142. Shizun, Bu Zalim Bir İşkence

Share

※※※※※※※※※※※※※※※※※※※※

Sonuç olarak, Mo Ran baktığı sırada, Chu Wanning’e ilham geldi ve son saniyede arkasını döndü, kollarını çaprazlayarak duvara yaslandı ve diğerine düz ve güçlü sırtının görüntüsünü bıraktı.

Bu şekilde, Mo Ran tam önden görünüşünü göremeyecekti. Chu Wanning çok zeki olduğunu düşünüyordu.

Bu aptal, Mo Ran’in gözlerinin önüne serdiği şeyin alçak ve şehvetli sırt çukurları, dolgun ve sıkı kalçaları ve ince ve güçlü bacakları olduğunu hiç fark etmemişti… Kendi postunu soyup ızgara olmak için kendini ateşin üzerine atan kızarmış ve çıtır çıtır bir tavşan gibiydi. Hemen hemen, “Afiyet olsun, teşekkürler,” diyordu.

Mo Ran boğazının kuruduğunu hissetti. Gözleri kırmızıydı ve konuşabilmesi için bir an kendini dizginlemek zorunda kaldı. “Shizun, ne… Ne yapıyorsun?”

Ne yapıyordu?

…Hım… Bu pozisyon kesinlikle biraz tuhaftı, ama şüphe uyandırmadan bunu düzeltmek için ne demeliydi…

Chu Wanning, yüzünün yarısını gösterir bir halde, soğukça ve ciddiyetle bunu örtmeye çalışarak baktı.

Mo Ran çoktan giysilerini bırakmıştı ve ona doğru yürüyordu. Belki de sırtı ışığa karşı olduğu içindi ama Chu Wanning, Mo Ran’in yüzündeki ifadenin, ormanda çok uzun süredir aç kalmış bir kurt gibi korkutucu olduğunu düşünüp durdu, ancak et bir tuzağın pençelerine asılmıştı, bu yüzden kurt tereddüt etti, açlığı ve mantığı şiddetli bir kavgaya girişmişti, savaşın alevleri gözlerine yayıldı. Mo Ran’in kara gözleri çok parlaktı ve unutulmaz bir ışıltı yayıyordu.

Chu Wanning sonunda bir şeylerin yanlış olduğunu fark etti ve yayına iki kelime tutturdu, tonları keskindi, tuhaf sessizliği delip geçiyordu.

“Sırtımı sürt.”

“…Hım?” Mo Ran’in zayıf sesi boğazında donmuştu, sesi genizden gelen bir ton taşıyor, kulağa özellikle şehvetli geliyordu. “Ne?”

Bu gerçekten de Chu Wanning’in aklına başka bir şey gelmediğinden, endişeyle ortaya attığı bir bahaneydi, ama sesi çoktan duyulduğu için bundan kurtulmak mümkün değildi, bu yüzden tek yapabileceği sakin gibi davranmak ve soğuk bir şekilde, “Madem buradasın, gitmeden önce gel sırtımı sürt.” demekti.

Mo Ran, “……”

“Bugünlerde çok meşgulüm, ter içindeyim ve rahatsızlık verici.” Chu Wanning, kayıtsız ve hiç aldırış etmezmiş gibi görünmek için her şeyini kullandı: “Keselenip temizlenmek iyi olacak.”

Mo Ran’in yalanlarını yutup yutmadığını ya da yalanlarının kulağa doğal gelip gelmediğini anlayamıyordu.

Ama her iki durumda da sonunda Mo Ran hâlâ ona kulak verdi ve itaatkâr bir şekilde bir havluyla geldi, onu ıslatmak için ılık su kullandı, sonra Chu Wanning’in sırtını ovmaya başladı.

Gece Göğünün Yuheng’i her zaman bilge olmuştu. Bu, yaptığı en aptalca şey olmalıydı.

Bu dünyadaki en dayanılmaz işkence neydi?

Tutkuyla sevdiğiniz kişi arkanızda durup sizi yalnızca kaba bir havlu ayırırken bir çift iri eliyle ovuşturup temizliyordu ve yıkanan her yerdeki dokunuş kaynak sularında seyreden bir yelkenli gibiydi, ardında küçük izler bırakıyordu. Mo Ran zaten gücünü geri tutuyordu ama yine de çok sertti. Ayrıca, Chu Wanning’in tenine daha önce hiç başkaları tarafından dokunulmamıştı ve sanki kasının her santimi titriyormuş gibi hissediyordu, bu yüzden az da olsa sakin kalmayı başarabilmesi için gerilmesi gerekiyordu, alışılmadık davranışı, arkasındaki kişi farkına varmasın diyeydi.

