Jiang Cheng, Gu Fei’nin onu yemeye götürdüğü ‘yemeyi en çok sevdiği şeyin’ ne olduğunu bilmiyordu, sormadı da. Şu anda yemek yiyecek ruh halinde bile değildi. Ne yerse yesin muhtemelen tadı aynı olacaktı.
Sadece yalnız olmak istemediği için Gu Fei’yi bulmaya gelmişti.
Geri dönmek istemiyordu, Li Baoguo’yu görmek istemiyordu, dayak yedikten sonra nasıl göründüğünü bilmek istemiyordu, bütün bu çile için Li Baoguo’nun açıklamasını duymak istemiyordu, onu istemiyordu, bunu istemiyordu… sadece “istemiyordu” izdihamı. Bu ilk başta boş olan zihnini doldurmak için yeterliydi ve bunu durdurmak için yapabileceği hiçbir şey yoktu.
Ayrıca, bu şehirde, Li Baoguo’nun yeri ve okul dışında, gidebileceği farklı tek yer Gu Fei’nin dükkanıydı. Bu konu üzerine düşündüğünde oldukça üzücüydü ama yapabileceği hiçbir şey yoktu.
Gu Fei dükkanı biraz düzenledi ve kapıyı kapattı, “Beni biraz bekle, aracı getireceğim.”
“Oh.” Jiang Cheng bisiklet mi yoksa motosiklet mi olduğunu sormak istedi, dışarısı çok soğuk olduğu için eğer motosikletse binmeye gerçekten meraklı değildi. Eğer öyleyse yürümeyi tercih ederdi, bununla beraber, Gu Fei çoktan dükkanın yanındaki küçük ara yola doğru gitmişti.
O zaman neyse ne, ne kadar soğuk olabilirdi ki? Bahar Basketbol Turnuvası çok yakındaydı, bu doğrultuda düşünülürse, zaten bahardı.
Ne kadar da olağanüstü.
Motorun sesi küçük ara yoldan yankılandı; ancak ses Gu Fei’nin 250cc motosikletiyle karşılaştırıldığında zayıf görünüyordu.
Tam Jiang Cheng’in kafa karışıklığı arttığında, küçük mısır unu renkli, bir çöreği ya da minyatür bir çöreği* andıran bir araba ara yoldan çıktı.
Jiang Cheng, ‘çörek’ önünde durmak için yalpaladığında biraz şaşırmış bir şekilde izledi. Ardından Gu Fei küçük aracın kapısını açtı.
“Atla.” Gu Fei küçük çöreğin içinden ona bakarken bağırdı.
“Bu… şey de ne?” Jiang Cheng arabaya baktı. Eğer doğru görüyorsa, bu yaşlı scooterlarının küçük bir versiyonu olmalıydı.
“Bir araba,” Gu Fei cevapladı. “Yağmur ve rüzgarı engelleyebilir ve gazla çalışıyor, şarjla gidenlerden çok, çok daha iyi.”
“…oh.” Jiang Cheng arabaya doğru yürüdü ve kapının yanında durdu ardından uzunca bir süre inceledi. “Kahretsin içeri nasıl gireceğim?”
Gu Fei arkasına baktı ve arabadan çıktı, “Sen…sürünerek girebilirsin.”
Jiang Cheng biraz tereddütlüydü. Sonra Gu Fei ekledi, “Beetle kullansam bile, arkaya binmek istiyorsan yine de sürünmek zorunda kalmayacak mıydın?”
“Bu Beetle olsaydı, yanındaki koltukta oturuyor olurdum, tamam mı?!” Jiang Cheng karşılık verdi.
“Acele et.” Gu Fei telefonunu çıkardı ve saate baktı, “Ailesinin dükkanı dokuzda kapanıyor.”
Jiang Cheng kapı ve sürücü koltuğu arasında bir ayak açıklık olan boşluktan sıkışmak zorundaydı. Yarası zonkluyordu ve yoğunlaşan ağrı onu gözyaşlarının eşiğinde bıraktı.
Yaşlı adamların eşlerini eğlenmeye dışarı çıkardığında bu şeyi kullandığını görmüştü; peki, yaşlı kadınlar nasıl içeri giriyordu?
Oturduktan sonra, Gu Fei uzandı ve şoför koltuğunun arkasını aşağı çekti. “Sadece bunu aşağı çekemez miydin?”
