181. Shizunun Anıları

Share

               İtiraftan sonraki ikinci günün sabahı Chu Wanning çok erken uyandı.

               Ama yataktan kalkmadı çünkü perdenin ardından dışarı baktığında Mo Ran’in hâlâ yatağın yanındaki basit bir şilte üzerinde uyuduğunu gördü.

               Perdeden net göremiyordu. Chu Wanning bir an kendini dizginlemeye çalıştı, ama başaramadı. Perdeyi biraz kaldırmak isteyerek elini uzattı. Ama elini daha tüle değmeden parmağa çevirdi. Parmak ucunu kullanarak sadece biraz kaldırmayı başarmıştı.

               Sanki birazcık baktığı sürece gözetliyor sayılmazdı.

               Berrak güneş ışığı pencere kağıdından içeri süzülüyor, parlak kırmızı ve biraz da altın ışık uzun ve dar silüetler halinde kesilerek Mo Ran’in yakışıklı yüzünde parlıyordu.

               Chu Wanning onun uyuyan yüzünü uzun zamandır görmemişti. Sessizce ona baktı, çok dikkatli baktı, çok uzun süre baktı.

               O kadar uzun bir zamandı ki, Mo Ran’in Xue Zhengyong tarafından Sisheng Tepesi’ne geri getirildiği yılı düşünmeden edemedi. Biraz utangaç olan bu genç, mutlu olduğunda parlak ve coşkulu bir ateş gibiydi. Yapacak hiçbir şeyi olmadığında ona yapışmayı severdi. Ne derse desin, ona hep öğretmeniymiş gibi hürmet ederdi.

               Denese bile onu kovamazdı.

               Cennet Delen Kule’nin önünde tanıştıklarında Chu Wanning, onu müridi olarak almamakta ısrar etmişti çünkü “En nazik görünen o, en çok ondan hoşlandım,” cümlesinin saçma ve güvenilmez olduğunu düşünüyordu.

               Bu nedenle on dört gün boyunca Mo Weiyu’yü görmezden gelmişti.

               İnsanlar Mo Weiyu’nün, müridi olmanın bir yolunu bulmak için Xue Zhengyong’un karısına, Shi Mingjing’e ve ayrıca Xue Ziming’e başvurduğunu söylüyordu.

               Sonunda kimin ona bu saçma fikri verdiğini bilmiyordu ama Kızıl Nilüfer Köşkü’nün önünde, karda Usta Cheng’i saygıyla bekler1 gibi bekliyordu. Sabahları Chu Wanning çıkınca saygılarını sunuyor ve onun ustası olmasını istiyordu. Geceleri Chu Wanning geri döndüğünde saygılarını sunmaya ve ustası olarak onu almasını istemeye devam ediyordu. Su damlası bile taşı delerdi, ama bir şekilde ne rüzgâr ne de yağmur onun bu kararlılığını engelleyememişti.

               Chu Wanning’in buna tepkisi sadece “Ah,” olmuştu.

               Hiçbir şey görmemiş gibi yapıp yoluna devam etmişti.

               Bu kadar şiddetle takip edilmekten hoşlanmazdı. Duygusal olarak soğukkanlı biriydi ve yalnızca aynı derecede sakin ve kayıtsız duygularla başa çıkmayı tercih ederdi.

               Büyüdüğü ortamdan mı kaynaklandığı bilinmiyordu ama genç adam, insanların ifadelerini gözlemleme konusunda oldukça iyiydi. Muhtemelen Chu Wanning’in soğukluğunu hissettiği için Chu Wanning’i yalnızca iki gün rahatsız etmiş ve daha sonra Chu Wanning’in ustası olması için yalvarmamıştı.

               Ama her zamanki gibi yine de her gün Chu Wanning’in avlunun önüne düşen yaprakları temizlemesine yardım etmek için Kızıl Nilüfer Köşkü’ne geliyordu. Chu Wanning’in dışarı çıktığını görünce süpürgesine dayanıp başını kaşır ve gülümseyerek “Kıdemli Yuheng,” derdi.

               Sabahın ilk ışıklarında erken kalkmaktan bahsetmiyor, akşam karanlığında birbirlerini selamlamıyorlardı.

               Bu sadece basit bir cümleydi, “Kıdemli Yuheng” ve sonra sadece gülümsemişti.

