6. Bu Saygıdeğer Kişinin Shizunu

Share

※※※

               Xue Meng Sisheng Tepesi’nde büyümüştü, bütün giriş çıkışları ve kestirme yolları bilirdi ve en sonunda Mo Ran’i yakalamayı başarmıştı.

               Onu yakaladıktan sonra, dağın arkasına sürükledi. Sisheng Tepesi’nin arkasındaki dağın tamamı fani diyarın, hayalet diyarına en yakın olduğu yerdi. İki alemin arasında bir bariyer yükseliyordu ve bariyerin ardında Yeraltı Dünyası vardı.

               Bariyerin dehşet verici durumuna bir bakış attığında, Mo Ran o kişinin evde olmasına rağmen neden Wang Hanım’ın ana salonda konukları karşıladığını ve ağırladığını anında anlamıştı.

               O kişi yardım etmek istemiyor değildi, sadece bulunduğu yerden tek bir adım bile uzaklaşamazdı–––

               Hayalet diyarının bariyeri parçalanmıştı.

               O anda, kötülüğün özü dağın arkasının tamamına yayılmıştı. Katı bir beden kazanamamış ruhlar havada süzülüyor ve çaresizce inliyorlardı, ulumaları kinle doluydu. Dağ geçidinin girişinde gökyüzünü yarıp geçen dev gibi bir çatlak görülebiliyordu. Çatlağın ardında yarıktan uzanan binlerce basamak uzunluğunda, mavi renkli, merdiveniyle hayalet diyarı yatıyordu. Çok sayıda çoktan etten birer beden geliştirmiş tehditkâr hayalet, ruhlar aleminden fani diyara sürünüyordu.

               Bu sahneyi gören normal bir insan olsaydı, hiç şüphesiz çıldırır, dehşete düşerdi. Mo Ran ilk defa böyle bir şey gördüğünde korkudan soğuk terler dökmüştü ama alışalı uzun zaman olmuştu.

               Fani diyar ve hayalet diyarı arasındaki bariyer ilk defa antik zamanlarda İmparator Fuxi tarafından inşa edilmişti. Zaman geçtikçe incelmiş ve zayıflamıştı, ölümsüz efsuncular tarafından tamir edilmesi gerekiyor, çoğu kez çatlıyor ve çeşitli yerlerden kırılıyordu. Fakat böyle bir görev sadece kişinin efsun gücünü geliştirmemekle kalmıyor aynı zamanda da ruhsal güçlerini inanılmaz derecede zorluyordu. Sadece angarya olan bir iş için çok zahmetliydi ve efsun dünyasındaki pek az efsuncu bu yükü göğüslemeye gönüllüydü.  

               Tehditkâr ruhlar dünyaya girdiğinde, ilk saldıracakları kişiler aşağı efsun dünyasının halkıydı. Bu nedenle aşağı efsun dünyasının koruyucuları olan Sisheng Tepesi bariyeri onarma görevini üstlenmişti. Sektlerin arkasındaki dağlar bariyerin en zayıf noktasıyla karşı karşıyaydı, bunların hepsi bariyeri zamanında onarabilmek içindi.

               Yorgun bariyer yılda en az dört ya da beş kere güçten düşerdi, tıpkı sızdıran ikinci el bir demlik gibi: işe yaramazdı.

               Hayalet diyarının girişinde mavi taşlı merdivenin üzerinde bir adam duruyordu. Adamın kar beyazı cübbesi dalgalanıyor, geniş kol yenleri rüzgârda savruluyordu ve kılıcının aurası onu sarmalamıştı, altın ışığı parıldıyordu. Sadece kendi güçleriyle, tehditkâr ruhları arındırıyor, korku salan hayaletleri ait oldukları yere gönderiyor ve bariyerdeki yarığı onarıyordu.

