167. Shizun, Tekrar Beni Azarlamanı İstemiyorum

Share

               Nangong Si’nın acısı sebebiyle, illüzyon kaybolmamıştı. Geçmişin kanlı gerçeğini bir bir herkesin gözü önünde acımasızca açığa çıkarmaya devam ediyordu.

               Jincheng Gölü’nün yanındaki Nangong Liu, insan yiyen balığın yüzünü ezmek için ayağını kullandı. Etrafa baktı ve “Canavar,” dedi.

               “Canavar, hanımının ruhani özünü istiyordu. Sekt Lideri bunu ona vermek zorunda değildi,” dedi Xu Shuanglin, “Ama Sekt Lideri, kutsal silah uğruna hanımını sattın.”

               “Neden bahsediyorsun? Kulağa bu kadar kötü gelmesine sebep olma. Kıdemli Shijie1 Rong’un sağlığı zaten kötüydü, bu yüzden Yağmur Çanı Adası’ndaki en iyi doktorları onu görmesi için davet etmiştim. Hepsi zamanının tükenmekte olduğunu söylediler. Sağlıklı olsaydı onu nasıl bu canavara vermek isteyebilirdim?”

               Xu Shuanglin hafifçe kaşını kaldırdı ama hiçbir şey söylemedi.

               Nangong Liu bir an için insan yiyen balığa baktı ve aniden biraz sinirlendi. Öfkeyle homurdandı, “Kader adaletsizdir.”

               Xu Shuanglin, hem şöhreti hem de serveti olan onun gibi birinin kaderi eleştirmesini beklemiyor gibiydi. Şaşıran Xu Shuanglin gülmeden edemedi, “Ne?”

               “Kaderin adaletsiz olduğunu söylüyorum.”

               “……”

               “Neden insanlar kutsal bir silah istediklerinde, uğurlu canavarlar onlardan kırık dallar ya da şarkılar istiyor da bana gelince kötü bir canavar çağırıp hanımımın canını almam gerekiyor? Ne yapabilirim? Nasıl seçim yapabilirim?”

               Nangong Liu açıkça çok kızgındı.

               “O zamanlar, Jincheng Gölü’nden kutsal bir silah istediğimde, sen de gördün. Katılanlar sessiz kalıp zongshi yargıladı. O Chu Wanning… Lanet olsun, on beş ya da on altı yaşındaki bir velet beni karşısına almaya cüret ediyor. Çok fazla iyilik ve ahlaktan bahsediyor… Onun için söylemesi kolay! Ona seçim hakkı verilse, ölümün eşiğinde olan bir eş ve güçlü bir kutsal silah arasından ilkini seçeceğine inanmıyorum!”

               Xu Shuanglin güldü, “Söylemesi zor. Bana öyle bakma, ciddiyim. Ne düşündüklerini asla tahmin edemezsin.”

               “Başka ne düşünebilirim ki? Tarih denizinde adını duyurmaktan başka bir şey değildi. Böylelerini tanımamama ihtimalim olabilir mi?”

               Nangong Liu bunu düşündükçe, daha da somurtuyordu. Küfür edip baltabalığını tekmeledi.

               “Sekt Lideri olduğumdan beri çok çektim. Lanet şöyle dursun bir de gün boyu gülümsemek ve başkalarını hoş karşılamak zorundayım… Öfkemi yutup başkalarının kasıkları arasında sürünmek zorunda kalmanın aşağılanmasına2 katlanacak kadar şanslıydım. Yoksa kılıç aradığım yıl Chu Wanning’in ellerinde ölebilirdim.”

               “Haklısın.” Xu Shuanglin hâlâ gülümsüyordu. “Bence de Chu Wanning o zamanlar seni gerçekten öldürmek istemişti. Ama onu ikna etmeni beklemiyordum. Sadece Tianwen’le ölmekten kaçmakla kalmadın, Jincheng Gölü’nde yaptıklarını halka duyurmasın diye ağzını bile mühürledin. Mevzubahis hayatta kalma becerisi olunca Sekt Liderine oldukça hayranım.”

