SAYE 7. Bölüm

Share

Kulaklıklarını çıkarırken ve Jiang Cheng’e bakmak için başını eğerken Gu Fei’nin kaşları kalktı.

Bu herifle baş etmek oldukça zor. Yeni ve bilinmeyen bir çevrede olduğu için, kendini dizginlemek zorunda.

Önlerindeki kişiye büyük bir ilgiyle baktı, Zhou Jing, hala ardına kadar açık ağzıyla büyük bir şokta olan kişi. Halihazırda yumurtasını çoktan yemiş olmasaydı, kesinlikle onun ağzına sokardı.

Bununla beraber, Jiang Cheng’in az önceki tekmesi birini kışkırtmak için yeterli sayılırdı. Zhou Jing hırçın ve zıtlaşması kolay, can sıkıcı bir gençti. Eğer tekme başka bir yere inseydi… Gu Fei’nin bakışları sağa kaydı, o zaman ortada bir kavga olurdu.

“Ne oldu? Neler oluyor?” Lao Xu sırasına vurdu. “Sınıftayız, sınıftayız. Gu Fei, ne yapıyorsun?”

Gu Fei şaşırıp kaldı. Kendini göstermek için bir parmağını kullandı ve dudakları dairesel bir şekil oluşturdu, “Ben mi?”

“Sen değil misin?” Dedi Lao Xu. ” Artık kahvaltını bitirdiğinden sıkıntıdan patlamış olmalısın!”

Çevre sıralardaki öğrenciler gürültüyle kahkahalara boğulduklarında, Gu Fei de kendini gülmekten alamadı, Jiang Cheng’e bakmak için başını çevirdi.

“Ne için ona bakıyorsun?” Lao Xu, Jiang Cheng’i gösterdi. “Onun notları hepinizi toz içinde bırakır!!”*

*人家成绩甩你们八百七十四条街kelimesi kelimesine: “Onun notları sizi tüm 874 cadde boyunca arkada bırakır!”

“Oh…” bütün sınıf aniden bağırdı.

“Xue…ba…”

Xuébàokul birincisi, çok zeki kişi, kitap kurdundan daha pozitif bir tanımlama. Çince bırakacağım.

“Artık Lao Xu’nun yetiştirmek için temel bir hedefi var…”

Gu Fei iç çekti, Lao Xu, senin bu zekan daha önce hiç kaotik bir sınıfta derse girmemiş masum bir stajyer gibi görünmene neden oluyor. Sadece bu tek cümleyle, Jiang Cheng’i sınıfın geri kalanından bir metrelik bir eşikle ayırdın.

Jiang Cheng, Lao Xu’ya baktı ve tüm kalbiyle annesi tarafından ona mümkün olan her yolla işkence etmesi için gönderilen bir casus olduğundan şüphelendi.

Kışkırtmanın hiçbir türünden korkmamasına ve sınıfa girdiğinden şu ana kadar öfkesini dizginlememesine rağmen, tek bir bakışla kaotik kelimesinin kolaylıkla görülebildiği bir sınıftaki sınıf öğretmeni tarafından notları için övülmek istemiyordu.

‘Xueba’, bu sadece iki kelimenin birleşmesiyle oluşan bir tür alaydı.

“Bu kadar yeter.” Lao Xu boğazını temizledi. “Hadi devam edelim…nerede kalmıştık…”

Önceden, Jiang Cheng, zaten Lao Xu’nun hangi konuyu anlattığını dinlemiyordu ve şimdi, daha da fazla dinlemek istemedi. Sadece sıraya uzandı ve telefonunu çıkardı.

Geçmişte, sınıfta gizlice telefonuyla oynarken bir hırsız gibiydi; kulaklıkları takmadan önce zil sesi ve medyayı sessize almak ve sonra sessizce kabloyu gömleğinin kolundan kaydırıp kulağına takmak zorundaydı.

Sınıf öğretmeninin masa çekmecesi el konulmuş telefon yığınıyla doluydu, bu da sokaktaki ikinci el cep telefonu standları gibi görünmesine neden oluyordu.

Si Zong farklıydı. Jiang Cheng’in bakışları Gu Fei’ye kaydığında, cep telefonunun çoktan masada onu destekleyen bir standın üzerinde olduğunu gördü ve kollarına sarılırken açıkça kulaklıkları takılıydı. Video izlerken sandalyenin arkasına yaslanmıştı.

