20. Bu Saygıdeğer Kişi Size Bir Hikaye Anlatacak Part 2

Share

               Ertesi sabah, Chen ailesi akraba ziyaretinden döndü. Düşen mandalina ağacını ve her yere saçılmış mandalinaları gördüler. Çevrede çok fazla ikamet eden insan yoktu ve sadece Luo ailesi onlara yakındı. Luo Xianxian’ın nasıl aç gözlülükle mandalinalara baktığını hatırladılar ve bir kerede sonuca vardılar—-

               Mandalinalar o şanssız çocuk, Luo Xianxian, tarafından çalınmış olmalıydı!

               Sadece çalmamış, fesatlıktan ağacı bile kesmişti!

               Chen ailesi hemen bir dolu ithamla Bay Luo’ya gitti. Bay Luo bu tür bir aşağılamayı kaldıramazdı, derhal kızını yanına çağırıp öfkeyle mandalinaları çalıp çalmadığını sordu.

               Luo Xianxian, çalmadığını söylerken ağlıyordu.

               Sonra ağacı kesip kesmediği soruldu.

               Luo Xianxian, yapmadığını söylemeye devam etti.

               Ve sonra gizlice mandalinaları yiyip yemediği soruldu.

               Luo Xianxian, nasıl yalan söyleyeceğini bilmiyordu, sadece yediğini söyleyebilirdi.

               Açıklayacak zamanı olmadan babası, öfkeyle, diz çökmesini emretti. Kızını Chen ailesinin önünde, cetvelle cezalandırdı, dövmeye devam ederken konuştu, “Kız yetiştirmek, erkek yetiştirmekten daha aşağılayıcı! Nasıl bu genç yaşında böyle düzenbaz bir davranış sergilersin! Rezalet! Baban için utanç kaynağı! Ceza olarak, bugün yemek yemene izin yok. Üç gün duvara bakacaksın, itinayla tövbe edeceksin, ta ki yeni bir—-“

               “Babacım, ben değildim! Gerçekten ben değildim!”

               “Bana karşı konuşmaya cüret etme!”

               Ve kimse ona inanmadı. Aşağı efsun dünyası karmaşık bir durumda olmasına rağmen, Kelebek Kasabası bir istisnaydı. Kasabanın sakinleri daima mütevazi ve dürüst olmuştu, kimse geceleri kapısını kilitlemezdi. Kana bulanmış bir delinin, gece yarısı ortaya çıktığını söylemek mi? Kim buna inanırdı?

               Luo Xianxian’nin ellerinin derisi soyulmuş ve onca darbeden dolayı kanıyordu.

               Chen ailesi soğuk gözlerle izledi. Yalnızca en büyük gözüken çocuk farklıydı, annesinin eteğinin kenarını kuvvetle çekerken bir şey söylemek istermiş gibiydi.

               Annesi ona ilgi göstermedi bu yüzden çocuk başka hiçbir şey yapamadı. İyi orantılı yüzünü kırıştırdı ve daha fazla izlemeye yüreği dayanmayarak, kenarda durdu.

               Gece, Luo Xianxian içeri dönmeye çok korkuyordu, evinin çatısının altında büzüldü ve sefilce cezasını çekti.

               Babası bir alimdi ve hırsızlık onun için en tahammül edilmez şeydi. Çok düşünme eğilimindeki, inatçıdan başka bir şey değildi. Eğer sebebi dinlemeyi reddettiyse onun konuşmanın hiçbir anlamı yoktu.

               Bir gün açlığın ardından, Luo Xianxian halsiz hissetmeye başladı. Aniden, kısık bir ses “Bayan Luo.” diye dışarıdan seslendi.

               Luo Xianxian arkasını döndü, kerpiç duvarın arkasından çıkıveren, güzel ve orantılı yüzlü bir kafa fark etti. Gün boyu onu savunmaya çalışan çocuktu bu, Chen ailesinin en büyük oğlu, Chen Bo’huan’dı.

               Chen Bo’huan etrafa baktı ve kimsenin etrafta olmadığından emin olduktan sonra, kerpiç duvara tırmandı. Kollarında sıcak bir mantou* tutuyordu ve hiçbir şey söylemeden kızın eline tıkıştırdı.

Ç.N.: “Montou” Çin’in geleneksel, buharda pişen çöreği.

               “Tüm gün boyunca hiçbir şey yemeden bu duvarın yanında, ayakta durduğunu gördüm. Sana bu mantouyu veriyorum, hızlıca ye.”

