SAYE 31. Bölüm

Share

Nolur yorum yapın 🥺🥺

Jiang Cheng çok düşünmeden böyle açıklanamaz bir kıyafeti seçebildiği için kendini oldukça yetenekli hissetti.

Kıyafetin kendisi oldukça güzel görünüyordu tabii ceket görmezden gelinirse: dar kesim pantolon ve bol siyah bir tişört. Bu da örgüden yapılmış olmasına rağmen en azından dışarıda giyildiğinde kitleleri ağzı bir karış açık bakmaları için ayartmayacaktı.

Ama ceketi giyer giymez dondu ve geri dönüp Gu Fei’e baktı. “Hey, yanlış kıyafetleri almadığıma emin misin?”

“Evet.” Gu Fei hala ona kameranın arkasından bakıyordu. “Sorun ne?”

“Hiçbir şey ama sence de bu Matrix’deki ceketin örgü versiyonu gibi görünmüyor mu? Hayır, hayır, belime dokuma bir ip sararsam daha çok misyoner tarzına benzemez mi?” Jiang Cheng kıyafetleri kaldırdı ve kısık bir sesle konuştu. “Ayna var mı? Kendimi Nizam’ın Efendisi* gibi hissetmeye de başladım…”

*Nizam’ın Efendisi: Rahip

Gu Fei cevap vermedi, sadece güldü ve arka duvarı işaret etti.

Ceket epey uzundu, baldırına kadar uzanıyordu. Kullanılan malzeme nispeten ince ve yumuşaktı, giyildiğinde bol geliyormuş görünümü veriyordu. Bu efsanevi rahat ve gündelik tarzdı. Ancak dışarıda daha kısa ve zayıf bir kişi tarafından giyilseydi, muhtemelen yakalanıp akıl hastanesine geri götürülürdü.

Ding Zhuxin kapıya yaslanarak “Bu doğru yüz, vücut, boy ve tavır gerektirir.” dedi. “Bunu Gu Fei’den daha iyi taşıyorsun. O giyseydi bir suçlu gibi görünürdü.”

“Oh, suçlu gibi görünmek için buna ihtiyacı yok.” Jiang Cheng aynanın önünde durdu ve kendine baktı. Aslında…fena değildi. Asla kendi için bu tarz kıyafetler almayacak olsa da, şu anda kendi için seçmiyordu. “Tasarımcısı her kimse, ona bir gülümseme sunmalıyım.”

Ding Zhuxin “Benim.” dedi.

“…hah?” Jiang Cheng dondu ve Ding Zhuxin’in “ne düşündüğünü biliyorum” ifadesini inceledi, mahcubiyetin tanıdık hissi davetsizce ortaya çıktı, zeminden abartılı bir şekilde yükseldi. Ve Ding Zhuxin’i küçük odaya kadar takip ederken uzuvları biraz ipsilateral* olarak hareket ediyordu.

*İpsilateral:Aynı taraf anlamına geliyor. Normalde yürürken sağ ayağımızla adım atarken sol kolumuzu öne atarız. Jiang Cheng şu an yürürken sağ ayağıyla adım atarken sağ kolunu, sol ayağıyla adım atarken de sol kolunu sallıyor.

Ding Zhuxin yüzüne makyaj yaptığında, Gu Fei setteki tüm ışık kaynaklarını açıyordu.

“Gergin olma, sadece rastgele poz ver.” Ding Zhuxin fırçayı birkaç kez daha yüzüne sürdü. Ardından “Bitti.” dedi.

Jiang Cheng onun direktif verdiği, fotoğrafın çekileceği noktada durdu. Setin kendisi aslında oldukça havalıydı ama içine girdikten sonra ne yapacağını bilememişti.

“Birkaç ileri geri adım çekelim.” Gu Fei kamerayı ona yöneltti. ” Sadece soldan sağa ve sağdan sola hareket et.”