Jiang Cheng üst bedenini sıranın üzerinde dinlendirdi. Lao Xu, bir Budist kutsal kitabı zikrediyormuşçasına ders anlatıyordu ve etrafındaki gevezelerin durumu da farklı değildi. Sonu gelmeyen gevezelikler her köşeden saldırıyordu, başını döndürüyor ve dersin yarısı boyunca sersemleştiriyordu- gerçekten sıkıcıydı. Telefonuna baktı ve Pan Zhi’ye bir mesaj gönderdi.

–Torun.

Pan Zhi derhal cevapladı.

–Büyük baba, hangi derstesin? Zamanın var mı?

– Dil ve Edebiyat, sen?

–İngilizce, Lao Lv aniden bize sürpriz testle saldırdı. Başım belada.

–Resmi bir sınav değil, bela olacak ne var?

–Soruların bir tanesini bile cevaplayamıyorum. Lao Lv derince kazmak ve gerçeği ortaya çıkarmakla ilgili bir şeyler dedi. Gizli bir gündemi olduğunu düşünüyorum!

Pan Zhi’nin gönderdiği mesaja bir görüntü iliştirilmişti. Jiang Cheng sadece baktı ve iç çekti. Bu çoktan seçmeli sorulardan oluşan bir sayfaydı ve sadece görüntünün açısı bile riski ortaya koyuyordu. Tek bir bakışla, biri bu fotoğrafın tüm yaz boyunca telefonuna güle güle deme riski alınarak sıranın altından çekildiğini söyleyebilirdi.

Saate bakıp görüntüyü büyüttükten sonra sorulara baktı ve hızla cevapları kendi defterine yazmaya başladı. İki soruyu cevapladığı anda, Pan Zhi arka arkaya üç görüntü daha gönderdi. Kısmen nutku tutulmuş, onlara baktı. Siktir, sınav kağıdındaki bütün çoktan seçmeli soruları gönderdi, değil mi…

–Bekle.

Pan Zhi’ye tek kelimelik cevabı gönderdikten sonra, sorulara bakmaya devam etti.

Doğrusu, cevaplar aşağı yukarı tahmin edilebildiği için sorular zor sayılmazdı. Pan Zhi’nin neden tek bir cevap bile yazamadığını anlayamadı.

Çevre hala gürültülüyken, Jiang Cheng, Lao Xu’nun dayanıklılığına hayranlık beslemekten kendini alamadı. Muhtemelen kaotik bir sınıfa ders anlatmaya alışkın bir öğretmen olduğu için, dayanıklılığı doğal olarak artmıştı.

Lisedeki ilk yılındaki güçlü bir ilgi çekiciliği olmayan kimya öğretmenini hala hatırlıyordu. Birisi ders sırasında konuştuğunda, sesi şimdi dinlediğine kıyasla sıradandı; doğrusunu söylemek gerekirse, Lao Xu onu sinirden ağlatabilirdi. Eğer o bu sınıfa gelseydi, kesinlikle şeffaf bir duvar çiçeği olana kadar iki gözü iki çeşme ağlardı.

Lao Xu’nun ne kadar da muhteşem olduğuna bakın.

Jiang Cheng kafasını kısa süreliğine yazdığı cevaplardan kaldırıp Lao Xu’ya baktı, sohbet eden ve uyuklayan öğrencilere karşı aşırı hoşgörülüydü. Ayağa kalkıp odanın etrafında dans etmeye başlamadıkça dersi durdurma zahmetine bile girmiyordu.

Cık ,cık, cık.

Pan Zhi sadece çoktan seçmeli soruları gönderdiği için, bitirmek uzun zaman almamıştı. Cevapları sohbet odasına girdikten ve onları Pan Zhi’ye gönderdikten sonra saate baktı. Dersin bitmesine hala birkaç dakika vardı, cevapları kopyalaması için yeterliydi.

Diğer sorulara gelince… Pan Zhi her zaman yazmak için çok tembel olmuştu, ve bazen, kopyalamak için bile çok tembeldi.

Mesajı gönderdikten sonra, farkında olmadan WeChat’inden Anlar kısmını açtı, yavaşça aşağı kaydırdı ve sonra Jiang Yijun’u gördü… onun sevgili erkek kardeşi, aile yemeğinden bir selfie paylaşmıştı; annesi ve babası arka plandaydı- üç kişilik bir aile, neşeli ve uyumlu. Aniden bunalmış hissetti ve bunu tuhaf bir kusma isteği takip etti.

