1. Bölüm
Berlin, Almanya’nın başkenti, 24 Aralık 1938.
Böylesine soğuk bir kış daha önce hiç görülmemişti. Berlin’deki soğuk, insanların kalbini dondurmuş gibiydi. Yoldan geçenler kayıtsız bir şekilde Alpha’nın yoğun karda, sempatiden uzak ve acımasız bir şekilde çıplak ayakla yürümesini izlediler.
Geri dönmek, geri dönmek istiyorum.
Sahip olduğu tek manevi destek buydu.
Çiçeklerin açtığı ve güneşin parladığı o yere geri dönmek istiyorum.
Aklında kalan tek inanç buydu.
Ülkeme, memleketime geri dönmek istiyorum. Rüya gibi Avusturya’ya, altın Viyana’ya geri dönmek.
İçinden mırıldanmaya devam etti, gözyaşları, her yerde kederle sessizce döküldü. “Kaçmayı düşünmüyor musun, Avusturya artık eskisi gibi değil ve sen de artık eskisi gibi değilsin. Avusturya artık Almanya’ya ait ve sen de bana aitsin…”
Gein’in hayaletimsi sesini bir kez daha duymuş ve o soğuk ve küstah yüzünü bir kez daha görmüş gibiydi.
Aslında, tamamen kendini kandırmak içindi. Savaşın alevlerinde güzel manzaranın kaybolduğunu biliyordu ve ayrıca memleketinin artık geçmişte olduğu kadar huzurlu olmadığını da biliyordu. Ama o yer onun hasretini ve endişelerinin çoğunu taşıyordu…
*************
Mart 1938’de Almanya Avusturya’yı ilhak etmiş ve Alpha zorla Berlin’e götürülmüştü.
Gein ona sahip olmadığı her şeyi vermişti: Rahat bir villa, ipek giysiler ve dünyanın en pahalı piyanosu.
Ama sahip olduğu her şeyi de almıştı: Ülkesini, memleketini ve ayrıca en değerli özgürlüğünü kaybetmişti.
Bu muhteşem kafeste, sık sık kederle pencereden dışarı bakıyordu. Kaçmayı düşünmemiş değildi, hem elleri hem de ayakları çokça zincirlenmişti ve kapıyı koruyan askerler vardı.
Bu tür sıkı bir güvenlik ile kanatları olsa dahi kaçması zor olacaktı.
Uzağa baktığında Alpha’nın düşüncelerini tahmin edebiliyor gibiydi, Gein kulağına belli belirsiz ve acımasızca nazikçe fısıldardı: “Buradan ayrılamazsın, her zaman benim olacaksın…
Nefesinin sıcaklığı yanaklarından sürtüp geçerek arkasında soğuk ve derin bir umutsuzluk bırakmıştı.
Sonrasında onu bekleyen acı ve tutkulu bir geceydi.
Günün prangaları kaldırılırken vücudu daha tatsız bir şekilde “hapsedilmişti”. Gein’in görünüşte soğuk görünen vücudunun altında ateşli bir tutku saklıydı, boynunu öptü, çiçek tomurcuklarını emdi ve sonunda arzusunu bedenine salıverdi.
Ama Alpha sadece sessizce katlandı, Gein’in vücudunun alt kısımları onu acımasızca vursa bile, belini şiddetle sallayıp ne yapacağını bilememesine neden olsa bile dudaklarını sıktı, tek bir inilti bile çıkarmak istemiyordu.
Başkalarının önünde herhangi bir kırılganlığı açığa çıkarmak istemezdi.
En azından bu adama değil! Ülkesinin topraklarını ele geçiren bu adama değil!
Ağzının kenarları her kanamaya başladığında, Gein nazikçe dudaklarını kapatır, yırtılan yeri ısırır ve kemirir, sonra dişlerini yavaşça açıp diliyle kırmızı kanı temizlerdi.
Tam o anda Alpha’nın iç savunması biraz sarsılmış ve biraz çökmüştü… Sadece… Bu andaydı!
“Alpha, benimle birlikteyken, gerçekten… O kadar acı verici mi?”
Her zaman aynı soruyu, hafif acı dolu bir üzüntüyle karışmış kibar sözlerle tekrar tekrar soruyordu.
“Gein, bedenim senin tarafından bu yere hapsedildi… Ama ruhum… O uzak yerde kaldı…”
Yine de böyle bir cevabı seçmişti, ancak böyle bir cevabı seçebilirdi.
Sonuç olarak, vücudu ters çevrildi, Gein kaba bir cezalandırma ve ıssız bir öfkeyle tekrar içeri girdi. Alt bedeni, aşağıdan ılık akıntı gelene ve tüm çarşafı kana bulayana dek ritmik olarak seğirmeye ve hareket etmeye devam etti.
“Alpha, ben… Bedenine sahip olmayı… Arzuluyorum, ama daha çok… Kalbine… Sahip olmayı arzuluyorum.”
Bu sözleri söylerken, sırtıyla yüzleşen adamın ne kadar çaresiz olduğunu asla bilemeyecekti.
