3. Bu Saygıdeğer Kişinin Shige’sı

Uyarı: Şiddet/Çocukları da içeren kanlı sahneler

※※※

               Hımm… Ruhu zamanda geriye gittiğine göre, acaba efsun gücü de onunla birlikte gelmiş miydi?

               Mo Ran bir büyü söyledi ve vücudundaki ruhani enerjinin ileriye doğru aktığını hissetti, boldu ancak güçlü değildi. Yani, efsun gücü naklolmamıştı.

               Önemli değildi. Zeki ve çabuk kavrayan biriydi ve doğuştan yetenek bahşedilmişti; sadece en baştan efsun gücünü geliştirebilirdi, bu büyük bir mesele değildi. Yeniden doğuş eşsiz boyutların kutlu bir olayıydı, birkaç küçük kusur tamamen normaldi. Mo Ran böyle düşünerek kasvetli ve haşin yüz ifadesini, on altı yaşındaki bir gence daha çok yakışacak şekilde düzeltti ve neşeyle sektine doğru yola koyuldu.

               Yazın ortasıydı. At arabaları, tekerlekleri döne döne, süratle ilerliyorlardı ve kimse on altı yaşındaki Mo Ran’i umursamıyordu.

               Yalnızca birkaç köylü kadın tarlalarla ilgilenmeye ara vermiş ve terini silmek için başını kaldırmıştı, son derece yakışıklı genci fark edip bir süre gözlerini dikip baktılar.

               Mo Ran, evli kadınlar kızarıp başka tarafa bakana kadar, bakışlarına çekinmeden gülümseyerek karşılık verdi.

               Mo Ran, akşama doğru Wuchang Kasabası’na varmıştı. Sisheng Tepesi kasabaya yakındı, uzaktaki tepeler kan kırmızısı güneşin ateşe verdiği bulutlarla çerçeveleniyordu. Mo Ran boş karnına dokundu ve bir restorana doğru yol aldı. Menüye göz attı ve tezgâha tıklattı, çabucak siparişini verdi. “Satıcı, bir dövülmüş tavuk, bir tabak acı biber soslu işkembe, bir litre soju ve bir tabak dilimlenmiş et.”

               Bu bölge popüler bir mola yeriydi ve şu anda hareketliydi. Sahnede bir hikâye anlatıcısı vardı, yelpazesini sallıyor ve canlandırarak Sisheng Tepesi’nin hikâyesini anlatıyor, her yere tükürük saçıyordu.

               Mo Ran can kenarında özel bir oda seçti ve yemeğini yerken dinledi.

               “Herkesin, efsun dünyasının yukarı ve aşağı efsun diyarı olarak ayrıldığını bildiğinden eminim. Bugün aşağı efsun diyarının en büyük sekti, Sisheng Tepesi’nden bahsedeceğiz. Yüz yıl önce, Wuchang Kasabamızın, şeytan diyarına olan girişe yakınlığından dolayı fakir ve perişan bir yer olduğunu biliyor muydunuz? Kimse hava karardıktan sonra dışarı çıkmaya cesaret edemezdi. Gece gerçekten seyahat etmeleri gerekiyorsa, bir defetme çanını çalmak ve tütsü külü ve kağıt para serpmek, olabildiğince çabuk bir şekilde geçerlerken de “İnsanlar dağlarla hapsoldu, şeytanlar kağıtla” demek zorundalardı. Ama günümüzde, kasabamız canlı ve gelişiyor, diğer yerlerden hiçbir farkı yok, hepsi Sisheng Tepesi’nin ilgisi sayesinde. Bu erdemli sekt tam olarak şeytan diyarının kapısında, yin ve yang sınırının arasında duruyor. Hem de kurulalı çok uzun zaman olmamış olmasına rağmen…”

               Mo Ran bu öyküyü o kadar çok duymuştu ki kulakları lanet olasıca nasır tutmak üzereydi ve bu yüzden bunun yerine pencereden dışarıya bakmaya başladı. Ne tesadüf ki dışarıda kasabanın dışından birkaç yabancı tarafından kurulan bir tezgâh vardı, hepsi efsuncu kıyafetleri giymişti, sokak numaraları sergilerlerken siyah kumaşla örtülü bir kafes taşıyorlardı.

               Bu, hikâyecinin öyküsünden daha ilgi çekiciydi.

               Mo Ran’in ilgisi oraya kaydı.

               “Gel vatandaş gel! Şu yavru pixiulara* bakın, vahşi mitolojik yaratıklar bizim tarafımızdan, itaatkarca numaralar sergilesinler diye evcilleştirildi ve matematik bile yapabiliyorlar! Yiğitlik sergilemek için seyahat etmek kolay değil, herkes biraz bahşiş verip, izlesin. Gelip ilk numarayı izleyin ––– abaküs ve pixiu!”

