₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪
Üç dört gün boyunca kar yağdı. Xiao Chiye neredeyse askeri talim alanına gitmeyecek kadar miskinleşmişti. Son zamanlarda çeşitli Longyou tüccarıyla* tanışmış ve Yongguan Limanı’ndan ithal inci, Hezhou’da üretilmiş yeşim taşı gibi bazı değerli eşyalar almıştı, her biri ince bir güzelliğe sahip ürünlerdi.
Ç.N.: Longyou Grubu’ndan (龙游商帮) , 龙游商人 Longyou tüccarları kuyumculuk, kitap yayımlama ve kağıt yapımı endüstrilerindeki faaliyetleri dolayısıyla Ming ve Qing hanedanlarından ünlü tüccarlardı.
Li Jianheng şu an çok gayretliydi. Hava ne kadar soğuk olursa olsun her zamanki gibi mahkeme toplantılarına katılmak ve Hai Liangyi’ye her gün ders vermesi için ricada bulunmak istiyordu. Xiao Chiye’nin görevlerini ihmal ettiğini gördüğünde ona bir iki öğüt vermek de istemişti. Canı gönülden değişmiş gibi görünüyordu.
Xiao Chiye, onun değişimini gördüğüne sevinmişti. Feng Dağı’ndan iki geyik yakalamış ve saraya sunmuştu. Geçen sefer kızarmış eşekten korkan Li Jianheng vahşi yaratıkları bir kol boyu uzağında tutup geyikleri Hai Liangyi’ye veriyordu.
Kurban törenleri* ve resmi makamların ziyafetlerinin baş rol olduğu yıl sonu yaklaşıyordu. İmparatorluk Sarayı’nın Altı Makamı ve Yirmi Dört Yameni* gırtlaklarına kadar işle doluydu. Tören Müdürlüğü’nün işçi sayısı eksikti ve tam olarak idrak edemedikleri birçok mesele vardı, bu yüzden yine de Li Jianheng’a sormaları gerekiyordu. İş bu konulara geldiğinde Li Jianheng da ne yapacağını bilmiyordu, dolayısıyla Hai Liangyi ve Ayin Bakanlığı’nı karar vermeleri için her seferinde rahatsız etmek zorunda kalmıştı.
Ç.N.: 祭祀, Tanrıya ya da atalara kurbanları sunmak
Yamen: Çin’de 1949 yılına kadar çeşitli devlet kurumlarına verilen isim.
Qudu’da yoğunluk artmaya başlamıştı. Li Jianheng, Xiao Chiye’nin hiçbir şey yapmadığını gördüğünde ona önemli bir iş verdi ve Xiao Chiye’yi Sekiz Büyük Eğitim Bölüğü’nün nöbet listesini gözden geçirmesi için görevlendirdi. Bu şekilde, Qudu devriyeleri ve korumaları tamamıyla Xiao Chiye’nin eline düşmüştü.
Xiao Chiye, bunu geri çeviremeyeceği için etrafta meşgul olmaktan başka şansı yoktu. Xiao Chiye oradan oraya koşuştururken Shen Zechuan onu takip etmişti. Nihayetinde, bu onun, İmparatorluk Ordusu’na girmesini kaçınılmaz kılmıştı.
Tantai Hu, bir gün devriyesi sona erdikten sonra henüz kılıçlarını çıkarmamıştı. Ofise geri döndüğünde Shen Zechuan’ı dışarıda ayakta dikilirken gördü. Donmuş, yaralı yüzünü ovdu ve uzun adımlarla üzerine yürüdü.
Shen Zechuan kafasını çevirdi ve Tantai Hu’nun kendisine doğru tehditkâr bir şekilde gelişini izledi.
“Sekizinci Shen?” Tantai Hu olduğu yerde durdu ve Shen Zechuan’a soğuk bir şekilde “Shen Wei senin babandı, değil mi?” diye sordu.
Shen Zechuan, “Babamı mı arıyorsun beni mi?” diye sordu.
“Tabii ki seni arıyorum. Shen Wei kül oldu gitti zaten.” Tantai Hu, Shen Zechuan’ın etrafında dolandı ve “Qudu’daki günlerin hâlâ rahat. Şu bedene bak. Donglong Caddesi’ndeki fahişelere benziyor. Yiyecek ve şarap için şımartılmaya hevesli türlerden.”
