Beyaz kar savrularak yağmakta; gece sona ermek üzereydi.
Shen Zechuan daha fazla kalamazdı. Gitmek için ayaklandığında Xiao Chiye de onunla birlikte doğruldu, askıdan paltosunu aldı ve ona uzattı.
“Kılıcın tanıdık gelmedi,” dedi Xiao Chiye,Yang Shan Xue’yi yerden alarak. Kılıç hafifti. “Yeni mi?”
Shen Zechuan başıyla onayladı ve sırtını ona dönerek paltosunu giymeye koyuldu.
Xiao Chiye, kılıcı hafifçe kınından sıyırıp soğuk demiri ortaya çıkardı. “Mükemmel bir kılıç. Bir ismi var mı?”
“Yang Shan Xue,” dedi Shen Zechuan.
“Bir nefeste üç dağın karını indirir; bir kez ağzını açtı mı, yüz nehri yutar.”1 Xiao Chiye kılıcı tekrar kınına yerleştirdi ve Shen Zechuan’ın arkasından yaklaşarak kendini ona yasladı. Usta hareketlerle kılıcı tekrar onun beline taktı. Dudaklarını kulağına yaklaştırdı ve fısıldadı, “Sadece güzel değilmiş, ismi de bir o kadar güzelmiş.”
Shen Zechuan başını hızla çevirdi ama Xiao Chiye daha hızlıydı; onu belinden yakalayıp kollarının arasına aldı.
“Bugün buradan ayrıldıktan sonra bana nasıl bakacaksın?”
“Nasıl bakmam gerekiyorsa öyle,” dedi Shen Zechuan hızla yüzünü yana dönerek. O pozisyonda sanki birbirlerine sokulmuş gibi görünüyorlardı.
“Eğer işin içinden çıkamazsan, Er-gongzi’ndan yardım isteyebilirsin,” dedi Xiao Chiye. Parmakları Shen Zechuan’ın belini sıkıca kavrıyordu.
“Er-gongzi daha kendi başının çaresine zor bakıyor. Yardımı isteyen kişi sen olacakmışsın gibi daha çok.”
Xiao Chiye Shen Zechuan’ı serbest bıraktı. “Geçen seferden bu yana çok zayıflamışsın. Hâlâ bedenini saklayabilmek için o ilacı kullandığına eminim.”
Shen Zechuan paltosunu iliklerken daha fazla konuşmadı.
“Bir tavsiye,” dedi Xiao Chiye. “O ilaç ne kadar uzun süre alınırsa, vücuda o kadar çok zarar verir. Birkaç yıl içinde sağlığını boş yere mahvetmiş olacaksın.”
Shen Zechuan kapının yanında duraksarken hafifçe iç geçirdi. “Shifunun gözleri keskin. Bir görüşte anlamış.”
“Bunun için bu kadar ileri gitmeye gerçekten razı mısın?” diye sordu Xiao Chiye.
“Hayatım ve ölümüm birçok kişinin keyfine bağlı; elbette her şeyde tedbirli, her yerde dikkatli olmalıyım.” Shen Zechuan’ın elleri buz gibiydi. “Uzun zamandır Ji Stili Dövüşü2 çalışıyorum. Bu kadar ileri gitmeseydim, Ji Lei’i asla kandıramazdım.”
“Ji Lei öldü,” dedi Xiao Chiye.
Shen Zechuan’ın bedeninde hafif bir şarap kokusu kalmıştı. “İlacı bıraktım.”
Shen Zechuan’ı uğurladıktan sonra Xiao Chiye, kar fırtınasının ortasında durdu ve Zuo Qianqiu’nun sözlerini anımsadı.
“Bu tür ilaçlar doğudan gelir; kişiyi hasta gibi göstererek başkalarının gözünü boyar. Bir iki kez alınmasında sorun yoktur ama uzun vadede ciddi sonuçlar doğurur. Hem ilaçtır hem de zehir; kısa vadede etkisi önemsizdir ama eninde sonunda bir bedeli olur.”
“Bedeli mi?”
Zuo Qianqiu bakışlarını elindeki çay fincanına sabitlemişti. “Biriken zehir kalıcı bir hasara dönüşür. Dikkatli olmazsan sağlığına geri dönülmez şekilde zarar verebilir.”
Fırtınanın ortasında Xiao Chiye elini kaldırdı ve avucunda kalan son sıcaklığı da rüzgârın alıp götürmesine izin verdi. Shen Zechuan’ı dokunuşlarıyla erittiğini sandığı geceyi hatırladı; şimdi fark ediyordu ki ona verdiği sıcaklık fazlasıyla geçiciydi.