               “Ben…” Luo Xianxian doğası gereği utangaçtı, çoktan burada birkaç aydır yaşamış olmasına rağmen, komşu çocukla yok denecek kadar az konuşmuşlardı. Şimdiyse, ona bu kadar yakın mesafeden bakarken, gönülsüzce birkaç adım geri çekildi ve bam diye kafasını duvara çarptı. Kekeledi, “Alamam… Babam izin vermez… O dedi ki…”

               Abuk sabuk konuştu, tüm zaman boyunca düzgün bir cümle kuramamıştı.

               Chen Bo’huan, “Ayy, baban sadece nasıl kitap gibi konuşulacağını biliyor, niçin onu bu kadar kafaya takıyorsun? Açlıktan hasta olacaksın, soğumadan ye.” dedi.

               Mantou, beyaz ve yumuşaktı, yumuşacık ve kabarık, içinden buharı tütüyordu.

               Luo Xianxian başını eğip bir süre gözlerini ona dikti ve yutkunarak salyasını yuttu.

               Fakat çok açtı. Dürüstlük ya da değil, mantouyu kapıp yanaklarını onunla doldurdu, göz açıp kapayıncaya kadar hepsini yemişti.

               Bitirdikten sonra yuvarlak gözleriyle yukarı baktı. Chen Bo’huan’a söylediği ilk, tam cümle, “Mandalina ağacını ben kesmedim ve çalmak da istemedm.” idi.

               Chen Bo’huan bir an şaşırdı, sonra yavaşça gülümsemeye başladı, “Hı-hı.”

               “Ama hiçbiri bana inanmadı…” Küçümseme barındırmayan bakışlarının altında, Luo Xianxian gitgide rahatça konuşmaya başladı. Bütün kırıcı duygular buz ve kar gibi erimeye başladı. Ağzını açıp bir “ah” çekti ve gözyaşlarını silerken sızlanmaya başladı. “Hiçbiri inanmadı… Ben çalmadım…  Çalmadım…”

               Chen Bo’huan, zıvanadan çıkmışçasına kızı sıvazladı, “Çalmadığını biliyorum, ayyy, her gün ağacın altında durur tek bir mandalina bile almazdın, eğer çalmak isteseydin, çok uzun zaman önce yapardın…”

               “Ben değildim… Ben değildim!” Daha da fazla ağladı, gözyaşları ve sümükleri akıyordu.”

               Chen Bo’huan onu okşamaya devam etti, “Sen değildin, sen değildin.”

               Böylece, ikisi birbirini daha çok tanımaya başladı.  

               Daha sonra, komşu köyde bir adam öldürülmüştü. Birkaç gece önce kana bulanmış bir haydut bir eve zorla girip geceyi geçirmek için bir oda talep etmişti. Ev sahibi reddettiğinden haydut bütün aileyi öldürmüştü. Şimdiyse oda cesetlerle doluydu, sıradan bir şekilde geceyi orada geçirmiş ertesi güne kadar da ayrılmamıştı. Ama sadece o şekilde bırakmamıştı, duvarlara kanla, anlamlı uzun bir makale yazmıştı. Sanki dünyanın, onun gibi bir iblisin varlığını bilmeyeceğinden korkmuş gibi yapmış olduğu bütün harika niyetleri belgelemişti.

               Haberler saman alevi gibi yayılmış en sonunda da Kelebek Kasabasına gelmişti. Zamanlar karşılaştırıldığında, kesinlikle o gece Luo Xianxian’in karşılaştığı “deli-gege” idi.

               Bay Luo ve Chen ailesi’nin dili tutulmuştu.

               İki aile yakınlaşmış, yanlış anlaşılmalar çözülmüştü. Chen çifti, Luo Xianxian’ın gerçekten tatlı, çalışkan ve saygılı bir güzellik olduğunu fark etmişti. Kendi aile şartları düşünüldüğünde, büyük ihtimalle ondan daha iyi bir gelin bulmak zordu. Bu yüzden onlar için bir nişan ayarladılar. Reşit olduklarında, resmi bir tören düzenleyeceklerdi.

               Bay Luo, kızının ve Chen Bo’huan’ın oldukça iyi bir eşleşme olduğunu düşünüyordu, bu yüzden sevinçle kabul etti.

               Zaman günden güne geçti. Eğer Bay Luo, koku sanatıyla ilgilenmiyor olsaydı, büyük ihtimalle, iki aile, başta olmasını istedikleri, yavan ama huzur dolu hayatı sürdürebilirlerdi.

               Ama ne yazık ki, Bay Luo, kazayla şu “Yüz Kelebek Kokusu” nu yaratmıştı.

               Kokunun aromasının, kasabada sıkça rastlananlardan, çok da bir farkı yoktu. Ama diğer kokuların sahip olmadığı bir faydaya sahipti—-

               Koku yüz gün kalıcıydı, sonsuza kadar kalıyordu.

               Kokusu uzun süre kalan Yüz Kelebek Kokusu, kesinlikle yüksek kalitelilerden olan ve pahalı olmayan, bütün haneler tarafından beğenilen bir kokuydu.

