77. Bu Saygıdeğer Kişi Çok Garip Hisseder

Share

               Chu Wanning ve Mo Ran, Şeftali Çiçeği Pınarı’ndan ayrılıp farklı klanlardaki pazarların ne zaman açılacağına dair bilgi almak için her yeri dolaştı. Hızlı yolculuklarından birkaç gün sonra, sonunda küçük bir kasabadaki handa geceyi geçirmeye karar verdiler.

               Şeftali Çiçeği Pınarı’ndan ayrıldıklarından beri neredeyse hiç dinlenmemişlerdi, bu yüzden Mo Ran çoktan bir süre önce kendi odasına çekilmişti. Masada oturan Chu Wanning bir mum yaktı ve sıcak, sarı ışığında elindeki porselen şişeyi süzdü.

               Beyaz yeşimden porselen şişenin içinde otuz küsur altın renkli ilaç vardı.

               Xuanji’nin gelirken bu şişeyi getirmiş olması büyük şanstı; getirmeseydi, Mo Ran’leyken hangi kimlikte olacağını bilmiyordu.

               “Bu Tanlang’ın yeni ilacı, içinde otuz küsur ilaç var,” demişti Xuanji mağaradayken Chu Wanning’e, “Kadim arşivlerden biraz araştırma yapıp bazı malzemeleri değiştirdi, yani bir ilaç, yedi gün boyunca seni normal formunda tutacak. İşte, bu sana bir süre yeter.”

               “Tanglang’a teşekkürlerimi ilet.”

               “Teşekkür etmene gerek yok.” Xuanji elini sallayarak gülümsedi, “Tanlang sert bir yüz takınır ama durumunu en çok merak eden o. Oh, doğru ya, ayrıca bu ilacın çok sabit olmadığını söyledi ve yoğun duygular, etkisini kaybetmesine sebep olabilirmiş, yani dikkatli ol.”

               Chu Wanning, kapısının çaldığını duyduğunda, Xuanji’nin söyledikleriyle ilgili derin düşüncelere dalmıştı. Hemen porselen şişeyi kaldırdı ve “İçeri gel,” demeden önce tütsüyü söndürdü.

               Henüz banyodan çıkan Mo Ran, Chu Wanning’in odasına girdi, uzun ve kara yeşim kadar siyah saçlarını kurularken sadece ince bir bornoz giyiyordu.

               “…” Chu Wanning boğazını temizledi, neyse ki suratı nötrlüğünü korumuştu, “Ne oldu?”

               “Odam iyi değil, beğenmedim. Shizun, bu gece senin odanda, yerde uyuyabilir miyim?”

               Mo Ran çok anlaşılmazdı ve Chu Wanning de o kadar ahmak değildi, bu yüzden tabii ki de bir şeyler olduğunu anlamıştı: “Neyini beğenmedin?”

               “Sa-sadece… Sadece iyi değil.” Çaktırmadan Chu Wanning’e bakıp mırıldandı, “Ses yalıtımı berbat.”

               Chu Wanning kaşlarını çattı, bunun anlamını çakamayacak kadar asil ve lekesizdi. Tek bir söz etmeden dış cübbesini giydi ve yalın ayak Mo Ran’in odasına gitti. Mo Ran denese bile onu durduramadı ve yalnızca arkasından takip etti.

               “Biraz yalın ama o kadar da katlanılamaz değil.” Chu Wanning odada durdu ve etrafa bakındı, azarlayan bir sesin çağrışımıyla, “Ne zaman bu kadar şımardın?”

               Hemen sonra, yan odadan bir çarpma sesi geldi, sanki ağır bir şey yere düşmüştü.

               Mo Ran artık gerçekten dinlemeye dayanamıyordu, bu yüzden işler daha da kötüleşmeden, uzandı ve Chu Wanning’in kol yenini çekiştirdi, rica ediyordu: “Shizun, hadi hemen gidelim.”