Alnını duvara dayadı ve Mo Ran’in görüş alanının dışındayken dudaklarını sıkıca ısırdı, anka gözlerinin köşeleri kızarmıştı, zihni o kadar sıcaktı ki, dalın üstündeki kalın çiy gibiydi, sisin içinde yumuşak bir şekilde nemliydi…

O da daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştı, ama ne olmuş yani? Yine de derinden sevdiği kişinin önünde, mağrur ve ulaşılamazmış gibi davranarak böyle bir uyarıma katlanmak zorundaydı.

Bu çok stresliydi……

Ama Mo Ran olsaydı, onun için dünyadaki en dayanılmaz işkence ne olurdu?

Cevap çok farklı olacaktı. Muhtemelen şöyle derdi: önünde duran, elleri duvara yaslanmış, omuzları açılmış ve senden hiç şüphe duymayan, kendini sana açıkça ve korkusuzca veren, sıcak ellerinin, engel oluşturan havluyla ayrılmış bu erken bahar tarlasını ovmasına izin veren kişiydi, zihni tarif edilemez müstehcenlikle doluydu.

Elbette shizunu için sırtını ovduğunu biliyordu, ama biraz daha fazla bastırırsa, cildi kızarır ve ona zulme, istismara uğramış gibi bir görünüm verirdi.

Mo Ran onu nazikçe yıkarken havlu kürek kemiklerinin üzerinden geçti, ama farkında olmadan hareketi her geçen an daha da güçlenmişti. Altındaki kişinin hafif titreyişini hissedebiliyordu ama her şeyin kafasında olup olmadığını anlayamıyordu. O güzel ve dolgun kıvrıma baktı, yıkama havlusunu fırlatmamak ve onun yerine doğrudan kendi ellerini kullanıp kıvrımın üstünde beş büyüleyici kırmızı çizgi kazımamak için gözleri kırmızılıklarla süslenene dek kendini tutuyordu.

Önündeki adamın ezici lezzetini çoktan tatmıştı ama ne olmuştu yani? Yine de çığlıklarını yutması ve buna katlanması, kendini bir beyefendi olmaya zorlaması gerekiyordu.

Bu çok stresliydi……

İkisi bir süre kendi kendilerine strese girdi ve bu ovma devam ederse, alev alacaktı.

Sonunda Chu Wanning kendini tutamadı ve sesi çatlayarak, “Yeterli, gidebilirsin. Sırtımın geri kalanına tek başıma ulaşabilirim, kendim yaparım.” dedi.

Mo Ran’in rahat bir nefes alması neredeyse anında olmuştu, alnı çoktan ince terle kaplıydı.

Kasvetli bir şekilde cevap verdi, “Tamam…… shizun………..”

Kapının perdesi savruldu ve indi. Mo Ran gitmişti.

Uzun zaman geçmişti ve hâlâ Chu Wanning kendine gelememişti; hâlâ duvara yaslanmış haldeydi, alnı yüzeye dayanıyordu. Mo Ran’in fark edip etmediğini merak etmesine rağmen, kulaklarının uçları tıpkı sürtme işleminin ardından bırakılan izler gibi kan kırmızıydı.

“……”

Anka gözlerini açtı, utançtan alt dudağını ısırıyor gibiydi, ama uzun bir tereddütten sonra yine de aşağı uzandı. Âdem elması yavaşça yukarı aşağı hareket etti, sisin içinde bulanık ve nemliydi ve her yerdeki buhar o kadar yoğundu ki yok edilemezdi……

Bu iğrenç duyguyu bastırmak için başlangıçta duşa koşmuştu.

Yine de cennetin planları her şeyi hükümsüz kılmıştı ve en tesadüfi koşullar altında Mo Ran onu arzu denizinin şiddetli dalgalarının derinliklerine doğru itmişti. Nihayet bugün, insan doğasına direnmek için her zaman arınma efsununa bel bağlayan Chu Wanning, dayanamamış ve kendini taşmanın doruğundaki arzudan kurtarmak için en temel ve en utanç verici yöntemi kullanmak zorunda kalırken bulmuştu.

Ağzı biraz açık, anka gözleri yarı kapalıydı, biraz acınası görünüyordu ve biraz da mağdur……

Buz gibi soğuk duvara yaslansa da alnı yanıyordu. Derin nefeslerini ve musallat olan hıçkırıklarını bastırırken güzel omuzları yükseldi, Âdem elması sallandı.

Çok günahkâr ama yine de çok güzeldi.