“Tamam.” Jiang Cheng onayladı ve başını yana çevirdi. Hareket etmesiyle birlikte Gu Fei’in elindeki kameranın kliklemesiyle kendini başını çevirmekten alamadı. “Çoktan çektin mi? Biraz önce garip yürümüş gibi hissediyorum.”

“Sadece yürü ve benim çekip çekmememi umursama.” Gu Fei bir kez daha deklanşöre bastı.

Jiang Cheng derin bir nefes aldıktan sonra soldan sağa doğru yürüdü.

Fotoğrafçılık setinin yer aldığı kısım sadece birkaç metrekareydi, sonuna ulaşmak çok fazla adım almıyordu. Arkasına döndü ve sağdan sola doğru yürümeye başladı.

Gu Fei kliklerken “Yürürken başını eğ,” dedi. “Biraz daha hızlı git, uzun adımlarla.”

Jiang Cheng hafifçe başını eğdi ve bir kez daha karşıdan karşıya yürüdü.

Gu Fei onu objektiften izledi ve bir dizi çekim yaptı.

Jiang Cheng’in figürü kadraja sabitlenmişti, başı eğik, bacakları uzun adımlar atıyor ve ceketinin alt kenarı hafifçe arkasında süzülüyordu…Canlı ve nefes kesici.

“Kapüşonu tak,” Dedi Ding Zhuxin. “Kapüşonun tasarıma çarpıcılık katması gerek.”

“Oh.” Jiang Cheng ceketin kapüşonunu çekti ve düzeltirken yürümeye devam etti. “Şimdi de Azrail gibi hissediyorum…”

“Jiang Cheng.” Gu Fei ona seslendi.

“Hm?” Jiang Cheng başını çevirdi.

Gu Fei hızla deklanşöre bastı.

Aynı ileri adımlamalı pozdu: havaya kaldırdığı elleri ve kapüşonun kenarı yüzünün yarısını gizliyordu ve sadece gölgede gizli olan gözleri ve düz burnunun köprüsü göze çarpıyordu.

Gu Fei “Bu mükemmel bir çekimdi.” dedi.

“Yüzü öne baksın,” dedi Ding Zhuxin çayını yudumlarken.

“Gülümsemeye ya da herhangi bir yüz ifadesi yapmaya gerek yok.” Gu Fei, Jiang Cheng’a baktı, “Herhangi bir harekete de gerek yok.”

İfade ve hareket bulundurmayan böylesi bir duruş ve kollar yanlara salınırken aptal gibi görünmemek ortalama bir insan için zor olurdu. Gu Fei, profesyonel olmayan ve modellikle uzaktan yakından alakası bulunmayan Jiang Cheng’dan neden bu pozu kullanmasını istediğini bilmiyordu.

“Bu aptalca görünmeyecek mi?” Jiang Cheng iç çekti ve direktif verdiği şekilde durdu.

“Hayır,” Gu Fei basitçe cevapladı ve deklanşöre bastı.

Jiang Cheng böyle aptalca bir duruşla başa çıkabildiğine göre hoş görünüşüyle utanmadan gösteriş yaparak büyümüş olmalıydı.

Ne sanki ilgi odağındaymış gibi bir gerginlik vardı ne de kendini rahatlattığı ölçülü bir tedirginlik.

Ağırlık merkezi hafifçe sağ bacağına kaymıştı ve omuzları doğal bir şekilde rahattı – bu çok önemliydi. Düzgün durmayı bilmeyenler ya gergince omuzlarını çok geriye atardı ya da gereksizce kamburlaşırdı…

Bu çocuk daha önce aynanın önünde duruş alıştırması yapmış olmalıydı; dik duruşu ve duruşunun rahatlığı… uzun kollarını ve bacaklarını gevşemiş ve rahat gösteriyordu.

“Çeneni biraz kaldır.” Dedi Ding Zhuxin. “Biraz kendini beğenmiş ol.”

“Kendini beğenmiş mi…Nasıl?”

