175. Shizun, Benden Hoşlanıyor Musun?

Share

               Chu Wanning son buğulanmış çöreğini yerken arkasındaki kapı açıldı. Mo Ran bir yığın şeyle içeri girip yatağın üzerine koydu.

               “Shizun, dış cübbenin içinden çıkarmadığın parça parça tılsım kağıtlarından vardı. Hepsini senin için buraya koydum.”

               Konuşmayı bitirdikten sonra başını öne eğerek tekrar dışarı çıktı.

               Doğrudan brokar keseyi alıp Chu Wanning’e sormaya çok utanmıştı. Cevap ne olursa olsun, atmosferin garip olacağını düşünmüştü. Üstelik Chu Wanning’in derisi inceydi ve Mo Ran’in aptal bir ağzı vardı. Yanlış bir şey söyleyip onu mutsuz ederse, ne yapardı?

               Mo Ran dudaklarını büzdü, siyah gözleri kavurucu bir ışıkla parlıyordu. Kafası karışmış ve sersemlemiş görünüyordu.

               Aniden kendi aklı hayaline dahi sığmayan bir düşünce zihninde belirdi––––

               Yoksa Chu Wanning……

               Gerçekten ondan hoşlanıyor muydu?

               Mo Ran, kendi cüretkâr ve hezeyanlı düşünceleri karşısında şok olmuştu. Hemen başını salladı ve “İmkânsız, imkânsız……” diye mırıldandı.

               Dedikleri gibi, Lushan Dağı’nın gerçek yüzünü, Lushan Dağı’ndayken göremezdiniz.1 Muhtemelen durum buydu.

               Bu brokar kese, mesela bir kadın efsuncu gibi Mo Ran’in hiç umursamadığı birine ait olsa, Mo Ran bunu gördüğü anda anlardı. Hemen diğer kişinin duygularını saptardı.

               ––––Ondan hoşlanmasa, neden onun saçının olduğu brokar keseyi, hele ki bunca sene taşısındı ki?

               Esasen konu çok basitti.

               Ancak Chu Wanning ile karşılaştığı an Mo Ran karmakarışık hale gelmişti. İnsanlar hep böyleydi. Ne kadar önemserlerse, hayal güçlerinin çılgına dönmesi2 o kadar kolay olurdu. Fazlasıyla sakarlaşır, ellerini ayaklarını nereye koyacaklarını bilemezlerdi. Karşı tarafın tek bir bakışı, uzun bir süre kalbini kavrayıp ciğerini sökebilirdi. Karşı taraf sessizdi, ama bu sessizlikten, dikkatlice yeri üç chǐ3 kazabilir ve duraklamanın ardındaki gizli anlamı ortaya çıkarabilirdi.

               Bu şekilde, mesele ne kadar basit olursa olsun, üzerinde düşünecek ve dikkatlice çiğneyip yavaşça yutacak, evirip çevirerek4 tadacaktı.

               Yanılıyor muydu?

               Yanlış mı anlamıştı?

               Chu Wanning keseyi atmayı unutmuş muydu?

               Bu, ayak parmaklarını kullanarak düşünse5 bile reddedilecek bir soruydu, ancak yine de uzun süre düşünebilirdi. Düşüncelere dalmış, dalgın dalgın kovadaki çamaşırları yıkıyordu. Su gitgide soğuyor, ama kalbi gittikçe ısınıyordu.

               Mo Ran başını kaldırıp eve bakmaktan kendini alamadı. Yağlı kağıttan (huí)6 karakteri şekilli eski ahşap pencerede altın bir mum ışığı vardı. Mum ışığı titredi, loş ve parlaktı ve Mo Ran’in göğsündeki genç tomurcuk da hafifçe titreşip kıpırdanmıştı.