               Chu Wanning ona bakmamış ve kendi işine bakarak uzaklaşmıştı. O da sinirlenmemişti. Arkasında, hışırtılı bir sesle, düşen yaprakları süpürüyordu.

               On gün böyle huzur içinde geçti. Bir sabah, belki de Kızıl Nilüfer Köşkü’ndeki nilüferlerin bir gecede açması ve hoş kokunun güçlü olması nedeniyle Chu Wanning’in ruh hali son derece iyiydi.

               Kapıyı iterek dışarı çıktığında, uzun ve dolambaçlı dağ yolunun üzerinde, genç Mo Ran’i başını eğmiş, tamamen odaklanmış bir şekilde merdivenleri süpürürken görmüştü. Bir yaprak taşların arasına sıkışmış gibi görünüyordu ve süpürmesi zordu. Bu nedenle eğilip almaya karar verdi, çalıların arasına atmaya hazırlanmıştı.

               Başını kaldırdığı anda Chu Wanning’in dağ kapısının önünde durduğunu gördü. Bir an için donakaldı, hemen ardından sırıttı. Kısa kollu bir cübbe giyiyordu, kolunun yarısı açıktaydı. Henüz atmaya vaktinin olmadığı kuruyan yaprakları tutuyordu ve Chu Wanning’e el salladı–––

               “Kıdemli Yuheng.”

               Ses çok netti, taze meyvenin tatlılığını taşıyordu. Yüksek değildi ama uzun süre dağ zirveleri arasında yankılanıyormuş gibi devam etmişti. Beyaz bulutlar gökyüzünde süzülüyor, güneş ışığı bulutlardan arasından sızıyor, ormanın ve yaprakların arasından geçiyordu. Bambu ormanında uğultulu bir rüzgâr yükselmişti.

               Chu Wanning bir süre olduğu yerde durdu, göz bebekleri birdenbire parlak sabah güneşi ile kehribar rengine dönmüştü. Hafifçe gözlerini kıstı ve bir an için genç adamın ellerindeki solmuş yaprakların eskisi kadar cansız olmadığını hissetti. Pırıl pırıl gülümseyen kişi kadar göz kamaştırıcıydılar, rengarenk ışıklarla dolup taşıyorlardı.

               Taş basamaklardan sakince indi.

               Mo Ran onun kayıtsızlığına alışalı uzun zaman olmuştu ve bunu pek umursamadı. Sadece alışıldığı gibi kenara çekilip Chu Wanning’in geçmesini bekledi.

               O gün Chu Wanning sakin bir şekilde adım adım aşağıya doğru yürüdü. Her zamanki gibi Mo Ran’in yanından geçti.

               Sonra aniden yüzünü hafifçe çevirip gence baktı. Sesi pırıl pırıl bir pınar kadar berrak, bir göl kadar sakindi.

               “Teşekkür ederim,” dedi.

               Mo Ran bir anlığına şaşkına döndü, sonra gözleri parladı. Aceleyle elini salladı ve şöyle dedi: “Gerek yok, gerek yok. Bir müridin yapması gereken şey budur.”

               Chu Wanning, “…Seni mürit olarak kabul etmeye niyetim yok,” dedi.

               Ancak ses tonu ve ifadesi artık eskisi kadar kararlı değildi.

               Konuşmasını bitirdikten sonra arkasını döndü ve ilerlemeye devam etti. Ama sonunda nedenini bilmeden, muhtemelen kendini kötü hissettiği için geri dönüp Mo Ran’e baktı.

               Sonunda gencin en ufak bir gönül sızısı hissetmediğini gördü. Aksine süpürgeye dayanıp heyecanla yerinde zıplamıştı. Bu genç yüz canlılık ve enerjiyle doluydu, sonsuz bir ışık ve sıcaklık yayıyordu.

               … Bu adam cümlenin ikinci yarısını umursamamış gibi görünüyordu. Sadece teşekkürü duymuş ve bu kadar mutlu mu olmuştu?

               Birkaç gün böyle geçti. Bir gün yağmur yağdı.

               Yağmur çok şiddetli değildi. Chu Wanning her zaman şemsiye taşıyamayacak kadar tembel bir insandı ve nadiren bariyer açıyordu. Günah ve Erdem Platformu’na ulaşmak için sadece bir tütsü çubuğunun yanıp tükenmesi gerektiğini tahmin ediyordu. Islanmasının bir önemi yoktu, büyü kullanarak kurutabilirdi.

