SAYE 15. Bölüm

Share

Ne kuralıydı, bir kere kırmızı ışığa yakalandığında, hızını arttırmandan ya da azaltmandan bağımsız olarak bütün kırmızı ışıklara yakalanacağını söyleyen? Her zaman denk gelirdi.

Aynı kavramı kabaca uygularsak, birinin önünde küçük düştüğünde, ne kadar dikkatli olursan ol ya da ne kadar imkansız olduğunu düşünürsen düşün, onu her gördüğünde küçük düşerdin – itibarın artık sana ait olmazdı.

Aynı şimdiki gibi, beş dakika önce Gu Fei hala annesine vuracakmış gibi parmağıyla onu gösteriyordu ve beş dakika sonra, sanki küçük düştüğünü görmek için gelmişçesine – Tanrı’nın hikmetiyle – kaldırımda belirmişti.

Jiang Cheng’in havada süzüldüğü an nispeten kısaydı ancak insan beyninin çok kısa sürede üretebileceği engin düşüncelerin farkındaydı.

Örneğin, Gu Fei’nin en iyi halinde olmadığını ve zihnini saran her an patlamaya hazır yirmi kilo ağırlığındaki düşüncelerin ifadesinde görülebildiğini biliyordu.

Örneğin, bu açıda uçmanın aşırı derecede huysuz Gu Fei’ye çarpmasıyla sonuçlanacağını biliyordu.

Örneğin, çarpışmanın değişmez kuvveti nedeniyle, darbenin inkar edilemez biçimde muazzam olacağını biliyordu – Gu Fei muhtemelen yere yapışacaktı.

Örneğin, elini bir an önce yana koyması gerektiğini yoksa ikisi birbirine çarptığında avuç içinde – bin bir güçlükle – kabuk bağlamaya başlayan yaranın basınçla hemen ayrılacağını da biliyordu.

Kısacası kollarını güneşe koşuyormuş gibi ardına kadar açarak Gu Fei’ye doğru uçtuğunda, Gu Fei’nin yüzündeki ifade tahmin edilemezdi.

Jiang Cheng doğrudan Gu Fei’ye çarptı.

Bam sesi yankılandı.

İnsan vücudunun ağırlığının tahtaya çarptığında böylesine yüksek bir ses çıkarabileceğini öğrendiği ilk seferden sonra başka bir insana çarpmanın böyle sterotipik bir ses çıkarabileceğini ilk kez bir daha öğrendi.

İlk önce alnı Gu Fei’nin köprücük kemiğine vurdu; ağzı bir şeye çarptı, her halükarda dişleri fermuarı ya da bir şeyi ısırmış gibiydi ve sonrasında ne olduğunun farkına varamadı – kısaca vücudunun çeşitli bölümleri ister hızlı ister yavaş olsun tamamen Gu Fei’ye çarpmıştı.

Gu Fei, Jiang Cheng ona çarptığında sendeleyemedi bile; görüşü basitçe gökyüzüyle buluştu – doğrudan yere çarpmıştı.

Jiang Cheng de onu takip etti ve düştü.

Çarpıştıklarında canının acıyıp acımadığını hissedememişti ve şimdi yere düştüklerinde kesinlikle canı acımamıştı. Gu Fei şişman olmamasına rağmen nihayetinde altında etkiyi azaltmıştı.

Jiang Cheng yere düştüğünde etraftaki şeylerin kar fırtınasında süzüldüğü illüzyonuna bile kapıldı.

Birkaç saniyeden sonra, bunun gerçekten de bir illüzyon olduğu kararını verdi; Gu Fei’nin altında kar yoktu – sadece kaldırımın çinili taşları vardı.

Sert düşüş ikisinin de bir miktar kafasının karışmasına neden oldu.

Jiang Cheng, Gu Fei’nin fısıltısını duyduğunda kendine geldi, “lanet olsun” ve yaralı olmayan elini kullanarak kendini hızla yukarı itmeyi denedi: “Üzgü…”

Ne yazık ki, eli uygun bir nokta bulamadı ve bunun yerine Gu Fei’nin kaburgasına bastırdı.

“Siktir!” Gu Fei acıyla bağırdı. “Seni salak!”

