Peerless 37 – Kimse Cui Buqu Olarak Yerime Geçemez

Share

Bölüm 37 – Kimse Cui Buqu Olarak Yerime Geçemez

    Qiao Xian aceleyle malikaneye döndüğünde Fo Er’ın orada olmadığını fark etmiş ve hemen Feng Xiao tarafından kandırıldığını anlamıştı.

    Cui Buqu’nun hala Feng Xiao’nun yanında olduğunu düşündüğünde, aceleyle geri döndü ancak Qiao Xian’ın geri dönen Cui Buqu’yla karşılaşacağını, hatta Jiejian Bürosu’ndan bir adam ve başka bir kişinin Cui Buqu’yu takip edeceğini kim bilebilirdi.

    “Bu Fo Er’in öğrencisi. Feng Xiao tarafından yakalandı. Fo Er ortaya çıktığında onu kendi avantajımıza kullanabilmemiz için onu sakla.” dedi Cui Buqu.

    Yaşayan bir insandan o sanki bir aletmiş gibi söz etmişti ancak Qiao Xian bunu tamamen normal karşılamış gibi görünüyordu ve diğerlerinin Fo Er’ın öğrencisini uzaklaştırmasına izin vererek itaat etti.

Başlangıçta Song Ji kendini sorguya çekilmeye hazırlamıştı ve ölümüne sessiz kalmayı planlıyordu ancak diğer tarafın ona tek bir şey bile sormamasını beklememişti, onun yerine götürülüyordu. Bu onun paniklemesine ve akıcı olmayan Çincesi ile bağırmasına neden oldu: “Beni nereye götürmek istiyorsunuz? Hocam sizi asla bırakmayacak!”

    Cui Buqu malikaneye girmek isterken durdu ve arkasını döndü, ona yaklaştı.

    “Hocan ile iletişim kurmak için bir yolun var, değil mi?”

    Song Ji ağzını kapattı, yüzü öfkeyle doluydu.

    Cui Buqu, Qiao Xian’a döndü, “Ona Zuoyue Bürosu’nun işkence yöntemlerini anlat.”

    Qiao Xian duygusuzca “Tabii efendim.” diye yanıtladı, “Bosha Touyue, suya batırılmış bez katmanları kullanılır, bunlar yüzünüze yerleştirilir ve nefes almanızı zorlaştırarak boğularak ölmenizi sağlar. Bunun dışında diz kapaklarınızı ve elinizdeki tendonları da çıkarır, sizi çırılçıplak soyar ve suya atarak birkaç aç yılanın etinizle ziyafet çekmesini sağlarız. Onlar tüm etinizi bitirene kadar el ve bacaklarınızın nasıl yavaş yavaş yenildiğini ve onların boğazınızı nasıl parçaladıklarını kendi iki gözünüzle izleyebilirsiniz. Buna Bainiao Chaofeng denir. Ayrıca Jixiang Ruyi ve Bamian Linglong da var. Hangisini istersiniz? Bunları size tek tek açıklayabilirim.” 

* İngilizce Çevirmenin Notları: Bosha Touyue: Kelimenin tam anlamıyla “İnce Kumaş Açığa Çıkan Ay” anlamına geliyor. Mahkumun tahta bir yatağa bağlandığı ve sonunda boğularak ölene kadar yüzlerine tek tek ince ıslak bez yerleştirildiği eski bir Çin cümlesi. İnternetten araştırdım ama pek bir şey bulamadım, belki bir şey bulduğumda bu konuyu tekrar açarım.

*Bainiao Chaofeng: ‘Zümrüdüanka Şarkısı’na çevrildi ve gerçekte sıradan insanlar arasında söylenen bir çocuk şarkısı.

* Jixiang Ruyi: Ölçülemez iyi talihlerle kutsanmak isteyen Çinli insanlar arasında kullanılan bir selamlamadır.

