184. Shizun, Seni Çok Beklettim

Share

                  Hızla pirinç dolu bir kâse ve bir yemek kutusuyla geri döndü. Chu Wanning’in yanına oturdu.

                  Chu Wanning biraz şaşırmış ve tereddüt etmişti. “Sen… Shi Mei’in masasına gitmiyor musun?”

                  Mo Ran şaşırmıştı. “Neden o masaya gideyim ki?”

                  Bunu duyan Chu Wanning aniden keyiflendi. Gözlerini indirdi ve hafifçe öksürdü. “Oradaki yemeklerin damak tadına daha uygun olacağını düşünmüştüm.”

                  Mo Ran kulaklarının uçlarının biraz kızardığını olduğunu gördü ve aniden şöyle düşündü, Chu Wanning kıskanmıyordur herhalde, değil mi? Kalbi hızla çarptı ve gülümsedi. Kulağına fısıldadı, “Sen neredeysen, orası hoşuma gidiyor.”

                  Chu Wanning’in kulakları bu sefer tamamen kızarmıştı.

                  Dizi başta Mo Ran’in dizine dayanıyordu, ama şimdi kendini daha da hassas hissediyor ve uzaklaşmak istiyordu. Tabii Mo Ran istemiyordu. Masa örtüsünün altında Chu Wanning’in bacağına dokundu.

                  “Sen -!”

                  Sesi diğerlerinin dikkatini çekmişti. “Xianjunun nesi var?”

                  Chu Wanning hata ettiğini biliyordu ve kendini sakin olmaya zorladı. “Bir şey yok.”

                  Mo Ran kahkahasını tuttu. Chu Wanning’in gerçekten ilginç olduğunu düşünüyordu.

                  Gülünç ya da şehvetli bir şey yapmak istemiyordu. Sonuçta bu, düşmanı öldürmek için beş yüz askerini kaybetmek anlamına gelen bir meseleydi. Sadece Chu Wanning’in ondan bu kadar uzakta olmasını istemiyordu.

                  Böylece Chu Wanning’in bacağını yakaladı ve çocukça onu geri çekerek ona yaslanmasını istedi.

                  Chu Wanning tekrar uzaklaştı ve Mo Ran onu tekrar geri çekti.

                  Sonunda Chu Wanning daha fazla dayanamadı. Onu masanın altından tekmeledi, ama kaçmadı.

                  Mo Ran güldü.

                  Chu Wanning, “Sen gerçekten hastasın,” dedi.

                  İkisi yemeklerini yediler.

                  Mo Ran ilk önce Chu Wanning’in kâsesine baktı. Tabii ki sadece birkaç sebze ve bir parça tofu vardı. Çorba dolu mantılar masadaki diğer çocuklar tarafından çoktan yenmişti.

                  Mo Ran ona küçük bambu yemek kutusunu uzattı.

                  “Bu nedir?”

                  Mo Ran fısıldadı, “Çorba dolu mantı, altısı yengeç, altısı karides dolgulu. Bunu özellikle senin için yaptım… Şşşt, ses çıkarma. Hızlıca ye. Sofrada diğerlerine karşı asla kazanamayacağını biliyordum.”

                  “…”

                  Masadaki tek kişinin kendisi olduğu çok belliydi. Chu Wanning biraz utandı ve hareket etmek istemedi. Ancak Mo Ran’in siyah gözlerinin ona samimiyetle baktığını ve yanaklarında biraz un olduğunu görünce onu reddetmeye cesaret edemedi.

                  Dahası, ‘senin için özel olarak yaptım’ sözleri kulağa çok cazip geliyordu.

                  Chu Wanning hiçbir şey söylemedi. Bir süre sonra sessizce yiyecek kutusunu açtı ve ardından bambu kutunun kapağını kaldırdı. Lezzetli ve sıcak yengeç dolguluyu yemeye başladı. Zengin ve sıcak çorba, narin hamurun içinden akıyor, yüreğine işliyor ve içini ısıtıyordu.