Jiang Cheng kısa sürede beliren çok daha geniş boşluğa baktı ve ansızın arabadan inip Gu Fei’yi tokatlama dürtüsü hissetti. “Sen kapa çeneni.”
Gu Fei kapıyı kapattı, arabayı çalıştırdı ve ana caddeye doğru sürdü.
Araba o kadar küçüktü ki Jiang Cheng arka koltuğa oturduğunda, Gu Fei’nin bisikletinin arka koltuğuna oturmaktan farklı hissettirmiyordu.
Yine de, hakikaten rüzgarı ve yağmuru engelliyordu.
Ufacık araba penceresinden dışarı bakarken, caddede amaçsızca dolaşma, tüm gün boyunca otlakçılık yapma ve nihayet bir kase erişte ya da başka bir şey için ucuz bir durak bulmak amacıyla mısır unu renginde bir çöreğe binmenin esrarengiz illüzyonu vardı.
“Ailen bu arabanın sahibi mi?” Jiang Cheng plastik kaplamayı tıklatırken sordu.
“Mm,” Gu Fei onaylama sesi çıkardı. “Bu arabayı annem aldı. Ara sıra taşınacak yük olduğunda, oldukça elverişli oluyor.”
“…oh.” Jiang Cheng oturduğu yere baktı, “Sadece bu kadar küçük bir boşlukta ne kadar taşıyabilirsin ki?”
“Dükkanımızın alınacak çok malı olmuyor.” Gu Fei cevapladı. “Genelde bazı insanlar teslim ediyor ve ara sıra biz kendimiz alıyoruz.”
Jiang Cheng, Gu Fei’nin o günkü köprüyü geçmesini izlerken tekrar konuşmadı. Bu bölgede herhangi lezzetli bir şey varsa, köprünün bu tarafında olacağını tahmin etti.
Ne olabilirdi? Çin mantısı yemeye gittiği gün birçok dükkan görmüştü; yahniler, şişler, batı mutfağı, Çin yemeği ve benzerleri. Bununla beraber, Gu Fei’nin ona çok pahalı bir yemek ısmarlamasını istemiyordu. İyiliğe karşılık vermek zorundaydın, bu çok meşakkatliydi.
Küçük çörek caddenin iki yanında sıralanmış çeşitli dükkanları geçti yine de durmadı, bunun yerine, sağa, hemen yanındaki sokağa dönene kadar düz ilerlemeye devam etti.
“Daha varmadık mı?” Jiang Cheng yemek yiyebilecekleri bölgeyi çoktan geçmişler gibi hissettikten sonra kendini sormaktan geri alamadı.
“Neredeyse geldik, azıcık ileride.” Gu Fei cevaplarken, başka bir sokağa saptı.
Jiang Cheng dikkatle dışarı baktı. Bu bölge Li Baoguo’nunkiyle aynıydı – şehrin özellikle hüzünlü bir havayla kaplı harap edilmiş eski bir kısmı.
Araba yavaşladı ve birkaç küçük restoranın önünde durdu. Jiang Cheng bir süre onlara baktı. Bir çörek dükkanı, bir erişte dükkanı ve diğer bir…
“Dışarı çık.” Gu Fei arabanın kapısını açtı ve dışarı çıktı.
“Bekle.” Jiang Cheng’in dışarı sürünürken biraz kafası karışmıştı. “Neden bunlar kahvaltı mekanı gibi hissediyorum?”
“Kahvaltı da satıyorlar.” Gu Fei araba kapısını kapattı ve kumandaya bastı.
“Tanrım bu kadar küçük bir arabanın bile uzaktan kumandası mı var?” Jiang Cheng aptallaştı.
“Bu araba petrolle bile çalışıyor; şarjlı bir arabanın bile uzaktan kumandası varken, neden bunun olmasın?” Gu Fei dükkanlardan birine doğru yürüdü, “Burası.”
Jiang Cheng dükkana baktı; içeride ışıklar yanmasına rağmen, kapıdan bakıldığında ya aydınlatmadan ya da çevreden dolayı, yine de karanlık bir dükkan gibi görünüyordu.
Kapının yanına asılı, bir kaligrafi fırçasıyla yazılmış, kendi yazısıyla bile rekabet edebilecek dört karakteri görünce donakaldı.
“Wang, Er, Doldurulmuş, Bazlama?” Tabelayı işaret etti. “Beni gecenin ortasında etli börek yemeye mi getirdin?”