               Bay Luo, “Her şey aşağıdadır, yalnızca bilgi üstündür” e inanıyordu. Kokuyu yaratmasına rağmen satmak istemiyordu, bunun kişiliğini yok edeceğine inanıyordu.

               Satmayacaktı fakat tabii ki başkalarının aklı kokudaydı.

               Chen Hanım, onu dükkan açması için yüklendirerek tarifi Bay Luo’dan almaya çalıştı. Yalnızca reddedildi. Birkaç kereden sonra, Chen Hanım kendini aptal durumuna düşürmeye devam etmek istemiyordu bu yüzden konuyu tekrar açmadı. Fakat kalbinin derinliklerinde, bunu metanetle hatırladı.

               Luo Xianxian’ın on dört olduğu yıl, eline bir fırsat geçti. Bay Lou, daima sağlıksız bir insan olmuştu, verem olmuştu ve birkaç ay hastalığı çektikten sonra vefat etti. Luo Xianxian’ın kayınvalidesi olarak, resmi olarak henüz evlenmemiş olmalarına rağmen, duygular oradaydı. Kah içeride kah dışarıda uğraşıp, cenaze düzenlemesine yardımcı olmuştu.

               Luo Xianxian, minnettarlık gözyaşları dökmüştü, ancak, Chen Hanım’ın başka niyetleri olduğunu fark etmemişti. Bay Luo’nun eşyalarını düzenlerken, sessizce tarifi çalmıştı.

               O gece, Chen Hanım, heyecanla doluydu. Gaz lambasını yakmış tarifi okumaya hazırdı. Fakat bir bakış attıktan sonra küçük dilini yutmuştu.

               Bay Luo’nun yazısı, ejderha ve anka kuşunun arasındaki dans gidiydi, her şey tavuk çızıktırması gibiydi. Yarın gün boyunca baktı fakat tek bir kelime anlamadı.

               Hiçbir şey yapılamazdı, sadece sessizce tarifi yerine koydu.

               Luo Xianxian, sakinleştiğinde bir ay geçmişti, kızı yemeye çağırdı. Sıradan sohbetleri sırasında “tesadüfen” Yüz Kelebek Kokusu’nun bahsini açtı.

               Luo Xianxian, kendi kendine düşündü, tarif yalnızca evde saklanırsa kimsenin işine yaramazdı. Chen Hanım, daima, ona karşı nazik olmuştu ve eğer tarifi isterse, ona verebilirdi.

               Böylece babasının eşyalarını çıkardı, hatta Chen Hanım’a yazıyı çözmesinde yardım etti. Biraz biraz, karmaşık tarifi çözümlemişti.

               Chen Hanım, ayın altındaydı. Tarifi alır almaz kocasıyla beraber kokulu pudra dükkanı açmanın planlarını kurmaya başlamıştı.

               O zamanlar, Chen Hanım, tabii ki hala bu nazik ve akıllı gelecekteki gelinini el üstünde tutuyordu. Büyüdükçe daha da güzelleşmişti. Ailesi talihsiz olmasına rağmen, onun görünüşü yüz kişi de birdi. Kasabadan birkaç genç adam onun güzelliğini fark etmeye başlamıştı.

               Daha çok beklerlerse karışlıklılar artabilirdi, Chen Hanım, kendi kendine düşündü, bu konuyu ellerinden geldiğince çabuk halletmelilerdi.

               Fakat, Luo Xianxian babasını henüz kaybetmişti, Kelebek Kasabası’nın geleneklerine göre, eğer iki ebeveyn de vefat etmişse, kişi üç yıl içinde evlenemezdi.

               Ama Chen Hanım nasıl üç yıl bekleyebilirdi? Düşündü, düşündü ve düşündü ve bir çözüm buldu—-

               O gün. Luo Xianxian Chen ailesinin en küçük kızını saçını örüyordu. Kızla yakın arkadaşlardı. Her gün Luo Jie-Jie, Luo Jie-Jie* diyerekten kuyruk gibi peşinde dolanırdı.

Ç.N.: “Ge-ge” samimi bir şekilde ağabey demekken “Jie-jie” de aynı samimiyette, abla demek.

               Chen Hanım bahçeye adım attı ve iç holden, Luo Xianxian’a seslendi, “Xianxian, Chen Bo’huan ve sen çocukluk aşkısınız, ayrıca nişanlısınız da. Baban şimdi vefat etti, tamamen tek başınasın ve hayat oldukça zor. Bu yıl evlenip ailemize girmen gerekiyordu ama üç yıl kuralı karşımıza çıktı ve şimdi evlenemiyorsun bile. Bu yüzden, düşündüm ki, üç yıl sonra, kaç yaşında olacaksın?”

