Qiang Jin Jiu – 48. Akıl Oyunları

            O akşam, Li Jianheng bir kâbus gördü.

            Rüyasında Nanlin Av Alanındaki o yağmurlu geceye dönmüştü, başını korumaya çalışıp panikle kaçarken dallar yüzüne sertçe çarpıyordu. Bindiği at çılgınca dörtnala ilerliyordu. Li Jianheng korkuyla dizginleri tutmak istedi, ama Xiao Chiye aniden arkasını döndü ve onu yakasından tutup attan aşağı fırlattı.

            “Ce’an, kurtar beni!” Li Jianheng yere düştükten sonra diz çökerek yalvardı. “Ce’an, Ce’an! Biz kardeşiz! Beni burada bırakma!”

            Xiao Chiye’nin yüz ifadesi çakan şimşeklerin ve gök gürültüsünün altında ciddi görünüyordu. Ona baktı ve duygusuzca, “Onu bayıltıp buradan defedin!” dedi.

            Li Jianheng gözyaşları içinde, Chen Yang’ın kendisine doğru yaklaştığını görünce korkuyla geri çekildi ve elini sallayarak yüksek sesle bağırdı: “Ben… Ben imparatorum! Bana nasıl böyle davranabilirsiniz?” Li Jianheng geri çekilmeye çalışırken sırtı birine çarptı. Başını çevirip arkasına baktığında İmparator Xiande’nin eğilip bileğini yakaladığını gördü. Hemen “Kardeşim, Kardeşim, kurtar beni!” diye seslendi.

            İmparator Xiande tutuşunu sıkılaştırdı, parmakları Li Jianheng’ın etine saplandı. Kan öksürdü ve soğuk bir sesle “Bugün seni kurtaran yarın öldürebilir! Anlıyor musun?” dedi.

            Li Jianheng acı içinde kıvranarak kaçmaya çalıştı, ancak kolunu bir türlü kurtaramıyordu. Gökyüzünden yağan yağmur bir anda yoğun ve yapışkan bir maddeye dönüştü, elini uzattığında avucu kanla doldu. Başını kaldırıp baktığında, karanlıktan bir kafa gürültüyle yere düştü ve yuvarlandı. Li Jianheng aniden bir güç patlamasıyla kendini İmparator Xiande’nin elinden çekip kurtardı. Nefes nefese, çamurdan sürünerek çıktı, insan kafasını bir kenara tekmelerken titredi ve ağlayarak etrafındaki siyah gölgelere bağırdı, “Ben— Göklerin Oğluyum! Kim beni öldürmek istiyor? Kim?!”

            “Majesteleri,” birisi yumuşak bir sesle seslendi, “Majesteleri.”

            Li Jianheng birdenbire gözlerini açtı, altın tavanı boş gözlerle izleyerek mırıldandı, “Kim beni öldürmek istiyor… Kim beni öldürmek istiyor…”

            Dul İmparatoriçe, Li Jianheng’ın terini bir mendille silerken eğildi ve “Jianheng, imparatorluk validen burada!” dedi.

            Jianheng!

            Li Jianheng’ın içi kederle doldu, çünkü annesi uzun zaman önce ölmüştü. İmparator Guangcheng ise ona hiç ilgi göstermemişti. Yıllardır zevk ve eğlence içinde yüzdüğü anlarda bile kimse ona bir kez Jianheng diye hitap etmemişti.

            “Validem…” Li Jianheng boğazı düğümlenerek seslendi, “Anne!”

            Dul İmparatoriçe hafifçe başını yana çevirdi, gözyaşlarını siler gibi yaparak, “Bütün gece bilinçsizdin, çok korktum. Neren ağrıyorsa, söyle”, dedi.

            Li Jianheng Dul İmparatoriçe’ye baktı ve onun hâlâ dün geceden kalma tören cübbesini giydiğini fark etti. Bütün gece burada onunla olmalıydı. Li Jianheng oturmak için doğrulurken İmparatoriçe’nin şakaklarındaki hafif ağarmış saçları gördü. Her iki gözü de hafifçe kızarmıştı ve çok daha bitkin görünüyordu. Li Jianheng’ın içi yumuşamıştı. Gözlerini sildi ve Dul İmparatoriçe’nin kolunu tutarak, “Annemi endişelendirdiğim için üzgünüm, şimdi iyiyim,” dedi.