               Kapıyı açıp dışarı çıktı.

               Mo Ran hâlâ oradaydı.

               Ancak bugün yerleri süpürmüyordu. Süpürgeyi bir kenara koymuştu. Elinde yağlı kağıttan bir şemsiye vardı ve sırtı Chu Wanning’e dönük olacak şekilde yere çömelmişti. Tamamen bir şeylerle uğraşmaya odaklanmıştı. Omuzlarından biri hafifçe titriyordu. Zaten kısa biriydi, bu yüzden çömeldiğinde daha da küçük görünüyordu. Şemsiye büyüktü ve rengi koyu kahverengiydi. Bahar yağmurundan yeni çıkmış bir mantar gibi çok komik görünüyordu.

               Chu Wanning hafif gülümsemesini bastırdı ve Mo Ran’in arkasına yürüdü. Hafifçe öksürdü ve “Ne yapıyorsun?” diye sordu.

               “Ah.” Genç adam şok olmuştu. Başını çevirip ona bakarken gözleri büyümüştü.

               İlk cümle “Kıdemli Yuheng,” idi.

               Chu Wanning cevap veremeden genç adam gözlerini kocaman açtı ve ikinci cümleyi söyledi: “Neden şemsiye taşımıyorsun?”

               Chu Wanning’in cevap vermesini beklemeden ayağa kalktı, parmaklarının ucunda yükseldi ve elindeki yağlı kağıttan şemsiyeyi yukarı kaldırmaya çalıştı. Üçüncü cümleyi söyledi: “Bu senin için.”

               Ama hâlâ çok kısaydı ve üzerinde durduğu basamaklar Chu Wanning’inkinden bir adım daha aşağıdaydı. Çok çaba harcasa da şemsiye Chu Wanning’in başını zar zor kapatabilmişti. Ancak yeterince istikrarlı değildi. Rüzgâr estiğinde şemsiye elinden kaymış ve anında eğilmişti. Bir dizi su damlacığı Chu Wanning’in yakasının kenarından içeri süzüldü ve boynundan aşağı aktı.

               Bu yüzden Chu Wanning’in bir şey söylemesine fırsat kalmadan Mo Ran aceleyle şöyle dedi: “Özür dilerim, özür dilerim!”

               Chu Wanning, “…”

               Mo Ran ilk cümleyi söylediğinde o “Mn,” cevabını verebilmişti.

               Mo Ran ikinci cümleyi söylediğinde “Gerek yok,” diyebilmişti.

               Mo Ran üçüncü cümleyi söylediğinde “Onu kendine sakla,” diyebilmişti.

               Ancak Mo Ran dördüncü cümleyi söylediğinde özür dilemeye devam etmişti. Chu Wanning’in dili tutulmuştu. Gözlerini indirdi, ifadesinin kayıtsız mı yoksa kasvetli mi olduğunu söylemek zordu. Sonunda sadece iç çekti, şemsiyeyi Mo Ran’in elinden aldı ve düzgün bir şekilde başlarının üzerinde açtı.

               Gözlerini kaldırıp Mo Ran’e baktı, bir an düşündü ve en baştaki soruya geri döndü.

               “Ne yapıyorsun?”

               “Solucanları kurtarıyorum.”

               Chu Wanning yanlış duyduğunu düşündü. Kaşlarını çattı ve “Ne?” diye sordu.

               Mo Ran gülümsedi, gamzeleri derindi. Çok sevimliydi. Utanarak başını kaşıdı ve kekeledi: “So-solucanları kurtarıyorum.”

               Chu Wanning gözlerini indirdi ve bakışları Mo Ran’in elinde sarkan şeye döndü. Avucunun içinde bir ağaç dalı vardı ve su damlaları aşağı doğru düşüyordu. Muhtemelen yerden almıştı. Daha ileriye baktığında, gerçekten de taş basamaklardaki su birikintisinin içinde yavaşça kıvranan aptal bir solucan olduğunu gördü.

               “Yağmur durduğunda topraktan çıkan bu solucanlar kurumuş olacak.” Mo Ran biraz utanmıştı, “Bu yüzden hepsini tekrar çalılara koymak istiyorum.”