G Fei, “Sınıf 8’e ilk girdiğindeki gibi.” dedi. “Aynı o şekilde.”

“O zaman sinirlenmiştim.” Jiang Cheng tüm sınıfın bakışları altında tam bir aptal gibi ayakta dikildiği o anı hatırladı ve hemen bu kızgınlığın bir kısmının geri döndüğünü hissetti.

Gu Fei deklanşöre bastı ve birkaç klikten sonra nihayet kamerayı indirdi. “Seçeneklerin tükenirse uzmanlık alanı olarak bunu düşünmelisin.”

“Bu da ne demek oluyor, bunu yapmak için neden seçeneklerinin tükenmesi gereksin ki?” Ding Zhuxin gülerken konuştu.

Gu Fei “O bir xueba.” dedi. “Sen ve eski terkler grubundan farklı.”

“Kenara çekil.” Ding Zhuxin elini çırptı ve onun koluna bir kere vurdu. “Jiang Cheng, git ve başka bir parçayı dene, tek parça.”

“Hangisi?” Jiang Cheng ceketi çıkardı ve dışarı çıkarken sordu.

“O tek parça, uzun kazak.” Dedi Ding Zhuxin.

Jiang Cheng odadan çıktı ama Gu Fei geride kaldı ve biraz önce çektiği fotoğrafları birer birer inceledi.

Jiang Cheng hakkında onu özellikle cezbeden şeyi adlandırması gerekseydi… xueba olması, teneke düdük çalması, sapanda usta olması ve bu gibi şeyleri dışarıda bırakırsa, kesinlikle bu davranış biçimi olurdu. Ona kötü çocuk diyebilirdin, fevri hatta kibirli olduğunu söyleyebilirdin – hepsi olurdu; bu insanların ona ödün vermesine neden olan kemiklerine işlenmiş türde bir kibir, ‘laozi* işte bu kadar mükemmel’ diyen bir tavırdı.

*laozi (老子): kibirli veya şakacı bir şekilde ben demek için kullanılır.

Diğer her şeyle karşılaştırıldığında, bu sezgisel ve doğrudan çekim en güçlü olanıydı. Onu ortaya çıkarmanızı veya algılamanızı gerektirmiyordu – Sadece ona bakmanız gerekiyordu.

Bakmak yeterliydi.

Görsel hayvanlar böyle yüzeyseldir.

Gu Fei yumuşakça iç çekti – tek yapabildiği bakmaktı.

En son etrafından geçip gidenlere, değişmeyenlere ve kalanlara tek bir bakış attığı bir zihin yapısında olduğundan bu yana ne kadar zaman geçtiğini artık hatırlayamıyordu.

Genç yaşta flört etmeye son verilmeli.

Hazır değildi, ayrıca cesaret de edemiyordu – koruduğu hiçbir şey en ufak bir istikrarsızlığa bile dayanamazdı.

“Affedersin.” Jiang Cheng keten renkli bir kıyafeti kaldırarak içeri girdi. “Bu mu?”

“Evet.” Ding Zhuxin onayladı.

“Bunun nasıl giyildiğini sormak istemiştim.” Jiang Cheng kıyafeti omuz kısmından tutarak iki yana açtı ve salladı. “Ve içine ne giyeceğim?”

“İç çamaşırı.” Dedi Ding Zhuxin.

Jiang Cheng yüz ifadesinde açıkça görülebilen küçüklü büyüklü soru işaretleriyle elindeki kıyafeti tekrardan salladı.

Gu Fei başını çevirdi ve gülüşlerini tutmak için elinden geleni yaparken kendi yüzünü gizlemek için kamerayı kullandı, neredeyse Jiang Cheng’ın kalbindeki umutsuz yakarışları duyabiliyordu.