            Hai Liangyi dışarıda diz çökmüş haldeydi, o da burada tüm gece boyunca nöbet tutmuştu. İçeriden konuşma seslerini duyunca, Li Jianheng’ın uyanmış olduğunu anladı ve içi rahatladı.

            Bir süre sonra, saray hizmetçileri sessizce içeri girdi ve Li Jianheng’ın giyinip paklanmasına yardımcı oldular. Dul İmparatoriçe, ilaç dolu kâseyi bizzat kendisi getirip önce tadına baktı, sonra kaşık kaşık Li Jianheng’a içirmeye başladı.

            Li Jianheng ilacı bitirdiğinde yüzü hâlâ solgundu ama dün geceye kıyasla çok daha iyi görünüyordu. Çizmelerini giyip dışarı çıktı ve Hai Liangyi’nin hâlâ diz çökmüş halde olduğunu görünce çok duygulandı. Hemen yanına gidip Hai Liangyi’yi kaldırmaya çalışarak, “Kıdemli Kâtip, ben iyiyim!” dedi.

            Hai Liangyi uzun süredir diz çöktüğünden, neredeyse ayağa kalkamıyordu, bu yüzden Li Jianheng onun daha fazla nöbet tutmasını istemedi ve dışarıda diz çökmüş olan diğer yetkilileri de serbest bıraktı. Geriye sadece Kong Qiu, Cen Yu ve tüm gece araştırma yapan Fu Linye kalmıştı.

            “Bir şey bulabildiniz mi?” Li Jianheng sabırsızlıkla sordu, “Bakan Kong, hemen bana anlat.”

            Kong Qiu el pençe divan durdu ve “Adalet Bakanlığı gece boyunca soruşturma yürüttü. Araştırmalarımız suikastçının Gui Sheng adında bir harem ağası olduğunu gösteriyor. İmparatorluk Yemek Hizmetleri’nde görevli bir kadın olan Fuling tarafından Yüz Yetkili Ziyafeti’nde yemekleri tatmak üzere görevlendirilmiş,” dedi.

            “Kadın saray görevlisi mi?” Li Jianheng şaşkınlık içindeydi. “Bu kadın görevli beni neden öldürmek istesin ki?”

            Kong Qiu “Sebebi bilinmiyor,” diye cevapladı.

            Li Jianheng gergince, “Bütün gece sorgulayıp hiçbir şey bulamadınız mı?” diye çıkıştı.

            Kong Qiu diğer iki adamla bakıştı, bir an sessiz kaldıktan sonra, “Majesteleri, Fuling kanundan kaçamayacağını biliyordu; cezasını çekmeyi beklerken zehir içti ve sesini yok etti,” dedi.

            “Neden böyle bir şey yapsın?” Li Jianheng yavaş yavaş bir şeylerin farkına varıyordu. “Ağır işkenceler altında bir şeyler söylememek için kendini dilsiz hale getirmiş! Arkasında mutlaka birisi olmalı!” dedi.

            Kong Qiu devam etti, “Majesteleri bilgece düşünüyor. Baş Gözetim Bürosundan iki meslektaşım ve ben de öyle düşünüyoruz. Bu nedenle, bu kadını derinlemesine araştırdık ve Donglong Caddesi’ndeki ücra bir köşe sokakta ikamet eden yaşlı bir annesi olduğunu keşfettik. Evi küçük olsa da İmparatorluk Sarayı’nın sıradan bir kadın görevlisinin karşılayabileceği bir şey değil. Araştırmaya devam ettik ve evi satın alan kişinin aslında kendisi olmadığını bulduk. Tespitimize göre, Donglong Caddesi’ndeki emlak ofisi tarafından özellikle annesi ve ona tahsis edilmiş.”

            Li Jianheng Donglong Caddesi’ne aşina olduğundan Kong Qiu’nun sözleri hemen şüphelerini uyandırdı. “Ailede sadece o ve dul annesi olduğuna göre, büyük olasılıkla bir ev için teminat olarak gösterebileceği değerli bir şey yoktur,” dedi.

            Kong Qiu, “Tam olarak öyle, Majesteleri. Biz de bir şeylerin tuhaf olduğunu düşündük ve emlak ofisinin yetkililerini sorguladık. Öğrendik ki, emlak ofisi evi veresiye almasına İmparatorluk Ordusu sayesinde izin vermiş,” diye yanıtladı.

