27. Bu Saygıdeğer Kişi Sana Bir Kâse Erişte Yapacak

Share

               Chu Wanning’in başı fırıl fırıl dönüyordu.

               Sisheng Tepesi’ndeyken çok meşgul olması ve gardını düşük tutması onun suçuydu, öyle ki birinin bu kadar yaklaştığını bile fark etmemişti.

               Ne oluyor? Bu çocuk nereden geldi? Ah, bekle bu, şu Mo birisi… Mo neydi? Mo Shao? Mo Zhu? Mo… Yu?*

ÇN: Soyadını hatırlıyor fakat ismini hatırlayamıyor. Shao, yanmak, ızgara yapmak demek, Ran ismine daha yakın bir anlamı var, Ran, yakmak, tutuşturmak demek, Zhu, kaynatmak demek, Yu, balık demek (Mo Ran’ın saygı ismi Weiyu, küçük, hafif yağmur demek ama Meatbun, yazarın notları bölümünde ona balık anlamına gelen Weiyu diyor okunuşları aynı, karakterleri farklı) Shizun, sadece aç mısın?

               İfadesini deneyimlenmiş bir rahatlıkla, “Yabancılar Yaklaşmasın”, şeklinde ayarladı, hızlıca, anka gözlerinden, korkmuş ve şaşırmış ifadesini silip, yerine, alışılmış, kibirli, mesafeli ifadesini takındı.              “Sen—-“

               Ağzını açıp alışkanlık nedeniyle azarlamak üzereydi ki kolu aniden kavrandı.

               Chu Wanning hayrete düşmüştü.

               Hayatı boyunca kimse onu böyle gelişigüzel bileğinden kavramaya cüret etmemişti. Bir an olduğu yerde donup kaldı, yüzü nasıl tepki vereceğini bilmeden kasvetle doluydu.

               Kolunu hızla çekti, onu, elinin tersiyle atılan bir tokat takip etti.

               …Sadece “Tacizci!” diye bağırdı ve oldukça, gücenmiş bir kadın görünüşündeydi.

               Sonra, kolunu hızla çekti, tokat yok mu?

               … O zaman biraz fazla yumuşak başlı görünmüyor muydu?

               Genç sırıttığında, Chu Wanning hala donmuş haldeydi: “Elinizdeki nedir? Çok hoş, böyle şeyler yapmayı öğretiyor musunuz? Herkes kendini çoktan tanıttı, sadece siz henüz bir şey söylemediniz, siz hangi kıdemlisiniz? Ah, başınız iyi mi? Demin ağaçtan?”

               Art arda bir sürü soruyla vurulan Chu Wanning’in kafası ağaçtan değil ama şimdi acıyordu.

               Başını küt diye vurduğundan, çatlayıp açılmak üzere gibiydi…

                Bu çalkantıda, belli belirsiz, altın bir ışık diğer elinde toplanmaya başlamıştı, Tianwen görünmek üzereydi. Diğer kıdemliler dehşete düşmüştü —- Chu Wanning aklını mı kaçırmıştı? Mo-gongzi’yi bile kırbaçlamaya cüret mi edecekti?

               Ama Mo Ran o eli de kavradı.

               Şimdi iki eli birden, genç tarafından yakalanmıştı. Mo Ran, önünde dururken, ne kadar büyük bir tehlike altında olduğunun farkında değildi, ellerini tutup gülümseyen suratıyla yukarı bakıyordu: “Benim adım Mo Ran, buradaki kimseyi tanımıyorum ama yüzlere bakacak olursam, en çok senden hoşlandım. Öğretmenim olmaya ne dersin?”

               Kimse olayların bu noktaya geleceğini tahmin etmemişti ve herkes daha da korkmuştu; bazı kıdemlilerin yüzü çoktan taşa dönmüş ve yarısı da kırılmış gibiydi.

               Kıdemli Xuanji: “He?”

               Kıdemli Pojun: “Vay be?”

               Kıdemli Qisha: “Ah?”

               Kıdemli Jielu: “Huh…”

               Kıdemli Tanlang: “Ha, çok komik.”

               Kıdemli Lucun, züppece şanıyla, bir tutam saçını parmağına doladı ve şeftali çiçeği gözlerini kırptı: “Ayy, gongzi belli ki çok cesur, gerçekten genç ve cesur, Kıdemli Yuheng’in poposunu sıkmaya bile cüret edebilir.”

               “…Lütfen öyle tiksindirici bir şekilde söylemez misin?” dedi Qisha iğrenerek.