Kıyafet ince bir şekilde örülmüş boyca epey uzun ve Jiang Cheng’ın dizlerine uzanabilirmiş gibi görünen bir kazaktı; ayrıca yakası gereksiz derecede genişti. Gu Fei bu tasarımı daha önce görmüştü ama her zaman Ding Zhuxin’in bunu kendi için tasarladığını düşünmüştü. Aslında erkekler için olduğunu tahmin etmemişti.

Ding Zhuxin “Gidip değiş,” dedi. “Sana yakışacaktır.”

“Karın kısmı delik?” Jiang Cheng pes etmeye gönülsüz bir şekilde belirtti.

Ding Zhuxin “Öyle.” dedi. “Karın kasın var mı? Yoksa senin için çizebilirim.”

Jiang Cheng’ın ifadesi anlaşılmaz kalmaya devam etti.

“Var mı?” Ding Zhuxin sormak için Gu Fei’e döndü.

“Ha?” Gu Fei yüzündeki gülümsemeyi dizginlemeye fırsat bulamadan başını çevirdi. “Sanırım.”

“Gidip değiş o zaman. Karın kasların olmadığı için utandığını sanmıştım.”

“Hm.” Jiang Cheng önemli bir karar vermiş gibi başıyla onayladı ve dışarı çıktı ancak ardından başını uzattı. “Xin-jie, sadece soruyorum ama insanlar gerçekten bu kıyafetleri alıyorlar mı?”

“Elbette.” Ding Zhuxin çayını yudumladı. “Tüm tasarımlarım oldukça iyi satıyor.”

“Ne güzel. Ne tür insanlar alıyor?” Jiang Cheng kısık bir sesle sordu.

“Çılgın insanlar, muhtemelen.” Dedi Ding Zhuxin.

Sadece iç çamaşırı kalana kadar soyunduktan ve parçalanmış bir balık ağının neredeyse aynısı olan kıyafeti giyindikten sonra Jiang Cheng bunun çıplak olmaktan farkı olmadığını hissetti. Hızlıca bakmak için aynanın karşısına geçti.

Aman Tanrım 

Jiang Cheng eğer bu giysi satılabilirse, bunun yalnızca kendi vücudunun çok çok iyi olmasına bağlanabileceğine kesin olarak inandı…

Dişlerini sıktı ve içeri girdi.

Gu Fei’in başı eğikti ve kamerayla ilgileniyordu ama yukarı bakıp onu görür görmez ıslık çaldı.

“Kes sesini.” Jiang Cheng parmağını ona doğrulttu.

“İyi ki iç çamaşırın siyah.” Ding Zhuxin vücudunu yakından inceledi ve büyük bir memnuniyetle “Eğer olmasaydı senin için siyah bir tane bulmayı düşünüyordum…Hadi başlayalım.” dedi.

“Hm.” Jiang Cheng sete girdiğinde bir kısmının değiştirilmiş olduğunu gördü. Üstelik öncekinden daha hayat dolu ve daha havalı görünüyordu.

“Ayakkabılarını çıkart. Sadece çıplak ayak.” Dedi Ding Zhuxin.

Jiang Cheng’in böyle kıyafetler giyinirken direnecek gücü yoktu; tek kelime etmeden öylece ayakkabılarını ve çoraplarını çıkardı ve ortada çıplak ayakla durdu.

Ding Zhuxin “Bu kıyafet çok hareket gerektirmiyor.” dedi. “Bu parçanın adı ‘Sessizlik’. Bunun için duyguya girmeye çalış.”

Suskunluk

Jiang Cheng’ın şu anda bu kelimeye dayanarak düşünebildiği tek şey buydu.

Ve duyguya gelince…

Biraz üşüdüğünü hissetti… Ne de olsa kıyafet tamamen deliklerle kaplıydı. Ding Zhuxin’in iç çamaşırının siyah olduğunu anlayabilmesinin yanı sıra muhtemelen hangi marka olduğunu bile görmüştü.

Ancak bu duyguyu ortaya çıkarmak zorundaydı, her şeye rağmen.