               “Ayrıca Rufeng Sekti’nin kaosa giremeyeceğini de biliyor. Ne olmuş sinirlenmişse?” dedi Nangong Liu. “Ayrıca hâlâ Si’er var. Annesinin, iblisi yok ederken ciddi bir şekilde yaralanıp öldüğünü düşünmek, onun için gerçeklerden çok daha az şok edici olur.”

               Xu Shuanglin içini çekti. Şaşırtıcı bir şekilde başını çok tarafsızca salladı. “Gitmek istemesine şaşmamalı. Ben de onun yerinde olsaydım, senden iğrenirdim.”

               “Bunu istediğimi mi sanıyorsun? Başka seçeneğim var mı? Söyledim ya–––” Nangong Liu konuştu, “Kader adaletsizdir.”

               Bunu gören biri gizlice Chu Wanning’e baktı ve mırıldandı, “Yani Chu Zongshi, Rong Hanım’ın meselesini gerçekten biliyor muydu?”

               “Biliyormuş ama yine de Nangong Liu’nun bunu saklamasına yardım etmiş. Sahiden dünyaya bundan bahsetmedi de.”

               “Muhtemelen bir şeylerden korkmuştur. O zamanlar sadece on beş yaşındaydı. Rufeng Sekti’ni gerçekten rencide etseydi, yiyip içtiklerini yutmadan çekip gidemezdi.3

               Birisi Chu Wanning için yumuşak bir sesle konuştu, “Sanmıyorum. O sadece kurunun yanında yaşı da yakmaktan korkuyordu. Nangong Liu, Chu Zongshi’nın doğruyu söylememe nedeninin Nangong Si gerçeği öğrenirse üzüleceğinden korktuğu için olduğunu söylemedi mi?”

               “Ama işin ciddiyetini bir türlü kavrayamamış. Bir çocuk mu daha önemli yoksa bir sekt liderinin bütünlüğü mü? Ai, daha önce gerçeği söyleseydi Rufeng Sekti şimdi bu durumda olmazdı.”

               “Bunu öylece söyleyemezsin. O zaman gerçekten söyleseydi, yukarı efsun dünyası muhtemelen kaos içinde olurdu… Kısacası, herkesin kendi seçimleri var. Sen olsaydın, öne çıkmaya istekli olmayabilirdin.”

               “Ah, durum böyle olmayabilir. Ben olsam kesinlikle Nangong Liu’yu ifşa ederdim. Böyle bir konuda, hiçbir şey yapmaz ve kenardan izlerseniz, suç ortağı olmakla eşdeğer olur.”

               Sesleri kısık olsa da Mo Ran’in işitme yetisi iyiydi. Birkaç cümle kulaklarına uçuştu ve hemen öfkelendi. Gidip tartışmak üzereydi ki biri kolundan tuttu.

               “Shizun!”

               Chu Wanning başını sallarken ifadesi kayıtsızdı, “Daha fazlasını söylemeye gerek yok.”

               “Ama hiç de öyle değil! Anlamadılar mı? Bu durumda bunu nasıl halka açıklayabilirdin? Kim bu işin ciddiyetini söyleyemez ki? Açıkça–––”

               Chu Wanning düz bir şekilde, “Kızgın mısın?” dedi.

               Mo Ran başını salladı.

               Chu Wanning sordu, “Bir şey yapmak zorunda mısın?”

               Mo Ran tekrar başını salladı.

               Chu Wanning, “Tamam o zaman kulaklarımı kapatmama yardım et,” dedi.

               “…”

               “Tartışmaya niyetim yok ama duymak da istemiyorum. Kulaklarımı kapamama yardım et. Konuşmayı kestiklerinde bırakabilirsin.”

               Mo Ran sahiden Chu Wanning’in arkasına yürüdü, ellerini kaldırdı ve kulaklarını kapattı. Gözlerini indirdi ve karşısındaki kişiye baktı. Hem sinirli hem de sıkkın hissediyordu. Chu Wanning her şeyi bu kadar iyi yaparken insanların memnun olmamasını anlayamıyordu. Bu kişi iki ömrünü de başkaları için yaşamış gibiydi. Tek bir gün bile bencil olmamıştı. Neden bir şey tartışmalı olduğu, siyah veya beyaz olmadığı sürece, bir sürü insan, arkasından onu eleştiriyordu?