Gein, belki de her şey aynen söylediğin gibi, her şey değişti. Beni tuttuğun ilk geceden beri, asla eski günlere geri dönememeye, pırıl pırıl gülümseyebildiğimiz o zamana asla geri dönememeye mahkûm olduk.
Gein, kendimizi zaman nehrinde kaybettik ve geri dönemeyiz.
2. Bölüm
İnce gömlek soğuk rüzgârlara karşı dayanıksızdı, Alpha’nın dudakları tamamen mora dönmüştü. Titremeyi bırakmıştı ve vücudu bilincini kaybedecek kadar katılaşmıştı. Şimdi sadece ataletle ilerliyordu. Kendinden geçmişken, gece yarısı çanının sesini zayıf bir şekilde duyuyormuş gibiydi.
Noel Arifesi bitti mi?… Bugün… Ayın 25’i mi?…
Belli belirsiz bir şekilde beş saat önce arkasında devasa bir Noel ağacıyla sıcak bir şöminenin yanında oturduğunu hatırladı. Gein bütün askerleri ve hizmetçileri kovmuş ve ayrıca kol ve bacaklarındaki kelepçeleri de çıkarmıştı. Ona bir sürpriz yapmak istediğini söyledikten sonra odadan ayrıldı.
Ancak sürprizi bekleyemezdi. Bütün cesaretini topladı ve pencereden dışarı atladı. Nihayet bu kafesten kaçtı ve güçlükle anavatanının kollarına doğru yürüdü.
Geri dönmek istiyorum, ölüm olsa bile, memleketimin topraklarında yatmak istiyorum.
Bu onun tek dileğiydi, mütevazı ve narindi.
Sonunda, devam etmeyi başaramayıp Noel Arifesi çanlarının sesleri arasında karların üzerine
yığıldı.
Bu özgürlük için ödenecek bedel miydi? Nerede öleceğini seçme hakkına bile sahip değildin.
Alpha sessizce tipinin vücudunu örtmesine izin verdi. Geriye gücü kalmamıştı, sadece sonsuza kadar karanlığa kapılmak ve asla uyanmamak istedi…
Gözlerini kapattığında, aniden biraz üzgün hissetti çünkü odadan çıkarken, Gein’in yüzünde ürkek bir gülümseme olduğunu hatırladı.
Bu onun Berlin’e geldiğinden beri ilk gülümsemesiydi. Gein, çok üzgünüm, hediyen, onu alamam…
“Ay Işığı’nın” tanıdık melodisi kulaklarına ulaşıyor gibiydi, rüyalarında Avusturya ilkbahar kadar sıcaktı.
Affet beni… Gein… Geri… Dönmek… İstiyorum…
3. Bölüm
-Alpha’nın anısı
Hafızamda Avusturya’nın berrak su gölü ve parlak ve güzel bir güneş ışığı vardı. Ancak göldeki suya kıyasla gözleri daha berrak ve güneş ışığına kıyasla gülümsemesi daha da parlak ve daha da güzeldi.
1923’te Viyana’da insanlar huzurlu bir hayat yaşamıştı. Müzik konservatuarından yeni mezun olmuştum ve kilise korosunda çalışmıştım.
Orada, yakışıklı ve saf bir çocuk olan Gein ile ilk kez tanıştım.
Rahip terk edilmiş bir çocuk olduğunu söylemişti, annesi onu buraya Almanya’dan getirmiş ve bu süreçte ölmüştü. Biyolojik babasının nerede olduğunu kimse bilmiyordu. Bu nedenle köyde bırakılmış ve kilise tarafından büyütülmüştü.
Onunla ilk tanıştığımda 10 yaşındaydı ve ben 25 yaşındaydım. O yalnızdı ve ben de öyleydim.
Belki de aynı kaderden dolayı, onun duygularına yabancı değildim. Yardımımı her zaman reddetmesine rağmen, gözlerindeki özlem dolu bakışları hâlâ görebiliyordum.
Kaşlarını çattığını görmek için adını defalarca söylemeyi severdim.
Ona yanında sessizce eşlik etmeyi ve sığ ya da derin nefesini dinlemeyi severdim.
Başkalarına güvenmesinin onun için zor olduğunu biliyordum ama umarım ona neşe ve mutluluk getirebilirim.
Çünkü bazen ara sıra yalnızlığını açığa vurur ve kalbimi çok ağrıtırdı.
Bu tür bir yalnızlığı bir zamanlar deneyimlemiştim; bu tür bir yalnızlığı tekrar yaşamasını istemiyorum.
Bu yüzden onunla konuşmak için her yolu denedim ve onunla sohbet ettim. Hatta bazen onunla sessizce otururdum.
Benim düşüncem çok basitti – en azından üzgün hissettiğinde yaslanabileceği bir omza sahip olabilirdi.
Böyle günler çok uzun sürdü. Sonunda bir gün, sessiz bir öğleden sonra, “Ay Işığı’nı” rasgele çaldıktan sonra, yanıma yavaşça yürüdü ve aniden bana çok alçak bir sesle sormadan önce uzun bir süre sessiz kaldı: “Sen… Bana deminki şarkıyı… Nasıl çalacağımı öğretir misin…”
Daha önce hiçbir şey istememişti ve ilk konuştuğunda çok utangaçtı.