                  “Güzel mi?” Adam onaylanma umuduyla ona baktı.

                  Chu Wanning yemek çubuklarını ısırdı ve “Fena değil. Sen de dene,” dedi.

                  “Ben yemeyeceğim. Hepsi senin için.” Mo Ran gülümsedi. Siyah gözleri ışık ve sıcaklıkla doluydu. “Beğenmen güzel. Neden bir de karidesliyi denemiyorsun?”

                  Adam tamamen odaklanmıştı. Yanaklarındaki un bir çift siyah parlak gözle uyum içindeydi, bu onu acınası ve sevimli kılıyordu.

                  Chu Wanning’in kafası, Mo Ran’in seçimi karşısında hâlâ biraz karışmış haldeydi. Neden Shi Mei’i terk edip kendi tarafına geçtiğini anlamıyordu. Ama şu anda Mo Ran’in bakışları fazlasıyla saf ve kararlıydı. Başka hiçbir şeye yer yoktu. Ona bakan herkesin kendini rahat hissetmesi için yeterliydi.

                  Akşam yemeğinden sonra köy muhtarı herkesi ata salonunun önünde bir oyun izlemeye davet etti. Sahne nehrin kenarına kurulmuştu. Bakır zillerin sesi çınlıyor ve huqin1 çalıyordu. Sheng, Dan, Jing ve Chou2 birbiri ardına sahneye çıktı. Oyun çok hareketliydi. Su misali kol yenleri dans ederken yüzündeki maske şaşkınlık ifadesine büründü. Jiao’er3 eliyle altın ateş zincirini4 tuttu, ağzındaki reçineyi püskürtme borusuyla püskürtüp başına kaldırarak sinirle baktı. Alevler anında kıyamet yeri gibi yükselmişti, inci ve zümrüt dolu başı ve yüzü üzerinde parlarken, tüm izleyicilerden alkış ve tezahürat almıştı.

                  Chu Wanning bu tür bir numarayı izlemek istemiyordu. Birinci sebebi, fani dünyadaki numaraların çok beceriksiz olmasıydı. Bir bakışta hileyi görebiliyordu, bu yüzden eğlencenin ve heyecanın çoğunu kaybetmişti. İkincisi, seyircilerin omuz omuza itişip durmasıydı. Sahne o kadar canlıydı ki tadını çıkaramamıştı.

                  Yani ilgilenmiyordu. Shi Mei de ilgilenmiyordu. İkisi de gitmeyi planlıyordu. Mo Ran hiçbir şey söylemedi. Yanlarına yürüdü ve sonunda sahneye baktı.

                  Shi Mei nazikçe konuştu, “Hadi gidelim. Eğer çok geç dönersek, Sekt Lideri endişelenir.”

                  “Tamam.”

                  Mo Ran hiçbir şey söylemedi. Başını eğdi ve takip etti. Ancak birkaç adım sonra Chu Wanning’in hafifçe “İzlemek ister misin?” diye sorduğunu duydu.

                  “Wang Kai ve Shi Chong’un zenginlik konusundaki rekabetini canlandırıyorlar. Oldukça ilginç.”

                  İzlemek isteyip istemediğini söylememişti. Ama Chu Wanning sessizce onu dinledi ve şöyle dedi: “O halde gitmeden önce geri dönüp izleyelim.”

                  Shi Mei biraz şaşırmıştı, “Shizun, akşam yemeğine kalarak ödeneği vermeyi zaten erteledik. Eğer oyunu izlemeye kalırsak…”

                  Chu Wanning, “Oyunu izleyelim. İşimiz bittikten sonra gideceğiz,” dedi.

                  Shi Mei çok nazikti. Gülümsedi ve “Tamam, Shizun’u dinleyeceğim,” dedi.

                  Üçü tekrar sahnenin önüne dönüp, kalabalığın içine karıştılar. Linyi’den gelen birçok yerli daha önce Sichuan’a gelmemiş, Sichuan tiyatrosunu görmemişti. Su misali savrulan kol yenleri ve karmaşık yüz maskeleri onları şaşkınlığa uğratmıştı. Kısa boylu çocuklar sahneyi göremiyordu. Bazıları yetişkinler tarafından boyunlarında taşınırken, diğerleri sahneye tırmanarak, parmak ucuna kalkarak bakmaya çalışıyordu.