“Gerçekten güzel.” Gu Fei perdeyi araladı. “Kokla.”
Jiang Cheng çok da bir şey koklayacak ruh halinde değildi. Bir adamla çıktığı ilk akşam yemeği doldurulmuş bazlamaydı – ilaveten, daha şoku atlatamamıştı. Bununla beraber aslında dükkandaki masalar doluydu ve buradaki işletme oldukça iyiydi.
Yine de, Gu Fei’yi içeriye doğru takip ederken, müşterilere bir kase çorba taşıyan garsonu fark ettiğinde, şok faktörü katlanarak arttı – gözleri neredeyse yuvalarından fırlayacaktı.
“Da Fei, sen mi geldin?!” Wang Xu çorbayı masaya fırlattı. Döndüğünde ve Jiang Cheng’i gördüğünde şaşırıp bir daha baktı. “Siktir, Jiang Cheng? Senin kadar kibirli* biri de mi geldi?”
*Burada kibirli derken kast ettiği hiçbir şeyi beğenmemesi
“Ah,” Jiang Cheng, Wang Xu’nın müşteriye verdiği kase dolusu çorba masaya dökülürken anlık bir ses çıkardı.
“Hey! Ne oluyor be, kasenin yarısı döküldü!” Kızgın müşteri bağırdı.
“Az sonra size başka bir kase getireceğim.” Wang Xu bez parçasını kaptı, masayı bir yandan bir yana sildi ve işi tamamlanmış olarak değerlendirdi. Jiang Cheng ve Gu Fei’ye doğru yürüdü, “Yukarıdaki locaya ne dersiniz? Şansınıza şu an boş.”
“Loca mı?” Jiang Cheng şaşkınlığından asla kurtulamayacakmış gibi hissetti – bir bazlama restoranının locası vardı.
Loca gerçekten de locaydı. Dört tarafı da ahşap panolarla ayrılmıştı; küçük bir klima bile vardı.
“Jiang Chang, yüzüne ne oldu?” Wang Xu locadaki küçük klimayı çalıştırdı ve Jiang Cheng’in yüzüne baktı. “Biriyle mi kavga ettin? Hao Zi miydi…”
“Hayır,” Jiang Cheng kestirip attı. Sadece esen rüzgar ya da hışırdayan çimenler olsaydı bile, Wang Xu yine de Hou Zu olduğunu düşünürdü. Hou Zu ile tekrar kavga etmezse, neredeyse Wang Xu’ya borçlu hissedecekti.
“Sığır eti, domuz eti, koyun eti, eşek eti, her birinden ikişer tane alacağız.” Gu Fei, Wang Xu’ya döndü. “Ve kuzu haşlama. Yemek yemiş miydin? Yemediysen, bir parça al.”
“Bir dakika bekle, size getireceğim.” Dedi Wang Xu. “Babamın sakladığı iki şişe iyi şarap buldum, sonrasında biraz içelim.”
Wang Xu gittikten sonra Jiang Cheng, Gu Fei’ye baktı. “Bu yer Wang Xu’nun ailesi tarafından mı açıldı?”
“Mm,” Gu Fei onayladı. “Wang Er onun babası. Burası şehirde çok ünlü; gelişmiş bölgelerden sadece burada yemek için bütün o yolu gelenler bile var.”
“Hm,” Jiang Cheng anladığını belirten bir ses çıkardı, söyleyebileceği başka bir şey kalmadığını hissediyordu.
“Biraz çorba alacağım.” Gu Fei ayağa kalktı ve yola koyuldu. “Önce biraz çorba içelim.”
İki dakika sonra, büyük bir tepsinin üzerinde üç orta boy kase çorbayla geri döndü. Jiang Cheng muhtemelen -nihayet- gerçekliğe dönmeye başladığının farkına varabildi. Haşlamanın kokusunu aldığına, bütün kaseleri yalayıp yutabilecekmiş gibi hissetmişti.
Çok geçmeden, Wang Xu yedi ya da sekiz doldurulmuş bazlama içeren basit bir sepet tutarak içeri geldi. “Fırından yeni çıktı. Sıcakken yiyin, daha sonra biraz daha alabilirsiniz.”
Jiang Cheng birini aldı ve bir ısırık aldı, anında lezzetinden o kadar etkilendi ki neredeyse gözyaşı dökecekti. Neredeyse çiğnemeden yuttu.
“Eşek etli olan.” Wang Xu ona baktı. “Nasıl?”