Başımı salladım ve gülümseyip onu bankın diğer ucuna çektim. O küçük, beyaz elleri nazikçe kavradım, dokunuşun sıcaklığı ateşle aynıydı.
Görünüşe göre… O da… Gergindi…
O öğleden sonra saçında kalan güneş ışığının kokusunu kokladığımı ve ilk kez parlak bir gülümsemeyi gördüğümü hatırladım.
Gein, sık sık düşünürdüm, eğer zaman geri akabilse ve her şey geçmişe dönebilse, sahip olduğum her şeyi, sadece bir zamanlar sahip olduğun gülümseme karşılığında vermeye hazırım.
Sadece, Gein… Biz… Geri dönemeyiz––––
++++++
Yazarın Notu: Başlığa dikkat edin… Bu bir anıdır.
4. Bölüm
Alpha gözlerini tekrar açtığında, kendini parlak bir odada yatarken buldu. Boş gözlerle etrafına baktı, her şey bulanıktı. Şu anda, kalbinde sadece tek bir şüphe vardı.
“Ben… Öldüm… Mü?”
Birine soruyormuş gibiydi, ancak daha çok kendine soruyordu. “Çok üzgünüm… Daha değil…”
Bu tanıdık ses, keskin bir bıçak gibi, anında bütün umutlarına darbe indirdi. Nihayet, çevresini net bir şekilde gördü.
Burası Avusturya değildi, Viyana değildi!
Burası Almanya’ydı, Berlin’di. Onu sayısız gün ve gece kilitli tutan kafesti burası. Ve önünde duran adam hem sevdiği hem de nefret ettiği kişiydi.
“Alpha, söyle bana, neden… Kaçmak istedin…”
Yavaşça yatağın kenarına oturdu, uzun parmakları onun soluk çenesini kaldırdı ve gözleri hüzün ve öfkeyle doluydu.
“Gein… Ben… Avusturya’ya… Gitmek istiyorum…”
Ona, ruhunun burada olmadığını belirtmek için kısık bir ses kullandı. “Şılap!”
Bastırılmış öfke bu cümle yüzünden sonunda püskürmüştü. Kan yavaş bir şekilde damla damla Alpha’nın dudağından aktı ve kıvrılarak boynuna kadar indi.
Yanan yanaklar anında derin avuç iziyle damgalandı.
“Alpha, daha önce söyledim… Sen sonsuza kadar… Benimsin… Kaçamazsın…”
“Ama… Gein… Ben… Özgürlük… İstiyorum…”
“Sana her şeyi verebilirim, sana veremeyeceğim… Tek şey… Özgürlük…”
Bu kararlı ses tonu onu tamamen umutsuzluğun derinliklerine sürükledi. Seçeneği yoktu, burada kalmak zorundaydı. “Gein… Neden… Bana… Böyle… Davranıyorsun… “
“Çünkü, seni… Seviyorum…”
Bir büyüymüş gibi, zalimce ve nazikçe Alpha’nın güçlü duygularını koparıyordu. Nihayetinde, asla onu tamamen sevemeyecekti, ancak ondan tamamen nefret edemeyecekti de.
Bu yüzden, Gein bir kere daha onu göğsüne bastırdığında, tek yapabildiği önceki seferler gibi sessizce mücadele etmekti. Gözlerinin önündeki Gein hiç şefkat barındırmıyordu. Öpüşleri, dokunuşları, sadece onu acınası ve üzgün yapıyormuş gibiydi.
Ön sevişme yoktu, alt bedeni acımasızca Alpha’nın vücuduna nüfuz etti. Çıkardı, içine girdi, çıkardı ve içine girdi…
Her seferinde daha sert ve her seferinde daha çılgın…
Zaten ateşli bedeni bu işkence altında yavaş yavaş kendinden geçti. Gein altındaki dağınık bedene baktı ve aniden onu uyandırmaya kıyamadı.
Beni suçlama… Alpha… Seni kaybetmek… İstemiyorum…
Yatağın altından hazırladığı kelepçeleri çıkardı, Gein altındaki adamın kırılgan ellerini yatak başlığına sabitledi.
Alpha…Seni incitmek istemiyorum… Sadece ayak seslerini durdurmak istiyorum… Beni
suçlama…
5. Bölüm
-Gein’in Anısı
Karanlıkta, yaralı ayaklar zorla açılıp havaya kaldırıldı. Havada asılı duran bacaklarının rahatsızlığı ve bileğinin soğukluğu Alpha’nın tekrar bilincini kazanmasına neden olmuştu.
“Gein… Ne… Yapıyorsun…?”
Kaçmanın bedelini ödeyeceğini biliyordu ama bedelinin bu kadar büyük olacağını bilmiyordu. “Alpha… Neden uyanmak istedin… Uyumaya devam etsen… Ne güzel olurdu…”
Gein ona şefkatle baktı, ağzının köşesindeki kan lekelerini yumuşak bir şekilde öptü, sonra ağzına nazikçe ipek bir mendil soktu.