Üç kişilik aileyi engelledikten sonra, telefonunu tekrar cebine koydu.

Tam yukarı bakmak üzereyken, bir şey kafasına düştü ve daha tepki veremeden, bir başkası geldi; kafasına taş atılıyor gibiydi.

Akabinde, beyaz bir toz alanı gördü ve ayrıca alçıpan kokusu aldı.

“Bu ne lan?” Yukarı baktığında kısmen şoktaydı.

Sırasının üzerinde büyüklü küçüklü kırık parçalarla birlikte büyük bir parça alçıpan vardı.

Jiang Cheng bunu umursamadı, ilk tepkisi başını sıvazlamak ve Gu Fei’nin başına bakmaktı.

Gu Fei’nin telefonu hala sıranın üzerindeydi, ama ekranda görüntülenen şey artık görülemiyordu. Yüzünde ve başında bir toz tabakası vardı, tamamen beyazla kaplanmış, ama o zaman bile, kollarını önünde birleştirerek önceki duruşunu sürdürdü.

Sadece tek bir şey vardı, ten rengi biraz çirkindi.

Jiang Cheng yukarı baktığında sadece kendi üzerindeki alçıpanın ortadan kaybolduğunu gördü; açıkça, hepsi vücutlarının ve sıranın üzerindeydi, ahşap yapı açığa çıkmıştı… gerçekten de eski bir bina ha…

Bakışları sıraya döndüğünde, köşede alçıpanın parçası olamayacak küçük siyah bir taş gördü.

Tam o sırada, dersin bittiğini belirten zil çaldı ve Lao Xu ders kitabını kapattı. ” Peki, ders bitti… ne…alçıpan tekrar mı düştü? Bugün kim görevli? Hepsini süpür.”

Lao Xu sınıftan çıktığı saniye, bütün başlar en arka sıraya bakmak için dönerken sınıfta curcuna patlak verdi.

Tam o anda, Jiang Cheng küçük taş, Gu Fei’nin kasvetli ifadesi ve zil çalar çalmaz ayağa kalkıp yüzlerinden okunan ‘iyi bir gösteri başlamak üzere’ ifadesiyle arkaya dönen insanlarla hızla karar verdi… alçıpan normalde kendi kendine düşüyordu, ama bu sefer, kesinlikle kendi kendine düşmemişti.

Kıpırdamadan sakince oturdu, çantasından bir peçete çıkardı ve yavaşça sıranın üzerindeki beyaz tozu yere doğru temizledi.

Amaçsız bu tür durumlarda, öfkesini kontrol etmek onun için oldukça kolaydı.

Gu Fei sırasını itti ve ayağa kalktı, ceketini çıkardı ve Wang Xu’ya bakmadan önce birkaç kere silkeledi.

“Da Fei, üzgünüm.” Wang Xu çoktan ayağa kalkmıştı, kolunu Gu Fei’nin omzuna attı ve gelişigüzel birkaç kere hafifçe ceketine vurdu. “Gidelim, hadi atıştırmalık tezgahına gidelim. Sana içecek bir şeyler alacağım. “

Gu Fei, Wang Xu’nun kolunu omzundan itti, ceketini giydi ve sınıfın arka kapısından çıktı.

Wang Xu aceleyle takip etti ve yan yana merdivenlerden aşağı indiler. “Hey! Da Fei, bu gerçekten bir kazaydı.”

“Hmm.” Gu Fei sadece homurdandı. Wang Xu’yla konuşmak istiyormuş gibi hissetmiyordu ve tozla dolu bir kafa kesinlikle onu kötü bir ruh haline sokuyordu, özellikle de gözleri yeni açıldığında.

“Ben sadece çarpıcı bir biçimde o piçe neyin ne olduğunu göstermek istemiştim.” Dedi Wang Xu. “Yeni nakil olmuş bir öğrenci için çok kibirli davranıyor, okulun ilk gününde yerini bildirmezsek, her mekanın kendi kuralları olduğunu öğrenemez!”

Gu Fei hiçbir şey söylemedi ve birinci kata indikten sonra aniden sola döndü.

“Hey, atıştırmalık tezgahı,” Dedi Wang Xu. “Nereye gidiyorsun?”