               Tanrısal bir kutsallık havasıyla çevrelenmiş adamın bedeni ince, dış görünümü zarifti ve yüzü son derece yakışıklı ve güzeldi. Uzaktan, uhrevi, özenli bir havayla çiçeklenmiş ağacın altında durmuştu, önündeki parşömeni okurken yücelik âlimi olduğunu zannetmek kolaydı. Lakin yakından, yüz ifadesi bıçak kadar keskindi; anka kuşu gözleri yukarı kıvrımlı, burnu ise dar ve düzdü. Tavırları sofistike ve zarifti ancak bakışlarında ona özellikle soğuk ve acımasız bir görünüş kazandıran iğneleyici bir şeyler vardı.

               Mo Ran onu uzaktan izledi. Kendini hazırlamış olduğunu düşünse de dürüst olmak gerekirse, o kişinin bir kez daha sağlıklı ve sıhhatli olarak önünde belirmesi, Mo Ran’i kemiklerinin en küçük parçalarına kadar titretmişti.

               Yarı korkmuş, yarı… heyecanlıydı.

               Onun Shizun’u.

               Chu Wanning.

               Önceki yaşamında Wushan Sarayı’na geldiğinde Xue Meng’ın görmek için ağladığı ve yalvardığı kişi.

               Mo Ran’in muazzam planlarını mahveden bu adamdı. Mo Ran’in hırslı amaçlarını mahveden ve en sonunda, Mo Ran tarafından hapsedilen ve ölümüne işkence gören.

               Teknik olarak, Mo Ran rakibini mağlup ettiği ve öcünü aldığı için memnun olmalıydı.
               Okyanus, balıkların yüzmesi için özgür, gökyüzü, kuşların uçması için açıktı ve bundan böyle kimse Mo Ran’i durduramazdı. Aslında, Mo Ran böyle düşüneceğini sanmıştı.

               Ancak işler düşündüğü gibi gitmemişti.
               Shizun’un ölümünden sonra, Mo Ran’in düşmanlığı ile beraber, başka bir şey daha gömülmüş gibi görünüyordu.

               Mo Ran kültürlü bir adam değildi ve bunun değerli bir rakiple karşılaşma hissinden başka bir şey olduğunu anlayamamıştı.

               Sadece, o zamandan beri, bu dünyada başka bir baş düşmanı olmadığını biliyordu.
               Shizun hayattayken, Mo Ran korkmuş, kaygılı ve huzursuzdu. Shizun’un elindeki söğüt salkımını gördüğünde, vücudundaki bütün tüyler diken diken oluyor, tıpkı sık sık dövülmüş bir köpeğin sadece tahta sopanın çarpma sesiyle bile geri çekilmesi gibi, dişleri sızlıyor, bacakları koyveriyor ve dudaklarının kenarından salyaları akıyordu. Tedirginlikten baldırlarındaki kaslar bile kasılıyordu.

               Shizun’un ölümüyle, Mo Ran’in en çok korktuğu kişi yok olmuştu. Mo Ran sonunda akıl hocasını öldürme günahını işleyebildiğinde büyüdüğünü, olgunlaştığını hissetmişti.
               Ondan sonra, gözleri ölümlü dünyaya kaydığında, artık onu diz çöktürmeye cüret edebilecek kimse yoktu, yüzüne tokat atabilecek kimse yoktu.

               Kutlamak için bir kavanoz beyaz armut çiçeği şarabı açmış ve bütün bir gece boyunca çatıda oturarak içmişti.
               O gece, alkolün etkisi altında, gençliğinde Shizun’un kırbaçlanmasıyla oluşan sırtındaki yara izleri yepyeniymişçesine, bir kez daha taze bir acıyla yanıyordu.

               Tam da şu anda, bir kez daha kendi gözleriyle Shizun’un önünde durduğunu gördüğünde, Mo Ran kendini bakakalmaktan alamadı, korku ve dargınlık hissediyordu bundan başka belli belirsiz çarpık bir tür zevkin izi vardı.

               Böyle bir rakibi kaybettikten sonra geri kazanmıştı, nasıl memnun olmazdı?

               Chu Wanning tamamen ölülerin dağılmış ruhlarıyla savaşmaya odaklanmıştı, dağın arkasına izinsiz giren iki müridini görmezden geldi.