“Belki… Çok acı verici olur… Hayır!! Kesinlikle çok acı verici olacak ama sadece bir an için olacak…”
Korku… Korku… Korku…
İlk tanıştıkları andan bugüne kadar, Alpha şimdiki zamanın Gein’ini hiç görmemişti, bu sakin ifadenin altında sonsuz bir çılgınlık saklıydı.
Konuşmanın hiçbir yolu olmadığından, her şeyin nedenini ve sonucunu sadece gözleriyle sorgulayabilirdi.
“Alpha, eğer demirden bir zincir bile pencereden uçan kuşun kanadını bağlayamıyorsa… onu alıkoymanın tek yolunun ne olduğunu biliyor musun?…”
“…”
Bilmediği için değil, sadece cevap vermek istemediğinden, cevap vermeye isteksizdi ve cevap veremedi.
“Sana söyleyeceğim, eğer sevgili kuşum beni terk etmek zorunda kalırsa… Kanatlarını parçalamayı ve tekrar uçmayı imkânsız kılmayı tercih ederim, çünkü onu görmemenin paniğine ve acısına dayanamıyorum…”
Sonuç olarak, bedeninin üstündeki adamın bir bıçak, çok keskin bir neşter çıkardığını gördü!! “Alpha, bunu uzun zamandır planlıyorum, endişelenme… Zaten sayısız deney yaptım, mümkün olduğunca çabuk bitireceğim…” “
Hımm!!!”
Sonunda cezasının bedelinin bacakları olduğunu anlamıştı. Yararı olmadığını gayet iyi bildiği halde, yine de çaresizce mücadele ediyordu.
Bu, vücudunun bir parçasıydı, bu, Avusturya’daki çiçek kümesinin içinden koşma anısıydı!! Nasıl yapabilirdi!!! Nasıl yapabilirdi…
Şiddetli sallanma sırasında vücudunun alt kısmındaki yara tekrar açıldı ve beyaz sıvıyla karışan kan yavaşça dışarı aktı. Acı ve titremeyi umursamadı. Sadece onu durdurmak, mahvetme eylemini durdurmak istedi.
“Hareket etme! Alpha!”
Gein iş birliği yaptığını gördü, kaşlarını çattı ve şöyle dedi:
“Hım!!!”
Onu bırakmasını söylemek istemiş ama ağzını açamamıştı, konuşmaya hakkı yoktu. Bu nedenle, vücudunun sürekli sallanması, sessiz direnişini temsil ediyordu.
Birdenbire, tek bir itiş ile belini sıkıca kavradı, vücudunun alt kısmındaki boş krizantem deliğini hemen ardından yanan bir uyuşma patlaması izledi. Üzerindeki bedenin ritmine uygun olarak aşağı yukarı hareket eden kendi bedeninin de ritmi vardı.
Sayısız gece istilası onu zaten böyle bir ritme alıştırmıştı, vücudu artık onu dinlemiyordu … Kaçmanın bir yolu yoktu, bunu düşünerek sessizce gözyaşı döktü…
O kadar zayıf olmak istemese de artık kalbindeki üzüntüyü dizginleyemiyordu.
“Hayır, hayır… Bana öyle baksan bile, ağlasan bile, yine… De… Bırakmayacağım…” Gein gözlerindeki kasvetli umutsuzluğa baktı ve ağrıyan kalbiyle acımasızca cevap verdi.
Sonra ince ayak bileğini kavradı, yakıcı ama ve yumuşak dilini kullanarak ortadaki boşluğu yuttu. Baştan çıkarıcı dudakları her parmağı emmiş, temizlemiş ve arındırmıştı…
Sonunda, açıkta kalan, göze çarpan damarları yavaşça kemirdi… Bu, kaderine mahkûm ve geri döndürülemez bir sondu.
Bıçak çıplak ayaklarının üzerinden geçtiğinde, anlık acı Alpha’nın ölme dürtüsüne sahip olmasına neden oldu. Yırtık damarların hazin feryatları yüzünden vücudunun bir kısmının zorla alındığını hissetti.
Şiddetli acı, durmaksızın mücadele etmesine neden oldu, ayakları yavaş yavaş hissini yitirdi, ama belindeki ısı daha belirgin hale geldi.
Neden… Neden hala hissedebiliyorum…
Neden… Neden hala bu dünyada yaşamama izin veriyorsun… Neden… Neden kaderimiz sadece birbirimizi incitmeye mahkûmdu… Neden…
Neden…
Vücutlarının altındaki çarşaflara boyanmış… Kan, meni, ter ve gözyaşları, geçmişin, bugünün ve geleceğin hüzünlü ve güzel bir resmi…
Sonunda uyudun mu… Yoksa… Gerçekle yüzleşmek yerine… Karanlığa gömülmeyi mi tercih ettin?
