İlkokuldayken bile, ailesi esasen şeker ya da abur cubur yemeye ve meşrubat içmeye asla izin vermediği için Jiang Cheng’in bu şekilde şeker seçmek için fırsatı olmamıştı. Her zaman Taoizm uygulayan birinin hayatını yaşıyormuş gibi hissetmişti şu an bile atıştırmalık ya da şekerli şeyler yemeyi sevmiyordu— onu her zaman lezzetli bulduğu bir sürü yiyecekle besleyen Pan Zhi’ydi.
Ve şimdi Gu Fei seçmesi için bir avuç dolusu şekeri sıraya saçtığında, bu fikirle yenilenmiş hissetti.
Kahveli şeker, sütlü şeker, naneli şeker, meyveli şeker…ve hatta yumuşak ve sert şekerler arasında bile fark vardı. Sonunda bir tane sütlü şeker almadan önce uzun bir süre iyice düşünerek şekerlere baktı.
Ambalajı soyduğu anda, Gu Fei tekrar uzandı ve sıranın üzerinde kalanları geri aldı.
“Ne?!” Jiang Cheng donakaldı, Gu Fei’nin “kendin seç” dediğini “hepsi senin” demediğini hatırladı; böyle sıkı dokunmuş bir mantık bir an için ikna ediciydi. Yine de, kendini Gu Fei’ye bakmaktan alamadı. “Bu cimri yollarınla yarın Wang Jian Lin* smokininin kuyruğuna mı binecek?”
*Wang Jian Lin 王健林– Çinli Wanda Group’un sahibi. Bu grup, gayrimenkul, uluslararası ticaret, inşaatlar, petrokimya, kimyasallar, kauçuk üretimi, kablolar, finans ve bankacılık gibi hemen hemen her şeye sahiptir. Jiang Cheng aslında Gu Fei’ye böyle cimri davranarak Wang Jian Lin’den daha zengin olmayı düşünüp düşünmediğini soruyor.
Gu Fei elindeki şekerlere baktığında hiç ses çıkarmadı, diğer iki sütlü şekeri aldı ve diğerlerini cebine geri koymadan önce onları Jiang Cheng’in önüne bıraktı.
…Hasta ruhlu!
Jiang Cheng üç sütlü şekerin de ambalajını soydu ve ağzına tıkıştırdı, ne söylemesi gerektiğinden emin değildi.
∞
İngilizce öğretmeninin soyadı Lu’ydu. Dersi herkesin kuşlar kadar sessiz ve odaklanmış olması bakımından Lao Xu’nunkinden daha kontrollüydü. Bu insanlara kükrediği içindi, dolayısıyla sınıftaki etkinliği de Lao Xu’dan daha iyiydi.
Jiang Cheng burada tanıştığı öğretmenlerin önceki öğretmenleriyle kıyaslanamayacağını düşünse de, Lu Laoshi’nin sınıf kontrolü son derece abartılıydı. Başlarını kaşımaya cüret eden herkesi işaretçisiyle gösteriyor ve yardıma ihtiyacı olup olmadığını soruyordu. Jiang Cheng bir derse bu kadar odaklanmayalı uzun zaman olmuştu ki en ufak bir dikkat dağınıklığında bile sıçrayarak gerçeğe dönerdi.
Dersin bittiğini belirten zil çaldığında sınıfta heyecan patlak verdi. Fazlasıyla bastırılmış gibi sırtlarını esnetirken birkaç kez inleyen ve uluyan insanlar bile vardı. İnsanlara kükremesinin sonucu olarak sınıftaki otoritesi Lao Xu’ya göre daha güçlüydü.
“Sen!” Lu Laoshi aniden işaretçisiyle sınıfın arkasını işaret etti. “Benimle gel.”
Bu “sen” ve “işaret” oldukça geniş bir olasılıklar yelpazesine sahipti. Herkesin başları tekrardan birbirlerine sıcak patates geçiriyormuş gibi arkaya çevrildi lakin Jiang Cheng bütün bakışların kendi üzerinde toplandığına dikkat etmedi. O yeni nakil olmuş öğrenciydi ve öğretmen daha ismini bile bilmiyordu…
“Gu Fei!” Lu Laoshi tekrardan kükredi.