               Zarif bir yüzü vardı; kaşları uzun ve düzgündü, anka kuşu gözleri aşağı çevrili, davranışları zarif, asil ve uhreviydi. Yüz ifadesi kayıtsızdı, şeytani hava ve kan yağmuru karşısında bile soğuk ve mesafeliydi; olduğu yere oturarak tütsü yakıp guqin* çalsa bile tuhaf ya da yersiz görünmezdi.

Ç/N: Guqin: Parmakla çalınan, yedi telli bir Çin müzik aleti.

               Fakat şu anda bu zarif ve ağırbaşlı adam üzerinden kan damlayan ürpertici uzun bir defetme kılıcı kullanıyordu. Geniş kol yeninin tek bir hareketiyle, bıçağının gücü yeşillikli taş basamakları patlamayla biçti. Moloz ve yıkıntılar yuvarlandı ve ayırt edilemez derinlikte bir çatlak, o merdiveni, dağ geçitlerinin tepesinden dağın eteklerine kadar, binlerce basamakla beraber yardı.

               Ne kadar acımasız bir vahşet.
               En son Shizun’un gücüne şahit olduğundan bu yana kaç yıl geçmişti?
               O tanıdık cesur, ezici güç alışkanlıkla Mo Ran’in bacaklarını takatsiz bıraktı. Sarsak bir şekilde, dizlerinin üzerinde yere düştü.

               Chu Wanning’in bütün hayaletleri ortadan kaldırması ve hayalet diyarının sızdıran deliğini düzgünce kapatması uzun zaman almadı. Görevi tamamladıktan sonra, kaygısız ve yavaşça gökyüzünden Mo Ran ve Xue Meng’ın önüne indi.

               Yukarı, Xue Meng’a bakmadan önce ilk olarak yerde diz çöken Mo Ran’e baktı, anka kuşu gözleri kısmen buzluydu.

               “Yine mi sorun yarattı?”

               Mo Ran kabul etmek zorundaydı.
               Shizun bir durumu değerlendirmesine ve anında en doğru yargıya varmasına izin veren bir yeteneğe sahipti.

               “Shizun, Mo Ran dağdan indi ve hırsızlık ve ahlaksızlık suçlarını işledi. Shizun, lütfen cezasını ver,” dedi Xue Meng.

               Chu Wanning bir an sustu, ifadesi bomboştu ve sonra soğukça konuştu, “Anladım.”

               Mo Ran: “…”

               Xue Meng: “…”

               İkisinin de biraz kafası karışmıştı. Peki sonra? Bu muydu?

               Mo Ran şanslı olduğunu düşünmeye başladığı anda, Chu Wanning’e anlık bir bakış attı ve keskin altın ışık parlamasının şiddetle havayı yırttığını gördüğünde tümüyle gafil avlanmıştı. Yıldırım benzeri çatırdama doğrudan Mo Ran’in yanağına çaktı.

               Sıçrayan kanlar her yere serpildi!

               Altın ışığın hızı oldukça şok ediciydi. Kaçmak şöyle dursun, yüzündeki yara açılmadan önce Mo Ran’in gözlerini kapayacak vakti bile olmamıştı, yara acıyla yanıyordu.

               Chu Wanning ellerini arkasında kavuşturmuş, gecenin ilerleyen saatlerinin ölümcül esintisinde soğuk bir şekilde durmuştu. Hava hâlâ tehditkâr ruhların kokusuyla kirli ve boğuktu; yeni dökülmüş insan kanının taze kokusunun eklenmesiyle, dağın arkasındaki yasak bölgeler daha ürkütücü ve korkunç hale gelmişti.

               Mo Ran’i kırbaçlayan şey ansızın Chu Wanning’in elinde beliren söğüt salkımıydı. Asma salkım Chu Wanning’in botlarına kadar uzanıyordu ve boyunca filizlenen narin, yeşil yapraklarıyla uzun ve inceydi.