                  “Kral bana hazinenin ışığı olan Mercan Yeşim Ağacını bahşetti––––”

                  Sahnede ‘Wang Kai’ ve ‘Shi Chong’ zenginlik ve şöhretin keyfini çıkarırken birbirlerini aşağıya indirmeye çalışıyor, yüzleri kızarıyor ve boyunları kalınlaşıyordu.

                  “Elli li’lik mor ipekten yol eve dönüş yolunu döşer5, buna kim karşı koyabilir?”

                  “Harika! Hahaha, bir sahne daha!”

                  Oyunu izleyenlerin gözleri parlıyordu. Çocukların ağızlarına hamur işleri tıkılmıştı. Elleriyle yetişkinlerle birlikte alkış patlatıyorlardı.

                  Burası her türlü nezaket ve görgü kurallarının olduğu Yukarı Efsun Diyarı değildi. Kimse aptalca oturup gösteriyi izlemiyordu. Hizmetçiler sırtlarına masaj yapıp, cariyeler yelpazelerle yellerken sakin ve nezih bir tavırla yasemin çaylarını yudumluyorlardı. Sahnenin altındaki soğuk hava, sahnedeki oyuncuların ruh hallerini de etkilemişti, hepsi keyifsiz ve sıkıcı bir şekilde bir opera şarkısı söylüyorlardı. “Elveda Cariyem” şarkısı artık kulağa kaplumbağa, cırcır böceğine veda ediyor6 gibi geliyordu.

                  Bu insanlar saf ve hoyrattı, ancak tüm coşkularıyla gürültülü bir şekilde ayakta alkışlıyor, ayağa kalkıyor ve bağırıyorlardı. Çok hoyratça ve canlıydı. Chu Wanning dalganın ortasında duruyordu ve bununla nasıl başa çıkacağını bilmiyordu. Onun gibi sıkıcı bir kişi muhtemelen Wang Kai’nin kalabalıkta Shi Chong’la dövüşmesini izlemek yerine Yukarı Efsun Diyarı’nda oturup kaplumbağanın cırcır böceğinden ayrılışını dinlemeyi tercih ederdi.

                  Bu tür yoğun duygulardan hoşlanmayan başka bir kişi daha vardı.

                  Shi Mei bir süre durdu. Suona7 ve zillerin sesinden dolayı başı ağrıyormuş gibi görünüyordu ama yine de huylu bir şekilde yerinde duruyordu. Ta ki yanındaki iri bir adam “Mercan Yeşim Ağacının kırılması” sahnesini görünce heyecandan coşana kadar. Bir anda ayağa kalkıp ellerini çırpmaya başlayınca, yanlışlıkla başka bir adamın tuttuğu çaya çarpmış ve sıcak çay Shi Mei’in üzerine sıçramıştı.

                  “Ah! Özür dilerim! Özür dilerim!”

                  “Xianjun, gerçekten üzgünüm. Şu beceriksiz ellerime, ayaklarıma bak,” dedi

Shi Mei aceleyle, “Sorun değil, sorun değil,” dedi.

                  Ancak kıyafetleri kirli ve ıslaktı. İçini çekti ve çaresizce Chu Wanning’e şöyle dedi: “Shizun, ben geri dönsem nasıl olur? Geri dönüp kıyafetlerimi değiştireceğim ve sonra görevin sonucunu Sekt Liderine rapor edeceğim.”

                  Chu Wanning, “Tamam, geri dönerken dikkatli ol,” dedi.

