Can Ci Pin Bölüm 2

Share

Beş yıl sonra.

Yeni Yıldız Takvimi 275, Sekizinci Galaksi, Pekin-β.

Beijing-β, bir gezegen için son derece yaygın bir isimdi; her galakside düzinelerce “Pekin” gezegeni, “Londra” gezegeni veya “Zimbabve” gezegeni vardı. Antik Dünya Çağında Çin denen bir ülkedeki Pekin veya Nanjing sokaklarına oldukça benziyorlardı.

Pekin-β gerçekten bir doğu atmosferine sahipti: Dünya Çağından Çin mirasına sahip pek çok vatandaş orada yaşıyordu, muhtemelen adından etkilenmişti— yine de, kadim ejderhaların kanına sahip olsanız bile Sekizinci Galaksi’de rahat bir hayat yaşayamazdınız. Diğer galaksilerdeki haberlerin yüzde onu, onların sefil hayatlarıyla ilgiliydi.

Sekizinci Galaksi kendisine bir takma ad kazandırmıştı: Issızlık.

Yıldızlararası Birlik sekiz galaksiden oluşuyordu. Birinci Galaksideki başkent gezegeni Wolto, piramidin tepesindeydi. Wolto’dan ne kadar uzaksa, gezegen o kadar gelişmemişti – Sekizinci Galaksi zaten piramidin altındaki lağımlardı. Sekizinci Galaksi, hem doğal hem de tarihsel nedenlerle Issızlık olmuştu. Kaynak eksikliği ve uygunsuz ulaşım birincil nedenlerdi. Ancak iş tarihe geldiğinde uzun ve karmaşık bir hikayesi vardı.

Eski çağda, iki yüz yılı aşkın bir süre önce, Yıldızlararası Birlik ve yıldızlararası korsanlar sürekli savaşıyorlardı. Korsanların çoğu, uzaylı canavarların değil, Antik Dünya insanlarının torunlarıydı. “Yıldızlararası korsanlar” iğrenç unvanı, yalnızca Yıldızlararası Birlik sayesinde ortak dilde tutuldu. Yıldızlararası Birlik, siyasi güçlerin çoğunluğunun kontrolünü ele geçirdikten sonra, kolaylık sağlamak için diğer tüm grupları “yıldızlararası korsanlar” olarak adlandırdı. 

Sekizinci Galaksi ebediyen izole edilmişti. Diğer yedi galaksiden ayrı, ıssız bir adacıktı. Hükümet karşıtı gruplar, uzun zaman önce güçlü Yıldızlararası Birlike karşı savaşmak için Sekizinci Galaksi’ye yerleşmişti. Yeni Yıldız Çağının başlangıcında, Sekizinci Galaksi, Yıldızlararası Birliğin ünlü bir komutanı olan Tuğamiral Lu Xin  tarafından, Yeni Yıldız Takvimi 136’da geri alınıp ve sonunda diğer galaksilerle iletişimi yeniden sağlanana kadar yıldızlararası korsanların kontrolü altında kaldı.

Yıldızlararası Birlik bu yüz yıl boyunca bilim ve medeniyetin ışığında tüm hızıyla gelişirken, korsanlarla bitmek bilmeyen iç çatışmalar sonucunda Sekizinci Galaksi halkı yerlerinden edilmişti. Zaman geçtikçe, Yıldızlararası Birlik ile Sekizinci Galaksi arasındaki boşluk büyüdü de büyüdü. Yıldızlararası Birliği Sekizinci Galaksi ile karşılaştırmak, maymunları insanlarla karşılaştırmak gibiydi.

Yıldızlararası Birlik, Sekizinci Galaksiyi Lu Xin tarafından ele geçirildikten sonra değerlendirdi, sırf değerli olmadığı kararını verebilmek için. Böylece Yıldızlararası Birlik orada bir yerel yönetim kurdu, “Bi Siktirin Gidin” demenin kibar yolu.