* Bamian Linglong: Esprili, akıllı, zeki ve değerini bilen bir kişiyi tanımlamak için kullanılır. Bu işi yaparken yetenekli yetenekli bir kişiyi tanımlamak için kullanılır.

    Tüm vücudunun titrediğini hissederken Song Ji’nin ifadesi hızla ölümcül bir hal aldı.

    Konuşma Çincesi mükemmel değildi ama dili anlamakta sorun yaşamıyordu. O anda Song Ji, Orta Ova’daki insanların gerçekten korkutucu olduğunu hissetti, diğerlerine benzemeyen acımasız bir işkence cümlesine böyle güzel isimler bile verebiliyorlardı. İster Jixiang Ruyi ister Bamian Linglong  olsun, sadece isimlerini duymak yetiyordu ve onların hayal bile edemeyeceği korku ve dehşetlerle dolu olduğunu hemen anlamıştı.

    “Hepiniz ne istiyorsunuz!” Sesi korkusunu ele veriyordu.

    Qiao Xian, “Hocanızla iletişime geçin, ondan yardım isteyin ki gelsin.”

    Song Ji inatla, “Onu kesinlikle öldürmek istiyorsun. Bunu yapmana izin vermeyeceğim!”

    Cui Buqu, “Onu öldürmeyeceğiz ama söylemeyi reddettiğine göre, burada olduğunu ona bildirmek için başka yollar da kullanabiliriz.”

    Qiao Xian’a “Onu bambu kuleye asın” dedi.

    O malikanenin yakınında, çevresindeki konutlardan çok daha yüksek bir bambu kulesi vardı, tepesinden Altı El Zanaatları Şehri’nin neredeyse yarısı görülebiliyordu. Song Ji üstüne asılırsa, çok yakında Fo Er’ın haberi alacağı kesindi.

    Qiao Xian itaat etti ve insanların Song Ji’yi götürmesine izin verdi, ancak Cui Buqu’ya sordu, “Fo Er hala Göktürk’ün bir numaralı dövüşçüsü……”

    Zhangsun Bodhi ile ittifak kursa bile onu alaşağı edemeyebilirlerdi.

    Cui Buqu ona baktı, “Sorun değil. Zamanı geldiğinde biri ikinize de yardım edecek.”

    Qiao Xian, “Feng Xiao?”

    Cui Buqu aniden, “Bu kadar çok işkence yönteminin adını nereden öğrendin?” diye sordu.

    Zuoyue Bürosu bir soruşturma yeriydi, sorgulama veya ceza infaz yeri değildi. İster Bamian Linglong, ister Jixiang Ruyi olsun, Adalet Bakanlığı bile olsa böyle bir şeyi duymamış olabilirlerdi.

    Qiao Xian birdenbire utangaç hissetti, “Az önce sadece onu korkutmak için saçma sapan şeyler söylüyordum.”

    Cui Buqu iki kez öksürdü ve hayranlıkla şöyle dedi: “Çok iyi. Bu, karşına çıkan kişiye bağlı olarak nasıl konuşulacağını bilmektir. Bu gerçekten de bana benzer havası veriyor. Aslında senin çok inatçı olduğunu ve nasıl değişeceğini bilmediğini ve sadece Pei Jingzhe gibi dürüst insanları kandırabileceğini düşünmüştüm ama Feng Xiao gibi biriyle karşılaşırsan, kesinlikle üstünlük sağlardın.”

    Qiao Xian sessiz kaldı, “Yine göğsünüzde tıkanıklık mı hissediyorsunuz? Buraya doktoru davet ettim, o çoktan salonda,  oraya gidin ki sizi kontrol etsin.”

    Cui Buqu aslında salona doğru gidiyordu ama doktorun orada olduğunu duyunca adımlarını hızla başka bir yöne çevirdi. Qiao Xian onun kendi kendine konuştuğunu bile duydu, “Bir cesede dokunduğumu hatırladım ve henüz ellerimi yıkamadım, şimdi gidip onları yıkamalıyım.”

    Qiao Xian: …….