Ses tonunu duyan Shen Zechuan, iyi bir niyetle gelmediğini biliyordu. İç bahçedeki İmparatorluk Ordusu gösteriyi izlemek için boyunlarını uzatırken yanındaki Chen Yang hiçbir şey demedi. Tantai Hu “Havaya kalkmış kıç ve ince söğüt bir bel. Şeftali çiçeği gibi al yanaklar ve tilkivari gözler. Xiangyun Köşkü’nde birinci sınıf fahişelik malzemesi olabilirsin. İyi bir yaşam sürmek yerine neden Naipimiz ile birlikte rüzgârda karda koşuşturup duruyorsun ki?” diye devam etti.
Tantai Hu olduğu yerde kıpırdamadan durdu ve pis pis Shen Zechuan’a baktı. “Shen Wei, beş yıl önce Libei Zırhlı Süvarilerinin atlarının toynaklarını yaladığı için Zhongbo’nun Altı Makamı, Biansha On İki Kabilesi atlarının gübre çukurlarına dönüşmedi. Ve şimdi sen de babandan öğreniyorsun. Naipimizin hangi kısmını yalayacaksın bakalım? Genelev fahişelerinin hepsi yatakların perdelerini indirdiklerinde belli bir teknikle becerileri olan yetenekli kişilerdir. Seni bugün savaşanlarla birlikte durmaya layık kılan neyin var?” diyerek konuşmasını sürdürdü.
Shen Zechuan yüzünde bir gülümsemeyle “Eğer layık değilsem, Komutan Yardımcısı, künyemi geri alıp beni avludan sürgün edecek mi?” dedi.
“Neden bu kadar çaba sarf etmek isteyeyim ki?” dedi Tantai Hu, “Sen İmparatorluk Ordumuzun kapılarındaki bir köpeksin. Bir tekme bile senin için onurdur. Ayrıca Naip adına sana birkaç kelam etmek için buradayım. Madem başka bir adamın “malı” oldun, bir obje olduğunun farkında olman gerek o zaman.”
“Göklerin Oğlu’nun emriyle İmparatorluk Korumaları’na künye taktım. Ve bu da resmi işler için burada olduğum anlamına geliyor. Bunun neresi birinin “malı” olmak?” dedi Shen Zechuan, “İmparatorluk Ordusu’nun köpeğiyim ya ben, o zaman siz efendiler de pek farklı durumda değilsiniz. Hepimiz Qudu civarında dolanan, imparatorluk mahkemesinden maaş alan adamlarız ne de olsa. Sahip olunacak bir farkındalık varsa, herkes aydınlanmak için sabit bir fikir ve kalple çalışmalı o zaman.”
Tantai Hu’nun kaplan gibi olan gözleri ikiz kılıcını kaldırıp hiddetlenirken tek bakışla irileşti, “Sen, bizimle aynı durumda mısın? Saygısız Shen iti! Ben önceden, Dengzhou Garnizon Birliği’nin Kıdemli Tabur Komutanı’ydım.” İleriye doğru aniden uzun bir adım attı ve kinden kavruluyordu. “O zamanlar Chashi Obruğu mağlup oldu, benim kardeşlerim o Chashi Obruğu’ndaydı! Nasıl bir manzara vardı biliyor musun? Kardeşlerim kirpiye dönüşünceye dek askerler onları oklarla diri diri vurmuştu! Obrukta kırk bin asker bir arada gömüldü! Kırk bin asker!”
Shen Zechuan’ın ifadesi değişmedi.
Tantai Hu, “Babam ve annem de Dengzhou’daydı. Biansha Süvarileri saldırmaya geldi ve o vatan haini Shen kaçıp Dengzhou’daki tüm yaşlıları, muhtaçları, kadınları ve çocukları tıpkı ailem gibi Biansha Süvarileri’ne karşı yüz üstü bıraktı. Şehirleri birbiri ardına katlettiler. Küçük kız kardeşim şehir kapılarında tecavüze uğrayıp öldürülmeden önce Biansha Süvarileri tarafından iki li boyunca sürüklendi. Ama sen zorunluluklarınla ilgili endişe etme gereği duymadan gamsız bir şekilde yaşıyorsun! Kıçını başkaları siksin diye dışarı çıkar sadece, böylece suçlusu olduğun her günah affedilir!”
Avluda soğuk rüzgâr esti. Chen Yang, gittikçe kontrolden çıkan durumu görmüş ve onu durdurmak istemişti fakat zaten çok geçti.