Yıldızlararası Birlikte her galaksinin baş yöneticisinin bir arada olması gereken önemli toplantılar olduğunda, Sekizinci Galaksi hariç, Birliğin yöneticilerinin her birinin ismine özel isim levhaları olurdu. Sekizinci Galaksinin Baş Yöneticileri o kadar hızlı değişiyordu ki isimlerini hatırlaması zordu, ve bu sebepten dolayı baş yöneticinin isim levhasında sadece “Sekizinci Galaksi” yazardı. 

İnsanlar Sekizinci Galaksiyi terk etmek için mümkün olan her yolu kullandılar. Yapamayanlar ise Issızlıkta acı içinde yoksul bırakıldı.

Pekin-β, en yoğun nüfuslu gezegen olduğu için galaksisine göre oldukça iyiydi. Dağınıktı ve kesinlikle fakirdi, ama hala işleyen birkaç nakliye ve sanayi yolu vardı.

Akşam, eski bir servis, uykulu yolcuları taşıyarak  yol boyunca yavaşça ilerledi. Yüzeyindeki “Galaxy Transports” (Galaksi Taşımacılık) adı zamanla aşınmıştı ve artık “Gay Sports” (Gay Centilmenler) yazıyordu, bir zamanlar onu sürmekle görevlendirilen yapay zeka daha çok yapay bir aptal gibiydi ve servis %95 hasar almıştı. Yalnızca “süper güvenli mod” hâlâ çalışıyordu, bu nedenle servis, her beş dakikada bir zilini çalarak gecede yavaşça ilerliyordu.

Servisin camlarının hiçbiri sağlam değildi, hepsi lanet zil sesiyle uyanan vatandaşlar tarafından kırılmıştı. Rüzgârın savurduğu tozla doluydu ama Galaxy Taşımacılık Şirketi iki yüz yıl önce iflas ettiği için kimse onun onarımını yapmıyordu. Geriye kalan tek şey, otomatik ve can çekişen bir kentsel toplu taşıma sistemiydi.

Burada kış etkiliydi ve Pekin-β’da kış, gezegenin dönüşü nedeniyle uzun sürerdi. Üç yıldız yılı sürerdi, ancak sıcaklık düzenleme sistemi, finansman eksikliği nedeniyle uzun zaman önce çalışmayı durdurmuştu. Buz gibi soğuk rüzgar hazırlıksız şehrin içinden esti ve halkına saldırdı. Zavallı yolcuların hepsi, başlarını kanatlarının altına saklayan bıldırcınlar gibi, giysilerini vücutlarına sımsıkı sardılar.

Bu bedava ulaşımı kullananlar fakirlerin en fakiriydi. Çoğu, yaş veya cinsiyetle tanımlanamayacak kadar pis olan dilencilerdi. Açık hava otobüsünün tek faydası, yolcuların pis kokularının kendilerini öldürmelerine neden olmamasıydı.

Bozulan makyajından yüzü tanınmaz hale gelen sarhoş bir kız, “Gay Centilmenler”in arka köşesine oturdu. Soğuktan korkmuyordu, ceketinin açılmasına izin verdi, garip sutyeni ve belindeki kafatası dövmesini gösterdi – belli ki bir suçlu.

Ayaklarının yanına bir metreden daha uzun bir sırt çantası yerleştirildi. Kulaklık taktı ve biraz dinlenmek için gözlerini kapattı. Sarhoş olduğu ve lanet bir çocuk durmadan ağladığı için biraz huysuz görünüyordu. Ağlaması o kadar yüksekti ki kulaklığında çalan müzik onu bastıramadı. Birkaç dakika dayanmaya çalıştı ama sonunda başarısız oldu, kulaklığını çıkardı, biraz daha ses çıkarmaya hazırdı.

Garip bir şekilde, kulaklığını çıkarır çıkarmaz sinir bozucu ağlama kesildi.