                  Shi Mei gülümsedi, Mo Ran’e veda etti ve oradan ayrıldı. Chu Wanning kaçış tekniğinin iyi olduğunu düşünüyordu. Kendisi de çarpışacak birini mi bulmalıydı? Böylece coşkulu kalabalığın içinde sıkışıp kalmaktan kurtulabilirdi. Derin düşüncelere dalmışken aniden kalabalıktan tezahürat sesleri duyuldu. Gözleri sahneye döndüğünde, Wang Kai’yi oynayan aktör o kadar öfkeliydi ki uzun sakalı öfkeden uçuşuyordu. Ağzında ateş topu tutarak aniden dev bir alevi nehre doğru püskürttü.

                  “Boom–––––”

                  Nehir dalgalandı ve parıldayan su turuncu-kırmızıya dönüştü.

                  “Vay be! Müthiş! “

                  “Tekrar yap! Tekrar yap!”

                  “…” Chu Wanning anlamamıştı. Görülecek ne vardı ki… Eğer Xue Meng da olsaydı atş topuna gerek kalmadan yüzlerce kez yanmasını sağlayabilirdi.

                  İlgisizce dururken, yanında duran Mo Ran’in gülümsemesini fark etti. O uzun boylu adamın parmaklarının ucunda durmasına hiç gerek yoktu. Orada sakince duruyordu ve kimse onun görüş alanını kapatamazdı. Yakışıklı yüzü ateşin ışığıyla aydınlanıyordu. Gamzeleri derindi ve bakışları nazik ama yoğundu. İçinde kimseye tam olarak anlatamadığı bir şeyler parlıyordu sanki.

                  Chu Wanning’in bakışını hissederek arkasını döndü ve daha da parlak bir şekilde gülümsedi. Siyah gözleri biraz ıslak görünüyordu ama aynı zamanda hiçbir şey yokmuş gibiydi. Bu sadece Chu Wanning’in yanılsamasıydı.

                  “Küçükken bu oyunu dinlemek için sık sık tiyatroya giderdim. Her seferinde oyun bitmeden yönetici tarafından kovalanırdım.” Mo Ran’in ses tonu rahat ve sakindi. “İlk defa oyunun tamamını dinledim… Shizun, beğendin mi?”

                  “…”

                  Chu Wanning gözlerinin içine baktı ve sonunda konuştu.

                  “Evet, fena değildi.”

                  Mo Ran’in gülümsemesi parladı, sanki gece aydınlanmıştı. Sahnede sessiz bir şarkı duyuldu. Bir perde kapanırken bir diğeri açıldı. Kara kaşlar duman gibiydi, çivit tüyler hafifçe titriyordu, kralın heyecanı sona ermişti, alçakça yaşayan bir cariye ne işe yarardı ki–––––

                  “Ah, elveda cariyem.” Mo Ran arkasını döndü ve gülümsedi. “Hadi gidelim. Zenginlik savaşı bitti, artık memnunum. Hadi geri dönelim.”

                  “Biraz daha izleyelim.”

                  “Hım?”

                  “O kadar da sıkıcı değil. Birkaç oyun daha izlemenin zararı olmaz.”

                  Mo Ran sanki hoş bir sürprizmiş gibi kaşlarını hafifçe kaldırdı. Sonra parlak bir şekilde gülümsedi. “Peki.”

                  Elveda Cariyem, Jinshan Tapınağı, Çift Çivi Yargısı, Kulede Oturmak, Merhameti Öldürmek.

                  Birbiri ardına oyun oynanmış, kimse yerinden ayrılmamıştı. Zaman geçtikçe insanlar daha da coşkulu ve neşeli hale gelmiş, canlı ve enerjik bir ruh hali sergilemişlerdi.

                  Yaşlı amcalar bile sahnedeki Yan Pozi’yi8 takip ederek şu cümleyi tekrarlıyordu: “Bir iyilik sözü üç kışı ısıtır, bir kötü söz altı ayı dondurur––––”

                  Oyunun en yoğun kısmında Song Jiang aniden insanları öldürerek tüm seyircilerin alkışını kazandı. Alkışlar sahnedeki sanatçıların şarkılarını bile gölgeliyordu. Sarhoş köylüler Chu Wanning’i itti ve omzunu okşadı ama geri çekilme şansı yoktu. Sinirlenmek onun için iyi değildi. Tam bir ikilem içindeyken bir çift sıcak el omuzlarına dokundu.