               Lucun, zerafetle gözlerini devirdi, mırıldanarak: “Hım, ben daha kibar bir şekilde söyleyeceğim o zaman, gerçekten genç ve cesur, Kıdemli Yuheng’in arka tarafını sıkmaya bile cüret edebilir.”

               Qisha: “…” Sadece öldür onu ve işi tamamla.

               Kıdemlilerin içinde, kibar ve zarif Kıdemli Xuanji en ünlü olanıydı. Efsun yöntemi, öğrenmesi kolaydı ve yüce gönüllü ve dürüsttü, bu yüzden Sisheng Tepesi müritlerinin çoğu onun öğrencisiydi.

               Chu Wanning, Mo Ran’ın istisna olmayacağını düşünmüştü. Xuanji’yi seçmese bile kesinlikle açık sözlü ve cesaretli Pojun’u seçecekti; her durumda, seçtiği kişi kesinlikle o olmayacaktı.

               Ama Mo Ran’ın önünde durduğu kişi kendisiydi, birkaç milim uzakta, suratı içtenlik ve şefkatle doluydu, tamamıyla ona yabancı olan şeyler. Sanki, aniden, komik yardımcı rolü için tasarlanmış gibi hissetti ve nedensizce, birdenbire telaşlandı, ne yapacağını kesinlikle bilmiyordu.

               Chu Wanning sadece “saygı” “korku” “iğrenme” gibi şeylerle uğraşmayı biliyordu; “şefkat” gibi bir şey çok zordu.

               Düşünmeden ve aceleyle Mo Ran’ı reddetti.

               Mo Ran olduğu yerde durdu, donmuştu, uzun kirpiklerinin altıdaki bir çift göz beklenmedik bir şekilde hüzünlendi ama boyun eğmedi. Başını eğmeden önce uzun bir süre düşündü, sonra inatla, kısık bir sesle mırıldandı: “Ne olursa olsun sen olacaksın.”

               Chu Wanning: “…”

               Klan Lideri kenardan eğlenerek izledi ve kahkahayla sormadan edemedi: “A-Ran, onun kim olduğunu biliyor musun?”

               “Nasıl bilebilirim, bana söylemedi.”

               “Haha, eğer kim olduğunu dahi bilmiyorsan o zaman neden ona saldırıyorsun?

               Mo Ran hala Chu Wanning’in ellerini tutuyordu, döndü ve gülümseyerek cevap verdi: “Çünkü en zarif ve en yumuşak gözüken o olduğu için tabii ki!”

               Karanlıkta, Chu Wanning’in gözleri birdenbire dikkatle açıldı, görüşü bulanıklaştı.

               …Gerçekten ne oluyor.

               O zamanlar, Mo Ran’ın gözlerinde, onu zarif bulacak, ne sorun olduğunu merak etmişti. Bu konuda yalnız değildi, bütün Sisheng tepesi olayı duymuş ve hepsi, Mo-gongzi’ye endişeyle “ne aptal çocuk” ifadesiyle bakıyordu.

               “Chu Wanning, zonklayan şakağına, elini bastırmak için kaldırdı.

               Omzu acıyordu, düşünceleri karman çorman, midesi boştu, başı dönüyordu.

               Bu şekerleme gerçekleşmiyordu.

               Oturmadan önce, şaşkınca yatakta yayıldı ve sakinleştirmesi için, tam bir tütsü çubuğu yakmak üzereydi ki kapı tekrar çaldı.

               Gelen yine Mo Ran’dı

               Chu Wanning: “..”

               Görmezden geldi, defol gel ya da defol git demedi.

               Ama bu sefer kapı kendiliğinden açıldı.

               Chu Wanning kasvetle başını kaldırdı ama çoktan parmaklarının arasındaki kibriti yakmış, havada duraklayıp tütsüye değdirmişti ve bir süre sonra kendiliğinden söndü.

               Chu Wanning konuştu: “Defol git.”

               Mo Ran defolup geldi.

               Ellerinde, yeni yapılmış, buharlı erişte vardı.

               Bu sefer sadeydi, saf beyaz et suyunda sade erişteler, doğranmış soğan ve beyaz susam tohumu serpilmişti, biraz domuz kaburgası üstteydi, Çin marulu ve kenarları biraz kıvrılmış çılbır.

               Chu Wanning açlıktan ölüyordu, ama yüzü kayıtsızlığını korudu. Eriştelere baktı, Mo Ran’a baktı sonra hiçbir şey söylemeden yüzünü çevirdi.

               Mo Ran, kaseyi masaya koyup yumuşakça: “Bu erişteleri han aşçısına yaptırdım.”