Şüpheyle etrafına bakındı, kendilerini şiddetli rüzgardan koruyan, canlıdan çok ölü olan yetişkinlerden başka kimseyi bulamadı. Çocuk yoktu. Bir şeyler duyup duymadığını merak ederek hıçkırdı. Kulaklığı tekrar taktıktan sonra yorgun bir şekilde gözlerini tekrar kapattı.

Tam uykuya dalmak üzereyken, kulak zarına saplanan bir iğne gibi keskin bir çığlık onu uyandırdı.

“Annecim!”

Hızla gözlerini açtı. “Gay Centilmenler” durdu.

Bu kez müziği kapattığında, yakınlardaki sefil ağlamaları net bir şekilde duyabiliyordu.

Ama… çocuk hangi cehennemdeydi?

İstasyon ekranı yıllar önce çalınmıştı ve sokak lambaları da yanmıştı;  sadece karanlık vardı.  Servis, kabataslak bir alana giden bir yola yaklaştı.  Yapay aptal sürücü yine hata verdi, “Son istasyon” diye erkenden bipledi ve yolcular tartışamadan uykuya daldı. Hakaret ve küfürler savurarak servisten inmekten başka çareleri yoktu.

Kız kaşlarını çattı, valizini aldı ve bitkin yolcuların ardından indi.  Önünde, kalın giysiler içindeki orta yaşlı bir adam, çelimsiz yaşlı bir adamı elinden çekerek kazara ona çarpıyordu.

Suçlu kızın sinirlenmeye bile fırsatı yoktu;  bunun yerine başı dönmeye başladı.  Rimel bulaşmış gözlerini ovuşturdu ve yaşlı adamın küçük bir çocuğa dönüştüğünü gördü. 

Çok mu sarhoşum?  Kaçak içkidir belki?  Ayılmaya çalıştı. 

Görüşü netleştiğinde, onun gerçekten sadece bir çocuk olduğunu, yaklaşık üç yaşında olduğunu ve henüz kendi başına bile zorlukla yürüyebildiğini gördü.  Eski püskü bir ceket giymiş olmasına rağmen, altındaki giysiler zengin bir ailede doğduğunu ima ediyordu.

O serseri çocuğu boynundan ve bileğinden tutuyordu ve sürekli mücadele etmesine ve ağlamasına rağmen kimse ona aldırış etmiyordu.  Kimse yanlış bir şey varmış gibi tepki bile vermiyordu- daha önce gördüğü gibi sadece oldukça yaşlı bir adam görmüş gibiydiler.

Bu kolektif bir yanılsımaydı!

Gözbebekleri küçüldü.  Serseri adamın insan kaçakçısı olduğundan şüphelenerek onları takip etti.

Serseri ona aldırış etmedi, harap binalar arasındaki dar bir yoldan dümdüz ilerledi.  Yolun karanlık bir köşesine gizlenmiş bir meyhanenin arka kapısının ışığı, yolu loş bir şekilde aydınlatıyordu.  Çığlıklar tüm bölgede yankılansa da kimsenin umurunda değil gibi görünüyordu.

Halüsinojenik bir ilaç olamazdı -hem  otobüste hem de yolda rüzgar havaya dağılan kimyasalları hızla savuracağından olamazdı.

Kız sırt çantasını düzeltti, kapüşonunu taktı ve sonra adamı durdurdu.

“Hey sen, olduğun yerde kal.”

Durdu ve çocuğun boynundaki tutuşunu daha da sıkılaştırdı.  Hafifçe omuz silkerek masumca gülümsedi.

“Se… sen… benimle mi konuşuyorsun?”  Diye kekeledi.

Kız ihtiyatla gözlerini kıstı ve çenesini sıktı.  Çocuğa işaret etti.

“O senin çocuğun mu?”

Serseri’nin ifadesi değişti, zorla gülümsemeye çalıştı.

“N-ne? Sen…sen… sen yanlış anlıyor olmalısın. Hangi çocuk? Bu… bu yaşlı moruk…yaşlı bir maymun gibi. O, o küçük, ama o bir çocuk değil, anlıyor musun?”