               Chu Wanning ondan gerçekten hoşlansaydı……

               Şüphesiz ki eskiden o zalim ve kalın derili olan İmparator Taxian Jun idi ama şimdi bu cümlenin sadece yarısını düşündüğünde bile yüzü kıpkırmızı olmuştu.

               Mo Ran biraz sıcaklamış ve biraz da susamıştı.

               Suyla giderilemeyecek bir susuzluktu bu. Sadece odadaki kişi bu ateşi yatıştırabilirdi. Sadece o kişinin ağzındaki tatlılık ona büyük bir rahatlık ve bir anlık huzur verebilirdi. Sadece o kişi, değer vermeye, korumaya ve saygı duymaya yemin ettiği o adam.

               “Saygıyı” düşününce, Mo Ran’in göğsüne bir bardak su dökülmüştü sanki. Geçmişte, ne zaman kendini kontrol edemese ve Chu Wanning’e karşı güçlü bir arzu duysa, kendine hep bunu hatırlatıp kendini azarlardı.

               Ama bu gece farklıydı.

               Bu gece, o brokar kese, yüreğinde yanan ateşe çam yağına batırılmış bir avuç kuru odun ekleyerek hırsını kavurucu bir şekilde körüklemişti.

               Saygılı ol.

               Kendi kendine, bunun yanan bir odun arabasında bir bardak su7 gibi olduğunu söyleyip duruyordu. Geçmişte her zaman söndürebildiği düşünceler şimdi agresif bir şekilde yanıyordu. Üzerine atılan soğuk su anında buhara dönüşerek gözlerinin kamaşmasına neden oluyordu.

               Dolayısıyla, Mo Ran şunu fark edince şok olmuştu, sonuç olarak “saygı” mantrası, tamamen, tamamen––––

               Etkisizdi.

               Odanın içinde, Chu Wanning son buğulanmış çöreği yemişti. Parmaklarını silmek istiyordu, bu yüzden yatağa yürüdü ve karmaşa yığınından bir haitanglı mendil çıkardı.

               Hafızasının gerçekten kötü olduğunu düşünerek içini çekti. Giysileri yıkamadan önce, içindeki her şeyi çıkarmayı bilmiyordu. Mo Ran’in önünde kendini aptal durumuna8 düşürmüştü. Ayrıca bilmediği şey……

               “Hım?”

               Düşüncesini bitiremeden, aniden bir tılsım kağıdı yığınının altında, ince kırmızı bir ip gördü.

               Chu Wanning’in kalbi tekledi. Bakmak için kırmızı ipi çekmek istemişti, ama parmakları havada kaldı. İlerlemeye cesaret edememişti. Bir an tereddüt ettikten sonra elini çekti ve kalbine en yakın pozisyonu yoklamak için yakasına uzandı.

               Dokunduğu anda ifadesi değişmişti.

               Mor mimozalı brokar kese gerçekten de orada yoktu!

               Chu Wanning’in yüzü son derece çirkin bir hal aldı. Uzun bir süre sonra donakalmıştı, Seremonilerin Hayalet Hanımı’ndan aldığı brokar keseyi hep yakasının içinde tuttuğunu hatırlıyordu. Ancak Xue Zhengyong’un sipariş ettiği tören cübbesinin iç cebi biraz eğimliydi. Brokar kese, yumuşak ve kaygandı. Yanlışlıkla düşürmekten korkuyordu, bu yüzden hep dış cübbesinin cebinde tutuyordu.

               O karmaşa yığınını dikkatle incelediğinde, kendisini yıldırım çarpmış gibi hissetmiş ve bir santim bile kıpırdayamamıştı.

               En üste şeker gibi küçük şeyler, altlarına ise kağıt tılsımlar yerleştirilmişti. Sadece kırmızı ip en alta saklanmıştı. Onu saklayan kişi kızarıyor gibiydi. Tekrar tekrar elini sallayıp “Görmedim, hiçbir şey görmedim,” diyordu.

