65. Bu Saygıdeğer Kişinin Hikâyesi Süper Berbat

Share

               Mo Ran, bundan bahsettikten sonra devam etmeden önce tekrar gülümsedi, “Uzun zaman önce, küçük bir çocuk varmış.”

               Chu Wanning, gözleri kapalıyken, “Öküzün otlamasından bahsetmiyor muydun? Nasıl çocuğa geldik?”

               “Bir bitireyim.” Mo Ran canlı bir şekilde gülümsedi, “Bir zamanlar küçük bir çocuk varmış, çok fakirmiş. Annesi ya da babası yokmuş ve bir efendinin evinde çocuk işçi olarak çalışıyormuş. Bulaşıkları yıkar, çamaşırları yıkar, yerleri silermiş ve bir de öküzü otlatmak zorundaymış. Efendinin ev halkı ona her gün, yemesi için üç pankek verirmiş ve çocuk karnını doyurabildiği için mutluymuş.”

               “Bir gün, her zamanki gibi öküzü otlatmaya çıkarmış. Yolda, kuduz bir köpeğe rastlamışlar ve köpek öküzün bacağını ısırmış. Bu yüzden, ev sahibi doğal olarak çocuğu bir tur pataklamış. Dayaktan sonra, ev sahibi, çocuğu köpeği öldürüp ona göstermesi için göndermiş, yoksa pankek yemesine izin vermeyecekmiş.”

               “Çocuk çok korkmuş ve sadece emirlere uyup kuduz köpeği ölümüne dövdükten sonra getirmiş. Fakat eve geldiğinde ev sahibi fark etmiş ki sığırlarının bacağını ısıran köpek aslında valinin sevgili köpeğiymiş.”

               Chu Wanning gözlerini açtı, “O halde ne yapabilirler?”

               “Başka ne yapabilirler ki? Köpek valinin en sevdiği köpekti, bu yüzden, köpek yapabileceklerini ve arkasındaki gücü kullanmaya alışmış. Birden böyle ölümüne dövüleceğini kim bilebilirdi ki ve vali bunu öğrenirse kolay kolay peşini bırakmazmış. Bu yüzden, ev sahibi düşündükçe daha da sinirleniyormuş, bu yüzden sonunda yine de o küçük çocuğa asla pankek vermemiş. Hatta vali gelip sorun çıkartırsa, çocuğu vereceğini söyleyip tehdit etmiş.”

               “…Ne karmaşa ama, çok saçma,” dedi Chu Wanning, “Artık bunu dinlemeyeceğim.”

               “En baştan mantıklı olmayan çok şey var.” Mo Ran güldü, “Bu kimin daha çok parası olduğu, kimin yumruğunun daha sert olduğu ve kimin statüsünün daha yüksek olduğuyla ilgili. Ertesi gün, vali gerçekten gelip kapıyı çalmış. Çocuk verilmiş. Ama çok genç olduğundan valinin onu hapsedecek yüzü yokmuş, bu yüzden gitmesine izin verilmeden önce on kez kamçılanmış.”

               “Ve o çocuk, gitmesine izin verildikten sonra kaçmış, değil mi?” diye sordu Chu Wanning.

               “Haha, kaçmamış,” diye cevap verdi Mo Ran, “Çocuk yine de ev sahibinin evine gitmiş, yaraları iyileşmiş ve onlar için öküzü otlatmaya geri dönmüş. Hala yemek için günde üç pankek alıyormuş.”

               “Kızmamış mı?”

               “Karnı doyduğu sürece kızmaz,” dedi Mo Ran, “Bir tur dayak, bir tur dayaktır, bittikten sonra biter. Ve her şey on yıl boyunca huzur içindeymiş. Sonra sığır sürüsüne bakan çocuk büyümüş. Ev sahibinin oğluyla aynı yaştaki çocukları takip etmiş. Bir gün, birkaç saygın misafir, ev sahibinin evine gelmiş ve ev sahibinin oğlu misafirlerden birinin özellikle güzel, akik taşından bir enfiye şişesi getirdiğini görmüş. O kadar çok sevmiş ki çalmış.”

               “O enfiye şişesi bir yadigarmış, son derece değerliymiş. Misafir oldukça paniklemiş ve evin her yerinde eşyasını aramış. Ev sahibinin oğlu daha fazla saklanamayacağını anlamış, bu yüzden şişeyi çoban çocuğun ellerine tutuşturmuş ve: eğer doğruyu söylemeye cüret ederse o zaman bir daha asla yemek alamayacağını ve açlıktan öleceğini, söylemiş.”