               Bu işler hep böyleydi. İnsanlar çoğu zaman kötülerin iyiliklerine minnettar olmaya alışmışlarken iyilerin küçük bir hatası için de ısırmayı kesmiyorlardı.

               Önceki yaşamında İmparator Taxian Jun, sayısız insanı öldürmüştü. Bir gün yanlış ilacı içmiş4 ve Wubei Tapınağı’nın ustalarının her birine 10.000 tael altın vermişti. Sonuç olarak, insanlar onu övmüş ve bir Buda’ya dönüştüğünü söylemişlerdi. Bu süre zarfında, insanların bahsettiği İmparator Taxian Jun, bu küçük nezaket nedeniyle neredeyse tepeden tırnağa ışıl ışıl parlıyordu.

               Peki ya Chu Wanning? Chu Wanning, tartışmasız bir büyük üstat ve dünyanın en yardımsever ölümsüzüydü. En ufak bir hata dahi yapsa insanlar onun hakkında kötü niyetle spekülasyon yapmaya başlardı.

               Birçok kez böyle olmuştu.

               Chu Wanning acımasız bir şey yaptığında, insanlar onu soğukkanlı olduğu için azarlardı.

               Chu Wanning yumuşak kalpli hale geldiğinde, onun korkaklığını sorgulayan insanlar vardı.

               Mo Ran, beş yıllık seyahati sırasında insanların Kelebek Kasabası’ndaki Chen Malikanesi’nde neler olduğu hakkında konuştuğunu bile duymuştu. Chu Wanning’in halkın dikkatini çekmek istediği için işverenini kırbaçladığını ve sıradan insanları yaraladığını belirten biri vardı–––

               “O vicdanı olmayan odun bir adam. Normal bir insanın başka nasıl üç beş iyi arkadaşı olmaz? Şu Chu Wanning’e bakın, on beş yaşında Huaizui’ye ihanet etti ve o zamandan beri yalnız. Kim bu koca dünyada onun arkadaşı olmak ister ki?”

               “Doğru, o yıl Kelebek Kasabası’ndaki Efendi Chen, ne kadar hatalı olursa olsun, hâlâ bir işverendi. Chu Wanning’in eli çok ağır, sektin itibarını ve kurallarını umursamadı. Bence o kadar uzun zamandır yalnız ki akıl sağlığı bozulmuş.”

               Akıl sağlığı mı bozulmuş?

               Burada bozulmuş olan kimdi?

               Bu kişi bedelini ödememiş miydi, yeterli gelmiyor muydu?

               Cidden kuruyana kadar kanını sıkmak, etini çiğnemek ve hatta kemiklerini feda etmek mi istiyordu? Yapılması doğru olan şey bu muydu? Yapılması iyi olan şey bu muydu? Göklere layık olmak uğruna, dünyaya layık olmak uğruna, Chu Zongshi adına layık olmak uğruna yapılması gereken bu muydu?*

               Mo Ran kulaklarını kapattı. Chu Wanning uzun boylu ve narindi ama şu anki Mo Ran’in önünde kafası hâlâ çenesine kadar uzundu. Chu Wanning zayıf bir insan değildi ama Mo Ran indirilmiş kirpikleriyle ona baktığında aniden onun çok acınası olduğunu düşündü. Ona karşı sınırsız bir sevgi ve hassasiyet hissetmekten kendini alamıyordu.

               Bu kişiye her zamankinden daha fazla sarılmak istiyordu.

               Şehvet yoktu. Sadece ona sarılmak, bu zor dünyada eti ve kanıyla onu ısıtmak istiyordu. Hepsi bu.

               Düşünmeden ağzından çıkan bu şüpheler ve ben olsam ne yapardım, ne derdim sözleri içinse, Chu Wanning buna Mo Ran’den daha çok alışkındı, bu yüzden çok sakin görünüyordu.