               “……”

               Bir süre sonra Chu Wanning nefesini tuttu. Bir umut ışığıyla kırmızı ipin ucunu tuttu ve dağınık tılsımların arasından çıkardı.

               …….Beklediği gibiydi.

               Brokar kesenin kırmızı ipliği yerinden oynamıştı ve bu, onun alışkın olduğundan tamamen farklıydı.

               Ne kadar sakin olursa olsun, beyaz yanakları çabucak kızarmıştı ve kulakları o kadar kırmızıydı ki, sanki kan akacakmış gibi görünüyordu. Kırmızı iplikle bağlanmış brokar keseyi açtı. İçinde, uzun yıllardır birbirine dolanmış halde olan iki tutam mürekkep karası saç, yıllardır etrafına gizlice dolanan düşünceler gibiydi. Aynen böylece, sıcak sarı mum ışığına düşüp parmaklarına sarılmışlardı.9

               Mo Ran brokar kesesini görmüştü!

               Gördükten sonra, brokar keseyi yığının dibine, üç yüz gümüş taelin gizlenmediği10 yere gömmüştü!

               Bu farkındalık Chu Wanning’in kafasında büyük bir patlamaya neden oldu. Kanı kaynıyordu. Kalbi artık sakin kalamıyordu. Tüm yüzü yanan kor kadar sıcaktı.

               Ne yapmalıydı?

               Mo Ran kalbinde sakladığı şeyleri fark etmiş miydi?

               ……Bitmişti.

               Mo Ran’in hoşlandığı kişi, Shi Mingjing idi. Ona karşı hisleri olduğunu bilseydi, kesinlikle onu korkuturdu. İkisi arasındaki yumuşak ve nazik ilişki böylece çökecek miydi––––Chu Wanning’in zihni kaos içindeydi. Eli, brokar keseyi sıkıca kavramıştı. Uzun bir süre geçtikten sonra biraz sakinleşmişti.

               Mo Ran’in bilmemesini umuyordu.

               Yıllarca saf kalpli ve arzudan yoksun bir adam olma itibarı üzerine bahse girerek, Mo Ran’in hiçbir şey anlamamasını ummuştu––––uzun süren gizli bir aşkın bir gün sevdiğiniz tarafından bilinmesi harika bir şeydi. Bir nevi rahatlama olurdu. Ancak Chu Wanning için durum böyle olmayabilirdi.

               Otuz iki yaşındaydı ve yalnızlığa çoktan alışmıştı.

               Mo Ran ve Shi Mei, genç ve enerji doluyken, Chu Wanning daima yalnızdı. Otuz yaşını geçtiğinde, hâlâ sevdiğiyle olma şansına sahip olacağını hiç düşünmemişti. Birinin gerçek duygularını açığa vurması şüphesiz bir ilişkinin başlangıcıydı. Ancak başarısızlıkla sonuçlanması ve mahzun dönmesi de mümkündü.

               Chu Wanning brokar keseyi bir kenara koydu ve odada bir ileri bir geri yürüdü. Sonunda tozlu, bronz aynanın önünde durdu.

               Göz kapaklarını kaldırdı ve aynaya baktı. Ayna uzun süredir kullanılmamıştı ve kalın bir toz tabakasıyla kaplanmıştı. Sadece kaba bir gölge yansıtabiliyordu. Elini kaldırdı ve aynanın yüzeyini sildi, tozun içinde çok da mükemmel olmayan bir yüz ortaya çıktı.

               Bronz aynada bir çizik vardı. Gözünün kenarına düşmüştü. Chu Wanning gözlerini kırpıştırdı ve kendine baktı.

               “Çok çirkin.”

               Aynadaki kişiye baktı ve aniden çok sinirlenip hüsrana uğradı.

               “Nasıl…… Böyle görünebilirim?”

               Mo Ran’in nazik, yakışıklı, ince, genç ve güzel erkeklerden hoşlandığını biliyordu.