“…ay.” Gu Fei başı aşağıda telefonuyla oynuyordu, ama ani haykırış telefonunu yere düşürmesine neden oldu. Lu Laoshi’ye bakmak için başını kaldırdı ve hafifçe Jiang Cheng’in olduğu tarafa döndürdü. “Seni çağırıyor.”
“Hm?” Jiang Cheng dondu. “Beni mi çağırıyor?”
“Evet, sen! Gu Fei’nin sıra arkadaşı!” Lu Laoshi işaretçisini tekrardan aynı yöne tuttu ve işaretçisinin izlediği yoldaki birkaç kafa hızla ortadan kayboldu.
Jiang Cheng’in ayağa kalkmaktan başka şansı yoktu, İngilizce öğretmeninin ondan ne isteyebileceğinden emin değildi.
Sınıfın kapısına yürüdüğü anda, başını Wang Xu’ya bakmak için çevirdi ve onun da ayağa kalktığını gördü— büyük ihtimalle, öğretmen Jiang Cheng’i dışarı çağırmasaydı, ikisi çoktan bir kavganın içinde olacaktı.
∞
“Jiang Cheng, değil mi?” Lu Laoshi merdivenlerden aşağı inmek için döndü.
“Evet,” Jiang Cheng cevapladı ve onu merdivenlerden aşağı takip etti. “Bir şey için bana ihtiyacınız mı var?”
” Xu Zong bile benim önümde seninle gösteriş yaptı, Gerçek ‘nokta’ Xueba’nın geldiğini söyleyerek…” Dedi Lu Laoshi.
“Ne? Gerçek ‘nokta’?” Jiang Cheng anlamadı.
“Gerçek bir, nokta, Xueba.” Lu Laoshi anlamını açıklarken Jiang Cheng’e baktı. “Bunu bile anlayamıyor musun?”
Gerçek · Xuébà.
“…şimdi, anladım.” Bu Jiang Cheng’in noktayı sesli bir şekilde telaffuz eden insanlar olduğunu ilk görüşüydü.
“Okulumuz önceden normal bir liseydi, sonradan meslek lisesine dönüştürüldü ve daha sonra da tekrar normal bir liseye.” Dedi Lu Laoshu. ” Bu yüzden senin önceki okulunla kıyaslanamaz. Umarım sen etkilenmezsin – bununla beraber önceden ders çalıştığın için, şimdi de aynı şekilde devam edebilirsin.”
“Oh.” Jiang Cheng önceden nasıl ders çalıştığını düşündü ve bu öğretmenin onun hakkında çok fazla şey bilmediğini hissetti.
“Wang Xu ah, Gu Fei ah gibi insanlar, onları çok fazla kışkırtma, tamamı bir avuç serseri,” Dedi Lu Laoshu. “Seni dışarı çıkarmasaydım, şu an sana sorun çıkarıyor olurdu. Ceza almadan görevi tamamlanmış sayılmaz, ayrıca, zaten birkaç tane ihtarı var.”
“…oh.” Jiang Cheng onayladı ve Lu Laoshi’nin öğrencilerini oldukça umursadığını düşündü.
“Bana teşekkür etmeyecek misin?” Lu Laoshi kırgınca Jiang Cheng’e baktı.
“Teşekkür ederim.” Jiang Cheng cevapladı.
“İngilizce puanların en üst seviyede. Sadece gel ve benim sınıf temsilcim ol.” Lu Laoshi hızlıca ekledi. “Şu an sizin sınıfın İngilizce Temsilcisi Yi Jing ki kendisi ayrıca Sınıf Başkanı ve şu anki Lisan Temsilcisi…”
“Ne?” Jiang Cheng şaşırdı, sonra aceleyle başını salladı. “Hayır.”
“Neden olmasın.” Lu Laoshi şaşkına döndü. “Lao Xu’dan önceden Sınıf Başkanı olduğunu duydum, Sınıf Temsilciliği’nin yorucu olduğunu düşünmüyorsun, değil mi?”
“Zaten sadece bir dönem Sınıf Başkanı oldum.” Dedi Jiang Cheng.
“O neden?” Lu Laoshi sordu.
Jiang Cheng ona baktı: “Kavga etmek ve dersi asmak.”
