Tam olarak kim kimi ölümüne korkutuyor?

Lin Chengyu arabanın arkasındaki ceketi işaret etti ve “Bunu giy.” dedi.

Klima fanlarından sıcak hava estiğinde Lin Feiran babasının ceketini giydi ve biraz daha iyi hissetti. Ama soğuk his bir gölge gibi oyalanıyor kaybolmuyordu. Lin Feiran ceketi daha sıkı sardı ve yolcu koltuğunda uyumak için kıvrıldı.

Okula vardıklarında akşamın son dersindelerdi. Lin Feiran ve babası yakınlarda bir yerlerde birlikte yemek yemeye gittiler. Daha sonra yurda giderken okul kapısından geçerken bir grup öğrenci tarafından karşılandılar. Lin Feiran’in vücudu rahatsız ve dengesizdi, sürekli olarak midesi bulanıyordu. Ateşi varmış gibi hissediyordu.

Yurduna yürüyerek gittiği kısa zamanda durumu daha da kötüleşmiş gibiydi. Lin Feiran’in yanakları alev alev yanıyordu, gözleri keskin bir acı hissediyordu ve vücudu o kadar soğuktu ki titremesini durduramıyordu. Üniformasını çıkarmadan yorganı aldı ve vücuduna sardı sonra bir ateş ölçer aramaya başladı.

Sonuç olarak beş dakika sonra Gu Kaifeng yurt odasına döndüğünde gördüğü manzara tam olarak buydu: büyük bir yorgana sarınmış kibirli piç döner sandalyede üzgün bir şekilde oturuyor ve elindeki ateş ölçere bakıyordu. Narin yüzü tamamen kırmızıydı ve gözleri nemliydi; hastalıktan mı ağlamaktan mı kim bilebilirdi. Tüm vücudu, kuyruğu kopan bir horozu andıran çok acınası bir aura yayıyordu.

Gu Kaifeng normalde kitabını almaya gelmişti. Yine de, Lin Feiran’in hasta görünüşüne ve tüm gün derslere katılamayışına bakınca sordu: “Kaç derece?”

Lin Feiran ateşten sersemlemişti ve ağzından çıktı: “39°C…” Bir an sonra Lin Feiran bir şeylerin ters gittiğini fark etti. Aceleyle sustu ve kalan gücünü gözlerini devirmek için kullandı, zayıf bir sesle: “Bu seni ilgilendirir mi?”

Gu Kaifeng kışkırtmasını umursamadı ve sordu: “Hemşireye gidecek misin?”

“Gitmiyorum.” Lin Feiran ilk başta gerçekten gitmek istedi ama aynı zamanda Gu Kaifeng’a kasten karşı çıkmak istedi. Titreyerek döner sandalyeden kalktı ve çömeldi, yatağın altından bavulunu alırken kıçı dışarı çıktı. İyice araştırmasına rağmen ateş ilacı bulamamıştı; belki hepsini tüketmişti, belki de süresi dolduktan sonra çöpe atmıştı.

“Ne arıyorsun?” Gu Kaifeng kollarını kavuşturdu ve kapı çerçevesine yaslandı.

Lin Feiran bavulu yatağın altına geri fırlattı ve boğuk bir sesle kendi kendine mırıldandı: “Her neyse bulamadım, bugün çok konuşuyorsun.” Zavallı halinin baş düşmanı tarafından görülmesinden utandı. Bu nedenle hiçbir şey yokmuş gibi davranmak ve ilaç almaya aşağıya inmek için Gu Kaifeng’ın gitmesini beklemek istedi.

Bu nedenle Lin Feiran yorganı yatağına atmaya gitti. Ancak hünerli ve güçlü hareketler sergilediğini düşündüğü şey aslında daha çok üst ranzaya tırmanan bir kaplumbağaya benziyordu. Lin Feiran yukarı tırmandıktan sonra midesi bulandı ve ağzı tıkandı ama bir süre öğürdükten sonra hiçbir şey çıkmadı. Mide bulantısı devam etti bu yüzden Lin Feiran sadece aşağı inip temiz bir leğen alıp yatağının yanına koydu ve yavaşça tekrar yukarı tırmandı. Tüm süreç üç dakika sürdü, gerçekten bir tembel gibi görünüyordu…

Gu Kaifeng aşağıda durdu ve her şeyi sessizce izledi: “….”

Bu küçük aptal, babalık içgüdüsünü başarılı bir şekilde uyandırmıştı.

Gu Kaifeng’ın düşündüğü buydu.

Sonuç olarak birkaç dakika sonra Lin Feiran’in yastığının yanında platik bir torba vardı. Plastik torbanın içinde şunlar vardı: küçük bir kase sıcak congee*, bir şişe su, bir kutu grip ilacı ve bir ağrı kesici.

lapa

Gu Kaifeng usulca seslendi: “Hey.”

Lin Feiran başını battaniyenin altından çıkardı. Önündeki şeylere bakarak şüpheyle sordu: “Bunu buraya sen mi koydun?”