               Bu noktada Jincheng Gölü’nün anıları da sona ermişti. Anılarının parçaları çökmeye ve kendilerini yenilemeye başladı. Chu Wanning bakışlarını Nangong Si’ya çevirdi.

               Nangong Si ona arkasını dönmüştü. Hâlâ dizleri üzerindeydi, bir daha asla kalkmıyordu.

               Chu Wanning hafifçe içini çekti.

               O ve Nangong Si, ismen usta ve mürit olmasalar da gerçekte usta ve mürittiler. Mümkün olsaydı, Nangong Si’nın, Rong Yan’ın talihsiz bir şekilde bir canavarı öldürürken öldüğünü düşünmesini dilerdi. Ancak işler istediği gibi gitmemişti. Bunca yıldan sonra, kağıt, alevlerle buluşmuş ve yanıp kül olmuştu.

               Chu Wanning’in gözünde, şimdi diz çökmekte olan Nangong Si ve yas salonunda diz çökmüş çocuk birdenbire örtüşmüştü.

               Çocuk beceriksizce Mutlu Bir Seyahat’i taşıyor ama okurken sesi titriyordu. Sözcükleri bir araya getiremiyordu. Gözyaşlarını silerken yavaşça annesine okuyordu.

               “Kuzey Okyanusu’nun karanlığında K’un adında bir balık varmış. K’un o kadar büyükmüş ki gövdesinin kaç bin li olduğu bilinmiyormuş; bir kuşa dönüşünce adı P’eng olmuş…” Konuşurken kekelemişti. Her durduğunda, genç ve nazik yüzü bu yaşta hissetmemesi gereken bir acıyla doluyordu. “Bütün dünya…… Onu övse…… Gurur duymaz, bütün dünya…… Kınasa…… Da…… Caymazmış…… Çünkü neyin içsel neyin dışsal olduğunu ayırt edebilirmiş……”

               Çocuğun yumuşak sesi aniden kesildi. Okumaya devam etmedi. Küçük bedeni rüzgârda söğüt gibi hafifçe titriyordu. Sonunda yüzünü kapattı. Artık kendini tutamayıp gözyaşlarına boğulmuştu.

               “Anne… Hatalıydım. Si’er hatalıydı…… N’olur uyan, olur mu anne…… Artık oynamak istemiyorum. N’olur uyan ve bana tekrar öğret, tamam mı?”

               Daha sonra, Mutlu Bir Seyahat, Nangong Si’nın bir parçası haline gelmişti. Her sabah dersinde aklından metinleri kopyalıyordu. Küçük bir çocuktan Rufeng Sekti’nin azimli gongzi’si oluncaya dek ona eşlik etmişti.

               Rong Hanım gitmişti. Artık ona öğretemezdi.

               Kısa bir süre sonra Chu Wanning de gitmiş, geri dönmemişti.

               Nangong Si’nın bir öğretmeni yoktu. Hatalarını telafi etmek için yamalanmış eski ok kılıfına ve “Açgözlülük, kin, aldatma, cinayet, tecavüz ve yağma, Rufeng Sekti beyefendisinin yapmaması gereken yedi şeydir,” sözlerine bel bağlamıştı. Nihayetinde, dünyanın bir numaralı sektinde büyümüştü. Babasından tamamen farklı, erdemli bir kahraman olmuştu.

               Şu anda, Rong Hanım’ın ölümünden bu yana yaklaşık on beş yıl geçmişti.

               İllüzyon bir kez daha toplandı. Bu sefer kalabalığın önünde görünen Nangong Liu’nun yatak odasıydı. Dolunay gecesiydi ve Nangong Liu yatağına kıvrılmıştı. Yatak, bir şilteyle kaplıydı ve üzerinde bir bambu hanım5 vardı. Belli ki yazdı. Ancak Nangong Liu birkaç kat kalın örtüye sarınmıştı. Tir tir titriyordu ve dudakları mordu.

               Chu Wanning, Mo Ran’in elini sıvazladı, “Bırak, izlemeye devam etmek istiyorum.”

