89. Bu Saygıdeğer Kişinin Geçmişte Seninle Olan Münasebeti

               >>Cinsellik, tecavüz; görmek istemiyorsanız kapatıp gitmeniz için bir hatırlatıcı

               Mo Ran tekrar uyandığında, dışarısı çoktan aydınlıktı ve güneş gökte, tepedeydi.

               Mo Ran yuvarlandı ve gözlerini kırpıştırdı – Chu Wanning şaşırtıcı bir şekilde hâlâ uyuyordu.

               Belki o Tapir Kokulu Çiy’in etkisinden, belki de son zamanlarda olan zayıf sağlığından, sık sık rahatsızlık verici rüyalara bağlı olarak sekteye uğrayan uykusundan dolayıydı, fakat bu saatte bile hâlâ derin bir uyku içerisindeydi. Sırtı ona dönüktü, uzun, mürekkep karası saçları gevşekçe yastığa ve yatağa dökülürken gece rengindeydi.

               Mo Ran: “…”

               Shizun henüz uyanmadığından, Mo Ran daha yakınına kaydı ve Chu Wanning’in saçlarıyla oynamaya başladı.

               Shizun’un saçında her zaman belli belirsiz, çiçeklerin kokusu olurdu; duman kadar yumuşak, sis kadar inceydi, Mo Ran’in dokunmayı sevdiği şeylerden biriydi.

               Parmaklarını puslu tutamların arasından geçirdi, pürüzsüz, ipeksi his parmaklarının etrafına dolanıyor ve içinin yanmasına sebep oluyordu.

               Desenli, koyu renkli yatak perdeleri, hafif rüzgârda zarifçe süzülüyor, pencereden sürükleniyordu.

               Gözlerini kıstı; vücudunun belli kısımları sabahları özellikle enerjik olurdu ve parmaklarının ucundaki böyle tatminkâr, fazlasıyla tanıdık hisle, fazlasıyla…

               Chu Wanning’in bir saç tutamını alıp burnuna götürdü ve kokusunu içine çekti.

               Uzun, yumuşak tutamlar, aklına mazide kalan şeyleri getiriyordu.            

               Yeniden doğduğundan beri, birlikte olan ahlaksız geçmişlerinin şehvetli kısımlarını düşünmemek için elinden geleni yapmıştı ama bazı nedenlerden, sadece bu sabah kendine bazı anıları hatırlama izni vermişti.

               Boğazı biraz kuruydu.

               Artık onun vücuduna dokunmak istemiyordu ama saçı sorun olmamalıydı. Gözlerini yumup dudaklarını hafifçe parmaklarının arasındaki mürekkep karası karanlığa bastırdı.

               Bu mürekkep karası karanlık…

               O zamanki, Sisheng Tepesi’nin Wushan Sarayı’ndaki mürekkep karası karanlıkla aynıydı, bir perde gibi Mo Ran’in etrafına düşüyordu. O adamın ince belini elleriyle tuttu, parmak uçlarının altındaki yağsız kasların hissi, bir kadında hissettiğinden tamamen farklıydı.

               Chu Wanning bacaklarını iki yana ayırmış, Mo Ran’in kalçalarının üstünde aşağı yukarı hareket ediyordu. Canı acıyor olmalıydı ki keskin kaşları sıkıca çatılmıştı ve anka gözlerinde ışık zerreleri parlıyor, vahşilik ve umutsuzlukla canlı bir kırmızıya çalıyordu. Çok dargın, çok rahatsızdı ama çaresizce oldukça acınacak haldeydi.

               Mo Ran’in sesi, fatih olarak olduğu yerden, talepte bulunurken düz ve kötü niyetliydi.

               “Daha hızlı.”

               “…”

               “Şimdiden yoruldun mu? Böyle yavaş hareket ediyorsun.”