               Ona gelince, bunların hiçbiri değildi.

               Kırışıklıkları olmamasına rağmen, bir insanın üzerine düşen yılların ağırlığı gizlenemezdi. Chu Wanning genç ve olgun bir insandı. Şimdi en ufak bir sıcaklığı kalmadığına göre, genç bir adamla aşk hakkında konuşmaya nasıl cesaret edebilirdi? Dahası, bu kişi onun kendi müridiydi.

               Eğer bu haber yayılırsa, kendisinden bahsetmek şöyle dursun, değil Mo Ran, Sisheng Tepesi bile utanırdı.

               Ayrıca beş yıllık uykunun ardından, Shi Mingjing’in gitgide güzelleşip zarifleştiğinden, kendi neslinde eşi benzeri olmadan muhteşem11 göründüğünden bahsetmiyordu bile. Gülümsemediğinde gözleri parıldayan şeftalilerle dolu görünüyordu. Sonra aynadaki kişiye tekrar baktı––––

               Kaşlarının arasında sadece nahoş bir düşmanlık ve kibir havası vardı.

               İkisini karşılaştırınca, kimin üstün olduğu açıktı. Sadece bir aptal kendisini seçerdi.

               Chu Wanning donuk bronz aynaya baktı. On yıl geriye dönüp aynadaki bu çirkin adam yirmilerinde birine aşık olsaydı, belki yine de sıcak kanlılığından dolayı pervasızca itiraf ederdi diye düşünüyordu. Kafası kırık ve kanıyor olsa bile fark etmezdi.

               Ama şimdi otuzlarındaydı.12

               Artık genç değildi ve geriye sadece rezil hali, ihtiyatlılığı, sert tavrı ve bir çocuğun bile görse korkacağı o vahşi yüz kalmıştı.

               Mo Ran ihtişamının zirvesindeydi ve Shi Mei imparatorlukları devirebilecek bir güzellikti.

               Ve o, artık genç olmayan çirkin bir adamdan başka bir şey değildi. Hiçbir şey istemeye cesaret edemezdi, sadece saklanmak istiyordu.

               Sadece böyle güvende ve istikrarlı yaşamak istiyordu. Birbirlerinin gün ışığı olmalarına13, o adamın, en büyük rüyası olmasına, o kişiye gizlice aşık olmasına izni olduğunu, Shizun’u olduğu için o kişiye karşı dürüst davranacak meşru bir sebebi olduğuna müsaadesi olduğunu düşünmeye dahi cüret edemiyordu.

               Bunun yeterli olduğunu düşünüyordu.

               Oldukça memnundu.

               O sırada arkasından bir gıcırtı sesi geldi. Chu Wanning arkasına bakmadı. Bronz aynadan Mo Ran’in eve ahşap bir kovayla girdiğini görmüştü.

               İkisi de konuşmuyordu, bronz ayna hâlâ biraz bulanıktı. Chu Wanning sadece kapıda duran uzun boylu bir figür görebiliyordu ama o figürün yüzünde ne tür bir ifade olduğunu ya da gözlerinden ne renk dalgacıklar aktığını net bir şekilde göremiyordu.

               Sakin kalmayı kendine yüzlerce kez tekrar etmesine rağmen Chu Wanning’in kalbi durduk yere, hızla atıyordu. Mo Ran’in, utancını görmesini istemedi, bu yüzden yüksek atkuyruğunu açtı ve saç kurdelesini dişlerinin arasında ısırdı. Başını eğdi ve aynanın önünde saçını yeniden topluyormuş gibi yaptı.

               Gerçekten zeki olduğunu düşünüyordu. Kurdelesini ısırmak, karşı tarafı selamlamak için ağzını açmaması adına iyi bir neden veriyordu. Böylece––––

               Aniden bir el kulağının arkasına dokundu. Chu Wanning’in bedeni bir anda titredi. Bunu bastırmaya çalıştı, ama yine de yapamamıştı. Hafifçe titremişti.