    İleri doğru yürüdü ve Cui Buqu’yu yakaladı, ardından onu salona doğru çekti.

    “Hizmetçilere size su ve sabun göndermelerini emredeceğim. Önce Naiheksiang ile zehirlendiniz, zehir atılmadan önce vahşi doğada bir gece geçirdiniz. Gerçekten doktorun sizi kontrol etmesine izin vermelisiniz!”

    Normal günlerde Qiao Xian, Cui Buqu’ya koşulsuz itaat ederdi. Sadece bu özel konuda inanılmaz derecede ısrarcıydı.

    Çünkü geçmişte Cui Buqu’nun yatağa düştüğüne, kalkamadığına ve hatta kan kustuğuna bile tanık olmuştu. Ondan sonra, Zuoyue Bürosundaki herkes, eğer orada bulunurlarsa, bunun Cui Buqu’nun başına bir daha gelmesine asla izin vermeyeceklerine yemin etmişlerdi.

    Cui Buqu çok iyi huylu bir adam değildi, o anda astlarına soğuk bir bakışla ders vermemesi nadir görülen bir durumdu, ağzını bile kapalı tuttu ve Qiao Xian’ın onu salona sürüklemesine izin verdi.

    Ancak Qiao Xian, “Geçen yılki o şeyi……Onu tekrar görmek istemiyorum” demekten kendini alamadı.

    Cui Buqu bir süre sessiz kaldı ve “Görmeyeceksin” dedi.

    Geçen yıl, Cui Buqu aniden ölümcül bir hastalığa yakalanmıştı ve neredeyse hayatını kaybediyordu, bu Zuoyue Bürosu’ndaki her bir üyeyi ölümüne korkutmuştu. Yardımcı Komutanlardan biri olan Song Liangchen, Cui Buqu’nun yataktan çıkmasını katı bir şekilde yasaklamamıştı, Cui Buqu’nun kendini tekrar hasta etmemesi için doktorların sırayla yatağının başında nöbet tutmasını bile tanzim etmişti.

    Cui Buqu’nun doğuştan pervasız biri olduğunu kim bilebilirdi. Hastalığı düzeldikten sonra hemen ayağa kalkıp zıplayacaktı, Pekin’den dünyanın sonuna sıçramak istemeden edemezdi. Bu yüzden, onlara Kaan Apa’nın büyükelçisi ile görüşme görevi verildiğinde, mutlu ve heyecanlı olan, tek kişi, Cui Buqu dışında Zuoyue Bürosu siyah yüzlerle doluydu. Hemen iki ay süren büyük bir plan yapmaya başlamıştı, Feng Xiao’yu satranç taşlarından biri olarak yerleştirmekle kalmamış, aynı zamanda kendi satranç taşını da yapmıştı.

    Bunları düşünürken Qiao Xian iç çekmeden edemedi, Cui Buqu’yu tutuşu daha da güçlendi.

    “Doktor size ilaç verdiyse, atamazsınız.” 

Cui Buqu’nun dudaklarını seğirdi, “Gerçekten iyiyim.”

    Qiao Xian, “Öyleyse o kiraz çiçeği ağacının etrafında bir tur atın, eğer öksürmeden yapabilirseniz, ilacınızı almanıza gerek yok.”

    Cui Buqu’un yüzü hemen karardı, “Gülünç. Bana nasıl böyle emir verebilirsin, kim olduğumu bilmiyor musun?”

    Birbirlerine baktılar, Qiao Xian geri adım atmayı reddetti.

    Cui Buqu: ……

    “Her neyse. Ben sadece ilacı alacağım!” Gözlerini devirmeden edemedi.

    Qiao Xian’ın dudaklarının uçları kavisliydi.