Gu Kaifeng: “Hayır.”

Lin Feiran: “O zaman…”

Gu Kaifeng’ın dudakları alaycı bir gülümsemeyle kalktı ve “Noel babaydı.” dedi.

Lin Feiran: “….”

Lin Feiran’in cevap vermeyeceğini gören Gu Kaifeng, “Senin için içine et suyu koymalı mıyım?”

Karşı tarafın affetmeye ve unutmaya hazır olduğunu görünce küçük Lin Feiran dar görüşlü gibi görünmek istemedi. Bir süre uğraştıktan sonra beceriksizce kısık bir sesle: “Teşekkür ederim.” dedi.

İki kelimeyi o kadar sessiz söylemişti ki neredeyse kendi kendine konuşuyor gibiydi…

Ancak Gu Kaifeng bunu duymuştu ve cömertçe elini salladı sonra başını salladı ve bireysel çalışma sınıfına doğru yola çıktı.

Lin Feiran ilaca baktı. Gu Kaifeng’ın iyi niyetini kabul etmek istemesede vücudu gerçekten zayıf hissediyordu. İlaç kutusunu yırttı ve doğru miktarda aldı ve ayrıca küçük bir kase ılık congee’yi bir damla bırakmayana kadar itaatkar bir şekilde içti. İçtikten sonra vücudu oldukça ısındı ve kalan soğukluk iz bırakmadan kayboldu. Lin Feiran ağzını sildi ve rahatça uykuya daldı.

Lin Feiran ne kadar uyuduğunu bilmiyordu ama uyandığında yurt odasının ışığı çoktan sönmüştü. Aşağıdan yumuşak bir ışık parladı, Gu Kaifeng kitap okumak için küçük bir lamba kullanıyor olmalıydı.

Lin Feiran gözlerini kıstı. Tam uyanmamıştı. Aklına gelen ilk şey büyükbabasının öldüğü gerçeğiydi, bu da Lin Feiran’i tekrardan üzdü. İkincisi, ateşi düşmüş gibi görünüyordu ve uyumadan önce hissettiği zayıflık çoğunlukla geçmişti. Başı ağrımıyordu ve midesi bulanmıyordu. Zayıflığının sadece ‘çoğunluğunun’ gittiğini hissediyordu çünkü soğuk enerjinin küçük bir kısmı hâlâ vücudunda oyalanıyormuş gibi görünüyordu.

Lin Feiran buna dikkat etmedi ve sadece Gu Kaifeng’ın aldığı ilacın çok etkili olduğunu düşündü. Dudaklarını yaladı; boğazı ve ağzı çok kuruydu bu yüzden kalkıp biraz su içmek istedi. Aniden kulağının yanında garip bir erkek sesi duyuldu — “Uyan, ah millet, gökyüzü tamamen karanlık, ayağa kalkın*!”

Genellikle kulüplerde dans ederken söylenen bir söz.

Lin Feiran korkudan titredi ve hemen yatakta doğruldu – bu yurt odasında sadece iki kişi yaşıyordu: o ve Gu Kaifeng. Bu üçüncü adamın sesi nereden geliyordu?

Lin Feiran oturduktan sonra, odada aynı anda dört ya da beş garip ses duyuldu. Üstelik hem erkek hem de kadın sesleri vardı!

“Tamam hadi kalk!”
“İnsanları erken kalkmaya çağırıyor…”
“Ay kıçınızda parlıyor, sizi tembel hayaletler*!”

Bir kelime oyunu. 懒鬼 = tembel hayaletler = tembel kemikler.

Lin Feiran karyola direğini tuttu, başını ranzadan çıkarıp aşağı baktı… boş olması gereken yatakhane odasının tanrı bilir ne zaman insanlarla dolduğunu görmek için. Muhtemelen on dört ile on beş kişi vardı – bazıları ayakta, bazıları oturuyor ve bazıları yerde yatıyordu! Lin Feiran’in kalbi daha fazla dayanamadı ve çılgınca çarpıyordu – göğsü neredeyse parçalanacaktı. Şok edici sahneye kendini kaptırmışken Lin Feiran’in yatağının altındaki uzun saçlı bir kadın aniden başını kaldırdı ve ona baktı.

Bir anlığına kadının görünüşünü net bir şekilde görebilen Lin Feiran vücudundaki kanın donduğunu hissedebiliyordu.

Bu çok korkunç bir yüzdü.

Kül grisi tenli ve bir çift beyaz, gözbebeğinin olmadığı göz küresinin sarktığı boş, simsiyah göz yuvalarına sahip bir yüz, Lin Feiran’e korkunç bir şekilde baktı. Soluk gri teni, parçaların yanlış bir şekilde birleştirildiği yapboz gibi yarıklar ve deliklerle doluydu. Tüm yüzü eski, kuru bir kil parçası gibi görünüyordu, alttaki koyu kırmızı çürük eti ortaya çıkarmak için çatlamıştı…

Hayalet! Az önce hayalet gördüm!