“İşemeye.” Dedi Gu Fei.

“Öğretmenler tuvaletine işemek için tüm o yolu gidecek misin? Çok uzak.” Wang Xu çabucak cevapladı.

“Daha az insan.” Gu Fei yanıt verdi.

“Sadece çiş için neden bu kadar özenelim… o zaman sana yalnızca sütlü çay alacağım.” Dedi Wang Xu. “Assam Sütlü Çay’ı olur mu?”

“Kendin iç.” Gu Fei kenara yaslandı ve konuştu.

“O zaman Assam alayım!” Wang Xu haykırdı.

Gu Fei sadece iç çekti.

Sahaların yanındaki tuvalet öğretmenler odasına yakındı, ki bu da öğrencilerin kazara buraya gelmek istememelerine neden oldu. Doğrusu, bütün binaların öğretmenler odalarında tuvalet bulunduğu için çok fazla öğretmen de kullanmıyordu bu yüzden bu alan oldukça huzurluydu.

Gu Fei cebinden tek dal sigara çıkardı ve yakarken içeri girdi, lakin tam sigarayı içine çekerken yan taraftaki kapı açıldı ve Lao Xu dışarı çıktı.

“Xu Zong,” Gu Fei, sigara ağzında gevşekçe salınırken anlaşılmaz bir şekilde konuştu.

“Öğretmenler tuvaletinde sigara içmek zorundasın, bu ne tür bir muamma!” Lao Xu, Gu Fei’yi işaret ederken sesini kısık tuttu. “Güç gösterisi mi sergiliyorsun ha! Kime gösteri yapıyorsun?”

“Sigara içerek nasıl bir güç gösterebilirim?” Gu Fei pisuvarın önünde dururken güldü. “Bu güçle sana saldırıyorum, benden korktun mu?”

“Sana hayran olacağım.” Lao Xu yürüdü ve sigarayı işaret etti. “At şunu!”

Gu Fei iç çekti, sigara izmaritini arkasındaki alaturka tuvalete attı ve sonra fermuarını indirdi ve Lao Xu’ya baktı. “İşemek zorundayım, şimdi.”

Lao Xu iç çekti ve tuvaletten çıkmak için arkasına döndü.

Gu Fei fermuar alanını açtığı ve işemeye başladığı anda, aniden durdu ve konuştu: “Bu Jiang Cheng…”

Mesafe bir miktar uzak olduğu için, Lao Xu’nun sesi çok yüksekti ve tuvaletin içinde ihtişamla yankılanıyordu.

“Siktir…” Gu Fei duvara dayandı. Lao Xu’nun sesiyle gerçekten korkmuştu ve neredeyse ayakkabılarına işiyordu. “Xu Zong, biraz bekleyebilir misin!”

Lao Xu dışarı çıktı.

Gu Fei fermuarını çekti, başka bir sigara yaktı, rastgele bir alaturka tuvalete girdi, kapıyı kapattı ve orada içti.

Buraya gelmek istemesinin sakinliği dışında önemli bir sebebi daha vardı ve bu da buradaki tuvaletin daha az kokmasıydı.

Lao Xu, aslında, yüzeyin altında çok samimi bir öğretmendi. Maalesef, bu sınıfta gösterilmiyordu ve kimse dinlemeye gönüllü değildi. Ağırlık yapması için su ilave edilse bile toplamı yarım tael*den fazla olamayacak EQ’ya sahip bir sınıf öğretmeni, öğrencilerine öğretmek için ne kadar enerji harcarsa harcasın, kimse inanmayacaktı.

*Tael: Çinde bir ağırlık birimi

EQ: Duygusal zekâ veya yaygın ifade edilişiyle EQ (Emotional Quotient), bir kişinin  kendisine veya başkalarına ait duyguları , sezinleme, yönetme ve yönlendirme yetisi, kapasitesi ve becerisinin ölçümünü tanımlamaktadır.

Bazen, Gu Fei onun yerine yoruluyordu.

Tuvaletten çıktığında, Lao Xu karla kaplı zeminde onu bekliyordu.

“Neden sadece ona başka bir sıra bulmadın,” Dedi Gu Fei yakasını düzgünce yukarı çekerken.

“Bu onun sıra arkadaşı olmak istemediğinden mi? Yoksa sıra arkadaşı istemediğinden mi?” Lao Xu ona baktı. “Gu Fei ah, her zaman insanlardan bu kadar uzak durmak senin için iyi değil.”