Lu Laoshi fal taşı gibi açılmış gözlerle Jiang Cheng’e baktı, ağzı açıktı ama tek bir kelime bile dışarı çıkmıyordu.
“Öyleyse, ben sınıfa dönüyorum?” Dedi Jiang Cheng.
“Sen… bir dakika bekle,” Lu Laoshi düşündü. “Boş zamanlarında dersleri hazırlamama yardım etmeye ne dersin?”
Jiang Cheng zihninden iç çekti ve ‘şu anda bir bilgisayarım yok’ demeyi çok istedi fakat Lu Laoshi oldukça korkunç görünüyordu – ilk seferden sonra onu tekrar reddetmek kötü olurdu, bu yüzden onayladı.
“Tamam,” Lu Laoshi gülümsedi. “Artık sınıfa dönebilirsin.”
∞
“Siktir, geri gelmesi çok uzun sürüyor.” Wang Xu, Jiang Cheng’in sırasının üstünde oturuyordu. “Muhtemelen laoziden* kaçınmaya çalışıyor, ama sonsuza kadar kaçınamaz!”
*Laozi – ben (küstahça veya şakayla kullanılır)
“Muhtemelen Lao Lu’nun ona bir şey için ihtiyacı vardır.” Dedi Zhou Jing.
“Bir şeylermiş kıçım, Lao Lu’nun herhangi bir şey için birine ihtiyacı olduğunu hiç gördün mü! Muhtemelen yeni nakil olduğu için durumu hakkında soru sormuştur. Büyük ihtimalle konuşmaları çoktan bitmiştir ama o piç sınıfa dönmek için çok korkuyordur!” Dedi Wang Xu.
“Burada mı çözmek istiyorsun?” Bütün zaman boyunca telefonunda oyun oynayan Gu Fei, sonunda bir soru sordu.
“Zırvalık!” Wang Xu hafifçe saçlarını karıştırdı belirli bir doğrultusu olmayan bir öfkeyle. “Lanet olsun!”
Gu Fei telefonunu indirdi, başını kaldırdı ve dikkatle Wang Xu’ya baktı.
“…başka nerede çözülebilir ki.” Wang Xu tereddütlüydü.
“Umrumda değil.” Dedi Gu Fei. “Benim etrafımda kavga etmeyin. Tanrım, bunu sıkıcı bulmuyor musun?”
“Umursamasan nasıl olur.” Dedi Zhou Jing. “İkiniz de intikamınızı çoktan aldınız, beraberesiniz.”
” Berabere mi hadi lan ordan!” Wang Xu başını çevirdi ve Zhou Jing’e baktı.
“Sahalarda değilse okul dışında yapın.” Gu Fei oyununu oynamaya devam etti. “Sadece yanımda olmasın, can sıkıcı.”
“Geri geldi.” Dedi Zhou Jing.
Gu Fei başını kaldırdı ve bakışları odanın önünden geçerken Jiang Cheng’in elleri cebinde ve gözleri Wang Xu’nun üzerinde geri dönüş yolunda yavaşça yürüdüğünü gördü.
“Benden mi saklanıyorsun?” Wang Xu alayla gülümsedi. “Ders zili daha çalmadı yine de geri dönecek cesarete sahipsin?”
“Üç şey.” Dedi Jiang Cheng kesin bir şekilde.
“Bir, sıradan in.” Jiang Cheng bir parmağını kaldırdı, sonra ikincisini kaldırdı. “İki, terk eden ilk kişi şerefsizdir.”
Wang Xu sonunda kendini toparlayabildiğinde ve gözleri konuşmak için pörtlediğinde, Jiang Cheng konuşmasını engellemek için çoktan üçüncü parmağını kaldırmıştı. “Üç, bunu nasıl çözmek istersin açıkça söyle ama sadece ağzınla kavga etmek istiyorsan* teslim oluyorum.”
*Ağzınla kavga etmek – saçma sapan konuşmak gibi ama arkası yok.
Konuşmasını bitirdikten sonra, hareketli bir sahne bekleyen sınıf aniden sustu.
Herkes Wang Xu’nun tepkisini bekliyordu.
Gu Fei başını geriye attı, bedenini arkadaki duvara yasladı ve alçak bir ıslık çaldı.