               Salkım hiç şüphesiz zarif bir nesneydi, akla çeşitli şiir dizelerini getirecek bir şeydi, “Letafet, sevgilime hediye ettiğim söğüt dalıdır.”* gibi.

Ç/N: Bir Tang Hanedanlığı şairi, 张九龄 (Zhang Jiuling), 杨柳 şiirinin ilk dizesi.

               Maalesef, Chu Wanning ne latifti ne de bir sevgiliye sahipti.

               Ellerindeki söğüt salkımı “Tianwen” olarak adlandırılan bir kutsal silahtı. Tam şu an, Tianwen parlak altın rengi ve kızıl ışıltılar saçıyordu, etraftaki karanlığı aydınlatıyor, Chu Wanning’in dipsiz derinlikler gibi gözlerine yaşam veriyordu.

               Chu Wanning’in dudakları konuşurken incecik bastırılmıştı, soğuk bir sesle, “Mo Weiyu, kesinlikle utanmazsın. Gerçekten seni terbiye etmeyeceğimi mi düşündün?”

               Gerçekten on altı yaşındaki Mo Ran olsaydı, Chu Wanning’in sözlerini ciddiye almayabilirdi, Shizun’un onu korkutmak için blöf yaptığını düşünürdü.

               Gel gör ki yeniden doğmuş olan bu Mo Weiyu, uzun zaman önce Shizun’un müridi olmanın neye benzediğini öğrenmek için kan bedelini ödemişti. Dakikasında, diş köklerinin acıdığını ve kanın kafasına hücum ettiğini hissetti. Ağzı çoktan çalışıyordu, hırçın bir şekilde her şeyi reddediyor, adını temizlemeyi umuyordu.

               “Shizun…” Yanağı hâlâ kanayan Mo Ran gözlerini kaldırdı ve gözyaşlarının parlaklığıyla dolmalarına izin verdi. Şu anki tavrının dokunaklı ve acınası olduğunu biliyordu. “Bu mürit asla çalmadı… asla ahlaksızlık yapmadı… Shizun nasıl sadece Xue Meng’ın sözlerine dayanarak bana vurabilir, olayı benden bile dinlemeden?”

               “………………”

               Amcasına karşı, Mo Ran’in nihai iki taktiği vardı. Birincisi: sevimli davranmak. İkincisi: acınası davranmak. Şimdi iki taktiği de Chu Wanning’in üzerinde deniyordu, dökülmekle tehdit eden göz yaşlarıyla o kadar mağdur duruyordu ki. “Bu mürit senin gözünde gerçekten o kadar değersiz mi? Shizun nasıl açıklamam için bana bir şans bile vermez?”

               Onların yanında, Xue Meng o kadar öfkeliydi ki ayağını yere vuruyordu. “Mo Ran!!! Seni, seni köpek bacağı parçası!Sen, sen utanmazsın! Shizun, onu dinleme! Bu piçin kafanı karıştırmasına izin verme! O gerçekten çaldı! Çalınan bütün mallar hâlâ burada!”

               Chu Wanning gözlerini indirdi, ifadesi soğuk ve mesafeliydi. “Mo Ran, gerçekten hiç hırsızlık yapmadın mı?”

               “Hiç.”

               “…Bana yalan söylemenin sonuçlarının ne olduğunu biliyor olmalısın.”

               Mo Ran’in bütün vücudundaki tüyler diken diken oldu. Nasıl bilmezdi? Yine de katır gibi inatçıydı. “Shizun, lütfen sorgula!”

               Chu Wanning elini kaldırdı. O parıldayan salkım, bu sefer tekrar Mo Ran’in yüzüne çarpmak için salınmadı. Bunun yerine, Mo Ran’in etrafına sıkıca bağlandı.

               Bu his çok tanıdık geliyordu. Günlük olarak insanları kırbaçlamaktan başka, söğüt salkımı “Tianwen’in” başka bir kullanımı vardı–––

               Chu Wanning, Tianwen’in ölümcül pençesinde tutulan Mo Ran’e baktı ve bir kez daha sordu, “Hiç hırsızlık yapmadın mı?”