               Fakat böyle bile Chu Wanning’in katılığı sabit durmaya devam ederek teslim olmayı reddetti. Nefes verdi, yaşlı, kırmızıya çalan gözlerindeki nefretle alt dudağını ısırdı ve hızlı ve sert bir şekilde hareket etmeye başladı, neredeyse kendini cezalandırıyor gibiydi.

               Bu ıstıraptı.

               Tekrar tekrar hareket etmeye devam etti; yay gibi gerilmiş sırtı titremeye başladığında ve bedeni soğuk terler döktüğünde bile yalvarmadı, tek bir ses dahi çıkarmadı.

               Mo Ran’in gözleri, gözlerinin önünde sarkan saç tutamlarının arasında, gecenin karanlığında parlıyor, hayvani bir arzuyla, delilikle, kendinden geçmişlikle, hazla yanıyordu.

               “…Nıh!”

               Boğuk bir inleme – üstündeki adam nihayet, artık acıya katlanamıyor gibiydi. Mo Ran, uyarmaksızın doğrulup terle kaplanmış, çok hafif bir şekilde titreyen adamın etrafına kollarını doladığında gözleri kararmıştı. Katlanmak için çok çabalıyordu ama yine de titriyordu… ve pozisyon değiştirmek sadece Mo Ran’in, içinde daha derine girmesine sebep olmuştu; karnını delip geçecekmiş gibi hissediyordu.

               Bu zalim, acımasız kişi onu okşadı, dokunuşu nazik ama zehirliydi.

                “Chu Wanning, hiç sonunun bir gün, dizimde oturup penisimi içine alarak olacağını düşünmüş müydün?” Onu kollarında sıkıca tuttu, yavaşça girip çıkarak onu sikiyordu, bir ürperti içinden geçerken samimiyetle burnunu ona sürttü.

               “Gece Göğü’nün Yuheng’i, Ölümsüz Beidou… Heh, nihayetinde, yine de bacaklarını açıp seni sikmemi istemek zorundasın.”

               Elleri adamın belinde geziniyordu, derine girip Chu Wanning’in darlığını etrafında hissetti. O kadar mest olmuştu ki neredeyse göğsünde havai fişekler patlıyordu, fakat ona işkence edip, onu aşağılarken, yüzünde sakin bir kayıtsızlık vardı.

               “Düşük biri olduğumu söylememiş miydin, beni küçümsememiş miydin? Ancak Chu Wanning, şimdi benim iyiliğimin peşinde koşan sensin.” Dişlerini şiddetle çenesine geçirdi, “Aşağı bak, beni nasıl içine aldığına bak, hım? İkimizin arasında, burada düşük olan hangimiz, benim güzel Shizun’um?”

               “…” Titreyen Chu Wanning gözlerini yumdu. Bu kirli sözcükleri duymak istemiyordu.

               Bu onun… İlk seferiydi…

               Bir zamanlar sevdiği kişiyleydi ama bu ölümden bile beter bir işkenceydi.

               “Gözlerini aç.”

               Kulağına duygusuz bir emir geldi.

               “Hâlâ Xue Meng’a sahibim. Eğer dinlemezsen, ne yapacağımı biliyorsun.”

               Başka seçeneği yoktu; yavaşça, gözlerini açtı, akıtmayı reddettiği gözyaşlarıyla doluydu.

               Çenesindeki el onu aşağı, müridinin penisini içine aldığı yere bakmaya zorladı. Ete karşı etin sesi, yoğun sıvılarla karışık kanın yapışkanlığı, bunların hepsi katlanılamaz ahlaksızlıktı.

               “Biraz yukarı.”

               Bacaklarında güç yoktu ama Mo Ran’in yardımını istemiyordu, itibarının son kırıntıları, onu bedenini yalnızca irade gücüyle yukarı kaldırmaya zorluyordu. İçindeki sertlik, ancak yutulan başı girişine doğru bastırılana kadar dışarı kaydı.

               Mo Ran eliyle penisini sardı ve birkaç kez sığ bir şekilde içeri itti – çok derine değil, yalnızca Chu Wanning’in kendisi, yarıldığını görecek kadar. Chu Wanning’in kirpikleri, belki acıdan, belki aşağılanmadan, belki de uyarılmadan dolayı, devamlı titremişti.