    Bu malikanenin kadın hizmetçileri, temiz bir geçmişe sahip sadece mevsimlik işçilerdi. Zuoyue Bürosu üyesi değillerdi ve Cui Buqu ile Qiao Xian’ın konuşmasını anlamamışlardı. Bunu gördüklerinde, sadece Qiao Xian’ın Cui Buqu’ya -genç bir kadının flörtüne- karşı bir şeyler hissettiğini düşündüler ama Cui Buqu’nun Qian Xian için gerçekte ne anlama geldiğinin farkında değillerdi.    

Onun için, Cu Buqu bir öğretmen, bir baba, bir arkadaş ve bir erkek kardeş gibiydi.

    Yıllar önce, Qiao Xian böyle değildi. O zamanlar hayatının en umutsuz anlarındaydı, sayısız uykusuz geceyi karların üzerinde acınası bir şekilde yatarak geçirmişti. Öylece ölseydi sorun olmazdı, dünyanın onunla ya da onsuz değişmeyeceğini düşünürdü. Oradan geçen ve onu evine götüren Cui Buqu’ydu.

    Qiao Xian o zamanlar, sadece Cui Buqu’nun sırtladığı baş belası biri olduğunu biliyordu, Cu Buqu asla umursamamıştı ama Cui Buqu olmadan, o da olmazdı. 

    Onunla bir süre kaldıktan sonra, Cui Buqu’nun sadece zayıf bir vücuda sahip olmadığını, aynı zamanda rüzgar daha güçlü olsaydı, hemen hastalanıp yaklaşık üç ila iki gün boyunca yatağından kalkamayacak kadar zayıf olduğunu da fark etmişti. Her zamankinden daha fazla hareket etse bile kolayca hastalanırdı, her seferinde bir doktor bulabilmiş olmasaydı, mezarının otları çoktan insanların boyundan daha uzun olurdu.

    Evinden çıkmasına bile gerek olmadan göklerin altında olan her şeyi bilebiliyormuş gibi bir fotoğrafik hafızası olan Cui Buqu, Jianghu Şehri için gerçek bir hazineydi.

    Cui Buqu’nun bir keresinde ona şöyle söylediğini hatırladı: Varlığınızın önemli olmadığını hissederseniz, o zaman kimse sizi ciddiye almaz. Ben senden farklıyım. Ben benim, ciddi bir hastalıkla karşılaşsam ve tüm uzuvlarım felçli olup öylece vefat etsem bile, kimse Cui Buqu olarak yerime geçemez.

    Bu tarz bir Cui Buqu, hayatının herhangi bir döneminde hayatını kaybetse bile, onunla tanışanların onu asla unutamayacağı bir hayat yaşardı.

    Şüphesiz, Zuoyue Bürosu’nun sorumlusu, Zhangsun Bodhi gibi en iyi dövüş sanatçısı veya Song Liangchen gibi en iyi savunmacı ve planlayıcı değildi, kesinlikle Qiao Xian da değildi, Cui Buqu’ydu. Zhangsun’un savaşma yeteneği birçok insanı koruyabilirdi ama Cui Buqu kalplerindeki huzuru dengeleyen kişiydi.

    Bu dünyada, savaşmakla çözülebilecek birçok sorun vardır, ancak savaşmakla çözülemeyecek birçok sorun da vardır, yine de Cui Buqu’un eline geçtiğinde, bu sorunların hepsi çözülecektir.

    Qiao Xian ve diğerleri Cui Buqu’yu koruyor gibi görünse de, gerçekte onları koruyan Cui Buqu idi.

    Cui Buqu olduğu sürece, Zuoyue Bürosu oturan bir kaya kadar istikrarlı olacak ve herkesin huzur içinde olmasına izin verecekti.

    Ancak Cui Buqu’nun kalbi demir gibi kararlı olsa da hayatında en çok nefret ettiği bir şey vardı.

    İlaç içmek…

    Sık sık içse ve acı tada zaten alışmış olsa bile, bu dünyada kimse ilacın tadını sevmezdi. Cui Buqu her üç ila beş günde bir birkaç kase içerdi. Burnunu kıstırıp insanı kusacak gibi hissettirecek bu acı ilacı içmekle karşılaştırıldığında, Feng Xiao’nun ona birkaç doz daha Naihexiang vermesine izin vermeyi ve sonra onlara direnmek için saf bir kararlılık kullanmayı tercih ederdi.