Güzellik her zaman kırılganlık izlenimini verirdi.
Qiao Tianya, başında bambu şapkasıyla at arabasını Shen Zechuan’ın Donglong Sokağı’ndaki evine doğru sürdü. Arabanın içinde, Shen Zechuan duvara yaslanmış, gözlerini kapatmış kısa bir uykuya dalmıştı. Kısa süre sonra vardıklarında Qiao Tianya atları durdurdu ve Shen Zechuan’ın inebilmesi için perdeyi kaldırdı. Shen Zechuan hiç vakit kaybetmeden içeri girip yıkanmaya ve üstünü değiştirmeye koyuldu.
Resmî saray tutanağına göre Shen Zechuan, sıradan bir muhafızken bir anda beşinci derece Brokar Üniformalı Koruma Yargıcı olmuştu. Ancak bu mevki de Kuzey ve Güney diye ikiye ayrılıyordu. Kuzey yargıcı İmparatorluk Hapishanesi’nden sorumluyken, Güney yargıcı Brokar Üniformalı Korumaların askerî zanaatkârlarını denetliyordu. Li Jianheng, onun yeteneklerinden tam anlamıyla faydalanmak amacıyla Shen Zechuan’ı Kuzey yargıcı konumuna atamıştı. Ancak Büyük Kâtipliğin sivil memurları bu konuda kaygılıydı. Shen Zechuan’ın geçmişi nedeniyle İmparatorluk Hapishanesi’nin kontrolünü ona bırakmak istememişlerdi. Bir süre müzakere ettikten sonra, Shen Zechuan’ın Kuzey yargıcı olarak atanmasını reddettiler ve görevini Güney yargıcı olarak değiştirdiler.
Li Jianheng bu karardan hoşnut kalmamıştı. Onu yatıştırmak amacıyla, Büyük Kâtiplik Shen Zechuan’ın askerî görevini beşinci derece Brokar Üniformalı Korumalar Tabur Komutanlığı’na yükseltti. Bu, bin askerin sorumluluğunu üstlenmesi anlamına geliyordu. Özellikle buna eklenen İmparator’un özel lütfunu simgeleyen piton işlemeli cübbe ve anka kuyruğu kemeri ile birlikte, büyük bir onurdu. Bu eşyalar bizzat Li Jianheng tarafından verilmişti.
Shen Zechuan, Büyük Kâtipliğin intikam niyetini çok önceden öngörmüştü. Bu kez Han Cheng’ı basamak olarak kullanarak yükselmişti. Xue Xiuzhuo, onu terfi ettirmiş ancak en kritik noktada onu Güney yargıçlığına geri itmişti. Mesaj açıktı: kazandığı bu yeni şöhrete rağmen, Shen Zechuan hâlâ bu soyluların oğullarıyla boy ölçüşecek seviyede değildi.
Shen Zechuan üzerini giyip tertemiz bir şekilde dışarı çıktığında, Qiao Tianya elinde bir şemsiye tutuyordu. “Bu ev zaten başından beri döküntüydü. Şimdi efendim terfi etmişken, geleni gideni çok olur; konuk ağırlamak için uygun değil.”
“Acelemiz yok,” dedi Shen Zechuan, cübbesinin eteğini kaldırarak arabaya bindi. Perdeyi tutarak, “Yüksek Komutanlığa terfi ettiğimde taşınırız,” dedi.
Ardından perdeyi indirdi ve arkasına yaslanarak dinlenmeye geçti.
Fırtına dinecek gibi değildi. Saray önünde bekleyen memurların omuzlarında kar birikmişti. Görgü kuralları onları yerlerine çivilemişti—keyfince yürümek, gürültü yapmak, hatta öksürmek bile yasaktı.
Shen Zechuan, yanında kılıcıyla Han Cheng’ın ardında hazır şekilde duruyordu. Kızıl piton işlemeli cübbesinin içinde cildi kar kadar beyazdı. Gözlerinin kenarına yerleşen hafif bir gülümseme bu adamı nefes kesici derecede güzel yapıyordu; ancak o zarif tavırların ardında tehditkâr bir tehlike yatıyordu.
Xiao Chiye’nin üzerinde de kırmızı bir cübbe vardı. Göğsündeki ikinci rütbe aslan işlemeli memur arması, onu kalabalıktan ayırıyor, kazlar arasında bir turna gibi görünmesini sağlıyordu. Keyfi yerinde değil gibiydi; Shen Zechuan’a sadece yandan bir bakış atmakla yetindi.