                  Arkasını döndü ve Mo Ran’in gözleriyle buluştu. Bu adamın ne zaman arkasında durduğunu bilmiyordu. Gülümseyerek onu yanına çekmişti, ona yaslanmasını ve etrafındaki insanlar tarafından rahatsız edilmemesini sağlamıştı.

                  Bir an için kahkahalar, gong ve davul sesleri o kadar uzaklaştı ki. Chu Wanning’in kulakları biraz ısındı. Bir anlığına Mo Ran’e baktı ve sonunda ona bir daha bakmak istemeyerek yüzünü çevirdi.

                  Ama arkasındaki sıcaklık o kadar sıcaktı, nefesi de o kadar yakıcıydı ki. Güçlü göğsü ona doğru bastırılmıştı ve belirgin eklemleri olan büyük elleri omuzlarını tutuyordu. Deri davullar yoğunlaşınca ateş püskürtülen oyun yeniden oynandı. İnsanların dikkatleri oraya çekilmişti, bağırıp çağırıyor ve alkışlıyorlardı.

                  Chu Wanning ayrıca sakinmiş gibi davranmak için gönülsüzce iki kez alkışlamak istemişti.

                  Ancak elini kaldıramadan tüm vücudu Mo Ran tarafından arkadan sarıldı. Belki kimsenin bunu fark etmeyeceğini hissettiği içindi, belki etrafındaki insanlar onu daha da yakınına ittiği içindi, belki de böylesine muhteşem bir sahnede özellikle olduğu kişiye daha yakın olmak istediği içindi. Yakın, hatta daha da yakın. Karışıp bir olamamalarından, kemiklerinin ve kanlarının birleşememesinden nefret ediyordu.

                  Yine de Mo Ran gözlerini indirdi ve onu arkadan kucaklayarak kollarıyla çevreledi. Güçlü kolları onu kollarının arasına aldı ve sonra yüzünü çevirdi. Sahnedeki ateş gece göğünü aydınlattığı anda Chu Wanning’in kulağını öptü.

                  Aniden alevler yükseldi, sanatçının yüzünü aydınlattı ve seyircilerin kalplerini yaktı.

                  “Bana eşlik ettiğin için teşekkür ederim,” Mo Ran kulağına fısıldadı. Sesi alçak ve kısıktı ama çok nazikti. “Oyundan hoşlanmadığını biliyorum.”

                  “…Fazla düşünüyorsun. Oyun hoşuma gitti.”

                  Mo Ran hafifçe gülümsedi ve hiçbir şey söylemedi. Ona daha da sıkı sarıldı ve çenesini boynuna yasladı.

                  Alevler titreşti ve Chu Wanning aniden bir şey sormak için ağzını açtı. “Mo Ran, sen neden…”

                  “Hahaha, harika!”

                  Sesi zayıftı ve hemen kalabalığın yaygarası tarafından yutulmuştu.

                  Mo Ran “Ne oldu?” diye sordu.

                  “… Hiçbir şey.” Chu Wanning’in yüzü biraz kızarmıştı ve ardından hafifçe ince bir öfke tabakasıyla kaplandı. Bu soruyu ikinci kez sormak istemiyordu. Bir keresinde tüm gücünü tüketmişti. Şu anda kendini çok utanmış ve öfkeli hissediyordu ve bir daha ağzını açmak istemiyordu.

                  Mo Ran bir süre sessiz kaldı. Aslında Chu Wanning’in sorusunu tam olarak duymamıştı, ama birdenbire şöyle dedi: “Sevdiğim kişi her zaman sendin.”

                  “…”

                  Kalbi aniden şiddetle çarpmaya başladı.

                  “Her zaman sendin. Çok aptaldım. Geçmişte kendi duygularımı anlayamamıştım.”

                  Güm, güm, güm. Kalbi davul gibi atıyordu ve sahnedeki ses göğsündeki ses tarafından bastırılıyor gibiydi.