Gein, Alpha’nın artık yürüyemeyen bacaklarını acı dolu bir şekilde emdi ve iki çirkin yarayı defalarca öptü…
Alpha, belki uyku senin için en iyi sondu…
Lütfen bencilliğimi affet… Açıkçası… Seni incitmek istemiyorum…
Sadece… Seni kaybetmekten çok korkuyorum… Söz ver… Bir daha kaçmayacaksın… Tamam mı?––––
6. Bölüm
-Gein’in Anısı
Hafızamdaki Viyana’ya her zaman onun gülümsemesi eşlik ediyordu. Altın göletin yanında, hoş kokulu çiçek kümesinin ortasında, bana her zaman gülümserdi, çok yakın hissettirir ancak neden dokunulamazdı.
Her şey hâlâ dünmüş gibi geliyordu ama dün zaten çok uzaktaydı. Artık eskisi gibi “Ay Işığı’nı” çalamazdı.
O zamanlar her zaman yanımda beni izlerdi. Yalnız, kimsesiz olduğumda, başımı çevirdiğimde onun sıcak gülümsemesini göreceğim. Adımı alçak bir sesle seslenmeyi seviyor.
“Gein… Gein… Gein…”
Her ne kadar cevap vermesem de geri çevirmedim de. Bana böyle seslenmesini seviyorum, bu beni varmışım ve biri hâlâ yanımda beni izliyormuş gibi hissettiriyor.
Sonra, ne zaman başladığını bilmiyorum, onu yavaşça kabullenmeye başladım.
Yetim olduğunu ve ebeveynlerinin genç yaşta öldüğünü söyledi. Onunla birlikte yaşamak isteyip istemediğimi sordu.
Bu 10 yılda hissettiğim ilk güneşli öğleden sonraydı.
Kollarının arasında “Ay Işığı” çalmayı öğrendim ve “eve” gidiyormuşuz gibi elimi tuttu. Oldukça mütevazı ama oldukça sıcak bir evdi, birbirimize güvenerek yaşadık.
O piyano çalarken sessizce oturur ve onu dinlerdim, yemek yerken bana bir bardak süt doldururdu. Böylesine basit şeyler beni çok memnun hissettirdi, çok memnun…
O günler perişan ama çok mutluydu. Çoğu kez ona parası olsa ne yapacağını sorardım.
Her seferinde gülümser ve şöyle derdi: Önce güzel bir ev alacağım, sonra pahalı bir piyano alacağım ve ondan sonra yaşlanana kadar sadece ikimiz orada yaşayacağız…
Bu hayal, o zamandan beri asla unutmadığım… Bu hayal, bu hayatta asla ulaşamadığım…
Beş yılık süre akan su gibiydi, çok çabuk geçti. Zamanın geçişinde yavaş yavaş büyüdüm, vücudum ve kalbim de öyle. Ama o beş yıl öncekiyle aynıydı, görünüşü değişmedi ve kalbi de aynı kaldı.
O zaman, düşündüm: Alpha hiç değişmeseydi mükemmel olurdu, ancak zamanın asla nazik olmadığını unutmuşum.
1928 yazında, babam Viyana’ya geldiğinde, onun bir Alman generali olmasını kimse beklemiyordu ya da benim generalin oğlu olduğumu.
Ona, onu bırakmak istemediğimi ve zafer ve zenginlikle karşılaştırıldığında onu daha çok önemsediğimi söyledim.
Bana sadece zayıf bir gülümsemeyle, zayıf ve hüzünlü bir gülümsemeyle baktı. Dedi ki: “Seni nasıl parlak geleceğinden geri tutabilirim!”
Sadece bu tek cümle için, benimle gurur duymasını sağlamaya karar verdim.
Anavatanıma dönmeden önceki gece, o ve ben eski piyanonun önünde oturduk ve bütün gece uyumadık. Vücuduna serpilmiş gümüş ay ışığı, tarif edilemez bir güzellik ve ruhanilik yayıyordu.
Üzerine eğildiğimi ve kulağına fısıldadığımı hatırlıyorum: “Alpha… Gelecekte param
olursa… Sana lüks bir villa alacağım… Tamam mı?…”
“…Tamam…” dedi.
Ona tekrar sordum: “Ayrıca sana dünyanın en pahalı piyanosunu alacağım, tamam mı?…”
Yine başıyla onayladı ve “…Tamam…” dedi.
“O zaman yaşlanana kadar o evde yaşayacağız, ne diyorsun?…”
“… Tamam…”
Yıllar sonra bile, o geceyi hatırladığımda hep ağladım.
O zamanlar yaptığı gibi kollarımın arasında uzanıyor, sessizce uyuyor ve usul usul dudaklarını öpmeme izin veriyordu tekrar ve tekrar.
Ancak o zaman, çok mutluydu, şimdi olduğundan çok daha mutlu… Alpha, neden… Geçmişe geri dönemiyoruz.
7. Bölüm
-Alpha’nın Anısı
Berlin’de kışın pencereden giren sabahın erken saatlerinin parıltısı son derece nadirdi.
Alpha yavaşça gözlerini açtı ve karanlıktan ışığa geçiş hissine son derece alışkın olmadığını düşündü. Perdeleri kapatmak istemişti ama bacakları hiç hareket edemedi.