Gu Fei’nin uzun yıllardır karpuz yiyen seyircilik* deneyimlerine göre, Jiang Cheng’in sözleri ve onları söyleme tarzı Wang Xu’nun büyük patron olma yolunu aniden bulanıklaştırmıştı.
Karpuz Yiyen Seyirci – 吃瓜群众 – Sahneye müdahale etmeden ve sadece eğlence amacıyla izleyen kitle anlamına gelir. Peki bunun karpuzla ne alakası var? Karpuz, Çin’de yaz aylarında ısı giderici bir numaralı meyvedir. Çinliler dünya çapında karpuzun % 70’ini yerler. Yazın Çin’e seyahat ederseniz caddelerde karpuz kesen satıcıları görebilirsiniz. Bu nedenle, işlek caddelerde sıklıkla mola veren, eğlence için etrafa bakarken karpuz yiyen insanlar vardır. Karpuz yemek caddeye bakarken bir kafede kahve içmek gibiymiş.
Bununla beraber, Wang Xu’nun yüz ifadesi anlaşılmaz bir şekilde değişti. Jiang Cheng ne düşündüğünü belirleyemedi ama bakışlarının Gu Fei’nin yönüne ani kayışını görmezden gelmedi.
Wang Xu, Gu Fei’den korkuyordu, ya da en azından, bilinçsizce Gu Fei’yi savunucusu olarak görüyordu.
Gu Fei’nin ailesinin dükkanında ‘bu, shi, hao, niao’ dörtlüsünü gördüğü anda, Jiang Cheng, Gu Fei’nin görünüşte yumuşak, iyi huylu, “beni ilgilendirmez” ifadesinin tamamen aldatıcı olduğunu anlamıştı.
Cık.
Evrende aylak aylak dolaşan yaşlı bir ölümsüz gibi blöf yapıyor.
“Öğleyin okuldan sonra seni bekleyeceğim.” Wang Xu sıradan atladı ve kendi sırasına dönerken Jiang Cheng’i işaret etti. “Zamanı gelince, kaçma.”
“Mm.” Jiang Cheng cevapladı ve oturdu. Biraz düşündükten sonra başını yana eğdi ve Gu Fei’ye sordu: “Sınıfındaki büyük patron bu çocuk mu?”
Bu mesafeden, aniden Gu Fei’nin başının sol tarafının geri kalanına kazınanın üç nokta olduğunu farketti, bir otuz ikilik sus.
*İlk bölümde Jiang Cheng, Gu Fei’nin başının sol tarafında kaç tane nokta kazındığını görememişti. Artık muradına erdi.
“Temelde.” Gu Fei cevapladı.
” ‘Temelde’ ne anlama geliyor?” Jiang Cheng sordu.
“Bu eğer biri aynı fikirde değilse kavga edeceği anlamına geliyor.” Gu Fei hala telefonuna bakıyordu, parmakları ekranda süzülüyordu.
Jiang Cheng oynadığı oyunun Craz3 Match olduğunu fark etti – orta okulda zaman öldürmesi gerektiğinde yapacak daha iyi bir şey olmadığı için oynadığı oyun.
“Bunu hala oynuyor musun?” Jiang Cheng kendini sormaktan alamadı.
“Mm, beyin gücünü boşa harcamıyor,” dedi Gu Fei, “Sonuçta her şeyden tam puan alan bir inek değilim.”
Jiang Cheng’in sabahtan beri gördüğü şeyler çoktan moralinin bozulmasına sebep olmuştu, şimdi bu cümleyi duyunca, neredeyse Gu Fei’nin başına kazınmış otuz ikilik susun üstüne bir yumruk indiriyordu.
Elini hareket ettirmekten kaçınmak için dişlerini sıktı – bunun ilk sebebi bayıldığında Gu Fei’nin yardım etmesiydi, ikincisi Gu Fei’nin üç tane sütlü şekerini yemiş olmasıydı…bu sebep olarak sayılır mıydı ki?
“Sulu beyninin doğrudan üstüne gitme becerisine sahip olman cesur bir hareket olarak kabul edilebilir.” dedi. “Sana inanıyorum.”
Gu Fei, Jiang Cheng’e bakmak için döndü; yüzü ifadesizdi ama sesi tokat atmakla eşdeğerdi. “Öğlen iyi şanslar oh~”
‘Oh~’seni lanet hasta köpek!