Bir örümcek ağına batmış beyaz bir kırlangıç ​​kuyruğu kelebeği gibi, sıkı sıkıya örülmüş şehvet içinde kanatlarını güçsüzce çırpıyordu, bir daha asla, asla, asla kaçmıyordu.

Ne de olsa kirlenmişti.

İliğine kadar kirlenmişti. O kadar sefilce, o kadar acınasıydı ki, başkalarını fethetmeye çekiyor, onları bağımlılığa sürüklüyordu.

Sonunda, Chu Wanning duvara yumruk atarken neredeyse öfkeliydi. Öylesine sertleşmiş, öylesine hüsran dolu, öylesine isteksizdi ki, kullandığı büyük güçle parmaklarının derisini kazımıştı ve kan sızıyordu.

“Piç.”

Kendine mi yoksa Mo Ran’e mi küfrettiğini bilmiyordu.

Chu Wanning’in gözleri hâlâ ıslak, dokunaklı ve şefkatliydi, acı ve nefret doluydu ama kafa karışıklığı da vardı.

Yuliang Köyü’ne geleli on beş günden fazla zaman geçmişti ve yoğun tarım sezonu sona eriyordu.

O keselenme gününden beri Chu Wanning, vahşi yaratıklardan, yılanlar ve akreplerden kaçar gibi Mo Ran’den kaçıyordu. Mo Ran’de olağandışı bir şey fark etmemişti, ama kendisindeki değişikliği kabul edemiyordu.

Bir adam çok uzun zamandır ciddi ve seviyeli olduğunda, kibirli olması özellikle kolay olurdu, yoksa Chu Wanning neden ikili efsun uygulayan diğerlerine bu kadar kolayca burnunu kıvırsındı? Gerçekten kıskançlık değildi, Kıdemli Yuheng, bunun fazla sevgi dolu olduğunu düşünerek gerçekten katlanamıyordu. Hoşuna gitmiyordu.

  Gerçekten istemediği için erotikaya bakmamıştı, bu bir numara değildi. Chu Wanning’e göre, “sevmek” ve “öpmek” hâlâ tahammül edebileceği şeylerdi, ancak bunu bir adım daha ileri götürmesi gerekirse, örneğin mastürbasyon veya benzeri başka işler, o zaman yüzü kararır ve katlanamazdı.

Bu, hayatı boyunca vejetaryen olmuş birine benziyordu ve eğer kâsesine biraz domuz yağı koyarsanız, güzel koktuğunu düşünebilirdi, ancak ona dıştan kahverengi görünen ama hâlâ içerisinde kan kokusu taşınan bir et parçası verirseniz, muhtemelen tiksintiden ölecekti.

O gün Chu Wanning, şaşkın bir telaş içinde boşaldıktan sonra, ayıldı. Elindeki yapışkanlığa bakarken nefes nefese kalmıştı ve sanki başına bir kova soğuk su dökülmüş gibi hissediyordu.

Yüzü tamamen kararmıştı.

Ne yapıyordu? Yirmi yaşını henüz geçen bir çocuk onu o kadar heyecanlandırmıştı da kendini dizginleyemediğinden ve kalbindeki dalgalanmaları yatıştırmak için gerçekten mastürbasyon yapması mı gerekmişti?

Chu Wanning’in sırtındaki tüyler diken diken oldu. Bu yüzden, bundan sonra Mo Ran ile ne zaman karşılaşsa, en az üç adım uzakta duruyordu, yanlışlıkla kalbindeki öfkeli canavarı serbest bırakıp pişman olacağı bir şey yapacağından korkuyordu.

Geri çekildi. Mo Ran de çekilmişti.

Mo Ran de olaydan sonra çok korkmuştu. Chu Wanning’e duyduğu özlemin tahmin ettiğinden çok daha güçlü olduğunu fark etmişti. Önceden inşa ettiği baraj artık fırtınalı akıntıları durduramazdı, kemiklerindeki tutku her an taşacaktı.

İnsanların ya da hayvanların bir zayıflık anı olduğunun kesinlikle farkındaydı ve bu zayıflık anından dolayı Chu Wanning’i tekrar incitmek istemediğinden bilinçsizce Chu Wanning’ten kaçınıyordu.

İkisi arasındaki mesafenin daha da uzaklaşması, aslında saygılı bir mürit ve nazik bir usta yanılsamasını vermişti.

Ve günler olaysız bir şekilde barış içinde geçmişti.

Bugün, köyün avcısı tombul bir geyiği kesmiş ve köylüler, akşamları köyün girişindeki küçük kurutma alanında bir şenlik ateşi partisi düzenlemeyi teklif etmişti.