İkisi arasında epey mesafe olmasına rağmen, etraftakiler aradaki gerilimi hissedebiliyordu. Hatta Hai Liangyi bile onlara bakmak için dönmüştü.
Sivil memurlar birbirlerine bakarak sessizce anlaştılar.
“Gidelim,” dedi Han Cheng alçak sesle.
Saray kapıları açıldığında içeri ilk girenler Tören Müdürlüğü’nden harem ağaları ve Büyük Katipliğin önde gelen bakanları olmalıydı. Ancak artık Pan Rugui’nin kontrolünde olan Tören Müdürlüğü tasfiye edilmişti; yalnızca Hai Liangyi önderliğindeki Büyük Kâtipliğin önemli bakanları öne çıktı. Peşinden de Han Cheng, Shen Zechuan’a merdivenlerden yukarı doğru eşlik ederek tahtın sol alt tarafındaki yerine götürdü.
Li Jianheng ellerini dizlerine koydu. “Suikast girişiminden bu yana iki gece geçti. Adalet Bakanlığı’nda rapor edilecek bir ilerleme var mı?”
Adalet Bakanı Kong Qiu öne çıkarak eğildi. “Majesteleri, İmparatorluk Yemek Hizmetleri’nden saray hizmetlisi Fuling’in Guisheng’ı suikaste azmettirdiğine dair kanıtlar kesindir. Bu şahsı bugün ikinci yargılama için Yargı Denetim Mahkemesi’ne teslim etmeyi planlıyorum.”
Li Jianheng nedense önce Xiao Chiye’ye bir bakış attı, sonra tekrar dönüp sordu: “Bunu neden yapmış? Bu işin kökenine inebildiniz mi?”
“Soruşturmalarımız, Fuling’in bir keresinde İmparatorluk Eğlence Sarayı’na ait bir tabağı kırdığını ortaya çıkardı,” dedi Kong Qiu. “Bu olay siciline bir kusur olarak işlendi ve hizmet süresi uzatıldı. Etrafındakilere sık sık annesinin yaşlı olduğunu ve ona bakmak için saraydan çıkmak istediğini söylermiş. Ancak saray kuralları nedeniyle bunu yapamıyormuş. Önceki Tören Müdürü’ne defalarca rüşvet vermiş, fakat hiçbir karşılık alamamış ve tüm birikimini kaybetmiş. Bu nedenle içinde derin bir kin birikmiş ve bu kin intikam arzusuna dönüşmüş.”
Yargı Denetim Mahkemesi Başkan Yardımcısı Wei Huaixing öne çıktı. Kendisi, Sekiz Büyük Klan’dan biri olan Wei Klanı’nın meşru ikinci oğluydu; aynı zamanda Xiande İmparatoru’nun bahtsız gözdesi Wei’nin ağabeyiydi. Eğilerek selam verdi. “Bu kulunuzun sunacak bir bildirisi var.”
“Başkan Yardımcısı Wei, lütfen konuşun,” dedi Li Jianheng.
“Bu kulunuz, İmparatorluk Yemek Hizmetleri’nden saray hizmetlisi Fuling’in, İmparatorluk Ordusu Yargı Dairesi’nden Yuan Liu ile cinsel ilişki yaşadığını tespit etmiştir. Fuling’in annesinin yaşadığı evin ödemesi Yuan Liu tarafından sağlanmıştır.” Doğrudan karşıya bakan Wei Huaixing devam etti: “Bu dava Adalet Bakanlığı tarafından yürütülmektedir ve Majesteleri’nin güvenliği ile doğrudan ilgilidir; son derece önemlidir. Fakat Bakan Kong, bu itirafın bu kısmını Majesteleri’nin huzurunda dile getirmemeyi tercih etmiştir. Acaba söylenemeyecek bir şey mi var, yoksa adı anılamayacak biri mi?”
Kong Qiu ona döndü. “Bu meseleden bildirimde bahsettim; burada nasıl bir aldatmaca olabilir?”