Dürüst olmak gerekirse Jiang Cheng oldukça kötü bir ruh halindeydi – Gu Miao’nun kaykayında kıvrıla kıvrıla ilerlemenin getirdiği kısa keyif yalnızca semptomları iyileştirebilmişti asıl nedeni değil. Dahası gece yarısı bir ilkokul çocuğuyla kaykay yapmak nasıl ifade edersen et iç karartıcıydı.

Gu Fei’nin şu an sarf ettiği kelimeler onu sinirlendirmek için yeterliydi…ancak sonuçta Gu Fei’ye çarpan kendisiydi ve bu yumuşak bir çarpışma da değildi. Gu Fei’nin ceketinin fermuarının kaybolduğunu bile görebiliyordu.

“Siktir git!” Gu Fei kolunu kaldırdı ve onu yana itti.

“Amcanı becer. Bilerek yapmadım!” Jiang Cheng bunu söylerken dişinde acı hissetti; ağzında bir şey vardı. Başını yana çevirdi ve tükürdü; dışarı fermuar başlığının yarısı çıktı.

Ding!

Ses oldukça keskin ve netti.

Sesi duyar duymaz ağzında ani bir acı patlaması ve uyuşukluk hissetti. Fermuar başlığını koparmayı nasıl başardığını düşünmeye cesaret edemedi; hala orada olup olmadığından emin olmak için ön dişini yalamaya da cesaret edemedi.

“Gösterişçi bir pislik olmak kolay olmamalı! Her zaman sahte olmayı bırak!” Gu Fei elini kaldırırken yüzünde beliren hoşnutsuz ifadeden de açıkça belli olduğu üzere hafifçe düşmemiş olmalıydı. “Xueba!”

“Siktir git,orospu çocuğu,” Jiang Cheng poposu sertçe yere vurana kadar Gu Fei tarafından itildi; çabucak karşılık verdi. “Bana bir daha vurmayı dene ve ne olacağını gör!”

Gu Fei karnına tekme atarken ona bakmaya bile zahmet etmedi.

Jiang Cheng aniden dünyadaki bütün her şeyin kaybolduğunu hissetti ve geriye sadece önündeki Gu Fei piçi kaldı. Yerden sıçradı ve Gu Fei’ye sert tekmesini geri iade etti.

Gu Fei kaçınmak için hızla kenara çekildi ve Jiang Cheng’in tekmesi böylelikle boş havayla buluştu yine de tekrar peşine düşmekte tereddüt etmedi ve tekme süratle Gu Fei’nin sırtına indi.

“Siktir!” Gu Fei’nin eli onun baldırını tutmak için arkaya döndü.

Jiang Cheng yeniden yere düşerken diğer ayağını kuvvetli bir bağlantı kurmak için Gu Fei’nin yüzüne sallamayı unutmadı.

Gu Fei engellemek için kolunu kullandıktan sonra aniden saldırdı, yüzüne yumruk atıyordu.

Orospu çocuğu! Dehşet derecede güçlü!

Adi şerefsiz!

Küçük bir trenin ışığına benzer altın yoncalar dizisi Jiang Cheng’in sol gözünün önünde çaktı ancak her şeyi göz ardı etti ve elini kaldırdı acımasızca Gu Fei’nin çenesine doğru salladı, Gu Fei’nin yüzü yukarıya uçtu.

Bu fırsatı Gu Fei’nin kaburgalarına yumruk atmak için kullandı…Ancak Gu Fei hızla bileğini tuttuğu için başarısız oldu.

Sonraki hamle gerçekten beklemediği bir şeydi; Gu Fei’nin işaret parmağı avcundaki yaraya sıkıca bastırdı.

“Aaah!” Jiang Cheng kükredi, sıkı baskı güç düğmesini açmaya benzerdi; aniden bacağını büktü ve dizini Gu Fei’nin sırtına gömdü.

Gu Fei öne eğildi ve ellerini başının yanında dinlendirdi.

Kirli oynamak, geri zekalı oynamak ha, iyi!

Başını eğdi ve Gu Fei’nin bileğini ısırdı.

“Ahhh!” Gu Fei de acıyla bağırdı ve bırakmadan ısırmaya devam ettiği için Gu Fei sadece hızla yanaklarını çimdikleyebildi.

Bu köpek, elleri oldukça güçlü, Jiang Cheng çimdiklenen yanaklarının derinlemesine deşildiğini hissetti, yoğun ağrı ve acı dalgası takip etmekte hızlıydı.