               Chu Wanning soğukkanlılıkla sordu, “Ağaç dalıyla mı?”

               “… Evet.”

               Chu Wanning’in soğuk ifadesini gören Mo Ran muhtemelen Kıdemli Yuheng’ın ona tepeden bakacağından endişelendiğinden telaşla açıklamaya başladı: “Ben, ben ellerimi kullanmaktan korkmuyorum. Sadece ben küçükken annem bana solucanların elle tutulmaması gerektiğini, derisinin yırtılabileceğini söylemişti…”

               Chu Wanning başını salladı, “Bunu sormamıştım.”

               Konuşmayı bitirdiğinde elini hafifçe kaldırdı ve parmak ucu havaya işaret etti. Taş basamakların aralığından ince ve yumuşak, altın renkli bir söğüt dalı uzandı. Söğüt dalı, su birikintisinde yatan solucanın etrafına sarılmış ve onu yakındaki çalılıklara geri taşımıştı. Mo Ran gözlerini açarak şaşkınca sordu, “Bu nedir?”

               “Tianwen.”

               “Tianwen nedir?”

               Chu Wanning ona baktı ve “Bu benim silahım,” dedi.

               Mo Ran daha da şok olmuş görünüyordu, “Kıdemli’nin silahı… Çok… Çok…”

               “Çok mu küçük?” Chu Wanning onun cümlesini bitirdi.

               Mo Ran, “Hehe.”

               Chu Wanning kol yenini düzeltti, ifadesi kayıtsızdı, “Tabii zaman zaman vahşi de olabiliyor.”

               “O zaman görebilir miyim?”

               “Hiç görmesen daha iyi olur,” dedi Chu Wanning.

               O sırada Mo Ran, Chu Wanning’in sözlerinin anlamını henüz anlamamıştı. Başını çevirerek taş basamakların çatlaklarından çıkan söğüt dallarına baktı, yağmurdan ıslanmış şaşkın solucanları sarmış ve nemli toprağa geri bırakmıştı. Yüzünde giderek artan bir kıskançlık belirdi.

               Chu Wanning aniden sordu, “Öğrenmek istiyor musun?”

               Mo Ran irkildi ve sonra gözleri büyüdü. O kadar şaşırmıştı ki ne diyeceğini bilemedi. Sonunda sadece başını sallayabildi, yakışıklı küçük yüzü kızardı.

               Chu Wanning, “Yarın sabahki efsun dersinden sonra Günah ve Erdem Platformu’nun arkasındaki bambu korusuna gel. Seni orada bekleyeceğim,” dedi.

               Konuşmasını bitirdikten sonra saf beyaz ipek ayakkabıları ıslak taş basamaklara bastı. Yağlı kağıttan şemsiyeyi tutarak dağdan aşağı yürüdü. Mo Ran onun rüzgârla oynaşan beyaz cübbesinin peşinden bakakalmıştı. Bir süre sonra aniden Chu Wanning’in sözlerinin anlamını anladı. Bir anda yüzü daha da kızardı, gözleri tuhaf bir şekilde parlıyordu.

               Artık ıslak zemini umursamıyordu. Hemen diz çöktü ve başını yere eğdi. Hâlâ toy olan sesi şevk ve neşeyle doluydu.

               “Başüstüne Shizun!”

               “…” Bu sefer Chu Wanning onu ne onaylamış ne de durdurmuştu. Bir süre olduğu yerde durdu ve ardından yürümeye devam etti. Yağmur damlaları şemsiyenin üzerine bir arp ezgisi gibi damla damla düşüyordu.

               Ancak figürü ortadan kaybolduğunda Mo Ran yerden kalktı. Aynı zamanda başının üzerinde ne zaman açıldığını bilmediği altın renkli yarı saydam bir bariyerin açıldığını fark etti. Beş yapraklı çiçek parlayarak onun için ince rüzgârı ve yağmuru engelliyordu.

               Chu Wanning, Xue Zhengyong’un kararını öğrendiğinde hem rahatladığını hem de şaşırdığını hatırladı. Ona, “Yuheng, neden onu kabul etmek istedin?” diye sormuştu.