               “Tam bir sürtüksün,” dedi Mo Ran kısık sesle, “Daha önce bilseydim, senin müridin olduğum zaman seni sikerdim.”

               Sonuçta terbiyesiz bir hergeleydi, konuşulacak görgüsü ya da zarafeti yoktu.

               Kaba sözler Chu Wanning’in kalbine bir bıçak gibi saplandı.

               Başını kaldırıp gözlerini yumdu ve o gece ilk kez çiğ ve çatlak bir sesle konuştu.

               Dedi ki:

               “Mo Ran, sadece öldür beni.”

               Belindeki el belli belirsiz bir şekilde çarpıldı.

               Daha sonra Mo Ran gülümsedi, her zamanki gibi tatlıydı, büyüleyici bir çift gamzeyle çerçevelenmişti.

               “Peki.”

               Chu Wanning’in gözleri aniden açıldı.

               Mo Ran, uyarılmayla kanını kaynatan o yaşlı gözlerde kendi çarpık gülümsemesinin yansımasını gördü.

               “Ölmek istiyorsan seni durdurmayacağım. Fakat nasıl olacağını senin seçmene gerek yok. Xue Meng izlerken, seni binlerce kişiye siktireceğim. Aslında Xue Meng da katılmalı. Buna ne dersin?”

               “Seni–––!”

               Zalim sözler onu zehir gibi ve zehirli bir akrep gibi sokmuştu, Mo Ran neşeyle yaptığı şeyi izledi, kanın Chu Wanning’in suratından çekilişini ve o hafifçe ayrılmış dudakların, kendini tutmasına rağmen belli belirsiz bir şekilde titreyişini izledi. Mo Ran bir anda derin bir tatmin duydu, hem acımayla hem de haz ve uyarılmayla renklenmişti. Chu Wanning’i tekrar kollarına çekti ve kendini derinine gömdü, merhametsiz bir tempoyla, neredeyse çılgınca, acımasız bir şekilde sikiyordu: “Hah, ne kadar da gülünçsün, gerçekten buna inandın mı?” Aç bir kurt gibi onu öpmeden önce derin bir kahkaha patlattı, elleri, ağır nefeslerinin arasında konuşurken Chu Wanning’i okşayıp sıvazlıyordu, “Çok fazla düşünme, sadece sana takılıyordum.”

               Chu Wanning her itişte dağılacakmış gibi görünüyordu ama daha çok neredeyse ruhu çoktan parçalara ayrılmış gibiydi.

               “Sadece sana takılıyorum.” Mo Ran’in nefesleri sert ve hızlıydı; yeterli gelmiyordu, bu yüzden onu yere itti ve üzerine eğildi, kendi ağırlığıyla onu eziyordu ve daha derin sikmek için bacaklarını kaldırdı, kendinden geçerek kalçalarını vuruyordu.

               “Sana başka birinin böyle dokunmasına nasıl katlanabilirim… Sen benimsin… Yalnızca benim…”

               Solgun, ince parmaklar yeri tırmıkladı ama tutunacak hiçbir şey yoktu.

               Sonuç olarak Chu Wanning çaresizdi; tek yapabileceği, bilinci solana ve görüşü kararana kadar, istediğini yapmasına izin vermekti.

               Aniden elini kaldırıp gözlerini kapadı.

               Yumuşak bir sesle konuştu: “Mo Ran…”

               “Mo Ran, içinde hâlâ biraz merhamet varsa… Biraz merhamet…”

               Kirpikleri, elinin tersinde titriyordu.

               “O zaman nolur… Bunu artık yapma…”

               “Mo Ran…”

               Sesi hıçkırıkla çatlamıştı.

               Bu, Mo Ran’in geçmişte onu ağlarken gördüğü ilk seferdi.