Tantai Hu, Shen Zechuan’ı yakasından kaldırdı ve kızgın bir şekilde “Bugün sana ders verirken, ne cüretle bana karşılık verirsin? Her biriniz lüks hayata alışmış genç efendilersiniz. O savaşta tam olarak kaç kişinin öldüğünü nasıl bilebilirsin ki? Bugün ve bu zamanda bile Zhongbo’da hâlâ daha açlıktan ölen sayısız insan olduğunu nereden bilebilirsin ki sen?! Qudu’da hayat nasıl, ha? Güzelce uyuyorsun, güzelce yaşıyorsun ve daima seni günahlarından kurtaran bir dünya insan var. Peki ya Zhongbo’da ölen o insanlar? Onların ölümlerinden kim sorumlu tutulacak?!”
Shen Zechuan, Tantai Hu’nun kolunu tuttu ve onu aniden yere fırlattı. Bu o kadar şaşırtıcı bir hareketti ki etraflarındaki herkes hep birlikte geri çekilmişti.
Shen Zechuan, iki avuç karı ovdu ve Tantai Hu’ya baktı. “Kimmiş? Kendi milletine sor bakayım. Biansha Süvarileri’nin topraklarımıza girmesi ve Chashi Obruğu kıyıları boyunca Dengzhou’ya ilerlemesi tam bir ay sürdü. Shen Wei savaştan korkup geri çekildiğinde siz demir iradeli, yiğit beylerin onun boynunu kırması ve savunmayı sağlamlaştırmak için birlikler göndermesi gerekiyordu.”
Shen Zechuan ayağa kalktı.
“Beni rezil etseniz de benden nefret etseniz de gram umurumda değil. Bu dünya, dökülen kanı kanla geri ödemeyi gerektiriyor. Bu sebeple, beni öldürmek gökler adına adaleti uygulamak ve halkın öfkesini yatıştırmak olarak sayılır,” diye Tantai Hu’ya çıkıştı ve art niyetle gülümsedi. “Saçmalığın daniskası. Şehirleri katledenler Biansha Süvarileri. Aynı zamanda kırk bin askeri öldürenler de onlar. Beni, Shen Zechuan’ı becermek istiyorsan, önce kıçını toparla ve Biansha Süvarilerini başından siktir et. Gösterişsiz bir hayatım var ve ölümüm de yazık olmaz. Ama ölümüm Biansha Süvarilerinin borçlarını silecek mi?”
Tantai Hu “Sakın kendini aklamaya çalışma! Biansha Süvarilerinin topraklara adım atmasına izin veren senin baban değil miydi?” dedi.
“Öldür o zaman beni.” Shen Zechuan bir parmağını kaldırıp boynuna kesme işareti yaptı. “Lütfen acele et ve beni öldür. Beni öldür ki Shen haininin soyu yok olsun.”
Tantai Hu ani bir hareketle kalktı, ikiz kılıcını çıkardı ve Shen Zechuan’ın üzerine atıldı. Yeni uyanmış olan Ding Tao, neler olduğunu gördüğünde kapıdan daha yeni girmişti. Etekleri tutuştu ve “Laohu*, ona zarar verme! Onu gözetim altında tutmaya devam etmem gerek!” diyerek yaygara kopardı.
Ç.N.: 老虎 Laohu, ya da Kıdemli Hu (Tantai Hu’nun isminden sonraki Hu), fakat Laohu aynı zamanda kaplan anlamına da gelir (Tantai Hu’daki Hu 虎 karakteri kaplan anlamına gelmektedir).
Tantai Hu çoktan dinlemeyi kesmişti. İkiz kılıçlarıyla saldırdı ve rüzgârı ıslık çaldı. Ding Tao, hücum etme niyetiyle üç ayak yüksekliğinde* sıçradı fakat Gu Jin onu gitmesini engellemek için yakasının arkasından kaldırdı.
Ç.N.: 尺Çin ayağı manasına gelmektedir. 1 Çin ayağı = bir metrenin üçte biri
“Laohu’nun tüm ailesi Zhongbo’da öldü,” dedi Gu Jin. “Shen Zechuan’ı affetmesini bekleyemezsin.”
Ding Tao, “Ama suçlu Shen Wei değil miydi? Bunun Shen Zechuan ile ilgisi ne?!” dedi. Gu Jin bir an duraksadı fakat konuşmaya devam etmedi.
Tantai Hu’nun kılıcı Shen Zechuan’ın suratından evvel havayı kesti ve Shen Zechuan, kılıcı yan tutan bileğini tekmelemek için hızla etrafında döndü. Tantai Hu’nun bileği uyuşur uyuşmaz kılıcı hızla dışarı fırlattı.