                  “Özür dilerim.”

                  “…”

                  “Seni uzun süre beklettim.”

                  Önünde sadece havai fişeklerin renk cümbüşü vardı, kulakları uğulduyordu. Hiçbir şeyi net olarak duyamıyordu ve dünya dönüyordu. Ayaklarının yerde mi yoksa bulutların üzerinde mi olduğunu bilmiyordu. Tek gerçek varlık arkasındaki o kişiydi, rüzgârın hiçbir rengi veya izi yoktu, ama şimdi burun deliklerini saran Mo Ran’in nefesi haline gelmişti.

                  Chu Wanning aslında çok fazla açıklama duymak istemiyordu. Tek istediği sevdiği kişiden bir onay sözüydü. Ve şimdi bu onayı alınca artık çevresini net göremez olmuştu. Baş dönerken her şeyin çok renkli olduğunu düşündü. Düşünemiyordu, hareket edemiyordu ve bu yoğun yağlı boya tablosunda sürüklendi. Sonunda beş duyusunu kaybetti.

Yazarın Notu:

Opera müziğinin rastgele araya girmesi konusunda endişelenmeyin, sonuçta bu bir hayal 23333

Mini Tiyatro “Yuliang Köyü’nden Bir Yardım”

Shi Mei: Ah, bu köydeki insanlar bana karşı düşmanca davranıyor gibi hissediyorum.

Köpek: Neden öyle düşünüyorsun?

Shi Mei: O baş yardımcı oyuncu olan Ling’er hakkında konuşmayacağım, zaten geçmişte kaldı, ama sadece bir oyun izlerken bile üzerime çay dökecek kadar ileri gidiyorlar ha? Uzun zamandır görünmemiştim, sadece biraz oyun izlemeye geldim, NPC’ler bana biraz daha dostça davranamaz mı?

Köpek: Hım… Belki de bu köyün halkı, kedi-köpek baş tokuşturması ekibinin9 yardımcı oyuncularıdır (kahkahalar içinde gözyaşı döker).

Dipnotlar

  1. Bir çalgı.

  2. 生 旦 净 末 丑 Pekin operasındaki roller: 生 sheng (ana erkek rolü), 旦 dan (kadın rolü), 净 jing (boyalı yüz erkek rolü) ve 丑 chou (erkek palyaço rolü).

  3. Jiao’er: opera endüstrisindeki aktörler için onur verici bir unvan
  4. Ateş zinciri: Ateşin zincirle bağlandığı bir cihazdır. Genellikle efsanevi yaratıkların kontrol altında tutulmasında kullanılır. Bu terim, farklı mitolojik hikayelerde ve fantezi edebiyatında kullanılan bir kavramdır.
  5. Elli li’lik mor ipekten yol eve dönüş yolunu döşer : Bu ifade, lüks ve zenginliği vurgulamak için kullanılır.
  6. Kelime oyunu yapılıyor. Elveda Cariyem, birebir çevirisinin Fatih En Sevdiği Cariyesine Veda Ediyor olduğu bir trajik operadır. “Bàwáng Bié Jī” diye okunur. “Wángbā bié qūqū” ise kaplumbağa, cırcır böceğine veda ediyor demektir. Ses benzerlikleri olduğu için Meatbun böyle bir kelime oyunu yapmış.
  7. Suona, çift kamış boynuzlu geleneksel bir Çin müzik aletidir.

  8. Yan Pozi: Çin kültüründe bir karakterdir ve genellikle felsefi ve öğretici metinlerde yer alır. Genellikle yaşlı ve bilge bir kadın olarak tasvir edilir ve halk arasında atasözleri ve öğütler verir
  9. İnternette moda olan bir kelime olan kafa tokuşturma ekibi, Japon yozlaşmış kültüründen kaynaklanır ve aynı zamanda Bilibili’nin barajında ​​da yaygın bir ifadedir. Genellikle en sevdikleri çifti dizideki bir öpüşme sahnesinde görmeyi uman hayran tipini ifade eder.