Ama o anda, ön dişlerinin hala var olduğu kesindi, sadece orada değillerdi, aynı zamanda tamamen hazır ve güçlüydüler – kısaca söylemek gerekirse.

Kavga aptalca bir çıkmaza doğru gelişir ve ikili yerde ayrılmaksızın kavga ederken, yandan bir ses duyuldu: “Gu Fei?”

Canlı bir kavganın ortasındaki ikili, sesi duymalarına rağmen ufacık bir parça bile rahatlamadı; bunun yerine ciddi bir şekilde ‘bana vurdun, sana ödeteceğim’ e devam ettiler.

“Gu Fei!” O kişi öfkeyle kükredikten sonra duraksadı ve boğazının derinliklerinden tekrar bağırdı, “Jiang Cheng? Ne…ayağa kalk! İkiniz de, ayağa kalkın şimdi!”

Aslında Jiang Cheng ilk seferde onun Lao Xu’nun sesi olduğunu anlamıştı ama şu anda Lao Xu’nun aniden burada belirmesinin sebebini merak edecek zamanı bile yoktu.

“İkiniz de kesin şunu!” Lao Xu yanlarına geldi ve ikisine de tekme attı “İkiniz ne yapıyorsunuz, bu ne? Artık bıkmadınız mı!”

İkili en sonunda aynı anda durdu.

Ancak sadece durdular; sanki duraklatma düğmesine basılmış ve hareketleri muhafaza edilmiş gibiydi.

Gu Fei bir eli Jiang Cheng tarafından yakalanmışken diğer eliyle sıkıca onun yakasını tutuyordu; bir çıkmazda yarı diz çökmüş, yarı yaslanıyorlardı, ikisi de kolayca vazgeçme riskine girmiyordu. Avuçtaki sıkı baskı ve bilekteki ısırıktan sonra düşman başka bir çocukça hamle kullanacak mıydı, ikisi de bunu kesin olarak bilemiyordu.

“Bırak!” Lao Xu sonunda ayrılana kadar onların kollarını bir süre hızla çekti.

“Durup dururken nereden çıktı bu!” Lao Xu, Gu Fei’ye baktı. “Nasıl sıra arkadaşınla bile kavga edebilirsin?!”

“Sadece benim ona vurduğumu mu gördün?” Gu Fei ağzının kenarını sildi, “Kör müsün?”

Lao Xu, Jiang Cheng’e bakmak için dönerken Gu Fei’nin sinirli sözcüklerini umursamadı. “Ve senin sorunun ne? Sen iyi bir çocuksun, neden diğerleriyle kavga ediyorsun?”

“Söylemiştim,” Jiang Cheng elini salladı, şiddetli bir acı yoktu, uyuşmuştu. “Bir insanı notlarına göre yargılama, öğretmenlerimin hiçbiri benim için iyi çocuk dememişti.”

“Hey!” Lao Xu iç çekti, yolun karşı tarafını işaret etti ve Gu Fei’ye “O senin kız kardeşin! Bak, küçük kızı oraya gidecek kadar korkuttun!” dedi.

Jiang Cheng o anda Gu Miao’nun hala yakınlarda olduğunu hatırladı; aniden biraz tedirgin hissetti lakin arkasına döndüğünde donakaldı. Gu Miao her iki eliyle yanaklarını kavramış sakince oldukları yere bakarken caddenin karşısında taş bir oturma yerinde tek başına oturuyordu.

Daha doğrusu, ‘sakince’ değil, umursamaz bir şekilde – dünyayı umursamıyordu.

“O kavgalardan korkmaz.” Dedi Gu Fei.

Jiang Cheng bundan sonra bir şey söylemedi, Gu Miao gerçekten de biraz garip… Gu Fei önceden Gu Miao’nun bakış açısını yaralanmış elinden özenle uzaklaştırmıştı, Gu Miao kandan korkuyor olmalı.

Ancak şimdi o ve Gu Fei toprak parçası neredeyse tamamen temizlenene kadar kavga etmişti ama o beklenmedik bir şekilde kayıtsızdı. Jiang Cheng, Gu Fei’nin adamı ağaca yapıştırdığı zamanı anımsadı – Gu Miao başını bile kaldırmadan yemek yemeye devam etmişti.

Küçük kızın sorunu neydi?