“Beni analiz etme.” Dedi Gu Fei. “İki yıldır analiz ediyorsun ve bir kere bile doğruyu bulamadın.”

“Birbirimizle tekrardan iyi geçinelim, bu daha ilk gün.” Lao Xu güldü. “Bu Jiang Cheng… notları gerçekten çok yüksek, bu yüzden sıra arkadaşı olarak ona sahip olmak senin üzerinde de iyi etkili olabilir.”

Çok yüksek notlar? İyi etki?

Gu Fei, Jiang Cheng’in nasıl sırasının üzerine yattığını ve bütün ders boyunca telefonuyla oynadığını hatırladığında, Lao Xu’nun ‘gerçekten yüksek notlar’ kanısını kabul etmek aşırı derecede zordu.

“Sınıfa gitmeliyim.” Dedi Gu Fei.

“Sınıfa dön.” Dedi Lao Xu. “Onunla geçinmeyi öğren, geçinmeyi.”

Gu Fei sınıfa dönüş yolundayken, üçüncü katın koridorunda Wang Xu ile karşılaştı ve o Gu Fei’ye Assam Sütlü Çayını verdi.

“Teşekkürler.” Gu Fei sütlü çayı aldı ve sınıfa girdi.

Günün ikinci dersi İngilizce’ydi ve öğretmenin baskılayıcı bir mizacı ve kaba bir gırtlağı vardı. Öğrenciler arasında herhangi bir saygınlığı olmamasına rağmen, aynı Lao Xu gibi, bir hayli çeşitli düzeyde ve şekilde tekrar tekrar azarlayabilir ya da bağırabilirdi- bir kere azarlamaya başladığında, türlü şekillerde en az yarım saat sürerdi. Dahası, öğrencilerle kavga etmişti ve en azından sinmeden zor insanların hepsiyle karşı karşıya gelecek kadar cesurdu. Bunun sonucu olarak, normalde, gaza gelinmiş önemli bir konu yoksa, zil çaldıktan sonra onu kışkırtmazlardı, kolay bir şekilde sınıfa girerlerdi.

Sıra halihazırda temizlenmişti ve temizleyen tek kişi Jiang Chengmiş gibi görünmüyordu. Gu Fei geldiğinde, Yi Jing’in bir temizlik beziyle uzaklaştığını gördü.

“Teşekkürler.” Dedi Gu Fei.

“Önemli değil.” Dedi Ji Ying parmaklarını saçlarından geçirip gülümserken.

Gu Fei kendi sandalyesine oturdu ve oldukça sessiz bir şekilde sandalyesinde geriye yaslanarak otururken öndeki tahtayı izleyen Jiang Cheng’e baktı.

Telefonunu çıkardı ve önceden bitiremediği filmi izlemeye hazırlandı.

Tam film başladığı anda, Jiang Cheng aniden ayağa kalktı.

Sadece o da değil, diğer elinde uzun saplı bir süpürge tutarken, sandalyesini rahatlıkla kavradı.

Gu Fei sersemledi ve Wang Xu’ya baktı. Wang Xu yeni oturmuştu ve sıra arkadaşıyla sevinçle sohbet ediyordu.

Kaşlarını çattı, doğrudan mı saldıracak?

Bu kişi Wang Xu’ydu, Gu Fei dışında, Jiang Cheng’in sınıftan hatırladığı ikinci isimdi.

Wang Xu’nun sırası, başka bir sıra ile sandalyesinden ayrıydı. Sınıftaki sıralar ve sandalyeler ayrılamazmış gibi yakın düzenlenmişti ve metal bir sandalyeyi Wang Xu’nun üzerine sürüklemek öğretmen masasını aşmayı gerektiriyordu ki bu da biraz zahmetliydi.

Böylelikle, sandalyeyi indirdi ve yanındaki sandalyedeki iki kişiye söyledi: “Çekilin.”

İkili açıklanamayacak bir şekilde Jiang Cheng’e baktı ama yine de ayağa kalkıp arkalarından geçmesine izin verdiler.

Geçtikten sonra, ikilinin sandalyelerinden birini gelişigüzel şekilde çekti.

“Hey! Ne yapıyorsun?!” o kişi bağırdı.