    Qian Xian, elbette, onu bu kadar kolay bırakmazdı.  Bu yüzden Kaan Apa’nın büyükelçisi, İmparatorluk Mahkemesi’nin onunla görüşecek olan büyükelçisini ilk gördüğünde, onun pek iyi bir ruh halinde olmadığını fark etmişti.

    Geçmişten günümüze her iki ülke de müzakere ederken büyükelçileri hep erkekti ve bunlar ortak kural haline gelmiş gibi görünüyordu. 

    Göktürk Krallığı’nda Kaan’ın eşine Kedun denirdi, Kaan’ın ordusu üzerinde güç sahibi olmalarına rağmen Göktürk Krallığı kadınları ciddiye alan bir millet değildi, bu yüzden Zuoyue Bürosu’nun Kaan’ın pazarlık yapmak için bu sefer bir kadın gönderdiği gerçeğine ilk tepkisi kadının kimliğinden şüphelenmek olmuştu.

    Bu kadın büyükelçi iki muhafız getirmişti ve iki gündür burada yaşıyorlardı, asla sabırsız değillerdi ve dışarı çıkıp keşfetmek istemiş, asla gönüllü olarak Cui Buqu’yu görmeyi teklif etmemiş, sadece sessizce ve sabırla Cui Buqu’nun onları çağırmasını beklemişlerdi. Tek başına bu sabır, zaten normalden farklıydı.

    Diğeri koyu kırmızı ve yoğun bir Göktürk modası taşıyordu, örgüsü bile egzotik ve farklıydı. Yüzü hafif sarıydı ve gözlerinin kenarları birbiriyle çelişiyordu, egzotik güzelliğin farklı bir türüydü.

    Bu güzellik, Orta Ova halkının hayranlık duyduğu türden narin bir güzellik değildi, uzak dağları andıran kaşlar ve kaynak suyuna benzeyen gözler gibi değildi. Rüzgarlar ve şiddetli yağmurla yıpranan türdendi, unutması zordu.

    Ama Cui Buqu az önce büyük bir kase ilaç içmişti, bu yüzden kadın büyükelçinin güzelliğine hayran kalacak durumda değildi. Her iki taraf da oturdu ve doğrudan konuya girdi, “Kaan Apa tarafından gönderilen büyükelçi siz misiniz?”

    Başkalarını asla çok sıcak karşılamazdı ama bu tür konuşmalar onu bir kadının kimliğini küçük görüyormuş gibi gösteriyordu.

    “Benim. Çince adım Jin Lian, Efendi Hazretlerinin adını da sorabilir miyim?”

    “Cui Buqu.” Cui Buqu tek kaşını kaldırdı. “Adın, ‘çayırlardan gelen altın nilüfer’ anlamında mı?”

    Jin Lian, onun adının anlamını bildiğine şaşırmış görünüyordu, “Bu doğru. Göktürk adımın anlamı ‘Altın Lotus’ yani Çince adım Jin Lian.”

    Cui Buqu, “Kaan Apa için sen kimsin, neden seni onu temsil etmen için gönderdi? Söylediğin her şeyin Han’ın kendisi tarafından kabul edileceğine nasıl inanabilirim?”

    Jin Lian hoşnutsuzluk içinde yanıtladı, “Ben Kaan’ın Kedun’uyum.” 

Bir an duraksadı ve “Küçük Kedun” diye ekledi.

    Cui Buqu önceden Kaan Apa’yı araştırmış ve anlamıştı, bu yüzden Kaan Apa’nın iki Kedun’u olduğunu biliyordu, küçük Kedun ikinci bir eşe sahip olmakla benzerdi. Büyük Kedun oldukça yaşlı olduğu için, genellikle onunla ilgilenen kişi bu küçük Kedun’du.