               Mo Ran, “İzlemene gerek yok. Sana anlatacağım,” dedi. Chu Wanning’in kulaklarını kapatan ellerini hâlâ çekmek istemiyordu ancak Chu Wanning tarafından iki kez okşandıktan sonra, fikrini değiştiremeyeceğini biliyordu. Bu yüzden ellerini indirdi ve kasvetli bir şekilde çevreyi taradı. Biri Chu Wanning hakkında daha fazla kötü bir şey söylerse, bunu gizlice aklına yazacağını ve sonra bu insanlarla tek başına ilgileneceğini düşündü.

               İllüzyonda, Xu Shuanglin kapıdan içeri girdi ve çarpık bir şekilde selam verdi. Kurallara uymuyordu bile. Ancak Nangong Liu buna alışmış görünüyordu ve umursamamıştı. Gözleri kan çanağıydı. “Shuanglin, ilaç nerede? İlaç nerede?” diye sorarken titredi.

               “Yaptım, başarısız oldu.”

               Nangong Liu “Ahhh,” diye bağırdı. O kadar korkmuştu ki gözyaşları ve sümükleri aşağı süzülüyordu. “Nasıl olabilir…… Bu nasıl olabilir…… Yapabileceğini söyledin…… Artık dayanamıyorum. Sanki vücudumdaki tüm kemiklerden dikenler bitip batıyor! Sen, acele et ve pencereleri sıkıca kapat. Bir zerre ışık bile girmesin, bir zerre bile……”

               “Zaten sıkıca kapalı. Bugün dolunay, bu yüzden dışarı çıkmasan bile acı hissedeceksin,” dedi Xu Shuanglin, “İşe yaramaz. Kaçamayacaksın.”

               “Hayır–––hayır! İlaç nerede?” Nangong Liu biraz çıldırmıştı. “Peki ya ilaç?! İlaç nerede? Bana yapılabileceğini söyledin! Sana inanıyorum! İlaç nerede?!”

               “Parşömeni yeniden okudum. Karışımı yapamadım. Üzerindeki lanet çok azılı. Ondan kurtulmak için bir şeye ihtiyacın var.”

               “Neye?! Sana istediğin her şeyi verebilirim! Sadece bana ilacı ver! Bana ilacı ver!”

               Xu Shuanglin, “Laneti yapan kişinin ruhani özünü istiyorum,” dedi.

               “!”

               Nangong Liu’nun yüzü anında bembeyaz oldu.

               “Ruhani öz…… İstiyorsun…… Onun ruhani özünü mü istiyorsun?”

               “Sende var mı?”

               “Neden olsun ki!!” Nangong Liu kükredi, saçları darmadağınıktı ve ağzının kenarlarından salyaları akıyordu, “Laneti bana kimin yaptığını da biliyorsun! Sevgili Shizunum, o çöp parçası…… İşe yaramaz…… Bir beyefendi! Luo Fenghua! O, benim yerime el koydu. Onu tahttan indirdiğimde çoktan paramparça etmiştim! Küllerini bile olağanüstü tehlikeli feng shuiye sahip kan gölüne attım, ruhunu Sonsuz Cehenneme gönderdim, asla reenkarne olamayacak! Şimdiye kemikleri bile çürümüştür! Onun ruhani özünü bulmamı mı istiyorsun? Onu nasıl bulabilirim? Nasıl bulacağım!?”

               Xu Shuanglin bir süre sessiz kaldı. Nangong Liu kükremesini bitirdikten sonra yavaş yavaş umutsuzluğa kapılmıştı, yavaşça, “Başka bir yöntemim var ama çok zor. Duymak ister misin?” dedi.

               “Konuş…… Konuş, çabuk söyle!”

               “Luo Fenghua ölmüş olsa bile bilmelisin ki Sonsuz Cehennem Alemine düşen hayaletler, “Ölülerin Kaydı’na” kayıt ediliyor. Asla reenkarne olamasalar bile, üç hun ve yedi po’yu bir araya getirerek, hayatta oldukları zamanki gibi aynı deri, kemik ve eti doğurarak hayalet bir fetüs oluşturabilirler. Hayalet fetüsün ölümü ne kadar trajik olursa, o kadar güçlü olur. Hatta bazıları, ruhun dağılmasını önlemek için hayalet fetüsün dışında dev bir iskelet oluşturabilir.”