“Sabah divanı devlet meselelerinin tartışıldığı kutsal bir yerdir. Majesteleri işin özünü sorduğunda siz gerçeğin sadece yarısını anlattınız; uygun olanı vurgulayıp, kanıtlayıcı delilleri gizlediniz.” Wei Huaixing başını kaldırdı. “Görev verilen memurlar, dürüstlük ve sadakatle hizmet etmeli, mahkeme salonu günahların saklandığı bir yer olmamalıdır. Neyden korkuyorsunuz? Bu kişinin huzurunda söyleyemediğiniz şeyi ben söyleyeceğim. Majesteleri, bu mesele yalnızca saraydaki Yirmi Dört Yamen’i değil, esasen İmparatorluk Ordusu’nu ilgilendiriyor!”
Xiao Chiye’nin yüzünde memnuniyetsiz, neredeyse alaycı bir ifade vardı.
Li Jianheng bu meseleyi sessizce geçiştirmeyi ummuştu, ama artık ortaya çıktığına göre üç maymunu oynaması olmazdı. Uzun bir tereddüdün ardından konuştu: “Ce’an, bu konuda ne diyorsun?”
“İmparatorluk Ordusu’nun maaşlı yirmi bin askeri var,” dedi Xiao Chiye. “Bu kulunuz bunların ev kayıtlarını tek tek inceleyebilir ama her birinin özel hayatını araştırmam makul değil. Yine de adamlarımın denetiminde ihmalim olduğundan, Majesteleri, lütfen uygun gördüğünüz şekilde beni cezalandırın.”
Li Jianheng daha konuşamadan, Wei Huaixing tahtın önüne çökerek yere kapandı. “Yüksek Komutan Xiao, neden gerçeği Majesteleri’nin önünde söylemiyorsunuz? Yirmi bin askerin günlük işlerini araştırmak elbette kolay değil, ama Yuan Liu ile sizin aranızda özel bir bağ var. Bu durumda nasıl olup da habersizmiş gibi davranabilirsiniz?!”
Shen Zechuan kalabalığın içinde gözlerini Xiao Chiye’ye çevirdi.
“Aramda özel bir bağ olan çok fazla kişi var,” dedi Xiao Chiye, bakışlarını Shen Zechuan’ın üzerinde gezdirerek umursamazca gülümsedi. “Ama kollarımda bir güzellik varken, baban yaşında bir adam olan Yuan Liu’yla yatağa girecek kadar da kör değilim. Wei Hazretleri, elinizde kanıt olmaması anlaşılır bir şey, ama neden işi iftira boyutuna kadar getiriyorsunuz?”
Hai Liangyi boğazını temizledi. “İmparatorluk Divanı’nda sözlerinize dikkat edin, Yüksek Komutan.”
“Majesteleri benim ne menem bir adam olduğumu gayet iyi bilir. Aksi gibi davranmaya hiç gerek yok.” Xiao Chiye bir alçak gibi davrandığında tam bir zorbaydı; Hai Liangyi’ye bile saygı göstermezdi. “İmparatorluk Ordusu’nu soruşturmak istiyorsanız, buyrun. Çıkar çatışmasından çekiniyorsanız, bugün yetki künyemi devrederim, saygıdeğer meslektaşlarım incelesin. Ama bu asılsız, uydurma suçu bana yıkmak istiyorsanız, öylece boyun eğmemi beklemeyin.”
“Ne edepsiz bir dil ne küstah bir tutum Majesteleri’nin huzurunda! Xiao Klanı ne övgüye değer bir evlat yetiştirmiş!” Wei Huaixing kolunun içinden bir dilekçe çıkardı. “Yüksek Komutan, elimde kanıt olmadığını iddia ediyorsunuz—size hatırlatırım, ben Yargı Denetim Mahkemesi’nin bir görevlisiyim. Kanıtım olmadan konuşmaya cüret eder miyim?”
Tüm bu süre sessizce dinleyen Xiao Jiming başını hafifçe kaldırarak Wei Huaixing’e baktı.
“Yuan Liu, aslen İmparatorluk Ordusu’nda bir manga lideriydi,” dedi Wei Huaixing. “Kendisi doğrudan yüksek komutan tarafından Adli Bürodaki yardımcılığa terfi ettirildi. Üzerinden iki yıl geçmeden yüksek komutan onu tekrar terfi ettirdi, bu kez ana adli amirlik görevine. Majesteleri’ne sormak isterim: Son yıllarda İmparatorluk Ordusu’nun önemli bir görevi olmamışken, Yuan Liu neye dayanarak tekrar tekrar terfi ettirildi?”