Sonunda artık yürüyemeyeceğini veya koşamayacağını hatırladı. Bu korkunç kâbus ona defalarca saldırdı ve ona karşı savaşmayacak kadar güçsüz kalmasına neden oldu.
“Alpha, uyanıksın…”
Kapı yavaşça itilerek açıldı ve Gein içeri girdiğinde sessizce tavana baktı.
“Konuşmak istemiyor musun? Sorun değil, gelip Noel hediyene bir bak, dün gece özellikle senin için yaptım.”
Gein’in ses tonu serin kış kadar soğuktu. Alpha sesin kaynağına baktı ve kapıda gümüş renkli bir tekerlekli sandalye gördü.
İfadesi bir an titriyor gibiydi, ama sonra sakinliğe, ıssızlık ve umutsuzluğun sakinliğine döndü.
Kaderi buysa, ancak kabul etmeyi seçebilirdi, sessizce pes etmeyi seçti.
Gein onu daha fazla zorlamadı, sadece onu çok dikkatli bir şekilde kaldırdı, giysilerini değiştirdi, saçını taradı ve sonra onu yavaşça tekerlekli sandalyeye koydu.
Kulağının yanında usulca: “Hadi kahvaltı yapalım,” dedi. Trans halindeyken ağlama dürtüsüne neden olmuştu.
Her şeyin bitmesine izin ver, üzgün olsa da bırakmaya isteksiz olsa da…
Onu iten adamı izlemek için tüm gücünü kullandı, onu zihnine ve yüreğine derinden kazımak istedi. Her şeyini kaybetmiş olsa bile, en azından anılar duruyordu.
Yemek sırasında orada sessizce oturdu, masadaki enfes yiyeceklere ve karşıda oturan yakışıklı gence baktı. Daha önce defalarca bu resimle ilgili fanteziler kurduğunu hatırladı, ancak bu resmin arkasındaki fiyat hiç düşünmediği bir şeydi.
“Neden yemiyorsun? İştahın mı yok yoksa aç mı değilsin?…”
Gein’in sesinin soğukluğunda ortaya çıkan bir endişe vardı.
Bu… Endişe miydi? Yoksa kendi yanılsaması mıydı…
Kan kırmızısı sıvıyla dolu olan masanın üzerindeki bardağı titreyerek aldı. Ağzına götürmedi, eli havada sallandı, cam yere düştü ve parçalara ayrıldı.
Her şey kasıtsız görünüyordu ama değildi.
Şeffaf camı almak için eğildi, bir parça, iki parça… “Temizlemene gerek yok, parçaları bana ver!”
Gözlerinin dibinde gizli olan sırrı keşfetmiş gibiydi, yanına geldi ve elindeki “keskin silahı” yakaladı.
Direnmedi ve ifadesiz bir yüzle elindeki parçayı teslim etti… Bir parça…
Sadece bir parça vermişti…
Sonra yorgun olduğunu, odasına geri dönüp uyumak istediğini, kendini bir rüyaya kaptırmak ve asla uyanmamak istediğini söyledi…
Odasına döndükten sonra, pencerenin kenarında kalarak güneşe baktı ve Avusturya’daki geçmişi ve şanlı zamanı anımsattı.
Avucunu yavaşça açtı, ışığı tutmak istedi ama tutamadı.
Böylece gülümsedi, yanaklarından gözyaşları akarken gülümsedi, hüzünlü ve tatlı bir şekilde gülümsedi…
Hoşça kal, Gein…
Hoşça kal ülkem…
Hoşça kal güzel Viyana…
Sonunda “gitmeye” karar verdi, bedeni kaçamazsa, en azından ruhu özgür olacaktı…
Elinde “saklı” olan parçayı aldı, yavaşça ve yavaşça bileğindeki mavi damarlara doğru hareket ettirdi…
Biraz daha ve biraz daha yakına.
8. Bölüm
“Ne yapıyorsun?!! Sen…benimle birlikte olmaktansa ölmeyi mi tercih ediyorsun?…”
Tanıdık ses aniden Alpha’nın arkasından duyuldu, sakinliğinin içinde hafif bir öfke barındırıyordu. Ardından uzun bir kol, elindeki cam parçasını kaptı ve vahşice yere fırlattı.
Bir kez daha nemli nefesin arkasından geçtiğini hissetti ve biri kulağının yanında yumuşak ve acımasızca “Sen… Ölümün… Nasıl bir şey… Olduğunu mu… Bilmek istiyorsun?…” dedi.
Hemen sonra Gein kulağındaki hassas noktayı ısırdı ve acı ikiye katlandı.
Kan, damla damla, dudaklarını lekeledi, onu daha güzel ve daha büyüleyici yapıyordu. Hastalıklı zihninde ileri geri sadece bu cümle dalgalanıyordu…
Alpha, neden beni geride bırakmak istedin… Alpha, neden… Beni… Geride bırakmak… İstedin…
Takıntı en sonunda onu deliliğe sürüklemişti. Alpha’nın saçını kavradı ve onu yerde sürükledi. Hizmetlilerin korkmuş ifadeleri görmezden gelinirken, güçsüz adam odadan avluya kadar bütün yol boyunca sürüklendi.