               “Mo Ran, artık dayanamıyorum…”

               “Canım yanıyor…”

               Chu Wanning aniden yuvarlandı, Mo Ran’i edepsiz anısından sarsarak çıkarmıştı. Geçmiş, kuşların dağılması gibi dağılmış, geriye yalnızca göğüs kafesinde gümleyen kalbini bırakmıştı.

               Parmaklarının arasındaki uzun tutamlar kayıp gitti, fakat o kişi ona doğru dönmüştü, yüzü şimdi o kadar yakındı ki her bir kirpiğini görebiliyordu.

               Ne kadar güzel, diye düşündü.

               Chu Wanning, tüm solgun teniyle, hiçbir şekilde nazik ya da yumuşak görünmüyordu. Çehresi yakışıklıydı, bıçak kesiği gibi keskin ve yoğundu ve aslında ortalamaya göre daha erkeksiydi.

               Ama bu yalnızca onu daha ayartıcı hale getiriyordu.

               Mo Ran bu gururlu, boyun eğmez adamın kendi altında mahvolduğunu görmek istiyordu.

               Kalp atışları hızlandıkça hızlandı.

               Chu Wanning’in yüzüne uzun uzun baktı, bakışları milim milim, o biraz renklenmiş, uykudayken hafifçe aralanmış dudaklarda durana kadar kaydı.

               Farkında olmadan eğildi.

               Birazcık daha yaklaşsa dudakları buluşabilirdi.

               Çiyin tatlı tadı.

               Mo Ran’in boğazı yutkunurken alçalıp yükseldi; ağzı kurumuştu. Biraz daha yakına, sadece birazcık daha… Neredeyse.

               Biranda, farkındalık uyarılmayla sersemlemiş zihninde şimşek gibi çaktı ve donakaldı, yüzü ölü gibi solgundu.

               Ne yapıyordu!!!

               Çabucak doğrulan Mo Ran yataktaki adama gözünü dikip baktı ––– Chu Wanning, Chu Wanning, daha önce onunla ne kadar yatmış olursa olsun, hepsi geçmişte kalmıştı! Ne halt ediyordu, aklını mı kaçırmıştı??

               Ondan gerçekten hoşlanmış olması mümkün müydü?

               Mo Ran bu düşünceyle soldu, o kadar tedirgindi ki doğru düzgün düşünemiyordu.

               Derin bir nefes aldı ve yüzünü ellerine gömdü, kuvvetle ovuşturuyordu ve sonra sessizce küfretti, bir dış cübbe giydi ve aceleyle, sanki kaçıyormuş gibi odayı terk etti.

               Yazarın Notları:

               BOSS: Kalbine bir bakmanı lütfetmek için o kadar kahrolasıca çaba sarf ettim ama Shi Mei’i düşünmedin bile, aklın yalnızca Shizun’unla olan küçük rolle mi dolu? Sadece arabanın anahtarını teslim etmek için gelen Noel Baba gibi mi görünüyorum, aptal! Öfkem sonsuz!

               Önceki hayatta müstehcenlik vardı ve doğal olarak cam kırıkları eşlik ediyordu, önceki hayatta olan bıçaklar için uyarmayacağım, çoktan hepsinin araba bıçak araba bıçak bıçak araba bıçak olduğunu söyledim, haha, ayrıca, kelime sayısını gördüğünde korktun mu

               Aslında bunun nedeni önemli içerik silindiğinden ~

               Şimdilik bu küçük arabayı alın, sonuçta bu, geçmişin hatırlanışı, bu hayatta daha büyük bir arabayı çalıştıracağız~1

Dipnotlar

  1. Pebbles’dan not: Yazarın demek istediği; daha önce Çin romanlarında arabanın, seks için bir metafor olduğundan bahsedilmişti. Ve sanırım yazdığı çoğu yer silinmiş. Editör mü sildi, yanlışlıkla yazar mı sildi, orasını bilmiyorum. Yani diyor ki ileride göreceğimiz şey; seks acı seks acı acı seks acı. Afiyet olsun!