               Chu Wanning’in kaşları çatıldı: “Gerçekten, neyin var senin? Bu kadar uygunsuz bulduğun şey ne”

               Mo Ran ağzını açtı ama diyeceklerini toparlayamadan, duvardan cilveli kıkırtılar süzüldü: “Chang-gongzi çok yaramaz, her zaman bana kötü davranıyor, nnh, ha-hayır bekle… ah!”

               Hehe, bebeğim, göğsündeki bu şakayık çok güzel, izin ver koklayayım, gördün mü, çok da güzel kokuyor.”

               Duvarlar o kadar inceydi ki diğer odadaki kıyafetlerin hışırtısı bile duyuluyordu, adamın sert nefesleri ve kadının tatlı inlemeleri birbirine karışıp gerçekten kulak tırmalayıcı bir şeye dönüşüyordu.

               Chu Wanning aslında, başta ne olduğunu anlamamıştı. Aniden ikiyle ikiyi toplayana kadar suratının rengi hızla beyazdan kırmızıya, kırmızıdan maviye ve en sonunda kül rengine dönerken gözleri iri iri açılmıştı, küfretti: “Utanmaz!” ve kol yenini silkip hiddetle odadan dışarı çıktı.

               “Pıft.”

               Mo Ran dayanamadı ve arkasından sessizce gülmeye başladı. Neyse ki Chu Wanning o kadar telaşlanmıştı ki kolları bile dimdik yürürken uyumsuz bir şekilde sallanıyordu ve bu yüzden Mo Ran’in ona güldüğünü fark etmedi.

               Sadece odasına dönüp dolu bir fincan çayı diktikten sonra sonunda biraz sakin bir görünüş kazanabilmişti. Mo Ran’e başını salladı: “Böyle müstehcen konuşmak efsun gücüne zararlıdır. Bu gece burada kalabilirsin.”

               “Oh.” Doğrusunu söylemek gerekirse, Chu Wanning aniden Şeftali Çiçeği Pınarı’nda belirip en ufak bir şüphe duymadan onu korumak için her şeyi yaptığında, Mo Ran hem şaşkınlığı hem de mutluluğu aynı ölçüde hissetmişti ve şimdi her şey durulduğundan uçarı hissetmeden edemiyordu. Şu anda, mum ışığının altında, Shizun’un alışkanlıkla kayıtsız olan yüzü, bir şekilde çok tatlı görünüyordu.

               Yerde bağdaş kurup çenesini destekleyen Mo Ran’in gözleri Chu Wanning’e bakarken gülümsemeyle kıvrılmıştı.

               “… Neye bakıyorsun?”

               “Shizun’u çok uzun zamandır görmedim, sadece daha fazla bakmak istiyorum.” Sesi gülümseme doluydu, bakışları içten ve parlaktı.

               Şimdi Chu Wanning’e bakınca… gerçekten de Xia-shidiye oldukça benziyordu.

               Chu Wanning ona göz attı: “Bana bakmak yerine gidip saçını kurula, sular öyle akarken nasıl uyuyacaksın?”

               “Havluyu odamda unuttu.” Mo Ran sırıttı, “Shizun, benim için yapar mısın?”

               “…”

               Xue Meng’ın yaralanıp kolunu bile kaldıramadığı bir dönem vardı ve ne zaman saçını yıkasa, shizun daima onun için kurulardı. Bunu ruhani gücünü havluyu ısıtması ve suyu buharlaştırması için ayarlayarak hızlıca yapardı.

               Chu Wanning, Mo Ran’e ve mükemmel bir şekilde işleyen kollarına baktı, sonra soğuk bir şekilde hıh-ladı: “Ne hastasın ne de yaralı, neden senin için bunu yapayım?”

               Ama yine de yaklaşması için elini salladı.

               Mumun sıcak ışığı, Mo Ran’in karşılaştırılamaz yakışıklı yüzüne dökülüyordu.

               Yeniden doğduğundan beri neredeyse bir yıl geçmişti ve büyüme hızının arttığı yaştaydı; o daha fark bile edemeden, bu birkaç ayda boyu oldukça uzamıştı. Şu an yatakta otururken, neredeyse Chu Wanning’le aynı boydaydı.