               “…” Buraya kadar dinleyen Chu Wanning’in tamamen nutku tutulmuştu. İçten içe düşündü, Mo Ran çocukluğunda sokaklarda dolaşırken öksüz kalmıştı ama en azından annesinin yönettiği bir eğlence evinde büyümüştü, sefil değildi, peki neden uydurduğu bütün hikâyeleri kasvetli ve hüzünlüydü?

               Mo Ran devam etti, epey eğleniyordu, “Enfiye şişesi yakın zamanda bulunmuş. Çoban, yemekler için, sadece kendini suçu üstlenmeye zorlayabilmiş ve doğal olarak onu izleyen, başka bir gaddar dayak turuymuş. Bu sefer, onu öyle bir dövmüşler ki üç gün yataktan çıkamamış. Ev sahibinin oğlu bu kez, gizlice çoban çocuğa verebilmek için marine edilmiş domuz etiyle dolu buharlanmış bir çörek çalıp kaçmış. Çocuk yemeği mideye indirmiş ve ona zarar veren bu çocuğa dargınlığı bırakmış. Daha önce böyle nefis lezzetleri tatmadığından, çöreği tutarken, ev sahibinin oğluna sürekli: teşekkür ederim, teşekkür ederim, diyormuş.”

               “Artık dinlemiyorum.” Bu sefer Chu Wanning gerçekten sinirlenmişti, “Nasıl dargınlığını kesebilir? Bir buharlı çörekle her şey affedildi mi? Ve bir de teşekkür ediyor! Teşekkür edecek ne var?!”

               “Hayır, dikkatli dinlemiyorsun.” Mo Ran masumca gözlerini kırptı.

               “Ne demek dikkatli dinlemiyorum?”

               Mo Ran suratını düzeltti, “Bahsettiğim şey marine edilmiş domuz etiyle dolu buharlanmış bir çörek.”

               Chu Wanning: “…”

               “Haha, suratına bak, anlamadın, değil mi? O çocuk, genelde, yalnızca Yeni Yıl Arifesinde bir ya da iki parça dolgun et elde edebiliyormuş. Başta marine edilmiş domuz etinin tadının nasıl olduğunu asla öğrenemeden öleceğini düşünüyormuş, yani tabii ki diğer çocuğa teşekkür edecek.”

               Mo Ran, küçük shidisinin, sözlerinden dolayı kafası allak bullak bir şekilde dilinin tutulduğunu görünce son derece parlak bir şekilde gülümsedi ve devam etti, “Öyle ya da böyle, olay böylece geçip gitmiş. Hala, gün gün, üç pankekini alıyormuş. Bir gün…”

               Şimdi Chu Wanning’in, Mo Ran’in hikayelerinin örgüsü hakkında bir fikri vardı. “Bir gün” göründüğü anda, asla iyi bir şey olmayacak demekti.

               Beklenildiği gibi, Mo Ran, “Bir gün, ev sahibinin oğlu başka bir suç işlemiş,” dedi.

               “Bu sefer, komşunun kızına, değirmende edepsizce davranmış ve tesadüfen, şanssız çoban çocuk bu manzarayla karşılaşmış.”

               “…Ve o çocuk suçu tekrar üstüne mi alacak?” diye sordu Chu Wanning.

               “Aiyah.” Mo Ran güldü, “Haklısın. Tebrikler, tebrikler, şimdi sen de nasıl hikâye anlatacağını biliyorsun.”

               “…Uyuyacağım.”

               “Uyuma, hikâyeyi bitirmek üzereyim,” dedi Mo Ran, “Bu benim birine ilk hikâye anlatışım, bu yüzden bana biraz yüz ver, olur mu?”

               Chu Wanning: “…”

               “Bu sefer, çoban suçu üstlenmeliymiş. Çünkü, o kız bu utancı kaldıramamış ve başını sertçe duvara vurarak intihar etmiş. Ama çoban aptal değilmiş. Kısasa kısas, ev sahibinin oğlu için kendi hayatından vazgeçmesinin hiçbir yolu yokmuş,” dedi Mo Ran, “Bunu kabul etmemiş, bu yüzden ev sahibinin oğlu, onu ve ölü kızı değirmene kilitlemiş ve yöneticilere söylemek için koşa koşa gitmiş.”

               “Bu çobanın bir mazisi varmış; küçükken rastgele valinin köpeğini döverek öldürmüş, sonra bir misafirin enfiye şişesini çalmış ve şimdi de alelade bir kıza cinsel istismarda bulunmuş. Doğal olarak, suçları affedilemezmiş. Kimse onun kendini açıklamasını dinleme niyetinde değilmiş. Bütün kanıtlarla suçüstü yakalanmış, bu yüzden tutuklanmış.”