“Aşırı,” Jiang Cheng bir ısırık daha aldı. “Lezzetli.”
Wang Xu gururla gülümsedi, “Lezzetli olmalı! Eşek etli olanı denemek gerçekten gerekli, gelen herkes en az iki tane yemeli. Da Fei on tane yiyebiliyor!”
Jiang Cheng on taneden fazla yiyebileceğini tahmin etti.
Wang Xu’nun yerindeki doldurulmuş bazlamalar çok büyük değildi, bir tanesi aşağı yukarı avucun yarısı kadardı. Dışı ince ve dolgu boldu, hem sert ve hem yumuşak, her ısırık etin aromasıyla doluydu – hiç yağlı bile değildi…
Wang Xu babasının sakladığı şişelerden birini gizlice yürüttü. Şişenin üzerinde etiket olmadığı için hangi marka olduğu söylenemiyordu, bununla beraber şişe iğrenilecek derecede pis görünüşlüydü.
“Biraz ister misin?” Wang Xu, Jiang Cheng’in önüne bir kadeh getirdi.
Jiang Cheng başını salladı. Beyaz şarap içme alışkanlığı yoktu ve ‘evde’ kimse de içmezdi. Sadece Pan Zhi ile dışarı çıktığında birkaç bira içerdi.
“Çok kötü,” Wang Xu kendine ve Gu Fei’ye iki kadeh şarap doldurdu, “Xueba oldukça kanaatkar.”
Jiang Cheng geri cevap vermek için çok üşengeçti. Ayrıca onun ailesinin bazlamalarını yiyordu ve bazlamalar aşırı derecede lezzetliydi.
Yemek ağzına kadar dolu çeşitli tipte bazlamalarla ve yoğun haşlama suyuyla son derece tatmin ediciydi. Gözü doyana ve vücudu ısınana kadar yedi; vücudundaki birçok yara –hangisinin diğerlerinden daha çok acı verdiğini bile bilmediği- birdenbire çok daha iyi hissetti. Keskin acı bedeninde donuk bir çarpıntıya dönüştü.
Üçü arasından Wang Xu, Jiang Cheng nadiren bir ses çıkarmasına rağmen, duraksamadan konuşmayı devam ettirendi. Wang Xu sınıf hakkındaki şeylerden ve Jiang Cheng’in hala insanları ayırt edememesinden bahsetti, konuşmak isteseydi bile onun konuşmasını kesebileceği bir yer yoktu. Gu Fei de çok fazla konuşmadı, bunun yerine ara sıra “mm, hm” sesleri çıkarırken sadece oturmayı ve yemeyi tercih etti ancak Wang Xu umursuyormuş gibi görünmüyordu.
“Bu sefer Sınıf 2’nin dışardan yardım aldığını duydum.” Wang Xu basketbol turnuvası hakkında konuşmaya başladı, “Biz de almalı mıyız? Diğer türlü, nasıl kazanacağız?”
“Ben ve Jiang Cheng’in üç yabancı ile mi zirveye tırmanmasını istiyorsun?” Gu Fei cevapladı. “Kazanmanın bir anlamı olur mu?”
Wang Xu kaşlarını çattı ve bir an düşündü, “Gerçekten bir anlamı olmaz. Öyle olsaydı o zaman devam etme şansım bile olmazdı.”
“Senin düzeyinle, dışardan yardım alsaydık sahaya çıkma şansın bile olmazdı.” Dedi Gu Fei.
“Siktir!” Wang Xu biraz içerlemiş hissetti.
“Yarın antrenman için birkaç arkadaşımı çağıracağım.” Gu Fei devam etti, “Bu noktada ilerleme göstermek imkansız. Bunun yerine biraz takım çalışmamızı geliştirmek ve birbirimize aşina olmak için antrenman yapalım.”
“Doğru!” Wang Xu, Jiang Cheng’e baktı. “Bir daha pası karşı tarafa atma.”
“Pası özellikle sıra arkadaşıma attım, özellikle karşı tarafa değil.” Jiang Cheng bir kaşık çorba içti, “Sıra arkadaşım ve ben aynı taraftayız.”
“…Cevap verme.” Wang Xu alay etti.
“Aynı fikirde değilsen cevap ver.” Jiang Cheng yanıtladı.