Ding Zhuxin fotoğrafların çekilmesi için ona para vermişti – onun patronuydu. Sözü geçen duyguyu bulmak zorundaydı ve ayrıca Gu Fei elinde kamerayla onu bekliyordu.

Suskunluk.

Tamam, suskunluk değil. Sessizlik.

Sesin yokluğu.

Saf huzur.

Nedense önceden çok sevdiği Rusça bir şarkıyı hatırladı.

*medya*

Тихо, тихо, тихо, тихотактаетвночи……..

Sessizce, sessizce, sessizce, sessizce uzun süre tırmanmak……..

Tüm şarkı insanı sakinleştiriyordu.

Ailesiyle tartıştıktan sonra, çoğu kez kulaklıklarını takar ve bu şarkıyı dinlerdi.

Gözleri kapalı bir şekilde anlayamadığı sözleri dinler, sesleri kalbinde duyardı.

Bu gitmek için çok uzun bir yoldu… Böyle bir duygu bulmak için Sibirya’ya kadar gitmişti…

Kadrajda, Jiang Cheng gözlerini kapattı ve sağ elini nazikçe göğsünün sol tarafına koydu.

Gu Fei deklanşöre bastı.

O anda, Jiang Cheng çok uzaklarda olma hissi yayıyordu, derin bir uzaklık hissiyle çevrelenmişti.

Sessiz dinginliğe eklenmiş karmaşa ve inat…

Deklanşöre bastıktan sonra, uzun süre boyunca hareket ettirmeden kamerayı yukarıda tuttu, objektiften bakarken Jiang Cheng’ın yüzü tarafından büyülenmişti.

…Ding Zhuxin hafifçe boğazını temizleyene kadar.

Ancak o zaman Jiang Cheng aniden uyanmış gibi gözlerini açtı. Elini aşağı indirirken parmağı yakasına takıldı. Onu nazikçe çekti bu da yakanın sekmesine neden oldu.

Gu Fei’in elindeki kameranın deklanşöründen bir dizi klik sesi duyuldu.

Jiang Cheng’ın gözlerindeki belli belirsiz şaşkınlık, hafifçe aralanmış dudakları, parmağının yakaladığı yaka ve vücudunu keşfeden parmak uçları…

Ding Zhuxin “Bence bu mükemmel.” dedi. “Çok ayartıcı ama aynı zamanda da çok duygusal.”

Gu Fei elindeki kameraya bakarken çok uzun süre boyunca hiçbir şey söylemedi, en sonunda derin bir nefes aldı ve sanki iç çekiyormuş gibi yavaşça verdi.

“Ben…” Gu Fei kamerayı yere koydu, “Tuvalete gidiyorum.”

Tuvaletin kapağına oturduktan sonra, ağzında salınan sigarayı yaktı.

Ve pencereye doğru süzülen dumanları izledi.

Hayat…her zaman türlü türlü beklenmedik şeyle dolu olmuştu.

Örneğin, Gu Miao, dükkanın önünde beklenmedik bir şekilde Toprak Ana’yı öpen ve ardından beklenmedik bir şekilde sıra arkadaşı olan Jiang Cheng tarafından beklenmedik bir şekilde bulunmuştu.

Sözü edilen şeyler beklenmedikti ama çok da şaşırtıcı değildi.

Gu Fei’i şaşırtan şey, her zaman her şeyi kontrol altında tutan kendinin, fotoğraf çekerken fizyolojik bir reaksiyon göstermesiydi.

Bu tür bir şey gerçekten beklenmedikti.

Gerçekten beklenmedik.

Onun gibi her zaman kayıtsız olan biri bile sakinleşmek için tuvalette saklanmak zorunda kalmıştı.

Bu düşünce dizisini takip ettirirken düşünmeden edemedi, eğer onun pozisyonda olan Jiang Cheng olsaydı… o muhtemelen tuvalette kendini bitirirdi*.