               Başkalarıyla pek fiziksel temasta bulunmazdı, yani buna alışık değildi. Üstelik kulağına dokunan kişinin Mo Ran olduğunu söylemeye gerek yoktu. Kaba ve geniş avuç içi, kulağının hassas derisine sürtünmüştü ve bir saniye içinde beli ve sırtı tamamen uyuşmuştu.

               Chu Wanning’in gözleri hâlâ aşağıdaydı. Şimdi başını kaldırsa, ışık loş olsa bile, hatta bronz ayna loş olsa bile arkasındaki kişinin, yüzünün anormal derecede kırmızı olduğunu görebileceğinden şüpheleniyordu.

               Sadece şeridi ısırıp sakin kalmaya çalıştı. “Yıkaman bitti mi?” dedi.

               “Um.”

               Adamın sesi alçak ve boğuktu.

               Chu Wanning onun çok yakın olduğunu hissetmişti. Vücudunda soğuk gecenin serinliği vardı, ama bu, adamın güçlü ve alev alev yanan nefesini gizleyemiyordu. Bu nefes başını döndürmüştü ve düşünceleri bulanıklaşıp yavaşladı, arkasına dönemiyordu.

               Mo Ran düşen saç tutamlarını toparlamasına yardım etti. Bir şeyler söylemek istiyordu, ama durdu, “Shizun, az önce ben……” dedi.

               “……”

               Ne söylemek istemişti?

               Chu Wanning saç kurdelesini ısırmış, gözlerini indirmişti ve kalbi çok hızlı atıyordu.

               Soru, cevaplanması çok zor görünüyordu. Mo Ran bir an için durakladı ve sonunda konuyu değiştirdi, “Unut gitsin, bir şey yok. Çok geç oldu, sen hâlâ saçını mı topluyorsun?”

               Chu Wanning cevap vermedi, sadece arkasındaki vücudun çok yakın olduğunu hissediyordu.

               Çok sıcaktı.

               “Dışarı mı çıkıyorsun?”

               Chu Wanning, “Hayır, sadece bulaşıkları yıkamaya gidiyorum,” diye yanıtladı.

               “Sana yardım edeceğim.”

               Chu Wanning, “Ellerim ve ayaklarım var,” dedi.

               Arkasında duran Mo Ran gülümsedi. Sanki konuşacak bir şey bulmaya çalışıyormuş gibi beceriksizce gülmüştü. “Ellerin ve ayakların olması güzel, ama Shizun sakar biri de. Bir yerlere toslamandan korkuyorum.”

               Chu Wanning: “……”

               Mo Ran, hiçbir şey söylemediğini görünce mutsuz olduğunu düşündü. Gülümsemesini sildi ve ciddi bir şekilde, “Dışarıdaki su soğuk. Biraz ısıtıp götürmeyi unutma,” dedi.

               Chu Wanning yanıtladı. Biraz “Um” ve biraz da “Hıhh” gibi belirsiz, genizden bir sesle cevap vermişti, ama kulağa çok hoş geliyordu. Mo Ran’in kulaklarına düştüğünde, göğsündeki hassas sarı erciğin14 daha da dişlerini sıkmasına ve pençelerini savurmasına15 sebep oluyordu. Âdem elması hafifçe hareket etti. Kara gözleri Chu Wanning başını eğdiğinde kıyafetlerinin altından görünen solgun boynuna kaydı.

               Sanki daha da gerilip susamıştı. Bilinçsizce yutkundu, ama sesini olabildiğince alçak tutmaya çalıştı. Chu Wanning tarafından duyulmak istemiyordu.

               Mo Ran derin bir nefes aldı ve zorla gülümseyerek, “Bu ayna çok bulanık,” dedi.

               “Birisi en son kullanalı çok uzun zaman olmuş.”