Bir saat boyunca Wang Xu’nun dükkanının doldurulmuş bazlamalarını yedikten sonra, Jiang Cheng restorandan dışarı çıkarken ne kadar şişmiş hissettiğine bakılırsa midesinin üzerindeki yaranın tekrar açılacağını hissetti.
“Boş olduğunda daha sık uğra!” Wang Xu’nun annesi onları kapıya kadar geçirdi, “Teyze size indirim yapacak! Wang Xu’nun her sınıf arkadaşına indirim!”
“Teşekkürler, Teyzeciğim” Dedi Jiang Cheng, cümlenin başında hafifçe geğirerek.
Gerçekten çok fazla yemişti.
Hatta arabaya geri döndüklerinde arka koltuğa yarı yayılmıştı.
“Sarhoşum.” Gu Fei arabayı çalıştırdı.
“Ne dediğini sanıyorsun?!” Jiang Cheng sordu.
∞
Yemek onu inanılmaz derecede mutlu etmesine rağmen, küçük çörekten inip Li Baoguo’nun yerine yönelen sokak gözüne iliştiğinde, tükenmişlik hissi içini tamamen doldurdu.
Başını eğdi ve rüzgarda yürüdü, her seferinde tek bir adım, çaresizce koridorun girişine ulaşana kadar.
Kapıyı açtığında ışıklar kapalıydı. Sonunda anahtarı bulana kadar duvar boyunca elini gezdirdi ve gürültüyle anahtarın üzerine bastı.
Li Baoguo’nun evindeki lamba anahtarlarının eski evindekilerden daha yüksekte olması durumuna hala neden alışamadığını bilmiyordu.
Li Baoguo evde değildi ve ister hastanede ister kumar masasında olsun, nerede olduğunu bilmiyordu. Telefonunu çıkardı ve bir süre tereddüt etti, ama sonunda, yine de numarayı tuşlamadı.
Hızlı bir şekilde elini yüzünü yıkadı ve odasına döndü.
Ödevini bitirdikten sonra, saate baktı – neredeyse on bir olmuştu.
Üst kattaki hangi ailenin çocuklarını dövdüğünü bilmiyordu ama çocuğun ağlamaları ve çığlıkları birini dehşete düşürmeye yeterliydi. Bu sanki çocuk ölümüne dövülüyormuş gibi hissettiriyordu.
Sırt üstü uzandı, kulaklıklarını çıkardı ve taktı, ardından gözlerini kapattı.
∞
Jiang Cheng nihayet Wang Xu’nun kazanmaya ne kadar azimli olduğunu anlamıştı. Wang Xu, sabah basketbol turnuvasına katılanların Çince dersinden çıkabileceklerini ve antrenman için spor salonuna gidebileceklerini duyurdu.
Bu Gu Fei’nin dikkatsizlikle Bu Shi Hao Niao grubunu aramasına ve onlara sabah gelmelerini söylemesine neden oldu.
“Zaten sınıfta olsanız da hiçbir şekilde dinlemiyorsunuz,” Dedi Lao Xu.
Jiang Cheng ona, “Sınıfta olduğumda dinlediğimi biliyorsun, değil mi? Sonuçta ben bir xuebayım.” demek istedi.
Sabahleyin salonda kimse yoktu. Jiang Cheng coşkulu kalabalığa baktı ve karışık duygulardan bunaldı. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu insanların maçı kazanabileceğine dair hiç güveni yoktu – kazanmaları ya da kaybetmeleri tamamen diğer sınıfların ne kadar kötü oynadıklarına bağlıydı.
“Özel idman takımımız birazdan burada olacak.” Wang Xu yan çizginin üzerine oturdu. “Geçen gün kararlaştırdığımız başlangıç takımı önce çıksın. Duyguyu hissedin.”
“Eğer biri bunun hakkında bir şey sorarsa, sadece Gu Fei’nin bizimle antrenman yapmaları için birkaç kişi getirdiğini söyleyin.” Wang Xu, biraz düşündükten sonra başka bir cümle eklemeden önce böyle söyledi. “Ne söyleyeceğinizi hatırlayın ve çok sinirli söyleyin. İnsanların gelmeleri için bütün gün yalvarmak zorunda kaldığımızı sanmalarını sağlayın. Buradaki kişinin hiç onur duygusu yok.”
Herkes onayladı, yüzleri öfkeyle kaynıyordu.
Gu Fei iç çekti.
Bu Shi Hao Niao oldukça iyi bir vakitte vardı. Okulun insanla kaynadığı zamandan kaçınıp, tam zil çaldıktan sonra geldiler.