*Kendini öldürürdü anlamında. İlk okuduğumda ben de İngilizce çevirmen gibi boşalırdı, otuzbir çekerdi anlamında sanmıştım… Zihinlerimiz aynı çalışıyor fkjlaflkds

Gu Fei ağzında sigara salınırken tuvaletten çıktığında, Jiang Cheng kıyafetlerin asıldığı standın önünde başka bir kıyafetle ölümüne savaşıyordu.

Bitmek bilmeyen savaş bir çıkmaza girmişti; o giysinin altını üstüne getirmişti ama giysi de şiddetle boğazına sarılmıştı.

Arkasındaki kapıdan ses geldiğini duyduğunda, kolunu kaldırdı ve giysideki boşluktan baktı. Gu Fei olduğunu gördüğünde, utancı bile umursamadı ve sesini alçalttı. “Siktir, gel ve bana yardım et.”

“…Burada neler oluyor?” Gu Fei hızla sigarayı söndürdü ve yanına gitti. Elini birkaç kere uzattı ama onu serbest bırakmak için nereden çekeceğini bilemedi.

“He, hah.” Jiang Cheng’ın kolu hala havadaydı, koluyla yakasının arasından öfke ve hüsran dolu yarım bir yüz görünüyordu. “Bu insanların giymesi için yapılmamış! Bu yaka, sadece bebekler buna girebilir!”

“Bekle.” Gu Fei onun etrafında döndü, “Bakmama izin ver.”

“Biraz daha geç çıksaydın, bu kıyafeti parçalayacaktım. Zararı karşılamam gerekse bile kabul ediyorum.” Dedi Jiang Cheng.

“Sanırım…” Gu Fei incelemek için kıyafetin sol tarafını kaldırdı. “Kol kısmından mı girdin?”

“…Böyle ifade ettiğinde,” Jiang Cheng yerinde kaskatıydı, “Birdenbire her şey anlam kazandı.”

Ne Gu Fei ne de o hiçbir şey söylemedi.

İki saniye sonra, kendisinin ve Gu Fei’in yeni bir aptalca kahkaha döngüsü koparmak üzere olduklarını biliyordu.

Ding Zhuxin dışarı çıktığında, ikili çoktan hararetli gülüşlerin etkisi altındaydı. Gu Fei birkaç kez kıyafetten çıkması için yardım etmeye çalışmıştı ama gülüşler ellerini güçten düşürmüş, çabalarını faydasız kılmıştı.

Ve Jiang Cheng o kadar çok gülmüştü ki kol manşeti onu boğsa bile duramayacağını hissediyordu.

“Üzgünüm.” Ding Zhuxin telefonunu çıkardı ve ikisinin bir fotoğrafını çekti. “Bunu Anlar’ımda paylaşmak zorundaydım.”

“Ne?” Gu Fei rafa yaslanırken sordu ve gülmeye devam etti.

Ding Zhuxin “Yarı zamanlı fotoğrafçım ve yarı zamanlı modelim,” dedi. “Delirdi.”

“Neredeyse bitti. Kolun içine girmiş.” Gu Fei sonunda sakinleşti ve Jiang Cheng geri çekilip kolları ve kafasını bütünleştirmeye çalışırken kıyafeti hafifçe çekip çekiştirdi –nihayet kıyafet çıktı.

“Ay!” Yere çömeldi, “Kazandım lanet olası.”

“Acele edin, Jie ikinize dışardan yemek siparişi verecek.” Ding Zhuxin arkasını döndü ve içeri girdi.

Başlangıçta Jiang Cheng 30 set kıyafetin fazla olduğunu düşünmemişti ne de olsa bazen dışarı çıkmadan önce iki ya da üç kıyafeti eşleştirip denerdi.

Bugün kesin olarak kıyafet giyinmenin ve soyunmanın ne kadar can sıkıcı olduğunu anlamıştı.

Durmaksızın giyindikten, durmaksızın soyunduktan ve henüz basketbol maçının ağrısı bacaklarından tamamen geçmemişken ışıkların önünde ayakta durup her türlü duyguyu bulmak zorunda kaldıktan sonra, her değiştirişinde kıyafetleri yırtmak istiyordu.