“İkiniz de kendinize çekidüzen verin.” Dedi Lao Xu, yerdeki okul çantalarını işaret ederken ikisine de hiçbir şey soramadı. “Sadece ev ziyareti için uğramıştım. Önce ikinizin kavgasını konuşacağız.”

Ev ziyareti?

Jiang Cheng biraz şaşırdı, soğuk kış rüzgarına meydan okurken saat dokuzdan sonra ev ziyaretleri için hala dışarda olan bir sınıf öğretmeni…Gerçekten de başka ne diyeceğini bilmiyordu.

“Ev ziyareti için kimin evine gidiyorsun?” Gu Fei kıyafetlerini düzeltti ama fermuarı çekmek için başını eğdiğinde, fermuarın başlığının kaybolduğunu farketti. Jiang Cheng’e bakmak için döndü.

Jiang Cheng de bakışlarına karşılık verdi.

Öyle mal gibi neye bakıyorsun, onu yedim!

“Çoktan buraya kadar yürüdüm, kimin evine gittiğimi sanıyorsun.” Lao Xu iç çekti. “Tabi ki, seninkine.”

Gu Fei bir süre sessiz kaldıktan sonra yürüyerek geri dönmek üzere arkasına döndü. “O zaman, gidelim.”

“Bir dakika bekle.” Lao Xu muhtemelen onun bu kadar açık olacağını düşünmemişti, “İkinizin neden kavga ettiğinizi de bilmek istiyorum.”

“Can sıkıntısı.” Gu Fei, Lao Xu’ya baktı. “Geliyor musun, gelmiyor musun?”

Lao Xu önce ev ziyaretine mi gitmesi gerektiğinden yoksa ikisi arasındaki tartışmayı mı çözmesi gerektiğinden emin değildi bu yüzden ileri bir adım attı ve durdu, yarım adım geriye attı, bunu düşündü ve ilerledi.

“Eve dönüyorum.” Jiang Cheng bunun için ona vurmak istedi. “Teşekkür ederim, Xu Zong.”

Lao Xu’nun konuşması için beklemeden, Jiang Cheng arkasına döndü ve çekip giti.

Gu Fei arkasından ıslık çaldı. Jiang Cheng, Gu Miao’yu çağırdığını düşünerek arkasına dönmedi ve beklediği gibi ardından Gu Miao’nun kaykayının tekerlerinin yerde yuvarlanma sesini duydu.

Yumuşakça iç çekti, bu gece oldukça…iyiydi ah.

Li Baoguo’nun evindeki kumar buluşması hala devam ediyordu; uzunca bir süre masaya gömülmüş bu insanlar için; hayatları sadece önlerindeki metrekareden ibaret kalmış gibiydi ve merak uyandırıcı tuhaflıklarla dedikodular ileri geri karıştırılan bir düzine ya da daha fazla kartla rakip olamazdı.

Öğleden sonra çevresinde gerçekleşen kısa gözlem ve yorumlardan sonra Jiang Cheng, görüş açılarından kaybolmuştu. Şimdi geri döndüğünde ise kimseden olduğu yöne doğru pek bakış yoktu. Sadece Li Baoguo konuştu: “Döndün mü? Biz çoktan yemek yedik, ne yemek istersin?”

“Benim için endişelenmene gerek yok.” Dedi Jiang Cheng ve odasına gitti.

İncelemek için montunu çıkardığında iki hasar görmüş alanla birlikte kirle kaplandığını gördü.

Kahretsin, kaşlarını çattı, daha bugün almıştım!

Yüzünün de en iyi halinde olmadığını hatırladığında odayı iki kere dolaştı ve hiçbir yerde ayna olmadığını keşfetti; bunun üzerine cep telefonunu çıkardı ve açmayı denedi.

Biraz sıcaklığa maruz kaldıktan sonra başarıyla açıldı.

Kamerayı yüzüne çevirdi ve kendine baktı.

Ciddi olmasa da alnında şişmiş bir yer ve dudağında küçük bir kesik vardı – muhtemelen Gu Fei’nin fermuarıyla çarpıştığında olmuştu.

Geri kalan her yeri ufak çizikler dışında iyiydi.

İç çekti, şu anda nasıl hissettiğinden emin değildi.