    Bu sefer, Jin Lian’ın başka bir açıdan ortaya çıkması, Kaan Apa’nın onlarla müzakere etme arzusunun samimiyetini kanıtlamıştı.

    Tabii ki, Jin Lian buraya kendi başına gelseydi de aynı cesareti ve kanaati getirdi.

    Orta Ovaların İmparatorluk Mahkemesi’nin hasta bir adamı elçi olarak göndermesinden dolayı hayal kırıklığına uğramamak onun için zordu.

    Yüzündeki hoşnutsuzluk ifadesini gören Qiao Xian, “Lordumuz Zuoyue Bürosunun Komutanı, onun rütbesi Altı Bakanlık’ınkine eşdeğerdir. Zuoyue Bürosunu duymadıysanız, Douguan’ı duymuş olabilirsiniz, aynı zamanda şu anki Adalet Bakanlığı’dır.”

    Bu yıl, Douguan’ın adı Adalet Bakanlığı olarak değiştirilmişti, haberlerin Göktürk Krallığı’na ulaşması için yeterince zaman olmamıştı,  ancak Jin Lian, Douguan’ın ne olduğunu biliyordu. Cui Buqu’nun Altı Bakanlık ile aynı seviyede olması için, bir subay olarak rütbesinin oldukça yüksek olduğu görülebiliyordu.

    Dinlerken Jin Lian sonunda kalbindeki hoşnutsuzluğu bastırdı, “Yani, bu Efendi Cui, cehaletim için özür dilerim.”

    Cui Buqu hafifçe başını salladı, oyalanmak için isteksizdi, “Küçük Kedun’un ortaya çıkması için, sanırım Kaan Apa’dan iletmeniz gereken önemli bir mesaj var?”

    Jin Lian da uzatmayı seven biri değildi, bu yüzden cümlelerini çok hızlı sürdürdü, “Doğru. Şu an itibariyle Kaan Ishbara’nın hırslı kalbi büyüyor, tüm dünyayı altüst etmek ve sıkıntı ekmek istiyor. Her iki ülke için de barış adına buradayım. Ancak İmparator’unuzun bu konuda ne düşündüğünü henüz bilmiyorum?”

    Konuşma şeklinden, Kaan Ishbara’nın gücünün onlar konuşurken büyüdüğü ve ezilen Khan Apa’nın hoşnutsuzluğuna yol açtığı açıktı. Jin Lian’ın iknası için, düşmanının düşmanının dostu olduğunu kabul etmişti, bu yüzden jin Lian’ı sadece Sui İmparatorluğu ile ittifak görüşmesi için göndermişti.

    Cui Buqu, “İmparatorumuz doğal olarak halk için sonsuz barış istiyor. Kaan Ishbara, Sui İmparatorluğu’nun barışını bozmak istese bile, sadece dişe diş verebiliriz. Kaan Apa birlikte çalışmak istiyorsa, bittiğinde size Kaan Ishbara’dan bir parça toprak almamız imkansız değil. Daxing Şehri’ne yıllık olarak yalnızca atlar, haraçlar ve erzak teklif etmeniz yeterli.”

    Jin Lian reddetmeden önce iki kez bile düşünmedi, “Biz Sui İmparatorluğunun kulları değiliz!”

    Cui Buqu, gülümsemeye benzemeyen bir gülümsemeyle gülümsedi, “Küçük Kedun, bunu düşünmez miydiniz?”

    Jin Lian biraz içerleyerek, “Sizin samimi olduğunuzu düşündük, ancak Orta Ova insanlarının ellerinden gelen her avantajı kullanmaları beklenmedik bir şey değil. Açıkça Kaan Ishbara’ya karşı savaşmanıza yardım eden bizleriz ama görünüşe göre size boyun eğme sözü vermemiz gerekiyor!”