Can alıcı nokta Ding Zhuxin’in kıyafetlerinin hepsinin tam set olmasıydı, sadece 30 ayrı parça kıyafet değil öyle olsaydı pantolonu iki ya da üç kere değiştirmek yeterli olurdu – her değişim için baştan aşağı soyunması gerekiyordu.

Karanlık hüküm sürdüğünde, Ding Zhuxin onlara önce yemek yemelerini söyledi ancak Jiang Cheng reddetti. Eğer dinlenmek için durursa ve yemeğini bitirirse ölümüne dövülse bile artık devam etmek istemeyeceğini hissetmişti; fazladan para bile hevesini arttıramazdı.

Bu yüzden ikisi de yemek yemedi ve sonunda saat dokuzu geçerken bugünün yorucu görevini bitirene kadar devam ettiler.

“Aç mısınız?” Ding Zhuxin günün ücretini Jiang Cheng’e havale ederken sordu. “Aşağıda bir şeyler yiyelim. Ne istersiniz?”

“Ben…bir şey yemek istemiyorum.” Jiang Cheng kendi kıyafetlerini giyindikten sonra çok daha rahat hissetti. Tüm vücudu gevşedi ve ardından yorgunluk onu vurdu. “Uyumaya gideceğim, ölümüne yorgunum.”

Ding Zhuxin “Aç değil misin?” dedi. “Sadece bir iki ısırık al. Ya gecenin ilerleyen saatlerinde acıkırsan?”

“Teşekkür ederim, Xin-jie.” Jiang Cheng esnedi. “Doğrusu o kadar uykum var ki artık açlık bile hissetmiyorum. Sonrasında acıksam bile farkına varmayacağım.”

Ding Zhuxin güldü, “Tamam o zaman. Yarın gelmek için hala enerjin olacak mı?”

Jiang Cheng “Uyuduktan sonra iyi olacağım.” dedi.

“Öyleyse taksiyle dönmelisin.” Dedi Ding Zhuxin. “Yol masraflarını karşılayacağım.”

Jiang Cheng çabucak “Endişelenme.” dedi. ” Gerçekten gereği yok, kendim hallederim.”

Ding Zhuxin’in hala söyleyecek sözü vardı ancak Gu Fei onu kesti. “Parayı bana ver. Taksiye onunla bineceğim.”

“Sen de mi yemiyorsun?” Ding Zhuxin ona baktı, biraz şaşırmıştı.

“Evet.” Gu Fei bir sigara çıkardı ve yaktı. “Annem bugün yemek yaptı ve benim için biraz ayırmış. Gittiğimde hepsini bitirmek zorundayım yoksa yine ağlar.”

“Tamam o zaman.” Ding Zhuxin onayladı.

Gu Fei ve Ding Zhuxin orada sessizce dururken Jiang Cheng yol kenarına taksi çevirmeye gitti.

“Da Fei.” Ding Zhuxin bir taksinin yaklaştığını gördüğünde ağzını açtı.

“Hm,” Gu Fei cevapladı.

Ding Zhuxin, Jiang Cheng’ın sırtına bakarken “Senin böyle içten güldüğünü ilk kez görüyorum.” dedi. “Senin büyümeni izledim ve bugün ilk kez gördüm.”

“Büyümeni izledim derken ne demek istiyorsun?” Gu Fei, Ding Zhuxin’in sözlerini geçiştirirken güldü. “Benden sadece birkaç yaş büyüksün ve annem gibi konuşuyorsun. Ben de senin büyümeni izledim.”

Ding Zhuxin “Arabaya bin.” dedi. “Yarın halletmem gereken birkaç şey var o yüzden burada olmayacağım. Fotoğraflanması gereken kıyafetleri o zamana kadar hazırlatacağım. Asistanım makyajı yapmak için gelecek, geri kalanında da bana sen yardım edebilirsin.”