            Li Jianheng’ın kalbi aniden hızla çarpmaya başladı, diken üstünde hissediyordu. Bir süre düşündükten sonra, “Bu olayın İmparatorluk Ordusuyla ne ilgisi var?” diye sordu.

            Kong Qiu, “Bu iş, İmparatorluk Ordusunun altıncı dereceden Yargı Komiseri1 memur Yuan Liu’nun emlak ofisine özellikle rica etmesiyle olmuş. Yuan Liu ve Fuling arasında evlilik olmasa da uzun süredir özel bir ilişkileri olduğu dedikoduları dolaşıyor,” diye açıkladı.

            Li Jianheng aniden ayağa kalktı, “Genel Naip Xiao’nun bundan haberi var mı?” diye sordu.

            Kong Qiu, onun Xiao Chiye ile iyi ilişkileri olduğunu bildiği için, Li Jianheng’ın bu soruyu sorma amacının Xiao Chiye’yi korumak mı yoksa başka bir şey mi olduğunu kestiremiyordu, bu yüzden dürüstçe cevap verdi. “Naib’in bu durumdan haberi yok.”

            Li Jianheng olduğu yerde kaldı, yüz ifadesi birkaç kez değişti ve sonunda duyurdu, “İmparatorluk Ordusu’nda çok fazla insan var, onun haberdar olmaması doğal. Bu konuyu şimdilik açığa çıkarmayın, çıkabilirsiniz. Han Cheng ve Shen Zechuan’ı çağırın, onları ödüllendireceğim!” dedi.

◈ ◈ ◈

            Sert karın üstünde yürüyen Xiao Chiye, hapishanenin kapısını tekmeleyerek açtı. İçerideki gardiyanlar çoktan haberi almıştı, aceleyle Xiao Chiye’yi içeri aldılar.

            Henüz yirmi üç yaşındaki Fuling içeride tutuluyordu. İşkence görmüştü, bu yüzden topuzu dağınıktı ve samanların üzerine oturmuş, kımıldamadan duruyordu.

            Xiao Chiye hücre kapısından içeri girerken, Chen Yang onun pelerinini çıkardı. O kadar uzun ve heybetliydi ki, içeri adım attığında Fuling korkudan titremişti.

            Xiao Chiye aslında çok çekiciydi. Ciddiyetsizlik ve vahşetin karışımı olan bir aura yayıyordu. Hem uçarı bir genç efendi hem de Asura’nın2 Buz Lord’u olabilirdi. Maskesini istediği gibi değiştirirdi ve bir kez değiştirdiğinde, duruşu bile duruma uygun olarak değişirdi.

            Şu anda yalnızca buradan geçen soylu bir beyefendi gibi görünüyordu.

            Xiao Chiye önce hücreyi inceledi, biraz eğilerek dar pencereye baktı ve pencerenin dışının da hapishanenin yüksek duvarlarına baktığını görünce ilgisini kaybedip tekrar doğruldu. Yan tarafa dönüp, gözlerini yere dikmiş olan Fuling’e baktı.

            Fuling duvara yapışmıştı ve o bakışın aşağılamayla dolu olduğunu hissediyordu.

            “İmparatorluk Yemek Hizmetleri’nin kadın görevlisi,” dedi Xiao Chiye.

            Fuling başını kaldırmadı, sadece onun çizmelerine bakıyordu.

            Chen Yang, Xiao Chiye’nin oturması için bir sandalye getirmişti. Xiao Chiye bir dizine dirseğini yaslayarak, Fuling’in eğik başından görünen saç köklerine baktı. “Yuan Liu’nun karısı ve bir cariyesi var, ama yine de seni bir eve yerleştirmek için risk alıp rütbesini kaybetme pahasına bunu yaptı. Sen nasıl sıradışı bir güzelsin de onu hayatını riske atmaya ikna edebildin? Başını kaldır, bir bakayım.”

            Fuling bedenini kendine çekerek küçüldü ve cevap vermedi.