Ç/N: Pixiu: Batı’da Yunanca “chimera” kelimesi ile anılan ve Feng Shui uygulayıcılarının güçlü bir koruyucusu olarak kabul edilen Çin’den efsanevi bir melez yaratıktır. Güçlü, kanatlı bir aslanı andırır. (Vikipedi)

               Efsuncular siyah kumaşı bir çırpıda yırttığında, kafesteki birkaç tane insan-suratı olan, ayı gövdeli canavarı açığa çıkardı.

               Mo Ran: “…”

                              Sadece uysal ve kabarık tüylü ayı yavruları mı?? Ve gerçekten bunların pixiu olduğunu iddia etmeye cüret mi ediyorsunuz???

               O kadar saçmaydı ki buna sadece eşek kafalılar inanırdı.

               Fakat çok geçmeden Mo Ran’in görüşü genişledi, yirmi veya otuz eşek kafalı, gösteriyi izlemek için toplanmış, tezahüratlar yaparak ve alkışlayarak restorandakilerin de ilgisini çekiyordu, hikâye anlatıcısı içinse işleri garip bir hale sokuyorlardı.

               “Sisheng Tepesi’nin şu anki lideri, gücü ve görkemi dünyanın dört bir yanında duyulan––––”

               “Çok iyi!! Tekrar!!!”

               Cesaretlenen hikâye anlatıcısı sesin sahibine baktı, tek gördüğü yüzü heyecanla parlak kırmızı bir şekilde parlayan bir müşteriydi, ancak bakışları aşağıdaki sokak göstericilerine kilitlenmişti, kendisine değil.

               “Ah? Pixiu abaküsle matematik mi yapıyor?”

               “Vay, oldukça etkileyici!”

               “Güzel gösteri! Pixiulara tekrar elma fırlattırın!”

               Tüm restoran gülüyordu, herkes aşağıdaki gösteriyi izlemek için pencere kenarlarına toplanmıştı. Hikâye anlatıcısı acınası bir şekilde devam etmeye çalıştı: “Efendi en iyi, yelpazesiyle tanınır, o…”

               “Ahahaha, açık renkli pixiu elmayı yemek istiyor, nasıl yerde yuvarlandığına bak!”

               Hikâye anlatıcısı yüzünü bir havluyla sildi, dudakları öfkeden titriyordu.

               Mo Ran dudaklarını büzdü ve gülümsedi, boncuk perdenin arkasından aheste aheste seslendi, “Sisheng Tepesi’ni unut, onun yerine《On Sekiz Okşayış’tan》 bir hikâye anlat, tekrar herkesin ilgisini çekeceğini garanti ediyorum.”

               Hikâye anlatıcısı, perdenin arkasındaki kişinin Sisheng Tepesi’nin bir genç efendisi olan Mo Ran’in ta kendisi olduğunu bilmiyordu ve tüm ahlaki bütünlüğünü toplayıp kekeledi, “A-adi öyküler zarif bir salona ya-yakışmaz.”

               Mo Ran güldü. “Buraya zarif bir salon mu diyorsun? Nasıl utanmıyorsun?”

               Aşağıda bir gürültü koptu.

               “Ah! Ne hızlı at ama!”

               “Sisheng Tepesi’nden bir efsuncu olmalı!”

               Fısıldaşmaların arasında, siyah bir at Sisheng Tepesi’nin olduğu yönden dört nala koştu ve şimşek gibi sokak sirkine daldı!

               Atın üstünde iki kişi vardı, biri siyah bir bambu şapka takmıştı ve öyle örtünmüştü ki yaşını ve cinsiyetini söylemek imkânsızdı. Diğeri ise kırışık yüzü ve nasırlı elleriyle, otuz ya da kırk yaşlarında bir kadındı.

               Kadın ayı-adamları görür görmez ağlamaya başladı. Atından indi ve onlara doğru sendeleyerek ilerledi, birini kucaklamak için ağlayarak diz çöküyordu, “Oğlum!!! Ah, oğlum––”

               Seyirci şaşkına dönmüştü. Biri başını kaşıyarak mırıldandı, “Ee? Bunlar pixiu yavrusu değiller miydi? Neden bu kadın oğlum diyor?”

               “Belki de pixiu annesidir?”

               “Aiyo, bu olağanüstü bir şey, sanki dişisi bir insan formuna bürünebilir de.”

               Köylülerin ne bilgisi ne de tecrübesi vardı ve sadece saçmalıyorlardı. Fakat Mo Ran olayı hemen çözmüştü.