Bu açık, soğuk kavrayış, Lin Feiran’in kalbinde patlayan ve akıl sağlığını anında paramparça eden bir korku yayan yıkıcı bir bomba gibiydi!

Lin Feiran çığlık attığını düşündü ama sanki boğazı korkuyla mühürlenmiş gibi hiçbir ses çıkmadı. Aniden harekete geçmeden önce tüm vücudu kilden bir heykel gibi birkaç saniye dondu.

Lin Feiran çok basit bir şekilde yataktan kalktı: Bir eliyle karyola direğine yaslandı, şilteyi itti ve doğrudan üst ranzadan zıplayarak yere sertçe bastı.

“AAAAAAAAAAAAH!” Korkudan neredeyse Lin Feiran’in kalbini durduracak olan kadın hayalet geri çekildi ve yüksek sesle şikayet etti: “Ne yapıyorsun birden, ah! Beni ölesiye korkuttun!”

Lin Feiran daha sonra Gu Kaifeng’ın yatağına atladı ve o gerçekten karşılık vermek istedi – yaşlı adama git! Aramızda kalsın, kim kimi korkutuyor?!

Alt ranzada kitap okuyan Gu Kaifeng de şaşırmıştı. Hiçbir sebep olmadan üst ranzadaki arkadaşı tek kelime etmeden aşağıya, üzerine atlamıştı…

“Senin neyin var?” Gu Kaifeng yüzü düşerken mutsuz bir şekilde sordu.

Lin Feiran, Gu Kaifeng’ın kalçalarını tamamen sarmıştı. İki kolu, baş düşmanının üst bedenini onu boğmaya yetecek güçle kucakladı. Gu Kaifeng’ın göğsüne sıkıca bastırırken göğsü hiperventilasyon yapıyordu ve histerik kalp atışları ince vücudundan hissedilebiliyordu.

Tıpta hiperventilasyon gerekenden daha hızlı veya daha derin nefes alma durumudur.

“Wu…” Lin Feiran boğazından küçük bir hayvanın sesi gibi zayıf bir inilti çıktı.

Gu Kaifeng’ın zihni bir anda boşaldı, Lin Feiran’i uzaklaştırmak için kalkan eli kaskatı bir şekilde havada asılı kaldı. Sesi daha da sıcaklaştı ve tekrar sordu: “Ne oldu?”

“Wuaah…” Lin Feiran tekrar inledi. Gu Kaifeng’ın yatağına atladığı andan itibaren yüksek sesle bağırmak istiyordu: “Hayalet var!” ama garip bir şekilde ne olursa olsun bu iki kelimeyi söyleyemiyordu! Sanki aniden susmuştu. Dilini ve ses tellerini hareket ettirmek için çok çabalasa da çıkardığı seslerin hepsi iniltiydi…

Lin Feiran’in sesi inlerken geri geldi: “Siktir, ben bir dilsizim!”

Gu Kaifeng: “… Seni duyabiliyorum.”

Nasıl tekrar konuşabiliyordu? Lin Feiran utandı ve tekrar konuşmaya başladı: “Yurt odasında…” ancak, “hayaletler var!” şeklindeki iki kelimesi de boğazında takılı kaldı ve söyleyemedi.

Konuşamasam bile yine de parmağımı kullanabilirim ah... Lin Feiran sesini kaybetmesinin nedenini çok fazla düşünmedi sadece Gu Kaifeng’ın yurt odalarında olan garip şeylerden hemen haberdar etmek istedi. Lin Feiran gözlerini kapadı ve kötü hissederek hayaletlerin yönünü göstermek için elini uzattı.

Yurt odasındaki yüksek sesler ve birçok ‘insan’ – Gu Kaifeng nasıl onlardan hiç haberi yokmuş gibi davranabiliyordu?

Gu Kaifeng’ın dediklerini duymak Lin Feiran’in şüphelerini doğruladı. Gu Kaifeng, Lin Feiran’in işaret ettiği yöne baktı ve sordu: “Neyi işaret ediyorsun?”

Kendini Gu Kaifeng’ın kucağına attığından beri gözlerini açamayan Lin Feiran dikkatlice ve temkinli bir şekilde Gu Kaifeng’ı bıraktı ve gözlerini yavaşça açtı… Yurt odası her zamanki duruma geri dönmüştü: o kadın hayalet yoktu ve şu ortalığı karıştıran bir grup insan da yoktu.

Hiçbir şey yoktu.

“… Ha?” Lin Feiran yine afallamıştı. Gu Kaifeng’ın bacaklarının iki yanındaydı ve elleri Gu Kaifeng’ın göğsündeydi. Bir çift güzel göz geniş ve yuvarlak bir şekilde açıldı, ihtiyatlı küçük bir hamster gibi etrafa baktı.

Gu Kaifeng bir an baktı ve nadiren duyulan ve neredeyse nazik bir tonda sordu: “Bir kabus mu gördün?”

»»–☠–« … »–☠–««