Xiao Chiye alayla güldü. “Kendisi kıdemli bir subaydı. Öyle kayda değer bir başarısı yoktu ama bir hatası da olmadı. Son yıllarda İmparatorluk Ordusu birçok yeni asker aldı. Ben duygusal bir adamım; Yuan Liu benim terfi ettirdiğim tek eski toprak görevli değil. Wei Hazretleri, hepsinin listesini çıkarıp onları da ‘özel bağlarım’ olmakla mı itham edeceksiniz?”
“Son yıllarda İmparatorluk Ordusu’nda yüksek komutanın sözü kanun hükmünde değil mi?” dedi Wei Huaixing ağır ağır. “Bu kıdemlilerin her birinin sadakatinin Majesteleri’ne değil de Xiao Klanı’na olduğundan şüpheleniyorum.”
Bu sözler hedef olarak Xiao Chiye’yi gösterse de ima yoluyla Xiao Jiming’i de suçlama amacı taşıyordu.
Beklendiği gibi, Xiao Chiye öfkelendi. “Konu neyse ona odaklan, durmadan Xiao Klanı’nı işin içine katma! Ben, Xiao Ce’an, bu mevkiye Majesteleri’ni takip ederek geldim. Senin gibi asil bir soydan gelip ağzında gümüş kaşıkla doğmadım, saraya giden yolum önden döşenmedi.”
Wei Huaixing, Xiao Chiye’nin patlamasını bekliyordu ve bildirisini açtı. “Yüksek Komutan, yeni yıl öncesinde adamlarıyla içmeye gitmiş. Ziyafet sırasında Yuan Liu size yüklü miktarda para hediye etmiş. Bunu kabul ediyor musunuz?”
Li Jianheng bile bu sözleri duyunca donakaldı. Yumruğunu sıktı ama bir şey demedi.
“Yuan Liu’yla içmeye hiç gitmedim,” dedi Xiao Chiye.
“Donglong Caddesi’ndeki Xiangyun Köşkü’nün fahişeleri tanıklık edebilir. O gece Yuan Liu büyük bir para harcayarak Yüksek Komutan’ı ağırlamış. Yüksek Komutan sarhoş olmuş ve Yuan Liu size saf altın şeftalilerle dolu bir sepet hediye etmiş,” dedi Wei Huaixing. “Yüksek Komutan hâlâ bunu inkâr mı ediyor?”
“Şunu sorayım sana,” dedi Xiao Chiye, “altıncı rütbeden bir zavallı memur, nereden bulup da bana saf altın şeftaliler verecekmiş?”
“İşte bunu da Yüksek Komutan’a sormak gerekir.” Wei Huaixing son darbeyi indirdi:
“Yuan Liu, Fuling’in annesi için krediyle ev alırken Donglong Caddesi’ne bakan üç ev daha satın aldı. Bu işlemi, bizzat Yüksek Komutan’ın yazılı talimatıyla yaptığı tarafımca tespit edilmiştir! Son beş yılda İmparatorluk Ordusu önce kışlalarını onardı, ardından Feng Dağı’ndaki talim alanlarını genişletti. Bu paralar nereden geldi? Yüksek Komutan’ın bu paraları simsardan zorla aldığı, Yuan Liu’nun da bu işi onun adına yürüttüğü doğru değil mi? Ve şimdi Yuan Liu’nun, Fuling’i Majesteleri’ne suikast düzenlemesi için azmettirdiği ortaya çıkmışken, siz hâlâ bunun sizinle hiçbir ilgisi olmadığını mı söylüyorsunuz?”
Xiao Chiye cevap vermedi.
Baş Gözetim Bürosu’nun Sağ Baş Müfettişi Fu Linye öne çıktı. “Bu kulunuzun da sunacağı bir bildirisi vardır.”
Li Jianheng’in parmak uçları şiddetle titriyordu. “Konuş!”
“Bu kulunuz da İmparatorluk Ordusu Yüksek Komutan’ına suç isnadında bulunuyor,” dedi Fu Linye. “Kanuna göre, Üç Yargı Ofisi’nin ortak yargılaması tamamlanmadan hiçbir yetkisiz kişi, Majesteleri’nin fermanı olmaksızın büyük suçluları ziyaret edemez. Ancak Yüksek Komutan kendi inisiyatifiyle dün hapishaneye gitmiş ve ardından hiçbir rapor iletmemiştir.”
Xiao Chiye’nin yüz ifadesi daha da soğudu.
“Yüksek Komutan hapishaneden çıktıktan hemen sonra Fuling’in annesi ölmüştür,” dedi Fu Linye, yere kapanarak. “Bu iki olay arasında ne olduysa, bunun Majesteleri’nin huzurunda açıkça açıklanmasını Yüksek Komutan’dan rica ediyorum.”