Ve böylece her ev, ister kek ister kuru et olsun, yiyecek getirdi ve köy muhtarı da iki kavanoz gaoliang likörü açtı, kalabalık neşeyle ve heyecanla birlikte oturuyordu. Şenlik ateşini izlemek, kavrulmuş geyik etinin aromatik yağını koklamak ve neşe içinde yiyip içmek ne büyük zevkti. Chu Wanning ve Mo Ran yan yana oturmamışlardı, aralarındaki kızgın alevler nedeniyle ikisi birbirinden biraz uzaktaydılar ve birbirlerine ateşin içinden bakmışlar ama diğerinin fark etmesini istememişlerdi.

Sessiz ve gizli olduğunu düşünerek benden bir bakış çaldın1, ama iki bakış her zaman yarı yolda buluşmayı başarır, bu yüzden ikisi de farkında olmadan gözleri kaymış gibi davrandı ve bakışları kayıtsızlıkla alçaldı. Bir an sonra, diğeri savunmasızken gözler gizlice yanaklarına bir kez daha tırmanacaktı.

Turuncu alevlerin ışığı dalgalanıyor, yanan odunlar çatırdıyordu.

Kahkahalar ve neşe sesleri dört bir yandan birbirine karışıyor ve kesişiyorlardı ama onlar kimseyi duyamıyor ve kimseyi göremiyorlardı. Ay gökyüzünde asılı durmasına rağmen sadece ikisinin kalbini aydınlatıyordu.

Köy muhtarının açtığı likör kavanozları hızla dibe vurdu ama kalabalık yeterli olduğunu düşünmüyordu.

Mo Ran birdenbire kendi kulübesinde hâlâ en iyi armut çiçeği beyazından bir kavanoz olduğunu hatırladı, bu yüzden hemen kafasını kaldırdı ve sonra getirmek için kalktı.

Ancak kulübeye giderken yarı yolda arkasından bir ses duydu.

Arkasını döndü, “Kim var orada?”

Ayak seslerinin hışırtısı anında durakladı, ardından köşeden yavaşça sarı çiçeklerle işlenmiş bir çift yemyeşil ayakkabı çıktı.

Mo Ran bir an durakladı. “Ah, sizsiniz, Ling-er Hanım.”

Ling-er biraz fazla sarhoştu ve kar beyaz yeşimsi yanakları kızardı, dudakları zengin ve parlak renkliydi. Ay ışığı altında durdu, ona şefkatle baktı, dolgun göğsü hızlı nefesiyle birlikte yukarı ve aşağı hareket etti. “Mo-xianjun, bekle. Sana söylemek istediğim bir şey var.”

Yazarın Notları:

Mini Tiyatro: Bu Bölümün Sonunun Rastgele Kötü Düzenlemesi

1. Jiang-er bir seyirci olsaydı

Jiang-er: “Mo-xianjun, bekle, sana söylemem gereken bir şey var.”

Mo Ran: “Konuş.”

Jiang-er: “Herkes size sormamı istiyor, siz ikiniz bunu ne zaman yapacaksınız?”

Mo Ran: “……”

2. Jiang-er dolandırıcı bir rehber olsaydı

Jiang-er: “Mo-xianjun, bekle, sana söylemem gereken bir şey var.”

Mo Ran: “Konuş.”

Jiang-er: “Kavrulmuş geyik eti ve çiftlik evi liköründen oluşan eksiksiz bir yemek 899 Yen, xianjun kartla mı yoksa nakit olarak mı ödeyecek?”

Mo Ran: “…Tura yemeklerin dahil olduğunu sanıyordum?”

Jiang-er: “Öyleler, ancak bu bir şenlik ateşi partisi, masrafları size ait olmak üzere isteğe bağlı bir program.”

Mo Ran: “……”

3. Jiang-er bir Kedi Cafesi Pezevengi olsaydı

Jiang-er: “Mo-xianjun, bekle, sana söylemem gereken bir şey var.”

Mo Ran: “Konuş.”

Jiang-er: (Ellerini ovuşturur) Seksi bengaller, entelektüel British Shorthairlar’ı, ateşli cazibeli Amerikan Shorthairlar’ı, Sphynx kedileri ve diğerleri. Aylık üyelik için kaydolun ve gün boyu sınırsız sevme ve şımartmanın tadını çıkarın, xianjun bunu düşünmez mi?

Mo Ran: ……Beyaz kediniz var mı? Bir kez dokunduğunuzda size on kez vuran türden olan?

※※※※※※※※※※※※※※※※※※※※

Dipnotlar

  1. Neden birinci tekil şahıs ağzından çevrildiğiyle ilgili hiçbir fikrim yok. Belki bir şiirden alıntı falandır. Yeni çeviri beni biraz delirtiyor. :D