Tam da o sıralarda ofisin perdesi kalktı. Savaş Bakanlığının Yardımcı Bakanı Yang Zongzhi, kendisine doğru hızla gelen kılıca gözlerini büyüterek baktı.
Chen Yang, kılıcın kabzasını yakalamak niyetiyle anında kolunu kaldırdı. Fakat Xiao Chiye’nin daha hızlı davranacağını kim düşünürdü ki? Kınını tek bir sallamasıyla kılıcı kara sapladı.
Çelik kılıç öyle büyük bir şiddetle yere saplanmıştı ki, avluda bulunan tüm İmparatorluk Ordusunu şoka sokarak diz çöktürmüştü. Ahenk içinde “Naip, lütfen suçumuzu bağışla!” dediler.
Xiao Chiye onları görmezden gelerek kılıcını geri koydu ve Yang Zongshi için perdeyi kaldırmak amacıyla elini kaldırdı. Mahcup bir gülümsemeyle “Astlarımı yetiştirmekte başarısız oldum ve böylece Yardımcı Bakan Yang’ı telaşlandırdım,” dedi.
Yang Zongzhi nasıl olur da oyalanmaya cüret ederdi? Birkaç kez beceriksiz bir şekilde başını salladıktan sonra avludan dışarı fırladı ve at arabasına binip tek bir kişinin bile kendisini yolcu etmesini istemeden oradan tüydü.
Xiao Chiye onu yolculadıktan sonra tüm avluda diz çökmüş adamlara bakmak için döndü. Chen Yang hatalı olduğunu bilerek aceleyle “Naip, gözetimimde ihmalkâr davranan ve işini yapmayan bu ast—”
“Gösteriyi yeterince uzun bir süre izledin.” Xiao Chiye konuştuğunda Meng omzuna kondu. Beyaz etten biraz aldı ve akdoğanını besledi, “Zhao Hui böyle bir şey yapmazdı,” dedi.
Chen Yang’ın suratı beyaza döndü.
Xiao Chiye, diğerlerinin önünde dururken Chen Yang’ı suçlamadı çünkü Chen Yang muhafızların şefi ve kendisinin güvenilir yaveriydi. Adamların dikkatli gözlerinin dibinde Chen Yang’ın suratına tokat atamazdı çünkü bu, İmparatorluk Ordusu biraderleri arasındaki duruşunu yitirmesine ve karşılarında başını kaldıramamasına sebep olacaktı. Fakat sarf ettiği sözler Chen Yang’ın kalbini en derinden incitmişti.
Chen Yang da Zhao Hui de Xiao Fangxu’nun kendisi için seçtiği iyi potansiyeli olan iki adamdı. Zhao Hui sakin ve sağlam birisiydi, Xiao Jiming’in buyruğu altındayken övülmeye değer sayısız askeri başarısı vardı. O, Qudu’ya geldiğinde pek azının hoşnutsuzluk göstermeye cesaret edebileceği yardımcı komutandı. Bu sırada Chen Yang, sonunda beş yıl önce Xiao Chiye’ye itaat edene dek Libei Prensi’nin Malikanesi’nin ardında kalmıştı. Sağduyulu birisiydi ve en çok korktuğu şey insanların Zhao Hui’nin astı olduğunu söylemeleriydi. Bu aynı klandaki biraderler arasında olan bir çekişmeydi.
Ve Xiao Chiye’nin bugünkü sözleri ona sadece uyarı değildi aynı zamanda onu aşırı derecede mahcup etmişti.
“Beş yıl önce naipliği devraldığımda İmparatorluk Ordusu’nun askeri disipline ve kurallara çok az önem veren ve naipi küçümseyen, rezalet derecede kavgacı bir grup olduğu söylenmişti.” Xiao Chiye, Meng’i okşadı ve “Ben bu tür askerlere önderlik edemem. Eğer İmparatorluk Ordusu’nda kalmak istiyorsanız ya acele edip kurallara uyarsınız ya da hemen şimdi pılınızı pırtınızı toplayıp basıp gidersiniz,” dedi.
Tantai Hu öfkeyle konuşurken göğsü inip kalkıyordu, “Naip’in de söylediği gibi. Hepimiz sizi geçmişte dinledik. Peki ya o? Ona da asker denilebilir mi? Ben Yardımcı Komutan olarak atandım ve ondan birçok seviye daha yükseğim. Ona ders vermemin nesi yanlış? Karnımı bu işle doyurabilirim ama kıçını satan birisi için boynumu eğmeyeceğim!”