               “Shizun, net göremiyorsundur. Kurdeleni bana ver, senin için saçını tarayayım.”

               Chu Wanning eflatun şeridi ısırdı, ama o reddedemeden Mo Ran kurdeleyi elinde tutuyordu bile. Durum böyle olduğundan, artık kurdeleyi ısıramazdı. Tek yapabileceği sinirle ağzını gevşetip Mo Ran’in atkuyruğu yapmasına müsaade etmekti. Bu sırada hâlâ soğukmuş gibi davranıp homurdandı, “Nasıl yapılacağını biliyor musun? Güzel yapamazsan kendim yapmak zorunda kalacağım.”

               “Shizun, unuttun mu? Şeftali Çiçeği Pınarı’nda saçını ben örmüştüm.”

               Chu Wanning’in aniden dili tutuldu. Xia Sini onun utanç dolu geçmişiydi ve bunu bir daha gündeme getirmek istemiyordu. Gözlerini kapadı ve kaşlarını çattı, Mo Ran’in, saçını tarayıp bağlamasına izin verdi.

               Ancak Mo Ran’in avucu her zaman kulağına değiyordu. Kendini çok rahatsız hissetmişti. Kafa derisi uyuşuktu ve boğazı biraz kurumuştu. Böylece kaşları daha da sert bir şekilde çatıldı.

               “Neden hâlâ bitmedi?”

               Mo Ran alçak sesle bir kahkaha attı, “Hep çok acelecisin. Merak etme, birazdan bitiyor.”

               Sesi öncekinden daha yakın gibiydi, hemen kulağının arkasındaydı. Chu Wanning, kol yenlerinden sarkık duran ellerini sıkmadan edemedi.

               Bunun sadece bir yanılsama olup olmadığını bilmiyordu ama Mo Ran’in nefesinin biraz ağırlaştığını hissedip duruyordu. Vahşi bir canavarın avına saldırmadan önce sahip olacağı türden bir ağırlıktı. Bu ona izleniyormuş gibi bir karıncalanma hissi veriyordu. Hatta bir kaplanın veya kurdun arkadan üstüne atlayıp onu bronz aynaya bastıracağını hissediyordu. Açgözlülük ve hırsla boğazını ısırıp, damarlarında çağlayan kanı emecekti sanki.

               Bazen insanların duyuları şaşırtıcı derecede doğru olurdu. Chu Wanning bunu hissetse de özgüvensizliği yüzünden buna inanmaya cüret etmiyordu.

               O an başını kaldırsa, aynada göreceği şeyin Mo Ran’in, içlerinde arzu ve mantık çatışan, her yerde kıvılcımların uçuştuğu, her yerden dumanların çıktığı, parlak ve karanlık gözleri olacağını nereden bilebilirdi?

               Mo Ran ipeksi saç kurdelesini elinde tutuyordu, ruhunun berrak yarısı bedenini kontrol edip itaatkâr bir şekilde Chu Wanning’in saçını bağlamasına yardım ederken, karanlık yarısı gerginlikle düşünüyordu––––

               Ne yapıyordu?

               Kurdeleyi mi bağlıyordu?

               Ama bu kurdele besbelli yanlış yere bağlanmıştı!

               Chu Wanning’i kabaca eski ve terk edilmiş makyaj masasına sertçe bastırması, saç kurdelesini gözlerini kapatmak için kullanması, diğer eliyle çenesini tutması ve onu aç ve susuz bir şekilde öpmesi gerektiğini düşünüyordu. Ona sıkıca bastırmalı ve ağzının tatlılığını, dilinin yumuşak ucunu emmeliydi. Chu Wanning’in kulağına yavaşça dişleri ve tırnaklarıyla sürtünüp kulağının arkasındaki minik beni yalıyor olmalıydı. Derin derin nefes alıp vererek, Chu Wanning’in kulağına yaklaşıp kısık sesiyle ona şöyle soruyor olmalıydı––––

               “Chu Wanning, sevgili Shizun’um. O brokar keseyi neden sakladın?”