Jiang Cheng bağıran kişiye bakmak için döndü ve o kişi Jiang Cheng’e sadece iki saniye baktıktan sonra sessizliğe gömüldü.

Bununla beraber, bütün sınıf oraya baktı ve yüzleşmenin gelip çattığını anlayan Wang Xu kibirle ayağa kalktı. “Oh, kafamı paramparça etmek mi istiyorsun? Gel, gel, gel, bu xueba herkese sürpriz yapmak istiyor…”

Jiang Cheng sandalyeyi tuttuğunda ve clang sesiyle Wang Xu’nunkinin yanına yerleştirdiğinde hiçbir şey söylemedi ve yavaşça birkaç adım geri çekildi. Sonra uzun saplı sopayı tutan elini yukarı kaldırdı ve bir mızrak gibi tavana uçmasına izin verdi, uzun saplı sopa tam olarak Wang Xu’nun başının üzerindeki tavanı vurdu.

Wang Xu, Jiang Cheng elini kaldırdığında çoktan tepki vermişti ama sandalyesinden ayrılmak için döndüğünde, bacağının yanındaki sandalye tarafından engellendi. Sandalyeyi tekmeleyip yolunu açmak istediği anda, sopa ve tavandan büyük bir alçıpan parçası çoktan üzerine düşmüştü.

Kafası ve sıra tamamen, dört yandan beyaz tozla kaplanmıştı.

Sınıfta kısa bir sessizlikten sonra, çığlık ve kahkaha tufanı aynı anda koptu; hatta bazı insanlar kargaşa döneminin bir sonucu olarak sıralarıyla ayaklarını ezdiler.

“Bu ne lan, seni piç!” Wang Xu kükredi, sandalyeyi tekmeledi ve hızla atıldı.

Jiang Cheng kaçınmadı, aynı yerde dikildi ve gelmesini bekledi. Bu tür ardına kadar açık bir duruş hedef alınmasını gerektirmiyordu, burnuna bir yumruk kanın fışkırması için yeterliydi.

“Neler oluyor?!” Aniden sınıfın kapısından yüksek ve şiddetli bir kükreme duyuldu.

Bu kükreme muhtemelen Jiang Cheng’in şimdiye kadar duyduğu en sarsıcı kükremeydi— gökyüzüne yükselen asil arzu ve pervasızlıkla dolu bu kükreme, Jiang Cheng’i neredeyse Wang Xu’nun üzerine atılacağı kadar korkuttu.

“Ne yapıyorsunuz, ne yapıyorsunuz?” Orta yaşlı erkek öğretmen elindeki işaretçiyi sallayarak koştu ve önce Jiang Cheng’i işaret etti. “Hangi sınıftansın? Burada ne yapıyorsun?!”

Jiang Cheng cevap veremeden önce, öğretmenin işaretçisi Wang Xu’nun yüzünü dürttü. “Sen! Kulaklarının içi boş olmalı! Zil çoktan çaldı, duymadın mı?! Sağır mısın?! Şimdi benim sesimi açıkça duyabiliyor musun?! Duyabiliyor musun?! Duyabiliyor musun?!”

Bundan sonra, işaretçisiyle herkesi işaret ederken Wang Xu’nun konuşmasını da beklemedi: “Siz hepiniz iyi bir gösteri izlemek için bekliyorsunuz, değil mi?! Sizin için bir gösteri sahnelesem nasıl olur?! Sadece bir tur alkışlayın! Alkış, alkış, alkış! Hadi!”

Öfkeli feryat bittiğinde, sınıftaki herkes sustu. Wang Xu hücuma devam etmeye hiç niyeti olmadan sadece baktı. Jiang Cheng tavana baktığında kısmen endişeliydi, sık sık öğretmen sadece bir kere daha kükrerse bütün tavanın kesinlikle çökeceğini düşünüyordu.

“Sıralarınıza dönün!” Öğretmen fiilen bir kere daha kükredi. “Birinin sizi taşımasını mı bekliyorsunuz?! Kim kapıyı kırmak ister? Hepinizi taşısam nasıl olur?!”

Bununla beraber, sınıfta hafif gülüşler ve sızlanmalar duyuldu; Jiang Cheng kendi sırasına dönmek için döndü.

“Sen!” Öğretmen onu durdurdu. “Hangi sınıftansın?”

Xueba buraya daha yeni nakil oldu.” Dedi biri.