               Söylentiye göre, oradaki efsuncular çocuk kaçırmayı severmiş, konuşamasınlar diye dillerini söker, derilerini kaynar suyla yakar ve sonra kanlı vücutlarının üstüne hayvan kürkü yapıştırırlarmış böylece kan pıhtılaştığında hayvan kürkü ve çocukların vücutları bütünleşir, tıpkı bir canavar gibi görünürlermiş. Bu çocuklar konuşamaz veya yazamazmış ve şiddete maruz kalıp uysalca “abaküs kullanan pixiu” gibi numaralar yapmaktan başka seçenekleri yokmuş; en ufak direniş bile dayak yemelerine sebep olurmuş.

               Hiç şeytani enerji algılamamasına şaşmamalı, bu “pixiular” aslında canavar falan değil de yaşayan insanlardı…

               Kendi kendine düşünürken, siyah pelerinli kişi efsunculara alçak sesle bir şeyler söylediğinde biri küplere bindi. “Özür dilemek mi? Benim lügatimde öyle bir kelime yok!” “Sisheng Tepesi’ndensen ne olmuş?” “Kendi lanet işine bak! Dövün şunu!” Siyah pelerinliyi dövmek için üstüne atladılar.

               “Aiyo.”

               Mo Ran, kendi sektinden bir müridin dayak yiyişini izlerken sadece, sessiz bir şekilde kıkırdadı: “Ne korkunç.”

               Yardım etmeye hiç niyeti yoktu. Sektinin doğrucu ve işgüzar tutumundan önceki hayatında bile daima nefret ederdi. Çoğu ortaya çıkan her türlü soruna aptal gibi atlardı. Wang Hanım’ın kedisinin ağaçta kalması gibi küçük bir mesele bile ilgilenmeye zahmet edecekleri bir şeydi. Liderinden tut hizmetçilerine kadar bütün sekt budalayla doluydu.

               Dünyada adil olmayan çok fazla şey var, neyi umursuyorsunuz? Ölümüne yorucu değil mi?

               “Kavga ediyorlar, kavga ediyorlar! Hah! Ne yumruk ama!”

               Restoranın içindeki ve dışındaki herkes seyretmek için toplanmıştı.

               “Sizden bir sürü kişi bir kişiye karşı birlik olmuş, utanmıyor musunuz!”

               “Arkanıza dikkat edin efendim! Aiya! Çok yakın! Vah–––”

               “İyi kaçış!”

               Bu insanlar iyi bir kavgayı severdi fakat Mo Ran izlemeyi umursamıyordu. Yeterince kan görmüştü; şu an gerçekleşen olaylar ona sinek vızıldaması gibi geliyordu. Üstündeki fıstık kırıntılarını tembelce silkip, gitmek için ayağa kalktı.

               Aşağıda, efsuncular ve siyah pelerinli kişi berabereydi, kılıçlar vınlıyordu. Mo Ran kollarını kavuşturdu ve restoranın kapısına yaslandı, bir bakış attıktan sonra sinirli bir şekilde dilini şaklattı.

               Ne rezalet.

               Sisheng Tepesi’ndeki herkes azılı savaşçıydı, her biri on adama eşitti, ama bu siyah pelerinli kişi dövüşte acınası hâldeydi. Attan aşağı sürüklenip etrafı kuşatıldığında ve tekmelendiğinde bile kendini tutuyordu.

               Yalnızca kibar bir şekilde bağırıyordu, “Onurlu adamlar yumruklarıyla değil de ağızlarıyla konuşur. Sizinle anlaşmaya çalışıyorum, neden dinlemiyorsunuz?!”

               Efsuncular: “…”

               Mo Ran: “…”

               Efsuncular; ne oluyor be? Bu şahıs, evire çevire dövülmesine rağmen hâlâ böyle saçma sapan öğütler vermeye mi çalışıyor? Beyninin yerinde mantou* olsa gerek, içi boş, diye düşünüyordu.

Ç/N: Mantou: Çin mutfağından bir çörek çeşidi.

               Ancak Mo Ran’in suratı ansızın değişti, bir anlığına başı döndü. Nefesini tuttu, kuşku içindeki gözleri iri iri açıldı––––bu ses…

               “Shi Mei!” Mo Ran bağırdı ve endişe içinde ileri atıldı. Ruhani enerjiyle dolu, bir anda o jianghu efsuncu bozmalarının beşine birden çarpan bir saldırıyı salıverdi ve üstü çamurlu ayak izleriyle kaplı siyah pelerinli kişiye yardım etmek için yere çöktü ve sesi istemsizce, hafifçe titremişti–––

               “Shi Mei, sen misin?”

※※※