               “Wanning…… Wanning…… Benden…… Hoşlanıyor musun?”

               Hasret duyan kalbi yerinden çıkacakmış gibi hissediyordu. Kanı kaynıyordu ve gözleri sıcak ve kırmızıydı.

炎炎炎

Dipnotlar

  1. 不识庐山真面目 (bùshí Lúshānzhēnmiànmù) deyim: Lushan Dağı üzerinde, dağın gerçek yüzünü görememek, bir kişi ya da durum hakkındaki gerçeği görememek. Bütün resmi anlamak için dar bir kapsamın ötesine geçip öznel yargılardan kurtulunmalıdır. Kişinin bir meselenin gerçeğini esas olarak o meseleye dahil olduğu için göremediği anlamına gelir. Deyim kökeni: Lushan Dağı, adını Zhou Hanedanlığı Kralı Wu döneminde Lushan Dağı’na yerleşen ünlü bir bilgin olan Kuang Vu’dan almıştır. Üç tarafı nehre bakan bu dağ, belirgin dağlar ve güzel suları ile görkemlidir. Nehre bakar ve suya bağlıdır. Dağ puslu bir dağdır, bu yüzden insanlar gerçek halini zar zor görebilirler. Yazar Su Shi, 题西林壁 (Ti Xi Lin Bi) şiirinde şöyle yazmıştır, Dağ silsilesinin yan tarafında oluşur zirveler, yatay olarak bakıldığında, farklıdır mesafe ve yüksekliği. Bilmiyorum Lushan Dağı’nın gerçek yüzünü, çünkü dağın üzerindeyim.

  2. 胡思乱想 (húsīluànxiǎng) Tam anlamıyla, fantezi uçuşlarına dalmak. Hayal gücünün aşırılığı hakkında bir deyim. Sersemleyip aptalca düşünmek.
  3. Üç chǐ: 1 metre
  4. Yedi viraj ve sekiz dönüş: 七弯八拐 (qī wān bā guǎi) birçok yerde kıvrılmak ve sürekli yön değiştirmek demektir. Basit, doğrudan, anlaşılır olmamak anlamına gelen bir deyimdir.
  5. 用脚趾头想 (yòng jiǎo zhǐ tou xiǎng): Ayak parmaklarıyla düşünmek, düşünmeden bile anlamak anlamına gelen bir deyim. Anlamak için beynini kullanmana bile gerek olmaması.
  6. Burada pencerenin şekli, Çincedeki 回 (huí) karakterine benzetiliyor. Bu karakter normalde “dönmek, dönüş, kıvırmak” anlamlarına gelir.
  7. 杯水车薪 (bēishuǐchēxīn) tam anlamıyla, yanan bir odun arabasına bir bardak su demek. Tamamen yetersiz bir önlem anlamına gelen bir deyim.
  8. 看笑话 (kànxiàohua): Tam anlamıyla, eğlenceyi izle. Biri kendini aptal durumuna düşürürken eğlenerek izlemek anlamına gelen bir deyim. Başkalarının hatalarını, başarısızlıkları, talihsizlikleri veya uygunsuz hikayelerini alay konusu yapmak demektir. Genellikle aşağılayıcıdır.
  9. 绕指柔间 (rào zhǐ róu jiān), tam anlamıyla parmakları yumuşakça sarmak. Batı Jin Hanedanlığından Liu Kun’un “Lu Chen’e Hediye Vermek” şiirinde, o zamandan beri birçok kez alıntılanan “Ne demek ki sert beyaz çelik, parmaklara sarılmış yumuşaklığa dönüşmüş?” cümlesi vardır. Bu şiir, kahramanın sonu ve yüce ideallerin tuzağına düşen bir adam hakkında trajik ve ıssız bir şiirdir. Şiirde, hırsların gerçekleştirilemediğine, dostlara pişmanlık ve öfkenin dile getirilmesine, ülkeye katkıda bulunma gönüllüsü ve kariyerinde yaşanan aksiliklerin acısını dile getirmeye ve çaresiz durumdaki bireysel yaşamın üzüntüsüne, hayatta kalma arzusuna pek çok imada bulunulmuştur. Her cümle için kelime oyunu kullanılmıştır. Bu ifadenin geçtiği son mısrada şöyle demektedir:

    何意百炼刚,化为绕指柔。

    (Hé yì bǎi liàn gāng, huà wéi rào zhǐ róu.)

    Ne demek ki sert beyaz çelik, parmaklara sarılmış yumuşaklığa dönüşmüş?

    Ne demek derken, nasıl düşünürsün, hiç aklıma gelmezdi demek istiyor. Parmaklara sarılmış: Parmakları sarabilen yumuşak şeyler. Bu cümle başarısızlığa uğradığını ve binlerce kez tavlanmış sert bir çelik gibi güçsüzleştiğini, ancak şimdi parmağa sarılabilecek kadar yumuşak bir hale geldiğini anlatıyor. Birçok kez tavlandıktan sonra çelik, parmakları sarabilecek yumuşak bir şeye dönüşür. Başarısızlıktan sonra güçsüzleşmeyi anlatmak için kullanılır. Daha sonra öfkeli ve sert bir mizacın uyumlu hale getirilmesi için bir metafordur.

    Savaşta sertleşmiş ve çok güçlü kahraman neden bu kadar zayıf ve beceriksiz oldu? Sadece zor yoldan geçenler bu tür bir kişisel içgörüye sahip olabilir. Ne kadar güçlü olursa olsun, ölümün çıkmaz sokağındaki çamur kadar yumuşaktır. Kaplan, canavarların sesiyle tuzağa düştüğünde, nefesi zayıflar. Eskiler, “Kuş ölmek üzereyken cıvıltısı da yas tutar,” derlerdi. Son iki cümle, tutkulu ritimde sonsuz ıssız ruh halini gözler önüne seriyor, yolunu derinden kaybetmiş kahramanın duygularını ifade ediyor. (Kaynak: Baidu)

  10. 此地无银三百两 (cǐdìwúyínsānbǎiliǎng): Tam anlamıyla, burada 300 gümüş tael saklı değil. Birinin saklamaya niyetli olduğu şeyi ortaya çıkarmak anlamına gelen bir deyim.
  11. 风华绝代 (fēnghuájuédài): Tam anlamıyla, kendi neslinde eşi benzeri olmayan mükemmel stil. Eşsiz yeteneği, gerçekten sıradışı bir güzellik olmayı, tarif edilemez derecede güzel ve çarpıcı olmayı anlatan bir deyim.
  12. 而立之年 (ér lì zhī nián): Otuzlu yaşlar, bir insanın bağımsız olacağı yaş anlamına gelen deyim. “Konfüçyüs Seçmeleri”: “On beş yaşımda öğrenmeye kararlıydım, otuz yaşımda ayağa kalktım ve kırk yaşımda kafam karışık değildi.” İnsan otuzlarında bağımsız olup kendi başına düşünür, kırklarında dünyayı anlamaya başlar demek istiyor.
  13. 两情相悦 (liǎnɡ qínɡ xiānɡ yuè) Karşılıklı sevgi ve uyumlu olmak anlamına gelen bir ifade.
  14. Ercik: Çiçeklerin ortasındaki tel tel uzuvlar, çiçeğin erkek organı.
  15. 张牙舞爪 (zhāng yá wǔ zhǎo) dişlerini sıkıp pençelerini savurmak, deyim, tehditkâr hareketler yapmak demek. Yani, minik bir tomurcuğun tehditkâr bir hal alması. Masum hislerin kabarması gibi yorumlanabilir. Bkz: azmak