               Aniden Mo Ran’in hissedebildiği tek şey, sanki keskin uçlu küçük bir yılan aniden göğsüne girmiş ve organlarının arasında tahribata neden olmuş gibi, doğrudan kalbini delen tanıdık bir ıstıraptı.

               Saplanan ağrıya eşlik eden, karşı konulamaz bir cazibeydi. Mo Ran’in ağzı istemeden açıldı ve boğuk bir sesle, “Ben… hiç… hiç… AH…!!” dedi.

               Tianwen’in altın ışığı, sanki yalan söylediğini hissediyormuş gibi çılgına dönmüştü. Ancak Mo Ran’i soğuk tere boğmaya yetecek kadar acı olsa da sahip olduğu her şeyle bu işkenceye yine de direndi.

               Kırbaçlamadan sonra, Tianwen’in ikinci işlevi buydu––––sorgulama.

               Tianwen’e bağlandıktan sonra kimse önünde yalan söyleyemezdi. İster insan ister hayalet, diri veya ölü olsun, Tianwen’in onları konuşmaya zorlama ve Chu Wanning’e istediği cevapları verme yeteneği vardı.

               Önceki yaşamında, güçlü efsununa güvenerek nihayet Tianwen’den bir sır saklamayı başaran tek bir kişi vardı.

               Ve o kişi, fani dünyanın imparatoru Mo Weiyu’ydü.

               Yeni doğan Mo Ran’in büyük umutları vardı ve Tianwen’in zorlu sorgulamasına karşı bir zamanlar yaptığı gibi yine de savaşabilmesi gerektiğini düşünüyordu. Ama dudaklarını ısırmanın sonsuzluk hissinden, mürekkep gibi koyu kaşlarından damlayan dev ter boncuklarından ve tüm vücudu titreyen ürpermelerden sonra, sonunda acıdan yere kapanmıştı, Chu Wanning’in ayaklarına çökmüştü, nefes nefeseydi.

               “Ben… ben… çaldım…”

               Acı birdenbire kayboldu.

               Mo Ran, Chu Wanning’in bir sonraki sorusu gelmeden nefes bile alamamıştı, sesi eskisinden daha soğuk geliyordu.

               “Ahlaksızlık yaptın mı?”

               Zeki adamlar aptalca işler yapmaz. Daha önce dayanamadığı için, şimdi daha da imkânsızdı. Bu sefer Mo Ran itiraz etme zahmetine bile girmedi; acı geldiği an haykırdı, “Yaptım yaptım yaptım yaptım!!! Shizun lütfen! Daha fazla yapma.”

               Yanda, Xue Meng’ın yüzü maviye dönüyordu ve şok olmuştu, “Nasıl, nasıl yaparsın… o Rong Jiu bir erkek ama yine de sen…”

               Tianwen’in altın ışığı yavaşça söndüğünde görmezden geldi. Mo Ran koca bir ağız dolusu havayı içine çekti, tüm vücudu sanki sudan çıkarılmış gibi sırılsıklam olmuştu. Yüzü çarşaf gibi beyazdı ve hareket edemeyecek şekilde yerde yatarken dudakları kontrolsüz bir şekilde titriyordu.

               Terle ıslanan kirpikleri arasından Chu Wanning’in bulanık ama zarif siluetini, yeşil yeşim tacı ve yere kadar uzanan geniş kol yenleriyle görebiliyordu.

               Aniden kalbinden güçlü bir nefret dalgası geçti–––Chu Wanning! Bu Saygıdeğer Kişi, sana önceki yaşamında olduğu gibi davranmakta hatalı değildi!! Hayata geri dönmemle bile, seni görmem beni kızdırmaya yeter! Atalarının on sekiz neslini sikeyim!!

               Chu Wanning, canavar müridinin atalarının on sekiz neslini siktiğinin farkında değildi. Şu an olduğu yerde duruyordu, yüzü kasvetliydi. Sonra, “Xue Meng,” dedi.