“Ne de uyumlusunuz siz ikiniz,” dedi Xiao Chiye. “Ne mükemmel tesadüf ama.”
“Soruyu geçiştirmeyin, Yüksek Komutan,” dedi Wei Huaixing soğuk bir sesle. “Size tavsiyem, kendinizi açıklayın!”
“Birini suçlamak isteyen, her zaman uyduracak bir şey bulur.” Xiao Chiye köşeye sıkışmış gibiydi. Bir süre sessiz kaldı, sonra Li Jianheng’a dönerek, “Bu kulunuz, bana atfedilen bu şeylerin hiçbirini yapmadı. Takdir Majesteleri’nindir,” dedi.
Bu gergin, kaygı dolu havada Li Jianheng’ın parmakları dizlerini öyle bir sıkıyordu ki, dizleri terden sırılsıklam olmuştu. Xiao Chiye’ye tekrar baktı, sonra birden patladı: “Peki ya bu yazılı talimatları nasıl açıklayacaksın?”
Xiao Chiye gözlerini yere indirdi, belli belirsiz bir gülümsemeyle, “Bu kulunuz böyle bir şey yazmamıştır,” dedi.
Li Jianheng yerinden fırladı. Telaşla birkaç adım ileri yürüdü ve bağırdı: “Görelim bakalım!”
Wei Huaixing belgeleri uzattı. Li Jianheng birkaç sayfaya göz gezdirdi ve bir anda titremeye başladı. Dudakları titreyerek, “Bu senin el yazın değil mi…? Ce…Ce’an!” dedi.
Xiao Chiye kararlılıkla yineledi: “Bu kulunuz böyle bir şey yazmamıştır.”
Li Jianheng, kâğıdı korkuyla kavradı, sonra yanmış gibi fırlatıp attı. Kendini kaybetmenin eşiğindeydi, çığlık attı: “Peki ya şu Yuan Liu—senin adamın mı, değil mi?!”
Xiao Chiye gözlerini kaldırıp ona baktı.
Li Jianheng kolçaklara tutundu; içinde korku yükseliyordu. Xiao Chiye’nin onu av sahasında nasıl soğukkanlılıkla ve umursamazca yüzüstü bıraktığını hatırladı, içinde iğrenç bir duygu kabardı. Sanki karşısındaki korkunç bir yaratıkmış gibi elini havaya kaldırdı ve tüm gücüyle haykırdı, “Yetki künyesini elinden alın!”
Xiao Chiye ağzını açtı, “Bu kulunuz—”
“Karşı çıkacak olursa, kanun gereği burada tutuklayabiliriz!” diye bağırdı Wei Huaixing.
Xiao Chiye birden döndü, önce Wei Huaixing’e sert bir bakış fırlattı, sonra yeniden Li Jianheng’a döndü. Soğukkanlılıkla konuştu, “Ben, Xiao Ce’an, tutuklanabilirim ancak sağlam bir suçlama olmadan değil.”
Li Jianheng, güveni boşa çıkmış gibi hissediyordu. O anda, iki tarafın arasında kalmıştı ve zaten diğerlerine inanma eğilimindeydi. Şimdi de Xiao Chiye’nin küstah tavrı öfkesini iyice körüklemişti. Sertçe bağırdı, “Diz çök! Bugün yetki nişanını geri alıyoruz!”
Xiao Chiye yerinden kıpırdamadı. Li Jianheng öfkesini artık bastıramıyordu. “Diz çök dedim!”

Çeviri: Cekus | Redakte: Pebbles
Dipnotlar
- Yang Shan Xue, çığ anlamına gelen Shen Zechuan’ın kılıcı. Li Bai’nin “Gufeng: Otuz Üç” adlı şiirinden — Kuzey Denizi’nde yaşayan, gövdesi bin li uzunluğunda olan efsanevi bir yaratık olan kun peng (balık [kun] ya da kuş [peng] formunda görünebilen devasa varlık) üzerine yazılmış bir şiirdir. Bu şiir ve onun içinde saklı olan büyük hırs, Shen Zechuan’ın kılıcına ilham veren kaynaktır.
- Ji-Style Boxing ya da Çince yazımıyla Jijia Quan (计家拳), bir dövüş sanatıdır. Buradaki “Ji” (计), bir aile soyadıdır. “Ji-Style Boxing”, “Ji ailesine ait dövüş stili” veya “Ji ekolü boksu” anlamına gelir.