Öğretmen gözleri uzun bir süre yukarı aşağı hareket ederken hayretle Jiang Cheng’e baktı. “Sırana dön! Birinin seni taşımasını mı bekliyorsun, huh?”

Jiang Cheng kükremeden dolayı kendini toparlayamadı; öğretmene baktı ve sonra sırasına döndü.

“Hadi derse başlayalım!” Öğretmen elindeki işaretçiyle masasına vurdu. “Günaydın ah, herkese!”

Jiang Cheng şaşkına döndü, İngiliz aksanı ortaya çıktığı anda, neredeyse kahkahalarına engel olamayacaktı.

Öğretmen derse başladıktan sonra, ön sırada oturan önceden sırasına çarpan kişi sırasına tekrar çarptı. Ama bu sefer, Gu Fei’yi aramıyordu bunun yerine Jiang Cheng’e döndü. “Hey, xueba, oldukça harikasın, Wang Xu’yu böyle rahatça kışkırtıyorsun.”

Jiang Cheng konuşmadı.

“Defol.” Dedi Gu Fei yan taraftan.

“Lan?” o kişi fısıldadı. “Seninle konuşuyor değilim. Bana bakıp bunu söylemeye mi alıştın?”

“Evet.” Gu Fei telefonunu sıraya yasladı.

“Biraz problemin olacak.” O kişi öğretmen masasına bakıp tekrar hızlıca Jiang Cheng’e döndüğünde ciddi bir ses tonuyla ekledi: “Wang Xu’nun seninle işi bitmedi. Okulun arka kapısı var,bili…”

“Adın ne?” Jiang Cheng sözünü kesti.

“Zhou Jing.” Dedi.

“Teşekkürler.” Dedi Jiang Cheng sırasını işaret etmeden önce. “Tekrar. Sıraya. Vurma.”

“…oh.” Zhou Jing onaylarken şoktaydı.

Jiang Cheng ders kitabını açtı, kitaba baktı ve bakışlarını sabitledi.

Zhou Jing’in yüzü, sonunda önüne dönmeden önce bir süreliğine sertleşti.

Jiang Cheng yeni dönem başlangıcının kendisi için alışılmadık bir biçimde mükemmel olduğunu düşündü, normal zamanlarda günlük yazma alışkanlığı olmaması gerçekten üzücüydü.

O kişi Wang Xu olsa da olmasa da işi bitse de bitmese de hiç umursamadı. Şimdi sadece aşırı derecede depresif hissediyordu, o –An–, o ortadan kaybolduktan sonra ailesinin sıcaklığını ve rahatlığını yayan o selfie aniden önemsizmiş hissi uyandırdı.

Doğal olarak, önemsemediği insanlar da onu önemsemezdi; üstelik mantığa da uyuyordu.

Her şeye rağmen, yine de boğucuydu.

Ders kitabına baktı, kağıt ve mürekkep kokusunun yanında hafif bir süt kokusu vardı. Aniden biraz aç hissetti ve bu sabah kahvaltı yapmadığını hatırladı.

Gu Fei’ye bakmak için döndüğünde süt şekerinin kabını soyarken video izlediğini gördü.

Gu Fei’nin bakışları onunkilerle karşılaştı. Bir anlığına duraksadıktan sonra, cebine uzandı, başka bir şeker çıkardı ve bakışları tekrar telefonuna dönmeden önce Jiang Cheng’in kitabının üzerine bıraktı.

Jiang Cheng biraz şaşkın hissederek kitabının üzerindeki şekere baktı. Bununla beraber, Gu Fei’nin tarafından sütlü şeker kokusu yayıldığından beri midesi çığlık atıyordu.

İki dakika tereddüt ettikten sonra, şekeri aldı ve kabını soydu.

…onu şaşırtan, sütlü şeker değildi!

Meyveli şekerdi!

Kendini kontrol edemedi ve Gu Fei’ye bakmak için başını çevirdi.

Gu Fei elindeki meyveli şekere baktı, aşağı baktı ve bir kez daha cebine uzandı. Eli tekrar ortaya çıktığında, doğrudan bir avuç dolusu şekeri Jiang Cheng’in sırasına koydu—önünde kesinlikle her çeşit ambalaj ve aromaya sahip bir düzineden fazla şeker vardı.

“Kendin seç.” Dedi Gu Fei.

Sütlü şeker

Sütlü şeker
cr

cr. @ 机申没充电