Aslında, kavga biraz…delidoluydu. Normalde böyle kavga etmediğini söylemek kabul edilebilirdi- domuzla çamurda oynarken; sanki daha çok o, kendisi, açığa çıkıyormuş gibiydi.

Gu Fei ile ne ölçüde kavga etmek istediğinden emin değildi; sadece kavga etmek, paramparça etmek ve vücudunu sımsıkı saran prangalardan kurtulmak istemişti -görülemeyen, dokunulamayan hatta bağlayıcı olan türden.

Gu Fei’ye gelince, onun tarafından yönlendirilip yönlendirilmediğini bilmiyordu… tek eliyle yumruk sallayabilen biri için tekniği bile olmadan yerde yuvarlanıp avucunu ısırması beklenmedikti. Kahretsin! Neden dalkavukları tanık olmak için orada değildi!

Hey, patronunuz yerde yuvarlanan bir solucan!

Jiang Cheng eline bakmak için başını eğdiğinde kanın sargıdan sızdığını gördü.

Çantasını karıştırdı, günün erken saatlerinde mahalledeki hastaneden alkollü mendiller, pamuk topları ve belirsiz şeyler almıştı. Neyse ki, ezilmemişlerdi.

Sargıyı açtı ve elini hafifçe yıkayıp dezenfekte etmek için sol elini kullandı – her ne kadar oldukça yavaşça olsa da ve çaba gerektirse de. Bununla beraber sol elini kullanmakta acemi olduğu için birkaç kere yarayı dürtmüştü ve ele geçiren muazzam acı, gözyaşlarını yüzünden aşağı akmaları için tahrik ediyordu.

Gerçekten ağlamak istedi. Ağlamanın anlamsız olduğunu daima hissetmiş olsa da, tatilden sonra buraya geleli oldukça uzun zaman olmuştu; zaman zaman o kadar kuvvetli bir şekilde depresyonda hissediyordu ki ağlamak istiyordu.

Her zaman bir gün insan varlığından tamamen yoksun bir yer bulması ve gözyaşlarının akmasına izin vermesi gerektiğini düşünmüştü – vahşice, şiddetle…

Sabah uyandığında, kumar buluşması sonunda bitmişti gerçi iki adam oturma odasındaki odada uyuyor ve Li Baoguo yatağında horluyordu; gerçekten de dünya sarsıcıydı.

Yıkandıktan sonra bir saniye bile durmadan okul çantasını aldı ve ayrıldı.

Okula varmadan önce dağıtım şirketinden bir arama daha geldi: “Üç gün oldu ve yarın son gün olacak. Almaya gelmezseniz bir ücreti olacak, biliyorsunuz!”

“Gönderebilir misiniz?” Jiang Cheng iç çekti.

“Gönderebiliriz; 200 yuana alt kata bırakabiliriz.” Dedi diğer kişi. “Üst kata çıkarılması gerekiyorsa ek ücret var.”

Jiang Cheng konuşmadı; beklenmedik bir şekilde, para için üzülmeye başladı ve tatmin olmanın ötesindeydi.

“Buraya gelip kendin alman en iyisi sanırım” Diğer kişinin sesi oldukça nazikti. “Burada çok sayıda üç tekerlekli aracımız var ve teslim için birini ödünç almak ek olarak 100 yuan.”

“Tamam, anladım.” Dedi Jiang Cheng.

Yarın cumartesi, bu iyi.

Bu konuda tekrar düşündüğünde biraz endişelendiğini hissetti; şu anki yatak odasında neredeyse tüm alanı kaplayan bir yatak ve bir dolap vardı, çalışma masası zar zor sığdırılmıştı. Diğer bütün eşyalarının nereye yerleştirilebileceğinden emin değildi.

…belki de annesi her şeyi paketlememişti – belki o kadar da çok değildir.

Sınıftan içeri girerken hala maske takıyordu ve alnındaki kısmen kaybolmuş şişlik görmeyi imkansız kılacak şekilde saçları ile örtülmüştü; bugün giydiği kıyafetler de Gu Fei’nin değildi bu yüzden kimse olağandışı bir şey farketmeden doğrudan sırasına yürüdü.

Lao Xu’nun dün ev ziyaretinde ne söylediğini kim bilebilirdi ancak Gu Fei büyüleyici bir şekilde giriş zili çalmadan hemen önce sınıfa girdi.

Jiang Cheng ona baktığında aniden sersemledi.