               Chu Wanning kirpiklerini alçalttı.

               Tabii ki Mo Ran kendi yapmamıştı.

               “Biraz yemeyi dene.” dedi Mo Ran, “Bu kase acılı değil ve sığır eti ya da bezelye filizleri yok.”

               Sonra gitti, çıkarken kapıyı kapattı.

               Chu Wanning’in yarasından dolayı kötü hissediyordu.

               Ama yapabileceği her şey buydu.

               Odada, Chu Wanning pencere kenarına oturmuş, düşüncelerinde kaybolmuştu, uzaktaki domuz kaburgalı erişteye bakarken kollarını çaprazlamıştı, buhar yok olana kadar, erişteler soğuyana kadar, sıcaklığın hiçbir izi kalmayana kadar.

               Ancak o zaman sonunda yürüyüp oturdu, soğuk ve çoktan kümeleşmiş erişteyi çubuklarıyla alıp yavaşça yemeye başladı.

               Chen Köşkü musallatı davası sonuçlanmıştı.

               Ertesi gün siyah atlarını yatılı ahırlardan alıp geldikleri yoldan geri, klanın yolunu tuttular.

               Kasabanın her yanı, çay tezgahından yemek tezgahına, herkes Kelebek Kasabası’ndaki Chen ailesine olanları konuşuyordu.

               Orta halli kasabada, böyle bir skandal en az bir yıl konuşmak için yeterliydi.

               “Chen-gongzi’nin Bayan Luo ile kapalı kapılar ardından çoktan evlendiğini kim düşünebilirdi, iç çeker, zavallı Bayan Luo.”

               “Bana soracak olursan, Chenler köşeyi dönmeseydi, böyle bir şey olmazdı. Gerçekten adamların zengin olmasına izin veremezsin yoksa bütün kötü sular* göbeklerinde sel olur ve tüm şehri batırır”

ÇN: Kötü sular: ahlaksızlık ve günahları kastediyor.

               Duyduklarından tatmin olmayan bir adam: “Chen-gongzi yanlış bir şey yapmadı, hepsi babası ve annesinin suçu. Umarım o piç Ev sahibi Chen’in gelecekteki çocukları ve torunları göt deliksiz doğar.”

Başka biri: “Ölülere yazık tabii ama peki ya yaşayanlar? Chen-Yao’ya bir bak, Yao ailesinin kıymetli kızı, nereden bakarsan bak, kısa çöpü çekmiş. O yaşlı, kara kalpli Chen sürtüğü zavallı kızı kazıkladı, şimdi ne yapabilir ki?” dedi.

“Tabii ki yeniden evlenir.”

               Adam gözlerini devirerek alay etti: “Yeniden evlenmek? Onu alır mıydın?”

               Alay edilen köylü, kazma dişleriyle sırıttı, dişlerinin arasındaki boşluğu diliyle kurcalayarak: “Eğer annem kabul ederse o zaman neden olmasın ki. Bayan Yao gerçekten güzel, dul olup olmamasını önemsemezdim.”

               “Peh, hayal kurmaya devam et, ikinci el mal olsa bile senin harcın değil.”

               Mo Ran’ın kulakları, atının üstünde otururken dikilmişti, bu tarafı enerjik bir şekilde dinliyor, o tarafa dikkatle bakıyordu. Eğer kapalı gözleri ve çatık kaşlarıyla “lanet olasıca gürültülü” cümlesi tüm suratında yazılı Chu Wanning olmasaydı, Mo Ran fırlayıp dedikodu grubuna katılırdı.

               Yan yana sürerken, sonunda kasabanın civarlarına yaklaşmış, kasaba kenarına ulaşmışlardı.

               Shi Mei aniden şaşırmışçasına bir ses çıkarıp uzak bir yeri işaret etti: “Shizun, oraya bak.”

Kalın kıyafetli, büyük bir grup çiftçi, yıkılmış tapınağın önünde toplanmıştı, vızır vızır etraftaki tuğlaları taşıyordu. Tapınağı yeniden inşa etme ve seremonilerin hayalet hanımının heykelini yeniden yapma niyetinde gibi görünüyorlardı.

Shi Mei endişelendi: “Shizun, önceki hayalet hanımı gitti ama onlar yenisini yapıyor. Bu seferki ilaha mı dönüşecek yoksa o da mı soruna yol açacak?”

Chu Wanning: “Bilmiyorum.”

               “Gidip onlarla bunun hakkında konuşmalı mıyız?”