               Chu Wanning gözlerini kocaman açtı, “…Peki sonra?”

               “Ve sonra, birkaç ay hapis yatmış. Sonbahar geldiğinde, ölüm cezasına çarptırılarak şehrin dışındaki idam sehpasına gönderilmiş. Araziyi saran idam askerlerini takip ederken, birden, çok da uzakta olmayan, öküz kesen birini görmüş. Sadece bir bakışla söyleyebilirmiş; o öküz küçüklüğünden beri otlattığı öküzmüş ama şimdi yaşlandığından tarlayı sürecek enerjisi kalmamış. Ama öküz otlanmak zorundaymış. Sadece yiyip hiçbir iş yapmayacaksa ev sahibi onu neden tutmak istesin ki? Bir ömür değerinde tarlayı sürmekte yardım etmiş ama sonunda onu kesip, etini yemişler.”

               Mo Ran, böyle zalim bir şeyi anlatırken hüzünlü değildi ve gülümsüyordu, “Ama o çoban, o öküzün sırtında büyümüş, ona bir sürü sırrını anlatmış, samanla beslemiş, boynuna sarılıp haksızlığa uğradığında ağlamış ve onu dünyadaki tek ailesi yerine koymuş.”

               “Bu yüzden, diz çökmüş ve cellada, öküze veda etmesine izin vermesi için yalvarmış. Cellat tabii ki bir insan ve hayvan arasındaki duygulara inanmadığından çocuğun sadece onu kandırmaya çalıştığını düşünüp izin vermemiş.”

               “…Ve sonra?”

               “Ve sonra mı? Ve sonra o çoban asılarak ölmüş. O öküz kesilmiş. Sıcak kan tüm yere akmış ve gösteriyi izlemeye gelenler dağılmış. O gece, ev sahibinin ev halkı et yemiş ama et yaşlı olduğundan sürekli dişlerinin arasına girmiş. Bir gram bile beğenmemişler ve her şeyi çöpe atmışlar.”

               Chu Wanning: “…”

               Mo Ran döndü ve mutlulukla ona gülümsedi, “İşte, bitti. Nasıldı?”

               “Defol,” dedi Chu Wanning.

               “Hey, bunu ilk defa kendim için uydurduğumda ağlamıştım. Kalbin çok soğuk, bir damla gözyaşı bile yok.”

               “Bu kadar kötü anlatan sensin…”

               Mo Ran iki kere haha-ladı, kolunu küçük shidisinin omzuna koyup saçlarını okşadı, “Başka çare yok. Shixiongun sadece çok yetenekli. Pekâlâ, hikâye bitti. Hadi uyuyalım.”

               Chu Wanning onu onaylamadı ama uzun süre sonra aniden sordu, “Mo Ran.”

               “Bana shixiong de.”

               “Hikâyenin adı neden Ot Yiyen Öküz?”

               “Çünkü tıpkı insanlar gibi öküz de yemek yemek zorunda. Yemek uğruna bir sürü iş yapmalı. Bir gün artık çalışamazsan, o halde kimse ölü ya da diri olmanı umursamaz.”

               Chu Wanning tekrar konuşmayı kesti.

               Avluda barınacak yer arayanların kısık sesli fısıldamaları ve arada bir, bariyerin dışındaki hayalet ve şeytanlardan gelen bir ya da iki uğursuz feryat vardı.

               “Mo Ran.”

               “Aiyah, ne küstahsın. Bana shixiong de.”

               Chu Wanning onu görmezden geldi ve sadece sordu, “O çocuk gerçekten var mı?”

               “Hayır.” Mo Ran bir süre sessizdi, sonra aniden gülümsedi, gamzeleri derindi ve güzel görünüyordu. Küçük çocuğu kollarının arasına yuvarladı ve içtenlikle, “Tabii ki seninle oynamak için uydurdum. Uslu ol. Uyu,” dedi.

               Ama beklenmedik bir şekilde, çok geçmeden, avluda aniden bir yaygara koptu.

               Biri öfkeyle bağırıyordu, “HER YERDE GONGZİYI SORUYORSUN! GONGZİ MEŞGUL, KİMİN SENİN İŞİNİ UMURSAYACAK ZAMANI VAR Kİ? CESETLERİ TEMİZLE! MAVİ NOKTALILARIN KALKACAĞINI BİLMİYOR MUSUN?!! HEPİMİZİ ÖLDÜRMEYE Mİ ÇALIŞIYORSUN??”