Gu Fei’nin yüzünde herhangi bir bere yoktu; sadece çenesinin kenarında küçük bir sıyrık vardı… Onu sersemleten şey bu pisliğin aslında gözlük takmasıydı!

Bok herif! Neden bir xueba gibi davranıyorsun ha!!

Jiang Cheng sert sert Gu Fei’ye baktı.

Daha da garip olan şey ise Gu Fei’yi gören kimsenin şaşırmamış olmasıydı, bu belki de onun… sık sık gözlük taktığı anlamına geliyordu?

Bu hafifçe miyop olan Pan Zhi’nin gözlük takmamak için ısrarcı olmasını aklına getirdi.

“Bu notlarla benim gözlük takmam doğru mu!” Dedi Pan Zhi. “Net görmemeyi tercih ederim!”

Pan Zhi’nin ne kadar hırslı olduğuna bakın, birçok kalemi bile var…

Gu Fei ona doğru yürüdü, oturmadan önce Jiang Cheng’in önüne bir çanta attı ve oturdu.

Jiang Cheng bakmak için çantayı açtı, içinde kazağı ve ödevleri vardı.

Lanet olsun! Ödevler!

Gerçekten de dünkü kavgadan sonra ödevlerini geri almayı unutmuştu!

…kişiyle savaştı ve ayrıca ödevleri kopyalamasına izin verdi, bu çok rezildi.

“Şişlik hala inmedi mi?” Dedi Gu Fei yan tarafından.

Jiang Cheng, Gu Fei’ye bakmak için döndü, sesinden mahcup mu olduğunu yoksa eğlendiğini mi anlamaya çalıştı ancak başarısız oldu. Gu Fei bu cümleyi tıpkı o günün Cuma olması gibi hiçbir duygu belirtisi olmadan söylemişti.

O yüzden cevap vermedi.

“Da Fei,” Zhou Jing sıralarına yaslandı. “Da Fei!”

Gu Fei ona bakmak için gözlüklerini yukarı itti.

“Da Fei?” Zhou Jing yan döndü, “Hey Da Fei…”

Gu Fei, onun başının arkasına vurdu.

“Dün neden gelmedin? Oynamak için dışarı mı çıktın?” Zhou Jing başının arkasına dokunurken sordu.

“Hayır.” Dedi Gu Fei.

“Geçen dönemki gibi seyahat etmek için dersleri astığını sanmıştım.” Dedi Zhou Jing.

Gu Fei iç çekti ve ona baktı: “Seyahat için bir gün mü dersi asardın?”

“…Bu doğru, bir gün yeterli bir süre değil.” Dedi Zhou Jing. “Hey sen…”

“Defol,” Gu Fei basit çözümü kullandı.

Bugünün dersleri önceki iki günkülerden farklı değildi; öğretmenin yalnızca kendisine ders anlatmaya daldığı ve öğrencilerin ise kendi oyunlarına kapıldığı – şanslı ve huzurlu bir grup.

Gu Fei de her zamanki gibiydi; önce aynı oyunu oynadı, canları bittikten sonra ise kulaklıklarını taktı ve video izlemeye başladı.

Jiang Cheng gözlerinin birkaç kez ona kaymasına engel olamadı.

Gu Fei eğer gözlerine bakmazsanız diğerlerine aslında oldukça nazik olduğu hissini veren türden bir insandı, giyinme tarzı hem rahat hem de çeşitliydi; o gözlüklerle basitçe olmadığı biri gibi görünüyordu: gerçek bir xueba.

Doğrusu Jiang Cheng onun gizemli karakteri karşısında kısmen şok olmuştu.

Gu Fei’ye birkaç kere baktıktan sonra, dikkatini tekrar öğretmene çevirdi çünkü ders ne kadar kötü olursa olsun ve sırasında yarı uyur yarı uyanık yatsa da yatmasa da kilit noktayı dinlemek zorundaydı.

Jiang Cheng ders çalışmadan sınavlarda başarılı olan türden bir insan olduğunu hiçbir zaman kabul etmemişti çünkü ders çalışmaya harcadığı zaman konusunda oldukça açıktı. Ancak bu tarz bir öğrenme atmosferiyle kaplanmış mevcut sınıf ortamı, aslında onu biraz tedirgin etmişti.