               O sırada Günah ve Erdem Platformu’nun yüksek koltuğunda oturuyordu, elinde Mo Ran’in ona verdiği yağlı kağıt şemsiyeyi tutuyordu. Şemsiyenin eski ve hantal sapını ovuşturan ince parmakları belli belirsiz seçilebiliyordu. Sonunda nazikçe şöyle dedi: “Solucanları kurtarmasını kolaylaştırmak için.”

               Xue Zhengyong bir şaşkınlık nidası attı. Leopar gözleri bir kedininki gibi irileşmişti.

               “Neyi kurtarmasını?”

               Chu Wanning cevap vermedi. Gözlerini şemsiyenin bambu iskeletine doğru çevirdi. Yavaş yavaş gözlerinde bir gülümseme belirmeye başlamıştı.

               Göz açıp kapayıncaya kadar o kadar çok zaman geçmişti ki.

               Müridi olarak kabul ettiği genç, ilk başta saf ancak daha sonra yanlış yolda ilerlemişti. Neyse ki sonunda genç adam büyüyüp gerçek bir xianjun olmuş ve onu hayal kırıklığına uğratmamıştı.

               Perdenin içinden nilüfer kökü gibi küçük beyaz bir parmak ucu uzandı. Chu Wanning perdenin aralığından Mo Ran’in uyuyan yüzüne baktı.

               O genç adam artık yakışıklı ve uzun boylu bir adamdı. Yüz hatları eskisinden daha keskin ve derindi ve kaşlarının arasında olgun ve durgun bir hava vardı.

               Tıpkı daha önceleri de olduğu gibi, Mo Ran uyurken kaşları her zaman hafifçe çatılırdı. Küçüklüğünden beri böyleydi. İki sıra kirpiği sanki yoğun endişeler tarafından kaldırılamayacak kadar ağırlaşmış gibi aşağı sarkık dururdu.

               Chu Wanning bunu biraz gülünç buldu, bu adamın genç yaşına rağmen neden bu kadar çok endişe ve düşünceye daldığını düşündü.

               Tam bunu düşünürken aniden Mo Ran’in uzun, kıvrılmış kirpikleri hafifçe hareket etmiş ve gözleri yavaşça açılmıştı.

               “…”

               Chu Wanning’in parmakları anında dondu. Elini geri çekip uyuyormuş gibi yapmayı düşündü.

               Ama Mo Ran çok tuhaf bir insandı. Yatakta tembellik eden genç bir adamın mizacına sahip değildi. Aksine yaşlı bir insan gibiydi. Başka bir deyişle çok çabuk uyanırdı.

               Ve açıklanamaz bir şekilde, uyku ortamındaki ince değişiklikler konusunda son derece keskin bir sezgiye sahipti; sanki sürekli suikast tehditleriyle karşı karşıyaymış, sanki ince buz üzerinde yürüyor da adım adım hareket ediyormuş gibiydi.

               Chu Wanning parmak ucunu perdenin aralığından çekmeye fırsat bulamadan, Mo Ran’in bakışları çoktan tam olarak o parmak ucuna odaklanmıştı.

               Chu Wanning, “…”

               Mesele Kıdemli Yuheng’ın yüzü ve itibarı olduğunda, Chu Wanning’in aklına bir fikir gelmiş ve aniden arkasını dönmüştü. Elinin tamamını perdenin dışına doğru uzatmış ve eli rahat ve gevşek bir şekilde yatağın yanında asılı kalmıştı.

               Bu şekilde şu anda perdeyi gizlice kaldıran biri gibi değil de uykusunda dönerken kolunu istemeden perdenin dışına uzatmış biri izlenimi veriyordu.

               Mo Ran, ciddi ve katı Chu Wanning’in bu tür bir fikir ortaya atabileceğini nasıl düşünebilirdi? Kolayca kanmıştı. Chu Wanning’i uyandırmaktan korktuğu için sessizce ayağa kalktı.

               Ama hemen gitmedi. Bunun yerine Chu Wanning’in açıkta kalan bileğini nazikçe tuttu ve dikkatlice battaniyelerin arasına geri koydu. Bunu yaptıktan bir süre sonra Chu Wanning kapının açıldığını duyana kadar bekledi.

               Mo Ran dışarı çıkmıştı.

               Chu Wanning hafifçe gözlerini açtı ve kapıdan içeri süzülen puslu ışığı seyretti. Uzun bir süre düşüncelere daldı.