Kahretsin.
∞
Jiang Cheng sonraki derslere çok dikkat etmedi, kalbi boğulmuş hissetti. Üç kişilik aileyi engelledikten sonra, hala onların -Anlarını- açma dürtüsü hissetmeye karşı koyamıyordu.
İlişkileri gerçekten pürüzlü ve kesinlikle gergindi, ama yine de, yıllardır yaşadığı “ev” orası ve her gün yüz yüze geldiği “aile üyeleri” de onlardı – bunlar, sonraki saniye içinde reddedebileceği duygular değildi.
Ama sanki hiçbiri yokluğundan ve bir daha asla buluşamama ihtimallerinden etkilenmemiş gibiydi…belki sadece belli etmiyorlardır?
Bu tür bir sükunet onu yıllardır yaşadığı evden kovulmaktan daha da tükenmiş hissettiriyordu.
Unutmaya ve bir süre uyumaya karar verdi. Başını masaya yatırdı, alnını örtmek için şapkasını aşağı çekti ve gözlerini kapattı. Yeni bir ortamda uyumakta hiçbir zaman sorun yaşamamıştı ama geldiğinden beri derin bir şekilde uyuyamıyordu.
Li Baoguo’nun evi çok eskiydi, ayrıca kişinin kendisi de açık bir şekilde dağınıktı bu sebeple sadece hamamböcekleri ve örümcekler değil fareler de vardı. Bütün gece boyunca, odasının boşluğunda dolaşan fareleri dinlemek çöp yığınının üzerinde uyuduğu yanılgısına düşmesine sebep oluyordu.
Si Zhong’daki öğretmenler önceki okulundakilerden çok daha anlayışlıydı. Jiang Cheng başını bile kaldırmadan dersler arasındaki boşluk boyunca deliksiz uyumuştu ve tek bir öğretmen bile onu rahatsız etmemişti.
Bu, günün son dersinin bittiğini belirten zil çalıncaya ve Wang Xu’nun avcu Jiang Cheng’in sırasının üstüne vuruncaya kadardı, Jiang Cheng esneyerek vücudunu doğrulttu, her yeri ağrıyordu.
“Gidelim.” Wang Xu ona baktı.
Jiang Cheng ses çıkarmadı. Ders kitaplarını ve daha başka şeyleri sırasının altındaki boşluğa tıkıştırdı, sonra çantasını aldı ve ayağa kalktı.
Wang Xu kendinden emin bir şekilde arkasına döndü ve kapıya doğru yürüdü. Eğer dolgulu bir ceket giymeseydi ve binanın içinde rüzgar eksiği olmasaydı, kesinlikle “işte büyük patron geliyor” havası olurdu.
Ayrıca onu gizlice takip eden üç ya da dört kişi de vardı ve yüzlerindeki heyecana bakılırsa yardımcılarını yanında getirmesi makuldü. İyi bir gösteri izlemek isteyen diğerleri de henüz onlara yetişmişti.
“Hey,” Jiang Cheng arkadan Wang Xu’ya seslendi.
“Korktun mu?” Wang Xu hemen cevapladı.
“Onlar takım arkadaşların mı yoksa amigo takımı mı?” Jiang Cheng sordu.
Wang Xu yanındaki insanlara baktı ve tekrar Jiang Cheng’e döndü. “Neden, korktun mu?”
“Amigo takımı önemli değil,” Jiang Cheng’in bakışları onların üzerinden geçti ve yürümeye devam ederken ekledi: “Eğer fiziksel hale gelirse, siz beyler kendi aranızda numaralı bir sıra kararlaştırmalısınız.”
“Siz, takibi bırakın.” Wang Xu elini salladı.
∞
“İzlemeye gidecek misin?” Zhou Jing sıraya çarptı.
Gu Fei hala sadece tam puan alan öğrenci zekasına sahip olmayanların oynamayı sevdiği Craz3 Eşleştirme oyununu oynuyordu, sadece tek bir seviyeyi geçebildikten sonra ayağa kalktı. “Hayır.”
“Hadi gidip bakalım, bir şey olacağından korkmuyor musun?” Dedi Zhou Jing.
“Her ne olursa bana olacakmış gibi mi görünüyor?” Gu Fei telefonunu cebine koydu, arkasına döndü ve sınıftan çıktı.