“Tamam.” Gu Fei izmariti attı ve taksiye bindi.

Jiang Cheng vücudu koltuğa değer değmez uyuyakaldı; domuz gibi uyuduğunu kendi bile hissedebiliyordu. Sallananın taksi olmadığını anlayana kadar Gu Fei onu birkaç kez itti ve gözlerini açtı.

“Geldik mi?” Jiang Cheng yüzünü ovuşturdu ve dışarı çıkmaya hazırlanarak kapıyı açtı. “Neredeyse rüya görmeye başlamıştım.”

“Ah…” Gu Fei onun kolunu çekti.

Jiang Cheng ilerideki kargaşayı duyduğunda Gu Fei’e ne olduğunu sormak üzereydi. Bir erkek bağırıyor, bir kadın çığlık atıyor ve başka bir kadın ağlıyordu.

Ve gözleri sesin kaynağını takip ederken tüm vücudu ebedi bir kaygı durumuna daldı – o anda, bir öğleden sonra ve yarım gecelik yorgunluk kelimenin tam manasıyla üstüne çöktü.

Lİ Baoguo, Li Hui ve Li Qian’ı – öz babası, erkek kardeşi ve kız kardeşi – tek bakışta tanımıştı. Ne daha önce gördüğü ne de tanıdığı topallayan bir kadın da vardı.

O kadın aksayan bacağını sürüklüyor, Li Baoguo ile itişip kakışıyor, ağlıyor ve küfrediyordu. Ayrıca onun anlayamadığı ağır bir aksanla lehçe de konuşuyor gibiydi.

Li Baoguo yerde yattığı ve o insanlar onu tekmeler ve döverken başını tuttuğu o günkü korkak halinden tamamen farklıydı. Şimdi bu kadınla saldırganca mücadele ediyordu. Li Hui ve Li Qian onu ne kadar güçlü çekse de, onu zapt edemediler.

“İster inan ister inanma, seni döve döve öldüreceğim!” Li Baoguo’nun kelimeleri net ve güç doluydu: “Henüz laozi tarafından yeterince düzeltilmemiş olmalısın! Gör bakalım bugün bundan canlı çıkmana izin verecek miyim!”

Jiang Cheng birdenbire nefessiz kaldığını hissetti. Onunla beraber inmek üzere olan Gu Fei’i içeri iterek kendini taksiye geri attı ve kapıyı kapattı.

Şoför “Sorun ne? İnmiyor musun?” diye sordu.

Jiang Cheng, Gu Fei’e yumuşak bir şekilde “Önce seni götürelim.” dedi. Boğazı tıkanmış gibiydi.

“Peki.” Gu Fei fazlasını sormadı. “Shifu, Beixiao Caddesi’ne döner misin.”

“Tamam.” Şoför arabayı döndürdü ve sonraki caddeye sürdü.

Gu Fei’in dükkanını geçtikten sonra taksi bir süre daha ilerledi. Birkaç konutun önüne geldiklerinde Gu Fei şoföre durmasını söyledi.

“Başka bir yere gidiyor musunuz?” diye sordu şoför.

“Sadece burası.” Gu Fei şoföre parayı uzattı ve sonra Jiang Cheng’ı itti. “Dışarı çık.”

Jiang Cheng ona söyleneni yaptı ve taksiden çıktı, önündeki binaya bakarken başının tamamı biraz uyuşuktu. “Senin evin mi?”

Gu Fei “Evet.” dedi ve girişe doğru yürüdü. “Gel beni fotoğraflar üzerinde çalışırken izle.”

“Ne fotoğrafı?” Jiang Cheng bir an duraksadı ama yine de onu takip etti.

Gu Fei “Senin fotoğrafların ah, onları görmek istemiyor musun? Çok ateyşli.*” dedi.

*Gu Fei şirin olmaya çalışıyor.

“Olur.” Jiang Cheng gülümsedi.