               Xue Meng şu anda zengin hanelerin erkek bedeninden zevk almasının moda olduğunu, pek çoğunun canlandırıcı olduğu için erkek fahişelerle oynamaktan hoşlandığını, aslında erkeklerden hoşlandıkları anlamına gelmediğini bilse de yine de bu gerçeği kabullenmesi zor buldu. Cevap vermesi biraz zaman aldı. “Shizun, bu mürit burada.”

               “Mo Ran doyumsuz hırsızlık, sefahat ve aldatmacaya karşı üç emri çiğnedi. Kefaret için Yanluo Salonu’na götür. Yarın sabah ilk iş olarak onu herkesin önünde cezalandırılması için Günah ve Erdem Platformu’na getirin.”

               Xue Meng şok olmuştu. “N-ne? Herkesin önünde cezalandırılmak mı?”

               Herkesin önünde cezalandırılmak, ağır günahlar işleyen müridin, tüm sekt müritlerinin huzuruna sürüklenip herkesin önünde cezalandırılması anlamına geliyordu. Kafeteryadaki büyükanneler bile getirilecekti.

               Tamamıyla utanç verici.

               Mo Ran’in Sisheng Tepesi’nin genç bir efendisi olduğu bilinmelidir! Sektin kurallarının katı olduğu söylenebilse de Mo Ran’in statüsü özel olduğu için – amcası, anne babasını gençliğinden beri kaybettiği ve on dört yıldır dışarıda mahsur kaldığı için üzülüyordu – her zaman şımartarak savunacaktı. Mo Ran hatalar yapsa bile, yine de yalnızca özel olarak öğüt verirdi ve ona bir kez bile vurmamıştı.

               Ancak Shizun, sekt liderinin itibarını bile düşünmezdi ve hakikatten değerli yeğenini Günah ve Erdem Platformu’na sürükler, Mo-Gongzi’yı tüm sektin önünde cezalandırır ve utandırırdı. Bu, Xue Meng’ın hiç beklemediği bir şeydi.

               Öte yandan Mo Ran hiç şaşırmamıştı.

               Yere uzandı, dudakları alaycı bir şekilde kıvrıldı.

               Bakın, Shizun’u ne kadar doğru, ne kadar adaletli.

               Chu Wanning soğukkanlı bir insandı. Önceki yaşamda, Shi Mei gözleri önünde ölmüştü. Mo Ran ağlamış ve yalvarmış, cübbesinin eteklerine kapanmıştı, yere diz çökmüş, yardım etmesi için yalvarmıştı.

               Ama Chu Wanning kulak asmamıştı.

               Ve böylece müridi ondan önce son nefesini vermişti. Ve yanında, Mo Ran hüngür hüngür ağlamıştı. Ve yine de Chu Wanning parmağını bile kıpırdatmadan izliyordu.

               Şu anda olan şey, alenen cezalandırılmak üzere Günah ve Erdem Platformu’na sürüklenmekten başka bir şey değildi. Bunda sıra dışı hiçbir şey yoktu.

               Mo Ran’in tek yapabileceği şu anki halinin zayıf efsununa kızmaktı. Chu Wanning’in derisini soyamayacağına, sinirlerini çekemeyeceğine, kanını içemeyeceğine içerlemişti. Chu Wanning’in saçını geri çekemeyeceğine, kalbinin içeriğine zarar veremeyeceğine, ona eziyet edemeyeceğine, haysiyetini yok edemeyeceğine, onu ölümden daha kötü bir hayat yaşatamayacağına kızdı…

               Gözlerindeki canavarımsı vahşet bir anlığına kaybolmuş ve Chu Wanning bunu bir anlığına görmüştü.

               Mo Ran’in yüzüne, kendi tamamen ifadesiz, zarif, bilgili yüzüyle kaygısızca baktı.

               “Ne düşünüyorsun?”

               Siktir!

               Tianwen henüz geri çekilmemişti!