Sadece, başlarının üzerinde “bulunmuş bir profesyonel” yazılı bir grup insanın Si Zhong’un ön kapısından böyle gelişigüzel bir şekilde geçtiği gerçeği, Jiang Cheng’in okul yönetimi hakkında şüpheyle dolmasına neden oldu. Sabah geç kaldığında neden metal sürgünün üzerinden tırmanmak zorunda kalmıştı?
“Hadi başlayalım.” Dedi Gu Fei. “Vakit kaybetmeyelim.”
Jiang Cheng, Bu Shi Hao Niao’yu oluşturan dört kişiye baktı. Biri daha vardı, Li Yan… bekle, Li Yan da mı oynuyordu?
“Herkes, bu Liu Fan, Luo Yu, Zhao Yihui, Chen Jie ve Li Yan” Gu Fei sırayla onları gösterdi ve duraksamadan onları tanıttı. “Hatırlayamazsanız, önemli değil. Her halükarda, onlar rakipleriniz.”
Herkes montlarını çıkarır çıkarmaz sahaya koştu. Yedek oyunculardan iki tanesinden biri düdüğü alıp hakem gibi davranırken, diğeri skor tablosunu ileri itti.
Jiang Cheng düzenlemeye ve karşı takıma baktığında, birdenbire uzun süredir hissetmediği bir heyecan hissetti.
“Topa atlayacağım.” Gu Fei kısık bir sesle konuştu. “Sonrasında, Liu Fan’ı gözden kaybetmeyin.”
“Liu Fan?” Jiang Cheng sordu.
“Büyük metal zinciri takan.” Gu Fei cevapladı.
“Mm,” Jiang Cheng göz gezdirdi. “Shi Niao” daki “Shi”yi basketbol oynarken ilk kez görüşüydü.
“Zincir aslında demir mi?” Gao Xu sordu.
“Nereden bilebilirim? Demir değilse, o zaman gümüştür ve gümüş değilse o zaman paslanmaz çeliktir.” Gu Fei ona baktı. “Gidip sormaya ne dersin?”
Jiang Cheng bir gülümsemeyle başını çevirdi.
“Hayır, sormayacağım. Bence paslanmaz çelik.” Dedi Guo Xu.
Gu Fei iç çekti, “O zaman Büyük Paslanmaz Çelik Zincir’i gözden kaybetme.”
Gu Fei ile birlikte topa atlayan Liu Fan’dı. Liu Fan, Gu Fei’den hafifçe uzundu ama bu küçük boy farkı hiçbir şeyi belirlemezdi – bu hala çoğunlukla reflekslerine ve atlama kabiliyetlerine bağlıydı.
Jiang Cheng topa baktı.
Top atıldığında, yaklaşık top en yüksek noktasında henüz hiçbir düşme belirtisi göstermediği sırada, Gu Fei ve Liu Fan aynı anda zıpladı. Bununla beraber, topa ilk dokunan Gu Fei’ydi.
Jiang Cheng bunun anlaşılması oldukça zor olduğunu düşündü. Gu Fei topa aynı anda zıplamasına rağmen bir şekilde her seferinde topa ilk dokunmayı başarıyordu.
Gu Fei topa ilk dokunmasına ve topun Lu Xiaobin’in olduğu tarafa doğru süzülmesine rağmen, topu ilk tutan Li Yan oldu. Lu Xiaobin’in elinin tam topa dokunacağı anda kenardan sessizce geçmiş ve kolunun tek bir hareketiyle topu çalmıştı.
Jiang Cheng minnacık şoktaydı. Hafızası onu yanıltmıyorsa, geçen sefer onları oynarken gördüğünde Gu Fei, Li Yan’ı yaşlı, zayıf ve engelliler arasından “yaşlı, zayıf ve engelli” olarak saymıştı.
“Yaşlı, zayıf ve engelli” çaba harcamadan topu çalabiliyordu!
Lu Xiaobin şok olmuştu ama hemen ardından onu takip etti – pençe gibi uzatılmış elleriyle hırlayarak. Katı bir şekilde işleyen kurallar olmasa Li Yan’ı tutup dışarı atacakmış gibi görünüyordu.