Zemin kata indiğinde, Wang Xu’nun minik takipçilerinin bakışlarının arka kapı yönüne sabitlendiğini görmek için tam zamanında gelmişti. Jiang Cheng ve Wang Xu’nun gölgeleri gözle görülür hiçbir yerde yoktu.
“Da Fei….” Biri onu görünce hemen hafifçe kenara kaydı.
“Shh.” Gu Fei işaret parmağını dik bir şekilde dudaklarının önüne koydu. “Canımı sıkma.”
İlkokul öğrencileri bugün okula başlamıştı ve bu da Gu Miao’nun neredeyse bir saattir ön taraftaki girişte onu beklediği anlamına geliyordu, Wang Xu’nun dövülmesini izleyecek boş vakti yoktu.
Doğrusu, Gu Fei’nin tek taraflı yargısına göre Wang Xu Jiang Cheng’le çatıştığında iyi, gerçekten iyi bir dayak yemek kesin kaderiydi.
Jiang Cheng’in gözlerindeki soğukluk Wang Xu da olmayan bir şeydi ve ayrıca tüm vücudu klostrofobik birini ölümüne korkutabilecek kadar sıkıca öfke havasıyla dokunmuştu. Son zamanlarda mutsuz olaylarla karşılaştığı için değilse, o zaman bu kişinin uzun vadeli psikolojik bozukluğu vardı.
Büyük Jianghu*’da usta olmayı hayal eden, Zhong Erbing* hastalığına sahip Wang Xu, dengesiz bir psikopatla nasıl aşık atabilirdi?
* Jianghu (江湖) kelimenin tam anlamıyla “nehirler ve göller” anlamına gelir ama çok daha fazlasını ifade eder. Jianghu, eski Çin’de, pugilistik dünyada var olan yabancıların kardeşliğinin adıdır. Zanaatkarlar, dilenciler, hırsızlar, sokak göstericileri, falcılar, gezgin şifacılar ve pek çok dövüş sanatçısı gibi kendi iki elinin becerisiyle geçimini sağlayan işçilerin karşı kültür toplumudur. Eğitime fiziksel yetenekten çok değer verilen antik Çin’de bu, sosyal düzenin en düşük seviyesiydi.
* Zhong Erbing ( Eighth-Grade Syndrome) 中二病– saf, çocukça düşünceler hayal eden ve ikinci kere düşünmeden eylemlerde bulunan asi çağdaki olgunlaşmamış gençleri kastediyor.
∞
Okul kapılarından çıktığı anda, yeşil bir kafa keskin bir rüzgar esintisi gibi yanından geçti – “whoosh” sesi dört bir yana yayıldı.
Gu Fei kendi bisikletini geri almak için bisiklet park alanına doğru yürüdü ama bacağını selenin üzerinden attığı anda, Gu Miao bir kez daha rüzgar esintisi gibi yanından geçti – sadece cebinden avuç dolusu şeker çalmak için aşağı yukarı iki saniye yanında durakladı.
Bisikletini kavşağa sürdüğü sırada Gu Miao şekerin ambalajını soyarken kaldırımda duruyordu – bütün meyveli şekerler özellikle kendisi tarafından seçilmişti.
“Seni götürmemi mi istersin?” Gu Fei sordu. “Yoksa arkadan takip etmek mi istersin?”
Gu Miao kaykayını yerden aldı ve bisikletin arkasına ata biner gibi oturmaya hazırlandı, Gu Fei onu durdurdu ve gözlerinin kenarındaki çiziğe bakmak için çenesini yukarı kaldırdı. “Bu bir yerden bir sıyrık mı yoksa kavgaya mı karıştın?”
“Bir sıyrık.” Dedi Gu Miao.
“Bin.” Gu Fei tekrar sormadı.
Gu Miao kaykayını göğsüne getirdi ve kolları Gu Fei’nin beline sararak arkaya oturdu.
Belki bir sıyrıktı, belki de biriyle kavgadan kalan bir bere, ama durum ne olursa olsun, küçük kız aşırı derecede inatçıydı. Sormanın bir anlamı yoktu ve kişisel işlerine fazlaca karışamazdınız – kendi problemlerini kendi çözmek zorundaydı, bu dayak yemek anlamına gelse bile.