               “Öyleyse ne olmuş? Cesedini almak için öylece Sonsuz Cehennem Alemine gidemem……”

               “Sen gidemezsin ama o gelebilir.” Xu Shuanglin biraz gülümsedi. Mum ışığındaki ifadesi çok sakindi, sanki bu akşam hangi arkadaşına çaya gideceğinden bahsediyordu. “Hayalet diyarı ve fani diyar bir bariyerle ayrılmış vaziyette. Beş saf ruhani enerji topladığın sürece Sonsuz Cehennem’e bir boşluk açabilirsin.”

               “Sonsuz… Cehennem’e bir boşluk açmak mı?”

               Xu Shuanglin güldü, “Doğru, o boşluğu aç ve Luo Fenghua’nın hayalet fetüsünü ortaya çıkar. Bu hayalet fetüs ölümden öncekiyle tamamen aynı olacak ve aynı zamanda ruhani bir özü olacak. Onun etini yiyebilir ve sonra özünü çıkarabilirsin. Sonrasında lanetin kırılmamasıyla ilgili bir endişen kalmayacak.”

               Bir an durakladı ve devam etti, “Ancak beş saf ruhani enerjiyi toplamak biraz zor. İyi bir ruhani öz tipine ihtiyacımız var…… Sabırsızlanma, bir yol düşüneyim.”

               Nangong Liu bir şey söylemek ister gibi ağzını açsa da ağzından çıkan tek şey korkunç bir feryattı. Şiddetle titreyerek yatakta yatarken gözyaşları ve sümükleri akıyordu.

               “Gerçekten o kadar acı verici mi?” Xu Shuanglin içini çekti, “Shizun’un aynı zamanda ustayı öldürdüğün için de senden nefret ediyor olmalı ki yüzüğe böylesine acımasız bir lanet koymuş. Gerçekten acınası.”

               “Huu……”

               “Tamam, sabret. Güneş doğduğunda artık acımayacak.” Xu Shuanglin bunu söylerken, yatağın kenarına oturdu, bacak bacak üstüne attı, bir eli yanağındayken, diğeriyle ayağını kaşıdı. “Sana eşlik edeceğim. Seninle konuşacağım ve dikkatini dağıtacağım, böylece canın çok fazla yanmaz.”

               Nangong Liu, nefes nefese, yorganın derinliklerine gömüldü.

               Xu Shuanglin, “Ai, ne konuşsak? ……. Neden Si’er hakkında konuşmuyoruz? O da kolay bir çocuk değil. Zalim bir ruhani özle doğdu ve efsunu kolayca qi sapmasına uğrayabilir. Bu, Nangong Ailesi’nin kronik bir hastalığı olabilir. Büyük büyükbabasının da bu hastalığa sahip olduğunu duydum?”

               Nangong Liu yorganın altına saklandı ve salyasını yuttu. “En.”

               “Ne yapacaksın?”

               “Ne demek istiyorsun?” Nangong Liu’nun sesi titriyordu, “Hastalığı benimkinden daha iyi, bu yüzden başa çıkması çok daha kolay. Gelecekte, karısıyla evlendiğinde…… İkili efsun yoluyla ruhun akışını bastırabilir. Daha çok…… Daha çok lanetim hakkında endişelensen daha iyi olur……”

               “Lanetini her zaman önemsemedim mi? Ama ne kadar çok düşünürsen, o kadar çok acıyor.” Bu nedenle, Xu Shuanglin konuyu tekrar değiştirdi, ayak parmaklarının arasını kaşıyıp kıkırdadı, “Ancak bu ikili efsun, bir Tao yoldaşının vücudu için çok iyi olacak mı? Si’er’ın büyük büyükannesinin genç yaşta vefat ettiğini duydum……”

               “Boş laf, saçmalık.”

               “Aiya, sadece öylesine soruyordum. İkili efsun nedeniyle genç yaşta ölmesini beklemiyordum.” Xu Shuanglin içini çekti, “Rufeng Sekti gerçekten derin. Sekt Lideri bu sıkıntıda kendine yardım etmek için hanımının hayatını kullanmak istiyor.”