Adamı ona doğru itti.  Hemen önündeki boşluk, arızalı bir monitör gibi bozuldu.  Bu sırada kendi gözyaşlarına boğulan çocuk, yaşlı bir adamla ağlayan bir çocuk arasında gidip gelmeye devam etti.

Kaşlarını çatarak yaklaştı.

Adam onun şüphesini hissederek sırıttı.

“Gördün mü? Be-ben sana ne-söyledim-“

Cümlesini bitiremeden kız çantasından bir şişe çıkardı ve yüzüne çarptı;  çarpma anında şişe paramparça oldu ve havayı alkol kokusu doldurdu. Kızgın kız şişenin kırık boynunu tuttu, solmakta olan rujunu sildi ve tükürdü.

“Seni orospu çocuğu! Kimi kandırdığını sanıyorsun?”

Serserinin yüzünden alkol damlıyordu.  Yüzündeki ifade soğuyunca gülümsemeyi bıraktı.  Çocuğu kenara koyar koymaz, vücudu neredeyse iki metre boyuna gelene kadar esnedi ve genişledi!

O sert kız bu sefer oldukça şaşırmıştı ve birkaç adım geri çekildi.

“Sen….”

Adam sırıttı, gülümsemesi yüzünde bir avuç büyüklüğünde yayıldı.

“Anlıyorum. Boş beyinli bir aptal.”

Bunu duyduğunda şaşkınlığı hızla öfkeye dönüştü.  Kasıklarına saldırdı ve kaçınmaya çalıştığında saçlarını tuttu.  Yüzünü tekrar kesmek için şişenin sivri ağzını kullandı – her kötü hareketi kesindi.  Kesinlikle deneyimli bir suçluydu.

Yine de, şişe ona hiç zarar vermedi.  Adamın yüzü bir tür metal gibi sert ve solgundu.  Boynunu sağa, sola ve tekrar geriye döndürerek kızı sanki bir kedi yavrusuymuş gibi tuttu.

Şişe yere düştü ve kız havada mücadele etti.  Yansıyan yüze hayretle baktı.

“Sen… sen insan değilsin.”

Serseri garip bir şekilde gülümsedi.  Kızın başındaki dev eli sıktı—

Yerde parlak bir ışık parladı.  Bunu üç veya dört yüksek hızlı motor takip etti ve yerden 100 metre yüksekliğindeki yüksek hızlı motor yasağını alenen ihlal ediyorlardı. Ses, ışıktan kısa bir süre sonra geldi, ardından kuvvetli bir rüzgar geçti.

Serseri bir şeyin farkına varmış gibi göründü ve hemen kaçmak için döndü.  Rüzgar kıza çarptı;  kendini yakalamaya çalışırken sırt çantasın üzerine devrildi.  Rüzgarın etkisiyle savrulan çocuk hâlâ bağırıyordu.  O serseri ayağa kalktı ve bir canavar gibi gecenin içine koştu, bir anda karanlığın içinde kayboldu.  Havaya çaresizce savrulan çocuk, doğruca bara* doğru uçtu.  Arka kapı tam zamanında açıldı;  bir adam dışarı çıktı ve onu boynundan yakaladı. Motorlar durunca motorları sustu.  Kız, dağınık saçlarının arasından baktı ve gölgelerin arasında duran, yüzü ışıktan gizlenmiş uzun boylu bir adam gördü.  Eğilip çocuğu yere oturttu ve diğer eliyle bir sigara yaktı.

(*Aslında kullanılan terim “gizlice icki satilan yer” anlamına geliyor ama donghuada da manhuada da bar olarak gösterildiği için bar olarak çevirdim)

“Peşinden koşmana gerek yok, o çoktan gitti. Onu bulamayacağız.”  Adam yavaşça, “Bir dahaki sefere biraz daha gösterişli olursanız, bir ışıkyılı içinde bulunan herkesi korkutabileceksiniz,” dedi.