            Xiao Chiye arkasına yaslandı. “O adam senin baban olabilecek yaşta ve sen bu duruma razı mısın? Saray görevlisi olmak, saray hizmetçisi olmaktan farklıdır. Zamanı gelip de serbest bırakıldığında, düzgün bir gençle evlenebilirsin. Yuan Liu altıncı derece küçük bir memur, aynı zamanda bir asker, ne parası var ne de gücü. Kara sevdaya mı tutuldun yoksa gözlerin mi kör?”

            Hücre sessizdi.

            “Yuan Liu’yu şimdilik bir kenara bırakalım, Gui Sheng’i suikast düzenlemeye ikna etmek için ne kullanmış olabilirsin? Senin de paran yok, mutlaka başka bir azmettiriciniz olmalı. Dilin tutuk, demek ki baştan beri suçu üzerine almak için seçilmişsin. Efendin zeki bir manipülatör, sizin gibileri kullandıktan sonra kolayca kenara atıyor. Senin ölüp ölmemen bana bir şey ifade etmez, ancak artık beni de bu pisliğe bulaştırdığınıza göre kolayca ölebileceğini mi zannediyorsun?” Xiao Chiye hafifçe gülümseyerek, “Hiç sanmıyorum küçük hanım,” dedi.

            Chen Yang arkasını döndü ve arkasındaki gardiyana başıyla işaret etti. Her tarafı pislik içinde olan Yuan Liu sürüklenerek getirilirken prangaların tıngırdama sesleri duyuluyordu.

            Yuan Liu Fuling’e doğru tökezleyerek atıldı, “Seni kaltak! Beni nasıl böyle karalayabilirsin?!”

            Fuling titredi ve duvara yapışarak diğer tarafa doğru ilerlemeye çalıştı. Yuan Liu ayak bileğinden yakalayarak acı içinde bağırdı, “Ben senin gözünde neyim? Sana çok iyi davrandım ve sen bana borcunu böyle mi ödüyorsun!”

            Fuling gözyaşları içinde duvardan sürüklendi. Yuan Liu’ya tekme attı ve ağzını sessiz, hırıltılı bir çığlıkla açtı. Yuan Liu onu tutarak “Annen hastayken, onu sırtımda doktora götüren bendim! Ne istedinse verdim, sense beni kandırmakla kalmadın şimdi de bütün ailemi öldürmek istiyorsun! Aşağılık kadın!” dedi.

            Kontrolünü kaybetmiş olan Yuan Liu, Chen Yang tarafından geri çekilirken prangaları tekrar çınladı. Kollarını hâlâ ona ulaşmak için uzatarak vahşi bir ifadeyle, “Peşini asla bırakmayacağım! Hayalet olsam bile asla bırakmayacağım!” diye bağırdı.

            Xiao Chiye, karşısındaki ailevi drama aldırmadan küçük pencereden dışarı bir kez daha baktı ve gökyüzünün ufak bir kısmını görebildi. Bugün kar yağmamıştı; solgun bulutlar mavilikte kümelenmişti.

            Yuan Liu diz çöktü, bağırarak ağlamaya başladı. Xiao Chiye’ye doğru sürünüp başını yere vurarak yalvardı, “Naip, Naip! Bir kereliğine beni affedin! Ne olur, şehvet beni büyüledi şeytana uydum, bu hatayı telafi etmek için her şeyi yaparım!”

            Xiao Chiye ona bakarak, “Senin hayatını elinde tutan ben değilim. Git ve seni kullananlara yalvar, birkaç kez başını eğ. Şehvetin peşine düşüp karının ve çocuklarının arkasından çevirdiğin işlerin borcunu böylece ödemiş olursun belki,” dedi.

            Yuan Liu bu sefer Fuling’e doğru süründü ve başını yere vurarak yalvardı. “Beni affet! Lütfen beni affet! Bunun benimle ilgisi yok! Ne olur! Ne olur! Tüm ailem sekiz kişi, hepsinin burada ölmesini istemiyorum!”

            Fuling gözyaşları içindeydi ama ona bakmadı.

            Yuan Liu’nun gözyaşları sel gibi akıyordu, gerçekten korkmuştu, başını yere vuruyordu, kanlar içinde, “Fuling… Evliliğin bir gecesi yüz gün iyiliğe bedeldir… Biz evli olmasak da yılların hatırı var! Ne olur, beni bu işe bulaştırma! Bir dahaki hayatımda senin oğlun, torunun olacağım! Beni affet! O evi annene hürmet etmek için aldım, nasıl…” neredeyse hıçkıra hıçkıra konuşuyordu, zorla devam etti, “Nasıl o evi kullanıp da ailemin hayatını tehlikeye atarsın! Hiç mi vicdanın yok?”