               Bu boyda olmak, Chu Wanning’in saçını kurulamasını zorlaştırıyordu, bu yüzden Mo Ran kollarını arkaya uzatıp eğilerek vücudunu aşağı kaydırdı. Yatağın kenarında duran Chu Wanning, usanmış bir ifadeyle, uzun saçlarını kuruladı.

               Mo Ran mutlu bir şekilde esnedi, gözlerini kapamış, bu nadir anın huzurunda eğleniyordu.

               Pencerenin dışında, bir kurbağa, zaman zaman vıraklıyordu.

               “Shizun.”

               “Mn.”

               “Biliyor musun? Kuştüyü Kabilesi’nin illüzyonu beni iki yüz yıl önceki Lin’an’a gönderdiğinde Chu Xun adında biriyle tanıştım.”

               Kurulama hareketi duraksamadı bile: “Bunu nasıl bilebilirim.”

               Mo Ran sırıtarak burnunu ovuşturdu: “Tıpkı sana benziyordu.”

               “… Dışarıda bir sürü birbirine benzeyen insan var, şaşılacak bir şey değil.”

               “Hayır, gerçekten,” dedi Mo Ran tamamen ciddiyetle, “Neredeyse seninle aynı kalıptan yapılmış gibiydi. Shizun, sence bu kişi senin atan olabilir mi?”

               Chu Wanning nazikçe cevap verdi: “Bu imkânsız. Ama iki yüz yıl önceki şeyden kim emin olabilir ki?”

               “Bir oğlu vardı.” Mo Ran devam etti, “Tıpkı Xia-shidiye benziyordu. Bunların hepsinin tesadüf olmak için biraz fazla olduğunu düşünüyorum, Shizun, belki de Xia-shidi kayıp bir akrabandır?”

               “Hiç akrabam yok.”

               “Bu yüzden kayıp dedim…” Mo Ran mırıldandı. Chu Wanning’e o kadar yakındı ki hafif, yatıştırıcı haitang kokusunu alabiliyordu.

               Çok güzel kokuyordu. Hangi zaman diliminde olursa olsun, Chu Wanning’in kokusu her zaman onu sakinleştiriyor gibiydi; geçmiş hayatında, ne zaman bir kan banyosundan dönse, tekrar nefes almak için daima yüzünü shizunun boyun kıvrımına gömerdi.

               Kabul etmek istesin ya da istemesin, daima umutsuz bir şekilde Chu Wanning’in kokusuna bağımlıydı.

               Gözlerini kapattı ve yavaşça bu tanıdık huzurda rahatladı, zihni zaman akışında süzülüyordu.

               Geçmiş hayatında, başka bir katliamdan sonra, boş Wushan Sarayı’na dönmüş, baştan ayağa yağmurdan ıslanmıştı, açıkça çok fazla günah işlemişti ama bahsedecek bir evi olmadan sokakta sırılsıklam olmaktan önemli değildi.

               O zamanlar, oturup kollarını Chu Wanning’in beline dolar, yüzünü de karnına gömüp tekrar tekrar saçlarını okşatırdı – içindeki deliliği sakinleştirmenin tek yolu buydu.

               Mazideki hayaller çoktan, başka bir yaşamdan geçmişte kalmış şeylerdi.

               Ama gözleri böyle kapalıyken, dünmüş gibi geliyordu.

               Bu geveze adamın sustuğunu fark eden Chu Wanning kirpiklerini alçalttı ve ona doğru baktı. Mumun loş ışığında, yüzü huzurlu ve rahattı.

               Suratında hâlâ gençliğin yumuşak hassaslığının dokunuşu olmasına rağmen, çehresi çoktan çarpıcı hatlarıyla olgunlaşmıştı, pusta yeşeren doğal bir yakışıklılık gibiydi ama hâlâ o ölümcül tazeliği ve gençliğin canlılığını taşıyordu.

               Chu Wanning’in başı bir an için döndü ve kalbi daha hızlı atıyormuş gibiydi.

               Onu neyin yumuşak bir sesle seslenmeye mecbur ettiği hakkında en ufak bir fikri yoktu: “Mo Ran.”