               Chu Wanning: “Kelebek Kasabası’nın hayalet evliliği geleneği çoktan nesillerdir var, bizim söylememizle değişecek bir şey değil. Hadi gidelim.”

               Sonra arkasında toz bulutlarıyla, dört nala koştu.

               Sisheng Tepesi’ne vardıkları zaman çoktan akşam olmuştu.

               Chu Wanning, ana kapıda müritlerine talimat verdi: “İkiniz gidip Sadakat Salonu’nda rapor verin. Ben Disiplin Mahkemesine gidiyorum.”

               Mo Ran anlamadı: “Niçin oraya gidiyorsun?”

               Fakat endişe Shi Mei’nin yüzünde net olarak yazılıydı: “…”

               Chu Wanning’in ifadesi hala kayıtsızdı: “Ceza almaya.”

               Bir suçu işleyen, köylü de olsa, imparator da olsa, suç, suçtur, deyişi uygun olabilirdi, ama hangi imparator gerçekten birini öldürdüğü için hapiste kellesinin uçurulmasını beklemiştir ki? Bu, efsun dünyasında da farklı değildi.    

               Kıdemli tarafından da işlenmiş olsa, mürit tarafından da işlenmiş olsa, ihlal, ihlaldi—-klanların büyük çoğunluğunda bunlar sadece boş laflardı.

               Aslında, bir kıdemli, kural ihlal ettiğinde, en fazla özür mektubu yazardı, hangi aptal gerçekten gidip itaatkarca kırbaçlanma turunu ya da düzinelerce darbeyi kabul ederdi ki?

               Bu yüzden Kıdemli Jielu’nun yüzü, Chu Wanning itirafını dinlemeyi bitirdiğinde yeşildi.

               “Hayır sadece, Kıdemli Yuheng, sen gerçekten… gerçekten müşteriye vurdun mu?

               Chu Wanning cevap verdi: “Hım.”

               “Sen gerçekten çok…”

               Chu Wanning ona bir bakış fırlatmak için yukarı baktı. Kıdemli Jielu çenesini kapattı.

               “Kurallara göre, ihlalin cezası iki yüz darbe, YanLuo Salonu’nda, üç gün süren diz çökme ve üç ay hapsedilmedir.” Chu Wanning belirtti, “İtirazım yok ve cezamı çekmeye hazırım.”

               Kıdemli Jielu: “…”

               Sağa ve sola göz attı, sonra parmağını kanca şekline soktu. Disiplin Mahkemesi’nin kapıları, güm sesiyle kapandı, yalnızca ikisini, yüz yüze, sessizlikte bıraktı.

               Chu Wanning: “Bunun anlamı nedir?”

               “Nasıl desem… Kıdemli Yuheng, bilmediğinden değil, kurallar kural olabilir ama gerçekte seni içermiyorlar. Kapılar kapalı, bu ikimizin arasında kalır, vazgeçsek ne dersin? Eğer gerçekten sana vurursam ve Klan Lideri bunu öğrenirse, yaşlı derimi yüzer.”

               Chu Wanning nefesini ona harcayacak gibi hissetmiyordu, bu yüzden basitçe söyledi: “Diğerlerini kurallara tabii tutuyorum ve kendimi de aynı şekilde, eşitçe tabii tutacağım.”

               Sonra, “Disiplin” yazan levhaya yüzünü dönerek, orada, salonun önünde, diz çöktü.

               “Cezayı uygula.”

               Yazarın Notları:

               Yeni kitabın başlığının yaratılışı hakkında.

               Ben: Başlığı <<Aptal Husky ve Onun Samoyed Shizun’u>> olarak değiştirmek istiyorum.

               Arkadaşım: …Samoyed? Samoyed’lar gülümseyen melekler değiller mi? Shizun gülümseyen bir melek mi? Gülümseyebiliyor mu?

               Ben: …Sanırım bu çok mantıklı.

               Arkadaşım: Kedi yap onu.

               Sonra <<Aptal Husky ve Onun Beyaz Kedi Shizun’u>> olarak değiştim, bu kelimeleri yazdıktan sonra, zihnimde, Oh Oh Oh, Kara Kedi Dedektif, Oh Oh Oh, Kara Kedi Dedektif~, çalmaya başladı.

ÇN: 80’lerde ünlü olan bir Çin çizgi filmi.

               Gelecekte hayvan kişileştirme mini tiyatroları yapabiliriz~

               Büyük beyaz kedi Shizun, Japon Spitz’i Shi Mei, Husky Mo Moran, küçük tavus kuşu Xue Meng.