana küfür etseydim, bu rüyalarımda olmazdı.” Xiao Chiye’nin vücut sıcaklığından kavrulan Shen Zechuan parmaklarını geri çekmek istedi. 

               Beklenmedik bir şekilde Xiao Chiye ellerini geri bastırdı ve “Üşüyor musun?” diye sordu. 

               Shen Zechuan’ın şakakları hâlâ sırılsıklamdı. Gülümsedi, “Evet. Çok üşüdüm.” 

               Baştan çıkarıcı Shen Lanzhou’ya dönmüştü. Xiao Chiye’nin baştan çıkarılmış olup olmadığı umurunda değildi. Bu tür bir yetenek doğuştan gelen bir yetenekti; doğal yeteneğiydi. O bir pislikti. 

               Xiao Chiye ellerini tuttu ve yatağın başucuna sabitledi. Karanlıkta kokusunu alarak, “Yatağımda uyuyorsun,” dedi. “Her gece ne düşündüğümü çok iyi biliyorsun. Etkileyici olduğumu söyledin. Shen Lanzhou, etkileyici olan sensin.”

               “Eee… O zaman ne yapılmalı?” Shen Zechuan’ın sesi hâlâ biraz boğuk geliyordu. Umursamaz bir şekilde “Ben bir şey yapmadım,” dedi. 

               “Sevişmek istiyorum.” Xiao Chiye ona bakmak için başını eğdi. “Seninle sevişmek istiyorum.” 

               “Ölmeme izin vermenin başka yollarını seç.” Shen Zechuan, iki elini de sıkmasına izin verdi. “Yatakta ölmek çok büyük bir başarısızlık.” 

               “Fikrimi değiştirdim.” Xiao Chiye, serbest kalan eliyle Shen Zechuan’ın nemli saçlarını okşadı ve ona satın aldığı bir mücevheri incelermiş gibi baktı. “Ölmeni istemiyorum.” 

               Shen Zechuan, “Bu boynu ısırmamanı tavsiye ederim,” dedi. 

               “Lanzhou.” Xiao Chiye içini çekerek adını söyledi ve dalga geçti, “Isırmasam beni rahat bırakır mıydın?” 

               Shen Zechuan ona baktı. 

               Xiao Chiye, “Bana sataşmak bu kadar zevkli mi?” diye sordu. 

               “Evet.” Shen Zechuan, Xiao Chiye’nin yavaş yavaş kendisine yaklaştığını hissetti. “Çaresiz küçük bir kurdun zavallı bakışını görmek beni mutlu ediyor.” 

               “O zaman daha da zevk alabiliriz,” dedi Xiao Chiye, “Dul İmparatoriçe herhangi bir hamle yapmadan buna katlanıyor. Sana ne için söz verdi? Onu boş ver. Sana çok, çok daha fazlasını vereceğim.” 

               “Uh-huh…” Shen Zechuan güldü, “Sanırım bana verdiğin şeyler listesinde özgürlük yok. Xiao’Er, nasıl oluyor da istediğin her şeyin gözlerinde yazılı olduğunu asla bilemiyorsun. Şu anda beni hapsetmek istiyorsun, değil mi?” 

               “Altın bir zincir yapmak istiyorum,” dedi Xiao Chiye, “Bu boynun bir şeyle süslenmemesi çok yazık.”

               “Köpek zincirleri başlangıçta kurtları tasmalamak için kullanılıyordu.” Shen Zechuan, Xiao Chiye’ye o kadar yakındı ki, Xiao Chiye’nin nefes sesini duyabiliyordu. “Ben de senin boynuna altın bir zincir takmak istiyorum,” dedi. “Söylediğin her kelime için, onu bir kez çekeceğim.” 

               “Bunu yapma.” Xiao Chiye kaşlarını kaldırdı. “Maaşınla, ceplerini boşaltsan bile bunu karşılayamayacaksın.” 

               Burunlarının uçları birbirine değmek üzereydi. Xiao Chiye’nin başparmak yüzüğü Zechuan’ın bileğine batıyordu, ki zaten kavramasından kızarmıştı. 

               Xiao Chiye, “Madem ki…” dedi. 

               Shen Zechuan başını kaldırdı ve onu dudaklarından öptü. Buz gibi olan alay, bu yumuşak dudak karşılaşmasının hemen ardından geldi. 

               “Çoşkuyla çıldırmak mı istiyorsun?” Shen Zechuan’ın gözlerindeki ifade, mırıldanırken bozuldu, “Cesaretin var mı? Beni parçalamayı dene Xiao’Er, umurumda değil.” 

               Xiao Chiye’nin sınırı olan sıkıca sarılmış ip bir “pa” sesi ile koptu ve zaten fırtınalı olan duygu dalgaları bir kükreme ile fışkırdı. Bu alay ve kışkırtmanın ortasında, Shen Zechuan’ı acımasızca sıkıştırdı ve onu ısırıyormuşçasına öptü. 

               Şehvet, kana susamış niyetle iç içe geçmişti. Nefret, merhamet ile iç içeydi. Tam olarak aralarında daha iğrenç ve acınası olan kimdi? 

               Xiao Chiye’nin Shen Zechuan’ı öptüğü ve Shen Zechuan’ın karşılık vermek için elinden geleni yaptığı bu ıslak öpücükte diller iç içe geçmişti. Arzu iki anormal adamı yakıp kavururken dudakları ve dişleri arasında şehvetli bir şapırtı sesi duyuluyordu. 

               Xiao Chiye aniden Shen Zechuan’ın bileğindeki tutuşunu bıraktı ve sırtını destekledi, birbirlerine ten tene sıkı bir şekilde bastırmalarını istiyordu.

               Bu karşılıklı nefretti. 

               Karşı tarafı kendi pis kiri ile kirletmek. Nefretin koparılamayacak bir bağa dönüşmesine izin vermek. Geceleri kendi inlemelerini duyabilen tek kişi olmak, böyle yaşamak çok büyük bir ıstıraptı. Öyleyse neden bir araya gelip birbirlerini kana bulamıyorlardı? Bu içgüdüsel yakınlığın, güvenebilecekleri bir teselli biçimine dönüşmesine izin vereceklerdi. 

               Bu hayat zaten yeterince berbattı. 

₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪

Çeviri: Sekai | Edit: Pebbles

₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