Yere sürtünmesi sebebiyle, adamın teni anında kırmızıya döndü… Soğuktan dolayı mıydı… Yoksa kuru sıcaktan dolayı mı…
Dışarısı, hâlâ gümüşi beyaz bir dünyaydı ve Alpha, Gein tarafından karın içine atıldı. Hayal meyal bir silah çıkardığını gördü ve düşündü: Her şey sona ermek üzere mi? Ancak Gein’in silahı doldurduğunu duymadı, bunun yerine, bir emir verdiğini duydu. “Kızı buraya getirin.”
Ses kesilir kesilmez, iki hizmetçi küçük bir kızı karın ortasına getirdi. Küçük kız korkuyla mücadele etti ve çığlık atmayı sürdürdü: “Yardım et!! Kurtar beni!! Yalvarırım! Beni öldürme! Beni öldürme…”
Bir anda Alpha’nın kalbi atmayı bıraktı.
O kız… Bir Yahudi… Avusturya’da yaşayan bir Yahudi!! Onunla aynı soya ve aynı vatana sahip olan bir kişi!!!
Gein alayla gülümseyerek Alpha’yı yerden kaldırdı ve küçük kıza doğru yürüdü…
9. Bölüm
Alpha’yı doğrudan kızın gözlerine bakmaya zorladı ve ardından tabancayı soğuk avuçlarının arasına koydu. Silahı doldurmasına yardım etti ve ona nasıl ateş edileceğini öğretti, önündeki çocuğu kendi elleriyle öldürmesini istedi.
“Hayır!!!!”
Mücadele etti, direndi ve kaçmaya çalıştı ama kaçamadı…
Küçük kız ona haykırıp yalvarırken çaresizce izledi, her şeyi çaresizce izledi ve hiçbir şey yapamadı…
“Bam!!”
Tek bir atış tüm sessizliği bozdu.
Sadece bir saniyeydi, kısa bir saniye, artık kızın ağlamasını ya da hızlı nefes alışını duyamıyordu.
Tek duyabildiği kanın çağlaması ve rüzgârın feryadıydı…
“Bir dahaki sefere tekrar intihara teşebbüs edersen, senin yanında daha fazla insanın gömülmesine izin vereceğim…”
Bunu o kadar kalpsizce söylemek istemiyordu, bu kadar zalimce yapmak istemiyordu ama öfke anı tüm aklını kaybetmesini sağlamıştı.
Bazen kendimizi aşkta kaybettik…
Bazen aşkla ilgili şüphelerimiz de olurdu…
Bazen aşk çok derin olduğunda, bir tür zincir haline gelirdi… Bazen aşk çok inatçıydı, bir tür yara haline gelirdi…
Sonunda aşkıyla iki kalp arasında aşılmaz bir boşluğa dönüşen bir duvar örmüştü… “Alpha, izin ver… Seni içeri taşıyayım…”
“Gein… Senden… Nefret ediyorum…”
Tabancayı yerinde sersemlemiş ve hâlâ sıcak kanla lekeli olan adama doğrultarak demişti.
Ateş etmeyi ve öldürmeyi öğrenmişti. Ama sonunda, onu incitecek yüreği yoktu çünkü 10 yaşındaki Gein’i o yaz Avusturya’da ona gülümserken trans halindeyken görmüştü.
Sonunda, geçmişin hatırasını yenemedi, bir zamanlar güzel olan anı hayatının prangalarına dönüştü, aşk ile nefret arasındaki sınırda kalmasına izin verdi ve özgür olamazdı…
“Alpha, sen… Beni öldürmek mi istiyorsun?…”
Ateş etmemiş olsa bile, pes etmeyi seçse bile, bu tür eylemler, bu tür sözler de kalbini binlerce açık yarayla oyulmuş halde bırakmıştı.
Göğsünü görünmez bir kılıçla delmiş ve kalbinde derin bir acıya neden olmuştu. Ona üzgün bir şekilde baktı ve cevap bulamadı…
O sessizlik içinde ve sonsuz bir ıssızlıkla kaçtı…
Alpha, Gein tarafından odasına geri getirildiğinde, vücudunda hâlâ kar vardı ve yüzü hâlâ parlak kırmızıydı.
Ama her şeye sağırdı. Gömleğini kabaca yırttı, vücudunda sürekli kendi “izlerini” bıraktı. “Alpha… Bana sahip olsan bile… Hâlâ… Seninle… Olmayı… Umuyorum…”
İçeri girer girmez bu sözleri mırıldandı, acı içinde daha derine batmasına ve baskının ortasında daha da çaresiz kalmasına neden olmuştu…
Bu kaderin sonu muydu yoksa cennet tarafından yapılmış bir şaka mıydı… Birbirlerini seviyorlardı ama aşk yüzünden birbirlerini derinden yaralamışlardı…
Gözleri terle bulanıklaştığında, bilincini kazanıp yitirirken, beş yıl önceki öğleden sonraya, gülümseyebildiği zamana dönmüş gibiydi…
Gein, neden bu kadar üzgün görünüyorsun…
Gein, rüyamdaki sen o kadar parlak soluyordun ki––––
10. Bölüm
-Alpha’nın anısı
Olur da Gein’i tekrar görürsem, boyu daha uzun mu olacak, daha yakışıklı mı olacak diye düşünüp durdum…
Beş yıllık süre oldukça kısaydı… Ancak oldukça uzundu da…
1933 yazında, Avusturya’da öğleden sonra güneşliydi.