               “Mn…”

               Mo Ran dalgınca, cevap olarak mırıldandı ve sonra çok yorulmuş gibi daha da eğildi ve tıpkı geçmiş hayatında yaptığı gibi, yüzünü Chu Wanning’in beline bastırdı.

               Chu Wanning: “…”

               Küt küt. Küt küt. Küt küt.

               Kalp atışları göğsünde, savaş alanındaki davul sesleri gibi hızlıydı, yankısı başını döndürüyordu.

               Chu Wanning dudaklarını birbirine bastırdı; başka ne yapacağını bilmiyordu, yalnızca Mo Ran’in saçlarını kurulamaya devam edebildi, son su damlalarını buharlaştırıyordu.

               Bu şekilde uzun bir süre geçti, sonra havluyu indirdi, Mo Ran’in alnındaki birkaç saç teline sürtünmüştü ve kısık sesle konuştu: “Halloldu. Şimdi gidip uyuyabilirsin.”

               Mo Ran gözlerini açtı, morumsu siyahtı ve hâlâ biraz sersemdi, yalnızca bir süre sonra yavaş yavaş netleşti.

               Sonunda sersemliğinden sıyrıldı ve çok ileri gidip alışkanlık olarak Chu Wanning’in beline yaslandığını fark etti ve daha da beklenmedik olansa, itilmemişti, Mo Ran bir şey söylemek için fazlasıyla şaşkındı, gözleri şaşkınlıkla afallayarak kocaman açılmıştı, tıpkı aptal bir köpek gibi görünüyordu.

               Chu Wanning esasen hâlâ biraz huzursuz hissediyordu ama Mo Ran’in yüzündeki ifadeyi görünce gülümsemeden edemedi.

               Mo Ran gerçekten de gülümsediğini gördü – hafif olmasına rağmen, kesinlikle bir gülümsemeydi – ve gözleri daha da irileşti. Dik oturdu, saçları biraz karışıktı ve aniden çok ciddi bir şekilde konuştu: “Shizun, üzerinde bir koku var, gerçekten hoş kokuyor.”

               “…”

               Durakladı, sonra aniden kaşlarını çattı, sanki bir şey hatırlamaya çalışıyordu. Hatırlamayı başardığında ifadesi hayrete dönüştü ve geveledi: “Huh, garip, bu… Xia-shidi de aynı böyle kokmuyor mu?”

               Chu Wanning’in ifadesi anında sertleşti.

               Mo Ran daha tepki veremeden havluyu kafasına fırlattı ve onu fiziksel olarak yataktan aşağı atarak soğuk bir sesle konuştu: “Artık yoruldum, defolup uyu.”

               Mo Ran aptal bir şekilde sırt üstü düştü, tamamen hazırlıksız yakalanmıştı. Doğrulmadan önce bir süre sersemce yerde yattı, sonra burnunu ovuşturdu, hiç kızgın değildi ve sonra itaatkâr bir şekilde yer yatağını yapmak için kalktı.

               Yazarın Notları:

               Mini Tiyatro:

               Tianwen: Xue Meng sahibimle aynı odada uyursa ne olur?

               Meatbun: Xue Meng muhtemelen uyuyamaz, tüm gece yerinde duramaz, sabahleyin sahibini karşılamayı bekler.

               Tianwen: Shi Mei sahibimle aynı odada uyursa ne olur?

               Meatbun: Mo Ran hanı yıkar.

               Tianwen: Mo Ran 1.0 sahibimle aynı odada uyursa ne olur?

               Meatbun: Metinde yazanın aynısı.

               Tianwen: Mo Ran 0.5 sahibimle aynı odada uyursa ne olur?

               Meatbun: Hâlâ böyle bir soru sormana gerek var mı? Sahibin yatağın üstünde, Mo Ran’de sahibinin üstünde uyur.

               Tianwen: Mo Ran 2.0 sahibimle aynı odada uyursa ne olur?

               Meatbun: Puh, spoiler vereceğimi düşünme.

               Tianwen: ??? Benim, dünyadaki tüm gerçekleri söylettiğimi söylememiş miydin???