               Belki de Mo Ran’le birlikte olabileceklerini hiç ummadığından, hatta bunu hiç hayal dahi etmediğinden, bir gece geçmesine rağmen her şeyin bir rüya gibi geldiğini düşünüyordu.

               Onun izlenimine göre Mo Ran açıkça Shi Mingjing’e gizlice aşıktı. Bunca yıl onların arkasında tek başına durarak her şeyi net bir şekilde görmüştü.

               Mo Ran’in Shi Mingjing’e parlak bir şekilde gülümsediğini görmüştü, Mo Ran’in Shi Mingjing için erişte pişirdiğini görmüştü, Mo Ran’in keyifle Shi Mingjing’in görevini tamamlamasına gizlice yardım ettiğini görmüştü. Kimsenin bilmediğini düşünüyordu.

               Aslında Chu Wanning hepsini biliyordu.

               Bu nedenle imrenmiş, kıskanmış, huzursuz olmuş ve isteksizdi.

               Ayrıca kabullenmişti de.

               Aslında bu kadar kolay kabullenmek mümkün değildi. Bunun imkânsız olduğunu bilse bile başını dik tutarak geriye dönüp bakmamakta ısrar etmiş ve cesur bir yüz takınarak, ayrılmak istememişti.

               Bunca yıl boyunca Chu Wanning, sonuçsuz kalacağı bu tür bir beklemenin buna değip değmeyeceğini ve bu tür inatçı bir bekleyişin aşağılayıcı olup olmadığını kendine sormuştu. Ancak ne kadar sorduysa, cevap her seferinde belirsizdi.

               O, Chu Wanning, aynı zamanda derinden aşık olan ancak tutkularını tatmin edemeyen genç erkek ve kızlara soğuk bakan bir insandı. Neden bu kadar acı verdiği halde duygularını hâlâ zorla kollarında tuttuğunu ve yaralarla doluyken bile onları atmayı reddettiğini anlayamıyordu. Anlayamıyordu. Ancak istediğini elde edememenin ateşi kalbini yaktığında nihayet anlayabilmişti––––

               Dünyadaki dostlukların, derin duyguların, samimiyetlerin çoğu böyleydi.

               Bırakılabilir, ama asla terk edilemezlerdi.

               Tam da bu yüzden, Mo Ran’in Shi Mei’e karşı gerçek hislerini anlamayan Chu Wanning’in kafası biraz karışık ve tereddütlüydü. Mo Ran’in bakışlarını Shi Mingjing’den uzaklaştırıp kendi darmadağınık yüzüne odaklanmasına neyin sebep olduğunu anlamamıştı.

               Hımm… Minnettar olduğu için mi?

               Suçluluk duygusundan mı?

               Onun nezaketinin karşılığını vermek için hayalet kadını taklit etmek mi istemişti2, kendini bu yüzden mi ona sunuyordu?

               … Lanet olsun, Shi Mei’e itiraf etmiş ve Shi Mei tarafından reddedilmiş olabilir mi…

               Chu Wanning boş boş bakakaldı. Kafasında bin bir türlü düşünce dolaşıyordu. Bir anlığına Çin Hayalet Hikayesi, Salyangoz Hanım3, Chen Shimei4 ve başkalarının aşk ilişkileri de dahil olmak üzere her türlü kaos aklında belirmişti. Nihayetinde ne kadar düşünürse o kadar sinirlenir olmuştu. Ayağa kalktı, kimse görmezken Mo Ran’in dün gece uyuduğu şilteyi tekmeledi.

Yazarın söyleyecekleri var:

İtiraf bölümünde arkadaşlarımın hatırlatmasıyla küçük çocuklardan gelen birçok mesajı kaçırdığımı öğrendim. Gerçekten üzgünüm qaq Denetim sırasında herhangi bir eksik mesaj tespit etmedim, bu yüzden o gün gözden kaçan arkadaşlardan özür dilerim, muahh~

Ve dünkü bölüm bir denetçi tarafından ahlaksız olarak değerlendirildi ve yöneticinin incelemesini bekliyor. Kilitlenirse merak etmeyin, itiraz edeceğim.

Ayrıca… Yanaktan öpmek saf değilmiş. Xiao meimei, rastgele kararlar vermek eşeğin tekmelemesine sebep olabilir mi!!!