               Mo Ran bir kez daha onu bağlayan salkımın sıkıştığını ve büküldüğünü hissedebiliyordu, organlarının pelteye dönüşeceğini hissediyordu. Zihnindeki düşünceleri salarak, acı içinde çığlık attı––––

               “CHU WANNING! ÇOK ÇETİN OLDUĞUNU MU DÜŞÜNÜYORSUN?! SENİ ÖLENE KADAR SİKMEMİ İZLE!”

               Herkes sessizdi.

               Chu Wanning: “………………”

               Xue Meng bile şaşkına dönmüştü, “……………………”

               Tianwen aniden Chu Wanning’in avucuna döndü ve sonunda gözden kaybolmadan önce altın ışık zerrelerine dönüştü. Tianwen, Chu Wanning’in kemiklerinden ve kanından yapılmıştı ve çağrıldığında ortaya çıkabilir ve istenildiği zaman ortadan kaybolabilirdi.

               “Sh-Sh-Shizun…” diye kekelediğinde Xue Meng’ın yüzü solgundu.

               Chu Wanning konuşmadı. Uzun, mürekkep gibi, narin kirpikleri uzun bir süre kendi avucuna bakarken indirildi. Sonra gözlerini kaldırdı, yüz ifadesi öncekinden biraz daha buzlu hale gelmekten başka kıpırdamamıştı. Mo Ran’i konuşmadan “bu canavarımsı mürit ölümü hak ediyor” diyen bir bakışla sabitlerken, kısık sesle konuşmadan önce uzun bir süre geçti:

               “Tianwen bozuldu. Onaracağım.”

               Bu kelimeleri söyledikten sonra Chu Wanning arkasına döndü ve gitti.

               Xue Meng zeki bir çocuk değildi, “Ti-Tianwen gibi kutsal bir silah nasıl bozulabilir?”

               Chu Wanning onu duymuştu. Döndü ve ona bakmak için bir kez daha “bu canavarımsı mürit ölümü hak ediyor” ifadesini kullandı. Xue Meng omurgasından aşağıya doğru inen bir ürperti hissetti.

               Mo Ran yarı ölü, yüzü cansız bir şekilde yerde yatıyordu.

               Daha önce gerçekten Chu Wanning’i öldürmek için bir şans bulmayı düşünüyordu. “Gece Göğünün Yuheng’i, Ölümsüz Beidou”* gibi unvanlarıyla bu Chu-zongshi’nin her zaman zarif, ince tavırlara ve haysiyete önem veren biri olduğunun farkındaydı. Gerçekten dayanamadığı şey, birinin ayağının altında ezilmekti, aşağılanıp baskı görmekti.

Ç/N: Gece Göğünün Yuheng’inde, Yuheng: Büyük Ayı (Ursa Major) ve Beidou Xian-Zun: Büyük Ayı’nın Kutsal Lütfu.

               Ama Chu Wanning’in böyle bir şeyi öğrenmesine nasıl izin verebilmişti!

               Mo Ran yüzünü kapatarak terk edilmiş bir köpek gibi acınası bir şekilde uludu.

               Chu Wanning’in giderkenki gözlerini hatırlayan Mo Ran, muhtemelen yaşayacak fazla zamanı olmadığını düşündü.

               Yazarın Notları:

               Shizun nihayet burada! Yanlış gemiye binmeyin, yanlış pozisyonu varsaymayın. Shizun alt, alt, alt = =. Mürekkeple Beslenen Balık (Mo Weiyu için bir kelime oyunu) üst, MC (Ana Karakter) üstte!

               Meatbun: Shizun’u gördüğünde neden bacakların zayıfladı? Sen üstte değil misin? En yüksek enerjin nerede?

               Mürekkeple Beslenen Balık: Yaşlılık, kireçlenme.

               Meatbun: Düzgün konuş.

               Mürekkeple Beslenen Balık: Hikâyede 32 yaşındaki ruhumu vurgulamayı bırakabilir misin? Reenkarnasyondan sonra çevikleştim! Ben masum ve enerjik bir gencim!

               Meatbun: O zaman nasıl hâlâ kireçlenmen var?????

※※※