               Luo Xianxian, hiçbir şey söylemeyerek başını eğdi. Ama o zekiydi, Chen Hanım’ın ne demek üzere olduğunu tahmin edebiliyordu, bu yüzden yanakları pembeye dönmeye başladı.

               Beklenildiği gibi, Chen Hanım devam etti.

               “Tek başına yaşamak zor ve yorucu. Şuna ne dersin—- Önce evlenip ailemize gir, töreni kapalı kapılar ardından yapabiliriz, dışarıdakilere söylemeyiz. Eğer soran olursa da onlara, sana benim baktığımı söyleyebilirsin. Böylelikle gelenekleri gerçekleştirebilir ve diğerlerinin gözüne batmayız. Rahmetli baban da huzura kavuşur. Üç yıl biter bitmez de münasip, klas bir tören yaparız. Olur mu?”

               Bu kelimeler, kulağa Luo Xianxian’ın iyiliği içinmiş gibi geliyordu. Çünkü o, kötü niyetli biri değildi, bu yüzden diğerlerinin de kötü olduğunu düşünmezdi, sonuç olarak kabul etti.

               Daha sonra, Yüz Kelebek Kokusu sayesinde, Chen ailesi zengin oldu. Eski evlerinden taşınıp kasabadan büyük bir arazi aldılar. Bir sürü inşa ve onarımla, nüfuzlu, büyük bir aile haline geldiler.

               Luo Xianxian, bu büyük ailenin içinde saklanan, nadiren yüzünü gösteren, bir gölge haline gelmişti.

               Kasabadaki herkes, cidden Luo Xianxian’ın, onlarla saf bir biçimde yaşamasının sebebinin, Chen Hanımın, kibarca ona göz kulak olmasından kaynaklandığını düşünüyordu. Chen Bo’huan’la evli olduğunu bilmiyorlardı.

               Bu yaşam sitilinden dolayı bir miktar mutsuz olmasına rağmen, Luo Xianxian, kayınvalidesinin bunu sadece dedikodulardan kaçınmak ve tamamen onun iyiliği için yaptığını düşünüyordu. Artı, Chen Bo’huan ona içtenlikle davranıyordu, birlikte geçirdikleri zaman tatlı ve sevgi doluydu. Yalnızca üç yılın geçmesini bekliyorlardı, o zaman her şey normale dönecekti.

               Ama o resmi evlilik töreni asla gerçekleşmedi.

               Chen ailesinin işi büyümüştü ve Chen Bo’huan da oldukça yakışıklıydı. Pek yakında, sadece Kelebek Kasabası’nın kızları değil, komşu köylerdeki zengin ailelerin kızları bile en büyük Chen-gongzi’ye süzmeye başlamıştı. Chen Hanım yavaş yavaş tereddüt etmeye başladı.

               O zaman, çocukların nişanını ayarlama sebebi köylü aileler olmalarından ve daha iyisini bulamayacaklarındandı ve böylece, aceleyle Luo Xianxian üzerinde hak iddia etmişti.

               Kim, şanssızlıklarının, şansa döneceğini ve Chen ailesinin bir günde böyle çılgınca başarılı olacağını tahmin edebilirdi ki? Şimdi Luo Xianxian’a baktığında, kızın yeterince güzel ya da yeterince zeki olmadığını düşünüyordu, hatta aptaldı ve yaşlı bir adamın, lanet olasıca bir kuru ağaç kökü gibi donuktu, baktıkça kızı daha da sinir bozucu buluyordu.

               Bir parça pişmandı.

               Ta ki Yao Hanım’ın güzelliği onu “bir parça”dan “tamamen”e çevirene kadar.

               Yao Hanım, valinin, şımartılmış kızıydı, erkeksiydi ve savaş kıyafetlerini tercih ediyordu. Bir gün, iyi bir atın tepesinde avdan dönerken, koku dükkanının önünden geçmiş ve bakmak için durmuştu, ama herhangi bir koku seçmek yerine, dükkânın içindeki yakışıklı ve çalışkan genç adamı seçmişti.

               O genç adam, Luo Xianxian’ın sözde kocası, Chen Bo’huan’dan başkası değildi.

               Yazarın Notları:

               Chu Wanning (Ciddi bir ifadeyle): Bu olay bize öğretti ki gizli nişanlar akla yatkın değil. Resmi belge olmadan, bağlantıları sorumsuzca kesmek çok çok kolay.

               Mo Weiyu (Masum bir ifadeyle): Hee? Sanırım birkaç bölüm önce biri benimle gizlice evlendi, ama tam olarak hatırlayamıyorum, kimdi o? Bunun için sorumluluk almayı düşünüyordum ama o kişi bunu istemediğinden, boş vereceğim. (Gülümser)