               “Bu ses, karanlık gecenin ortasında bir şimşek gibiydi ve “kalkan cesetler”den bahsettiği anda herkes öfkelenmişti. Birdenbire, uyuyan herkes uyandı ve yaygaranın nerede olduğuna baktı.

               Mo Ran küçük shidisinin önüne geçti ve bir bakış attı, kısık sesle konuşurken kaşları çatıktı, “Hım? Bu kişi öğlenki değil mi?”

               Diz çöküp azarlanan kişi aslında o gün öğlen gördükleri XiaoMan isimli gençti. Hala gün içinde giydiği dar takımı giyiyordu ama ruhu ve aurası tamamen farklıydı.

               Sanki tüm benliği boşaltılmış gibiydi, yalnızca üvey babasının ölü bedenine sıkıca sarılıyordu. Bu cesedin tırnakları büyük ölçüde uzamıştı, bu, cesedin kalkacağının en önemli işaretiydi. Diğerleri gördüğünde, hepsi geriledi. Yöneticinin vekili onu şiddetle azarlıyordu.

               “Baban benim iş arkadaşımdı, ben de öldürüldüğü için kötü hissediyorum. Ama ne yapalım? Dün gece açlıktan ağlayan sendin, bu yüzden senin için yemek bulmaya gitti. Babanın ölüm sebebi sensin, yani şimdi hepimizin ölümüne mi sebep olacaksın?”

               XiaoMan yerde diz çökmüştü, saçları darmadumandı, gözleri kırmızıydı, “Ha-hayır, ben değilim… baba, babacığım. Nolur yalvarırım, gongziyı görmeme izin verin, gongzinın babamın cesedinin kalkmaması için bildiği bir yol vardır, onu uygun bir şekilde gömmek istiyorum, lütfen hepinize yalvarıyorum… Onu parçalara ayırmayın… Hıçkırır…”

               “Parçalara ayırmak” dediği zaman, çoktan şiddetle hıçkırıklara boğulmuştu. Yüzünü avuçlarına gömdü, düzensizce siliyordu, dudakları titreyerek, “Nolur, hepinize yalvarırım… gongzi dönene kadar beklememe izin verin…”

               “Yakında gece yarısı olacak, gongzi hala dışarıda, bu yüzden nasıl senin meselenle ilgilenebilsin? Normal cesetlerin hala arındırılabildiğini biliyorsun ama babanın mavileşen noktaları ve tırnakları çoktan değişti, nasıl gongzi gelene kadar dayanacak?”

               “Hayır… Dayanabilir, Liu Amca… Yalvarırım, senin için her şeyi yaparım, be-ben sonrasında sana geri ödemenin bir yolunu düşüneceğim, nolur sana yalvarıyorum, babama dokunma… yalvarırım, ben… Ben yalvarıyorum…”

               Orta yaşlı vekil, böyle yalvardığını görünce uzun bir iç çekti, göz kenarları da kızarmıştı ama yine de cevap verdi. “İç çeker, biliyor musun, burada hepimizin hayatını istiyorsun – NÖBETÇİLER!”

               “HAYIR! YAPMAYIN!”

               Ama artık çok geçti. Kimse ona gidip yardım etmek istemiyordu. Herkes, bu ceset tutulursa, gece yarısı olduğunda kesinlikle acımasız bir ruha dönüşeceğini biliyordu.

               XiaoMan’ın üvey babasının cesedi zorla, parçalanmak için dışarı sürüklendi. XiaoMan, sağındaki ve solundaki birkaç insan tarafından geride tutuluyordu ve acı dolu gözyaşları acımasızca akıp tüm yüzünü lekeliyordu ve dudaklarından hayvani uluma sesleri çıktı. Ama en sonunda, yine de yarı çekilip yarı sürüklenerek uzaklaştırılmıştı.

               Bu fırtına geçince, avlu birkaç mırıltılı fısıltıdan sonra huzurlu sessizliğine geri döndü.

               Fakat Chu Wanning geri uyuyamadı. Dalgınca başını eğmişti.

               Mo Ran küçük shidisine yandan baktı, “Ne düşünüyorsun?”

               “Bu kişi yakın akrabasını acı bir şekilde kaybetti ve böyle aptalca bir şey yaptı. Üvey babasının bedeni yakalanmıştı, tabii ki diğerlerini suçlayacak. Kesin olmayan bir tahminim var. Merak ediyorum, LinAn Şehri’nin göçünün berbat olmasının sebebi, o olabilir mi?”

               Mo Ran tereddüt etmeden cevap verdi, “Ben de bunu düşündüm.”

               Chu Wanning başını salladı, “Ama söylemek için çok erken, kesin bir iddiada bulunamayız. Önce yakından izleyelim.”