“Beline taktığı künye İmparatorluk Korumalarının. Ve onun işi şu an korumalık. Eğer ona bu tavrı göstermeden önce yerime oturabilirsen, o zaman yetenekli olduğunu kanıtlamış olursun.” Xiao Chiye ona bakmak için bakışlarını indirdi. “Haksız olmadığını mı düşünüyorsun?”
Tantai Hu boynunu kaldırdı ve “Aynen öyle!” dedi.
“O zaman neden kalmaya devam edip hakaretlere uğruyorsun? dedi Xiao Chiye “Kaybol.” Tantai Hu inanamazlıkla aniden başını kaldırdı. “Bu adam için Naip beni ofisten atmak mı istiyor?!”
“İmparatorluk Ordusunda şahsi kinler olmayacak. Bu yüzden düello yapmaya çalışmayın. Bunu kimse için yaptığım yok.” Xiao Chiye sesini alçalttı. “İmparatorluk Ordusu için son bir sözüm var. Sizler kendi kararlarınızı kendiniz verebiliyorsunuz sonuçta, neden beni Naip diye çağırıyorsunuz ki? Şu zırhları çıkarın ve bu ikiz çelik kılıçları atın, böylece borçlu olduğunuz herhangi bir kan borcunu geri ödemeyi talep etmek konusunda özgür olursunuz. Eğer onu üç hamlede yere serebilirseniz, ben Xiao Ce’an, hiçbir soru sormaksızın size anında itaat edeceğim ve hatamı kabul edeceğim. Fakat bu zırhları giydiğiniz sürece ve İmparatorluk Ordusu’nun künyesini taktığınız sürece, yalnızca bana itaat edebilirsiniz. Buradaki herkesin bugün izlemek için çok güzel bir gösterisi vardı. Pek güzel zevkiniz için tüm saygınlığımı ayaklar altına alıyorsunuz. Omurganız var. Yeterince gözü peksiniz. O zaman askeri disiplin hakkında niye konuşalım ki? Onun yerine basıp gitmeniz ve Dağların Kralı* olmanız sizler için daha tatmin edici olmaz mı?!”
Ç.N.: 山大王kelimenin tam anlamıyla Dağlar Kralı, başka bir deyişle haydut/eşkıya.
Herkes başını eğdi ve tek bir kelime etmeye dahi cesaret edemedi. Meng etini yemeyi bitirdi ve diğerlerine bakmak için başını yukarı kaldırdı.
Xiao Chiye, “Sizler zaten benim sersem bir zampara olduğumu söylemeyi sevmiyor musunuz? O zaman bunu bugün tam da bu şekilde yapacağım. Tantai Hu’nun künyesini feshedeceğim ve onu kapı dışarı edeceğim!” dedi.
İmparatorluk Ordusu hep bir ağızdan “Naip, lütfen sakin olun!” dedi.
Tantai Hu hatasını kabul etmeyecekti. Titreyen eliyle künyesini çıkardı ve “Naip ile kardeş olarak, bu beş yılda Naip’in nezaketini aldım ve hatta Naip için canımı feda etmeye dahi istekli oldum! Ama bugün ne gibi bir suç işledim? Naip kalbimi kırmak ve beni sevimli bir adam yüzünden makamımdan azletmek istiyor. Pekâlâ! Ben, Tantai Hu, yenilgiyi kabul ediyorum!” dedi.
Bununla birlikte, künyesini ve çelik başlığını yere koydu ve Xiao Chiye’ye üç kez secde etti — pat, pat, pat —. Ardından ayağa kalktı ve zırhını çıkardı. Sadece kendi iç elbiselerini giyerken Shen Zechuan’a baktı.
“Bakalım hizmet ettiğin kişileri ayartarak ne kadar süre hayatta kalabileceksin!* Ben ilerleyen günlerde elbet Biansha keltoşlarından intikamımı alacağım. Ama sen kaçamayacaksın bile!”
Ç.N.: 以色侍人ya da以色事人, erkeklerin hayranlığını ve iyiliğini kazanmak için güzelliğini kullanmayı ifade eder.
Tantai Hu gözlerini sildi ve etrafındaki herkese yumruklarını sıktı.
“Kardeşlerim, tekrar görüşmek dileğiyle!”
Ardından büyük bir adım attı ve gerçekten de ayrıldı.
₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪
Çevirmen: Tuti | Edit: Sekai & Pebbles
₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪₪
NOT: Merhaba, QJJ Çeviri ekibine yeni bir çevirmen arkadaşımız geldi, artık üç kişi olarak devam edeceğiz 🌸✌🏻🖤