Mini Tiyatro “Saf Olmadığını Duydum”

Denetlendiğinden kaynaklanan aşırı kızgınlıktan doğan bir ürün––––

Denetçi: Saf olmadığınızı duydum, papapa bölümünüzü kilitleyeceğim.

0.5: Dene bakalım.

Denetçi: … Söylemediğimi varsay.

Denetçi: Saf olmadığınızı duydum, papapa bölümünüzü kilitleyeceğim.

1.0: (kıkırdar) Hehe, ciddi misin dostum?

Denetçi: … Boş ver, bu seferlik gidelim. İstisna olmasın.

Denetçi: Saf olmadığınızı duydum, papapa bölümünüzü kilitleyeceğim.

2.0: Hiç papapa yapmadım.

Denetçi: Boşaldığın bölümü kilitleyeceğim.

2.0: Daha önce hiç boşalmadım.

Denetçi: Öpüştüğünüz bölümü kilitleyeceğim!!!

2.0: …Ve daha önce hiç öpüşmedim.

Denetçi: Lanet olsun! Neyse, seni kilitleyeceğim!! Söyle bakalım! Yaptığın iyi işler neler!

2.0: (iç çeker): Ben dürüst bir insanım, sadece yanağından öptüm.

Denetçi: (altın vuruş yapmış gibi) Harika!!! (Masaya vurarak) Bu kadar! Başka birini öpmeye nasıl cesaret edersin! Utanmaz! Birinin yanağını öptüğün bölümü kilitleyeceğim!!! Seni denetleyeceğim!!!!

Bu hikaye bize, hayatta sadece 0.5 gibi olmamız gerektiğini anlatıyor.

2.0 gibi olursanız zorbalığa uğrarsınız.

(Hey, hey, saçma sapan konuşma!!)

Dipnotlar

  1. 程门立雪[chéng mén lì xuě]: Usta Cheng’i saygıyla beklemek için karda durmak. Öğrencilerin saygılı bir şekilde eğitim alması. Öğretmenlere ve öğretime saygı gösterme metaforu.
  2. Bu ifade, bir kadın hayaletin bir iyiliği karşılığında erkek karaktere aşkını sunması temasını işaret ediyor. “Bir iyilik karşılığında aşkı kabul etme” anlamına geliyor. Bu tür temalara genellikle Çin mitolojisinde veya edebiyatında rastlanır.
  3. Çin Hayalet Hikayesi, Çin mitolojisine dayanan, romantik ve doğaüstü ögeler içeren bir hikaye ve popüler bir eserdir. Bu terim, genellikle hayalet ve insan arasındaki aşk temasıyla ilişkilendirilir. Hikâye, esas olarak bir adamın bir hayaletle olan romantik ilişkisini konu alır ve genellikle Çin mitolojisi ve kültürüne özgü semboller ve temalar içerir.

    Salyangoz Hanım, Çin folkloründe yer alan bir hikâye karakteridir. Hikâye genellikle bir genç çiftçi ile bir su perisi arasındaki ilişkiyi anlatır. “田螺” (tián luó) Çince’de bir tür tatlı su salyangozunu ifade ederken, “姑娘” (gūniang) genellikle genç kadın veya kız anlamına gelir. “田螺姑娘” terimi bu nedenle hikayedeki su perisi karakterine atıfta bulunur. Hikâye genellikle Çin kültüründe sevgi, fedakârlık ve doğaüstü varlıklarla ilişkili temaları ele alır.

  4. Chen Shimei, Çin folkloründe ve edebiyatında bir karakterdir. Bu karakter, genellikle eşiyle ilişkisi veya başka dramatik olaylar üzerine odaklanan hikayelerde yer alır. Hikayesi, ihanet etme, eşi ve çocuğunu terk etme gibi negatif davranışlarını içerir ve sonunda yargıç Bao Zheng tarafından cezalandırılır. Bu nedenle, Chen Shimei daha sonraki dönemlerde ihanet eden kişilerin sembolü haline gelmiştir. Tarihte gerçek bir Chen Shimei olmamakla birlikte, bu karakter bir yazar tarafından uydurulmuştur ve Çin edebiyatında ve kültüründe derin bir etki bırakmıştır.