“Sana yeni bir çift eldiven almama ne dersin?” Gu Fei bisikletin pedallarını çevirdi. “Geçen sefer istediğin o küçük deri eldivenler?”
Gu Miao hemen halihazırda elinde giyili olan kaba, dolgulu eldivenleri çıkardı, başparmağını kaldırdı ve Gu Fei’nin önünde salladı.
∞
Si Zhong’un arka kapısı ön girişe göre çok daha canlıydı – oldukça hayret verici bir manzaraydı.
Büyük olasılıkla arka kapı küçük dar bir caddeyle bağlantılı olduğu içindi ve her türlü yemek arabasının arka arkaya sıralandığı işletme oldukça zayıftı; esas nokta, yemek çok lezzetliydi.
Jiang Cheng, Wang Xu’nun yanında yürürken lezzetli aromaların kokusunu aldığında, neredeyse önce ona yemek ısmarlamayı önerecekti…
Ama Wang Xu’nun düşmanlıkla dolu görünüşünü ve kararlı bakışlarını gördüğünde, Jiang Cheng kendini durdurdu, çocuğu sinirden ağlatmak istemiyordu.
Bari bunu bir tur olarak ele alayım ve sonra yemek için geri dönerim.
Kesinlikle yemek istediği çok şey vardı – her türden barbekü yiyecek olan: yağlı dana eti, kuzu eti, böbrekler, tendonlar…
Jiang Cheng zarif bir şekilde salyalarını yuttu.
Dar sokaktan çıktıklarında, iştah açıcı koku da buhar olup uçmuştu. Jiang Cheng, Wang Xu’nun hangi cehenneme gitmek istediğinden emin değildi.
“Yürüyüş maçı mı yapıyoruz?” Jiang Cheng sesli bir şekilde sordu, boş midesinden dolayı aşırı derecede sinirlenmişti.
Wang Xu onu görmezden geldi ama birkaç adım attıktan sonra ani bir şekilde durdu, ileri bakarken kaşları çatılmaktan birleşmişti.
Jiang Cheng onun bakışlarını takip etti ve ileri baktı.
Yaklaşık yarım metre ilerilerinde üç kişi duruyordu, üçünün de elleri ceplerindeydi ve onların olduğu yöne bakıyorlardı. Jiang Cheng ve Wang Xu bakışlarını onların bakışlarına geri çevirdiklerinde, üçü yavaşça yaklaşmaya başladı.
Wang Xu elini cebine koydu.
“Sorun ne?” Onlarca yıldır açmış gibi görünen, uzun boylu zayıf bir adam onlara gülümseyerek karşılarında duruyordu. “Gu Fei’yi mi çağıracaksın? Bir saniye önce kız kardeşiyle buradan ayrıldı, muhtemelen senin adi işine karışmak gibi bir niyeti yok.”
“Ne istiyorsun?!” Wang Xu sabırsız, kulak tırmalayıcı bir sesle sordu.
“Yo,” Uzun boylu zayıf adam dramatik bir şaşkınlık gösterisi sergiledi. “Bugün oldukça saldırgansın, koşmayacak mısın?”
Çok geçmeden bakışlarını Jiang Cheng’in yüzüne çevirdi: “Yeni bir kanka mı buldun? Muhteşem biri olmalı, o buradayken artık koşmana gerek yok.”
“Önceden, koşarlarken rüzgarın hız kazandığı kaçan bir kalabalıklardı.” Uzun boylu zayıf adamın arkasındaki kişi alaycı bir şekilde ekledi.
Uzun boylu zayıf adam alayla dolu bir yüzle ikisine baktı, “Ne dersiniz üçe kadar saysam ve siz ikiniz…”
Jiang Cheng adamın tam burnuna yumruk attı.
Yumruk sadece adamın konuşmasını parçalara ayırmakla kalmadı, aynı zamanda karşı takım üyelerini de şaşkınlığa düşürdü.
Jiang Cheng orada durmadı – bu tür şeyler sadece hızlı bir kavgada dövüşmek ve hızlı bir kapanışa ulaşmakla ilgiliydi.
Bir yumruk attıktan sonra, uzun boylu zayıf adamı şapkasıyla beraber saçlarından kavradı ve dizinin bir kez daha adamın burnuyla çarpışmasına izin vermeden önce aşağı doğru çekti.