Birdenbire kapımı çaldı, 5 yıllık özlemle ve 5 yılın hatıralarıyla…
Beni tamamen hazırlıksız yakaladı ve hoş bir sürprize dalmama izin verdi. Bu bir rüya mıydı?…
Bu gerçeklik miydi?…
Bana daha da parlak gülümsedi ve dedi ki: “Alpha…Beni hâlâ hatırlıyor musun?…”
“Gein… Seni nasıl unutabilirim…” dedim.
Uzamıştı, daha yakışıklı olmuştu, hayal ettiğimden çok daha uzun ve çok daha yakışıklıydı… Artık o küçük çocuk değildi, bir adam, Alman ordusunda bir albay olmuştu.
Kollarını kolayca belime doladı, alnımdaki saçları düzeltti ve ardından çok hafifçe bana fısıldadı: “Alpha… Geri döndüm… Geri döndüm…”
Bu tablo sayısız kez rüyalarımda belirmişti ve oldukça gerçekti…
Ancak rüyam gerçek olduğunda, bu uyanıp uyanmadığımı merak etmeme neden olmuştu… 10 günlük tatilinde beni görmeye gelmişti.
Bana, beni sürekli özlediğini söylemişti, geçen her dakika ve her saniye daha da derinden. Kalbim bu sözler yüzünden kıvranıyordu, o andan beri asla sakinleşemezdi…
Viyana’da bulunduğu zaman süresince, köydeki kızlar daima en güzel elbiselerini giydiler. Yanından geçerken hafifçe sürtünür ve yanı sıra yürürlerdi.
Sık sık o kızların birinden hoşlanıp hoşlanmadığımı sordu. Bilmiyorum dedim ve bunu hiç düşünmemiştim… “Alpha, sen… Neden… Evlenmedin…”
“Gein, sen… Neden… Evlenmedin…”
“Çünkü sevdiğim biri var…”
“O da seni… Seviyor… Mu?…”
“Ona hiç sormadım ama bana güzel bir villam ve pahalı bir piyanom olursa, benimle yaşayacağına söz vermişti… Yaşlandığımız güne kadar birlikte olacağız…”
“Gein…”
“Alpha… Seni… Seviyorum…”
Bundan sonra nazikçe onun dudaklarını örttü, bu hafif ve çekingen bir ilk öpücüktü. Asla diğer kızlara ısınmamıştı, bir kişiyi öpmek istemişti, bu dünyada, sadece bir kişiyi…
Sersemlemişti ancak kalbi tarif edilemez bir mutlulukla doluydu.
Ama tek yapabildiği sevinç ve keder duygularıyla karışmış bir şekilde iç çekmekti ve şöyle dedi: “Gein… Ben… Yaşlıyım…”
“Alpha, bir gün, ben de yaşlanacağım… Ama sevdiğim kişiyle yaşlanabileceğim için çok mutluyum…”
“Belki de… Sadece şu an kafan karıştı…”
“Belki de… Bu hayatımın sürekliliği…”
Nihayetinde onu reddedemedi, duygularından kaçma imkânı yoktu. Muhtemelen tanıştıkları ilk andan beri ona aşıktı ve artık gitmesine izin veremezdi…
Gitme zamanı geldiğinde, onun için tekrar “Ay Işığı” çaldı.
Hoş esintide, sıcak günışığında, piyanonun yatıştırıcı sesi onun tarafından siyah filme kaydedildi. Bu onun “Ay Işığı” idi, beraberinde Almanya’ya götürmek istedi, Viyana’nın kokusuyla doluydu ve içi sevdiği kişinin hasretini çekiyordu…
Gitmeden önce ona şöyle dedi: “Geri döneceğim… Beni beklemelisin…”
Ama, Gein… Geri dönmedin… Beklediğim adam sonsuza kadar 5 yıl önceki yazda kaldı,
aşkımı beraberinde sürükledi ve hatıralarımda kayboldu…
Sen… Zaten eskiden sevdiğim çocuk değildin… Hepimiz… Değiştik…
Hiçbirimiz… Geri dönemeyiz…
Eğer vücut çok uzun süre acı çekerse, bilincini kaybeder… Eğer kalp çok uzun süre acı çekerse, hislerini kaybeder…
Şimdi uykuda mı yoksa uyanık mı olduğunu güçlükle söyleyebiliyordu… Tek bildiği…
Yorgundu…
Vücudu ve zihni bitkindi… Kalbi takatsizdi—