            Fuling de Yuan Liu’nun önünde eğilip başını yere vururken acı dolu bir ifadeyle kısık sesle bir şeyler söyledi. Ağzını açıp kapatarak sessiz bir özür diliyordu. Yuan Liu dizlerinin üstünde ilerledi ve Fuling’in vücuduna tutundu, alnından kan süzülüyordu. Kederle konuştu, “Başını yere vurmanı istemiyorum! Gerçeği açıklamanı istiyorum! Ölmek istemiyorum… Fuling! Bana bunu yapma…” dedi.

            Durumu gören Xiao Chiye, “Suikast planlamış olman kesin olarak idam edileceğin anlamına gelmez. Ölmek istiyorsan ne âlâ, ama annenin durumu acınası. Zavallı kadın, bu yaşında işkence mi görsün? İmparatorluk Hapishanesi’nin nasıl bir yer olduğunu bilmiyor musun? Eğer onların eline düşerse, derisi yüzülüp kemikleri kırılacak,” dedi.

            Fuling başını kaldırdı ve ağlamaya başladı.

            Xiao Chiye devam etti, “Efendin sana bunu söylememiş miydi? Bu davayı çabucak sonuçlandırmayacağım, her gün erteleyeceğim, her güne bir ceza. Sen ceza çekeceksin, o ceza çekecek, annen de ceza çekecek. Ben memnun olana kadar birbirimize veda etmeyeceğiz.”

            Fuling ona nefretle dolu bir sesle hıçkırarak karşılık verdi. Xiao Chiye kıpırdamadan durdu ve sadece onu izledi, “Köpeğe vurmadan önce sahibine bak derler, değil mi? Madem Xiao Ce’an’dan bir ısırık aldın, o zaman hep birlikte acı çekeceğiz. Deriniz yüzülene ve etiniz yırtılana kadar, yaşamaktansa ölmeyi tercih edene kadar işkence çekeceksiniz. Bakalım kim daha inatçıymış. Chen Yang, yaşlı annesini buraya getir.”

            Chen Yang hemen onaylayıp hücre kapısına doğru geri çekildi.

            Fuling aniden bağırdı, sesi çoktan gitmişti, çığlığı çaresiz bir hayvanın haykırışı gibiydi. Xiao Chiye’ye doğru atıldı, yere düştü ve parmaklarıyla aceleyle harfler çizmeye başladı.

            Xiao Chiye öne doğru eğildi, bir süre sessizce baktı, ardından “Ona kağıt ve fırça verin. Siyah beyaz olmalı,” dedi.

◈ ◈ ◈

            Fuling, Chen Yang tarafından itirafını mühürletmek için götürüldüğünde, hücrede yalnızca Xiao Chiye ve Yuan Liu kaldı. Yuan Liu, Xiao Chiye’nin ayrılmak üzere olduğunu görünce, hemen Xiao Chiye’nin cübbesinin kenarına yapıştı.

            “Ge-genel naip!” dedi Yuan Liu, “Artık açığa kavuştuğuna göre bu… Gidebilirim mi de…”

            Xiao Chiye pelerinini giyerek başını ona çevirdi ve “Adliye memurluğuna ne zaman başladın?” diye sordu.

            Yuan Liu aceleyle yanıtladı, “Genel Naibin görevdeki üçüncü yılından beri.”

            Xiao Chiye, “Anladım. Demek beni izliyordun,” dedi.

            Yuan Liu telaşla başını salladı. “Ben Naibin adamıyım!”

            Xiao Chiye bütün gece uyumamıştı, bu yüzden biraz sinirliydi. Kılıcını tutarak, kınını kullanıp Yuan Liu’nun elini iterek konuştu, “Benim adamlarım Donglong Caddesi’ndeki insan tacirlerine veresiye satış yaptıracak kadar yüzsüz değil. İmparatorluk Ordusunda edinilen mülklerin hepsi bildirilmek zorunda, sen bildirmemişsin. Bu ev dışında, şehir dışında da tarlaların var. Altıncı derece bir memur olarak gayet iyi geçiniyorsun. Seni kimin beslediğini sahiden bilmiyor musun?” dedi.