    Cui Buqu sanki dünyada her şeye sahipmiş gibi görünüyordu, “Çünkü insanlarımız çoktan yollarını ayırdı. Aradaki fark, diğerinin Kaan Tardu ile görüşmeye gitmiş olması, bildiğime göre zaten Kaan Ishbara ile araları kötüydü, bu yüzden büyük ihtimalle kabul edeceklerdi. O zaman, gerçekten kabul ettilerse, yine de reddeden tek kişi Kaan Apa, sorumlu sensin ve bu seni kendi halkına düşman yapmıyor mu?”   

    Jin Lian’ın ifadesi değişti.

    Cui Buqu bunun yerine güldü, “Küçük Kedun, Orta Ovalara geldiğinize göre, göreviniz güzelce yerine getirildiyse ve ağır risk aldıysanız, elbette rütbeleri yükseltebilirsiniz. Ama başarısız olursanız, sizi bekleyen sadece Kaan’ın sevgisini ve güvenini kaybetmek olabilir, o zaman hala hayaliniz gerçekleşebilir mi?”

    Jin Lian önündeki bu adama baktı.

    İlk başta bu solgun görünüşlü adamı Göktürk Krallığı’nın erkeklerine kıyasla ciddiye almamıştı, uzun boylu veya güçlü görünmüyordu, hatta Sui İmparatoru’nun ülkesini temsil etmek için bu kadar solgun görünümlü hastalıklı bir adamı göndermesine bile kızmıştı.

    Ama şimdi bakışları kalbini delip geçen, ardında sırlar saklayan oklar gibiydi, artık ondan hiç şüphesi yoktu.

Jin Lian’ın sırtı soğuk terle kaplanmaya başladı.

    “Neden bahsettiğinizi bilmiyorum.” Kendini sakinleştirdi.

    “Sorun değil.” Cui Buqu ona acınası bir şekilde baktı, “Bu geceden sonra, belki artık söyleme şansınız kalmaz.”

    “Bu ne anlama geliyor?” Jin Lian aniden alarma geçti, “Beni öldürmek mi istiyorsunuz?”

    Cui Buqu’nun bunu yapması için bir neden düşünemiyordu. 

Cui Buqu başını salladı, “Ben değil, başka biri.” 

Kim?

    Jin Lian’ın kafa karışıklığını gidermek istercesine üstlerindeki çatı çöktü. Jin Lian sadece kafasına ağır bir şeyin düştüğünü hissetti, bu yüzden kenara sıçramadan önce iki kez düşünmedi. Bir an sonra oturduğu yer ve önündeki masa toza dönüştü.

    Onu takip eden iki kadın hizmetçi, casusla savaşmak için ileri atılmadan önce yüksek sesle bağırdı.

    Jin Lian, onun için gelen düşmanı gördüğünde yüzünün rengi oldukça çirkinleşmişti.

    Cui Buqu, casusun sadece Jin Lian’ı değil, kendisini de öldürmek istemesini umursamıyormuş gibi kol yenini tuttu.

    Hatta Jin Lian’a heyecanla, “Caocao’dan bahsettiğimizde, Caocao’nun kendisi geldi. Göktürk’ün bir numaralı dövüşçüsü Fo Er, size yabancı olmadığından eminim. Bu gece gerçekten en ilginç insanların bir araya geldiği bir gece, sadece bir bardak iyi şarap eksik!”

————————–

Jin Lian: Çince’de ‘Jin’ altındır ve ‘Lian’ nilüferdir. Yani adı aslında Altın Nilüfer/Lotus.

Douguan: Adalet Bakanı’na eskiden Douguan denirdi (bu, memur anlamına da gelir). Bu, Tang Hanedanlığı döneminde meydana geldi.

————————-

Not:
Arkadaşlar hem ben hem editör beynini yitirdi bu bölümde xöskkskskss 38 i de çeviriyorum başladım ama cümlelere beynimi bırakıyorum 😭🥲 otuz virgüllü cümle mi olur ya 😭 nşdldkdd neyse Buqu’yu özlemişim vallah mangası gelecek bir ay sonra 🥺🥺🧚🏻‍♀️