İki seferde de kullandığı güç önemsiz derecedeydi. Jiang Cheng’in deneyimiyle, adamın burun köprüsü büyük problem çıkarmayacaktı, ama burun kanaması ağzının her yerine ketçap bulaşmış etkisi yaratırcasına inflak edecekti.
Beklendiği gibi, Jiang Cheng elini serbest bıraktığında ve uzun boylu zayıf adamı vahşice kenara ittiğinde, anında burnundan büyük miktarda kan fışkırdı ve içgüdüsel olarak sildi…
Jiang Cheng, Wang Xu’ya baktı, ileri doğru adım atarken dirseği muhtemelen bir bıçağa uzanmakta olan bir kola çarptı, bu yüzden içinde bulunduğu pozisyonun avantajını kullanarak, kafasıyla adamın burnunu paramparça etti.
Adam “ovv” sesi çıkardı ve acıyla burnunu kavradı.
“Koş, seni aptal kancık!” Jiang Cheng, tabanları yağlarken Wang Xu’ya bağırdı ve ileriye doğru koşmaya başladı.
Wang Xu, Jiang Cheng’in arkasından koşmadan önce bir an şaşkınlıkla kalakaldı.
“Bu taraftan.” Kavşağa vardıklarında, Wang Xu sol tarafı işaret etti.
Jiang Cheng dar sokaklarda bir sağa bir sola dönerken arkasından takip etti ve sonra Wang Xu birinin çitle çevrili arka bahçesinin önündeki boş alanda durana kadar iki dönüş daha yaptı.
“Bu yer de ne?” Jiang Cheng etrafına baktığında çıkmaz sokakta olduklarını fark etti. Her üç taraf da yerlilerin evleriyle çevrelenmişti, yıkık dökük ve hırpani, zemine toplanmış kar ve düşmüş ağaç dalları yığılıydı – ve her çeşit çöp.
“Burası…” Wang Xu bir anlığına ağır bir nefes aldı, “İnsanlarla kavga ettiğim yer.”
“Zevkin oldukça benzersiz.” Jiang Cheng değerlendirdi.
“Umm,” Wang Xu, Jiang Cheng’e baktı ve uzun süre tereddüt ettikten sonra, en sonunda söyledi: ” Şimdilik… teşekkürler.”
“Ne için teşekkür ediyorsun,” Jiang Cheng cebinden sigarasını çıkardı ve yaktıktan sonra ağzında sallandırdı. “Sana yardım etmek için yapmadım.”
Wang Xu ona baktı: “Siktir, sen gerçekten de yüzlük bir öğrenci misin?”
“Aramızdaki meseleyi şimdi çözelim.” Jiang Cheng saati kontrol ederken gerçekçi bir şekilde konuştu. “Açım, acele et ve bitir şunu, yemek yemek istiyorum.”
“Çözüldü.” Wang Xu yanındaki perili evde kullanılan, sahne dekoru gibi görünecek kadar hurda görünen sandalyeye oturdu. “Artık aramıza mesele yok.”
Jiang Cheng dilini şaklattı. “O zaman ben gidiyorum.”
“Bir dakika bekle.” Wang Xu onu durdurdu. “Hou Zi kesinlikle hala buralardadır. Daha fazla insanları var, şimdi dışarı çıkarsan onlarla karşılaşacaksın.”
Jiang Cheng yanıt vermedi.
“Gerçekten, sen sadece üçünü gördün. Hou Zi*’yi yüzü kanla kaplanana kadar dövdüğün için, gidip tekrar onlarla karşılaşırsan artık sadece üç kişi olmayacaklar. Ben… Ben yardım için birini arayacağım.”
*Hou Zi, uzun boylu zayıf adamın adı aynı zamanda Maymun anlamına da geliyor.
Jiang Cheng uzun boylu zayıf adamın önceden ne söylediğini düşündü ve sonra kaşlarını çatarak sordu: “Kimi arıyorsun?”
“Da Fei.” Dedi Wang Xu.
“Ne sikime…? Gu Fei?” Jiang Cheng aniden yüzündeki derinin hızla yere düştüğünü hissetti.*
*Hayal kırıklığına uğramış 🙁
cr. @ 机申没充电