Jiang Cheng onları takip etmek için acele etmedi. Li Yan top sürmede çok hızlı değildi ve buna bakıldığında, sahanın karşı tarafına gitmeyi planlıyormuş gibi görünmüyordu. Jiang Cheng başını hafifçe sağa çevirdiğinde Liu Fan’ı –Büyük Paslanmaz Çelik Zincir- gördü, uzanıyor ve sağa doğru koşuyordu.
Aceleyle hızını arttırdı ve ileri atıldı. Li Yan, Liu Fan’a pas attığında, hızını daha da arttırdı ve topa engel oldu.
Ne yazık ki, topu tutmayı başaramadı. Bunun yerine, elini sallayan Lu Xiaobin’e doğru sektirdi.
Bu sefer Lu Xiaobin’in refleksleri o kadar kötü değildi, topu sıkıca kavradı.
“Bana pas ver!” Jiang Cheng seslendi.
Lu Xiaobin tam Li Yan tekrar topu çalmak için gelirken topu Jiang Cheng’in yüzüne attı.
Jiang Cheng topu yakaladığında, gülle atmaya benzer atılan topu yüzüne yemesine izin vermediği için Tanrıya şükretmek istedi.
Li Yan onu bloklamaya çalıştı ama bunun yerine Guo Xu tarafından bloklandı.
Herkesin topa hakim olan kişiyi gördüğü zaman bloklamaya koştuğu bu aptal taktik, bu sefer oldukça kullanışlıydı. Li Yan nispeten zayıftı ve Guo Xu ile Luo Xiaobin arasında kaldığında, neredeyse görünmüyordu.
Jiang Cheng topu onların filelerine götürürken, gözüne onu tutan oyuncuları başından savmayı başaran ve bununla beraber potaya koşan Gu Fei ilişti. Gu Fei de ona bakıyordu.
Tereddüt etmedi. Pası tam vaktinde attı – top Liu Fan’ın ayağının dibinden sekti ve Gu Fei tarafından sağlam bir şekilde kavrandı.
Ancak Bu Shi Hao Niao seviyesindeki bir rakip dünkü sınıfın yedekleriyle bile aynı ligde değildi. Tam Gu Fei topu tuttuğu anda, Luo Yu mu Zhao Yihui mi kim olduğunu bilmediği bir kişi döndü ve Gu Fei’nin yolunu kesti.
Gu Fei topu arkasına götürdü ve Jiang Cheng aceleyle insanlar arasındaki boşluklardan ilerledi. Takım arkadaşlarına çok inancı olduğundan mıydı yoksa başka seçeneği olmadığından mıydı kim bilebilirdi ama Gu Fei arkasına bile bakmadan, rasgele topu arkasına attı.
Jiang Cheng topu yakaladı.
Hem hücumlarının hem de defanslarının aşırı derecede iyi olmasına bakıldığında Bu Shi Hao Niao uzun süredir birlikte oynuyor olmalıydı. Jiang Cheng’in potanın altından atış yapmasına imkan yoktu. Bu yüzden topu aldıktan sonra, direk üç sayı çizgisinin ardına gerilemek zorunda bırakılmıştı.
Hızlı hücum başarısız oldu; Bu Shi Hao Niao’nın tamamı potaya dönmüştü. Duruma bakıldığında sadece Gu Fei ve onun hücumu başarıya ulaştırması imkansızdı.
Tam bir giriş bulmak için zamanı durdurmayı deneyeceği anda, Gu Fei birdenbire elini kaldırdı. Jiang Cheng onun üç parmağını kaldırdığını gördü.
Lanet olsun.
İyi, üç sayılık o zaman!
Topla ileri atıldı ve Liu Fan hemen onu takip etti. Üç sayı çizgisinde durarak, zıplamak için önceki hareketinin ataletini ödünç aldı. Liu Fan onu geçmek için hemen ardından lanet olası gölgesi gibi zıpladı.
Jiang Cheng acilen topu geri çekmeli ve ardından Liu Fan’ın vücudunun solundan geçirmeliydi.
Belini büktüğü an midesinin üzerindeki yara açıldı. Jiang Cheng haykırmaktan kendini alamadı.
Bu kahretsin, çok etkileyiciydi.
“Lanet olsun!” Liu Fan yere iner inmez başını çevirdi ve topun çembere girmesini izledi, Jiang Cheng’e şöyle bir baktı, “Bu harikaydı.”
“İyi atış!” Gu Fei elini başının üstüne kaldırdı ve alkışlamaya başladı. Jiang Cheng’in bakışlarıyla karşılaştığında, başparmağını kaldırdı.