Önceki okulunda notlarının üzerine çok titremezdi ancak Si Zhong’a nakil olduktan sonra dibe batmalarını da kesinlikle istemiyordu.

Günün son dersi İngilizce’ydi, Lao Lu’nun tutkusu her tarafa yayılıyordu – belki de yarın hafta sonu olduğu içindi, herkes Lao Lu onları uyandırmak istediği için kısmen dalgındı.

Aksine Jiang Cheng oldukça ciddi bir şekilde not alıyordu – sırasının üzerinde yarı yatar pozisyonda olsa bile.

“Bugünün ödevleri hakkında konuşalım!” Dedi Lao Lu ders henüz bitmeden önce masaya vururken. “Bütün ödevleriniz gidip bir sergi açabilir! Bu kadar basit bir ödev ama yine de yüz farklı yanlış cevap var!”

“Sınıfımızda yüz kişi yok.” Wang Xu cevap verdi.

Bütün sınıf güldü.

“Sen! Wang Xuri!” Lao Lu işaretçisini ona tuttu. “Seni işe yaramaz! Bütün organların körelseydi, ağzın yine de yerinde kalırdı!”

Wang Xu sırayı itti, kısmen kötü bir ruh halindeydi.

“Mutsuzsun ha, dersten sonra ofisime gel!” Lao Xu kükredi ve sonrasında Wang Xu’nun herhangi bir tepki vermesini beklemeden, işaretçisi Jiang Cheng’in tarafına doğru gitti – bu yönü işaret ediyor ve hatta o yöne dokunuyordu. “Gu Fei!”

“Buradayım” Gu Fei yukarı baktı.

“Söyle bana, bir sorunun mu var! Ödevini kopyaladın, değil mi?! Kopyalanmış olmalı!” Lao Lu başarıyla konuştu. “Kopyaladın mı?! Söyleyebilirsin, bunu kopyaladın! Değil mi?!”

Gu Fei cevap vermek için bir boşluk bulamadan uzun bir süre bekledi.

“Ödevi kopyaladın! Eğer kopyalayacaksan, biraz daha ustalıkla yap, tamam mı? Tamam mı?!” Lao Lu sıraya vurdu. “Bütün cevapları doğru kopyalamışsın, bir tane bile yanlış yok! Bir tane bile! Söyle! Kimden kopyaladın?!”

Bu sefer Gu Fei’ye cevaplaması için zaman verdi.

Gu Fei bir anlığına sessizdi ve sonra parmağını kaldırdı ve Zhou Jing’i işaret etti. “Ondan.”

“Zhou Jing!” Lao Lu anında öfkeyle kükredi, Zhou Jing’i işaret ederek, “Oldukça harikasın ha! Bu dönemki değerlendirmene insanlara yardım etmekten zevk almana ilişkin bir yorum eklememe ne dersin?!”

Zhou Jing, kendisini işaret eden Gu Fei’ye bakmak için dönerken şaşkındı – ağzını açtı ama kelimeler dışarı çıkmadı.

Lao Lu küfrederken ödevleri kavradı ve ders bitene kadar küfür etmeye devam etti; kolunun altındaki işaretçiyi salladı ve sınıftan çıktı.

“Lanet olsun,” Zhou Jing arkasına döndü, “Kimden kopyaladın, ha?”

Gu Fei hiçbir şey söylemeden göz ucuyla ona baktı.

Zhou Jing bir dakikalığına kararlıydı ondan sonra ayağa kalktı: “Unut gitsin, kimin umrunda.”

Zhou Jing gittikten sonra, Jiang Cheng ne söylemesi gerektiğini bilmeden Gu Fei’ye baktı.

“Er Miao kısa süre sonra okul kapılarında bekliyor olacak.” Dedi Gu Fei okul çantasını takarken, “Onunla gitmelisin.”

“Efendim?” Jiang Cheng donakaldı. “Daha yeni abisiyle kavga ettim, onunla gitmek istemiyorum.”

“Sadece dene.” Dedi Gu Fei.

“Tamam, lanet olsun.” Jiang Cheng biraz kızgındı. “O zaman, deneyeceğim.”

Gu Fei konuşmadı; bir süre sonra derin bir nefes aldı; “Bana bir iyilik yap, teşekkürler.”

“Ah, çok acı çekiyor olmalısın.” Jiang Cheng aniden rahatlamış hissetti.

“Evet.” Dedi Gu Fei.