            Yuan Liu’nun gözyaşları ve sümüğü bir arada aktı, yüksek sesle ağlamaya başladı. “Kandırıldım, o kadar aç gözlü olmamalıydım. Naip, naip! Ama İmparatorluk Ordusuna ihanet etmedim.”

            Xiao Chiye çenesini eğip ağrımaya başlayan boynunu hafifçe gerdi. Ona bir kez daha bakmadan, “Oğlun kaç yaşında?” diye sordu.

            “Dört… Dört yaşında.”

            “Onun bakımını üstleneceğim,” dedi Xiao Chiye ifadesiz bir şekilde. “Bu dava sonuçlandıktan sonra kendini de yok et.”

            Hücre kapısı kapandığında, Yuan Liu yere yığıldı.

            Xiao Chiye karanlık ve nemli zindan yolunda yürürken, arkasındaki ağlama seslerini dinliyordu. Chen Yang’dan itiraf belgesini aldı. Hapishanenin kapısından çıkar çıkmaz, Gu Jin’in hızlı adımlarla yaklaştığını gördü.

            “Gongzi,” dedi Gu Jin, “Fuling’in annesi öldü.”

            Chen Yang kaşlarını çattı ve “Neyse ki sabahleyin Efendim saraya gitmeden buraya geldi, yoksa Fuling’in artık hiçbir çekincesi kalmaz ve bu itirafı alamazdık,” dedi.

            Xiao Chiye, ışığın altında itiraf belgesini inceleyerek, “Bir yığın kâğıt sadece. Fuling karşısındakinin yüzünü hiç görmemiş. Bu belgelerle kimseyi yakalayamayız,” dedi.

            Chen Yang, “En azından İmparatorluk Ordusu’nu temize çıkardık. Efendim, bunu Majestelerine sunacak mısın?” dedi.

            Xiao Chiye ona baktı ve “Neden İmparatorluk Ordusu temize çıkmış olsun?” diye sordu.

            Chen Yang ve Gu Jin bir an için şaşırdılar.

            Xiao Chiye alayla güldü. “Eğer kafeste istedikleri canavar bensem, ben de kafeste gibi davranırım. Üzerime çamur atmak için çok acele ediyorlar, yetmez. Ben sadece çamura bulanmakla kalmayacağım, çamurda yuvarlanacağım, ne kadar kirli, o kadar iyi. Bırakın beni yeni kurdukları birlikle karalasınlar ve dünyadaki tüm gözleri örtebileceklerini düşünen başarılı entrikacılar olduklarını sansınlar. Eğer İmparatorluk Ordusu’nun Yüksek Komutanını3 bu kadar kolay ayaklar altına alabilirlerse, Majesteleri bir an bile düşünme fırsatı bulduğunda, haklı olarak şüphelenip korkuya kapılacaktır. Hua Klanı’nın düşüşünden bu yana henüz altı ay bile geçmedi. Şimdi yeni bir grup kurmaya kalkışan, kendi ölümünü arıyor demektir.”

Çeviri: cekus | Redakte: Pebbles

Dipnotlar

  1. Bu, İmparatorluk Muhafızları Yargıcından (镇抚) farklı bir Yargıçtır (断事). Yani, İmparatorluk Ordusu Yargı Dairesi Yargıcı ile İmparatorluk Muhafızları (Askeri) Hapishanesi Yargıcı.
  2. 修罗 Asura, Budizm’de güçlü ama genellikle gayri ahlaki varlıklardır (veya yarı tanrılardır), çünkü esas olarak kıskançlık ve güç hırsıyla hareket ederler.
  3. 总督 (Zǒngdū), Antik Çin’de özellikle Ming (1368-1644) ve Qing (1644-1912) hanedanlıkları döneminde önemli bir idari ve askeri unvandır. Bu unvan, Çin’in merkezi otoritesinin taşra bölgelerinde uygulanmasını sağlayan, hem sivil hem de askeri gücü bir arada elinde bulunduran bir yetkilinin pozisyonunu ifade eder. Daha önce Genel Naip olarak çevrilmişti ancak yeni çeviride değişti. İki çeviri de doğru olduğu için bu çeviride yerine göre kullanım yapılacaktır.