               “Kadınların hayatları… gerçekten… işe yaramazlar.”

               Xu Shuanglin güldü, “Neden kadınları bu kadar küçük görüyorsun?”

               “Yüce Sekt Lideri’nin öğretilerini anlamamış değilsin ya.”

               “Anlamadım. Yüce Sekt Lideri ne demiş?”

               “Rufeng Sekti bir beyefendi tarafından yönetilmelidir.”

               “Doğru.”

               “Beyefendi nedir? Erkektir. Anlıyor musun?”

               “…… Pıfft, çok kaba bir şey diyeceğim. Sekt Lideri, yanlış yorumlaman, Yüce Sekt Lideri’nin Kahraman Mezarından öfkeyle hortlamasına neden olabilir.”

               Nangong Liu titreyen bir sesle konuştu, “Daha önce hiç evlenmedin. Anlamıyorsun. Kadınlar…
İşe yaramazlar. Tek sorumlulukları…… Aile soyunu sürdürmek. Büyükannem büyükbabam için hayatını feda etmeye hazırdı…….”

               “Hazır mı?” Xu Shuanglin güldü. “O zaman senin de Si’er için onunla ikili efsun yaparak onun için hayatını feda etmeye hazır birini bulman gerekmiyor mu?”

               “…… Zaten buldum……”

               Xu Shuanglin hayrete düştü. “Ne? Kim o? KimKimKim?” Fazlasıyla dedikoduya hazır görünüyordu. Yatağın derinliklerine gömüldü. Nangong Liu’yu neredeyse yorgandan çıkarmak istiyordu, “Tabii, aklında Rufeng Sekti’nin Genç Efendisi’nin hanımı için bir aday bile var. Çabuk bana bundan bahset.”

               Nangong Liu kendini battaniyeye sarıp yatağın daha derinlerine çekti. Bir süre acıya katlandıktan sonra kısık bir sesle, “Evlatlık kızın Ye Wangxi,” dedi.

               “!”

炎炎炎

Dipnotlar

  1. Shijie: Aynı sektten büyük abla. Kan bağı olmak zorunda değil.
  2. 胯下之辱 《kuàxiàzhīrǔ》, Tam anlamıyla, Han Xin’in kılıcına çekip savaşmak yerine, düşmanının bacakları arasında sürünüp aşağılanması. Han Hanedanlığının üç kahramanından biriydi. Qin Hanedanlığının sonlarında bir sivil olarak yaşardı. Kimseler tarafından da sevilmezdi. Han Xin genellikle başkaları tarafından hor görülür ve aşağılanırdı çünkü bir kılıç taşır ama onu çekmezdi. Huaiyin mezbahasındaki bazı genç haydutlar sürekli onunla alay ediyordu. Bir gün sokakta, haydut, kalabalığın önünde Han Xin ile alay etti: “Uzun ve iri olmana rağmen kılıç ve bıçak taşımayı seviyorsun. Sadece bir korkaksın. Ölümden korkmuyorsan, kılıcını çekip beni deşmelisin. Ölümden korkuyorsan kasıklarımın altından geçeceksin!” Han Xin sadece sinirlenmekle kalmamış, ona birkaç kez baktıktan sonra gerçekten de haydutun kasıklarının altından geçmişti. Herkes Han Xin’e gülmüştü ve onun gerçekten korkak olduğunu düşünmüştü.
  3. 吃不了兜着走: Tam anlamıyla, “hepsini yiyemiyorsan eve götürmen gerek” anlamına gelen bir deyim. Yaptıklarının sonuçlarına katlanmak anlamına gelen bir deyim.
  4. 某日吃错了药: Ani, rasgele ve asılsız bir karar vermek anlamına gelen deyim.
  5. 竹夹膝: Bambu hanım, bambu prenses, yeşil köle, bambu köle ve bambu cariye olarak da bilinen geleneksel bir Doğu Asya yazlık ısı malzemesidir. Genellikle bambu veya bambu şeritlerden yapılır.