117. Shizun, Defolmamı Söylüyor

Share

※※※※※※※※※※※※※※※※※※※※※※※※

            Rong Jiu’nun demek istediği, elbette, Chu Wanning’in kesinlikle üzülüp kıskanacağı, bununla başa çıkamayacağıydı.

            Ama Mo Ran, Chu Wanning’in onu başından beri gerçekten sevdiğini bilmiyordu; Rong Jiu’nun sözleri üzerine kafa yordu ve yalnızca Chu Wanning’e geçmişteki kötülüklerini anlatmakla tehdit ettiğini düşündü. Bir ustanın, müridinin tek tek anlatılan pek çok çirkin eylemini dinlemesi ne kadar utanç verici olurdu? Öfkeden ölmez miydi?

            Bu yüzden hemen tersledi, “Onu rahat bırak!”

            Rong Jiu cilveli bir şekilde gülümsedi, erkek olmasına rağmen güzel bir şekilde kadınsıydı. Yumuşak bir sesle, “Beni korursan ve beni de yanına alırsan terbiyeli davranırım, söz veriyorum hiçbir şey söylemeyeceğim veya sorun çıkarmayacağım.”

            Başka çaresi kalmayan Mo Ran küfretti ve ayrılmak için döndü. Rong Jiu, sessizce rıza gösterdiğini bilerek neşeyle takip etti. Ama Mo Ran başını aniden döndürmeden önce zar zor iki adım atmıştı, parmağını işaret ederek fısıldadı ve tehdit etti, “Rong Jiu, eğer tek bir ayak parmağını bile çizginin dışına çıkarırsan, daha reenkarnasyon kapısına dokunmadan ruhunu dağıttığımdan emin olacağım.”

            Rong Jiu, tatlı bir şekilde, “Benimle uğraşmazsan, seninle uğraşmam. Bana kötü davranmadığın sürece iyi davranacağım. Mo-xianjun, herkesten çok, senin, ne tür bir insan olduğumu bilmen gerekmez mi? Ne de olsa benim eski müdavimimsin.”

            “…” Mo Ran, geçmiş yaşamda sevdiği o yumuşak, fazla tatlı tonundan, şimdi tiksinmişti, ama Rong Jiu’nun Chu Wanning’in tarafına süzülmesini izlerken kesinlikle yapabileceği bir şey yoktu. Gerçekten anlayamıyordu–––––

            O zamanlar kör müydü?

            Song Qiutong, Rong Jiu… onlar gibi insanlara aşık olmayı nasıl becermişti?

            Geçmiş yaşamına, geçmiş benliğinin önüne yeniden doğabilseydi, Taxian-jun’u boynundan tutup başını açıp oraya ne kadar su girdiğini kontrol etmek isterdi. Cidden, bütün bunlar neydi?

            Neyse ki Rong Jiu daha önce hiçbir şey söylememişti ve Chu Wanning aslında kalp meselelerinde boş bir sayfaydı, bu yüzden tecrübeli kıdemli Rong Jiu tarafından gülümsemeyle yapılan bazı açıklamaların ardından, Chu Wanning’in sertçe çatık kaşları yavaş yavaş gevşedi.

            Hatta daha önce bu kişinin “eski ilişkiler” ile ne demek istediğini yanlış anladığı için, saf olmayan düşüncelere sahip olanın kendisi olduğunu düşündü. İfadesi değişmemiş olsa da gizlice bundan oldukça utanmış hissetti.

            Rong Jiu, peşlerine takılacaksa, çalışmak zorundaydı. Saraya en aşina olan kişi olarak, “Bu caddeye pek fazla insan gelmiyor, ama tam olarak saklı değil. Siz ikiniz bariyeri nasıl aşacağınızı düşünürken, gönül rahatlığımız için başka bir yere gidelim.”

            Bahsettiği diğer yer, Yeraltı Dünyası’ndaki giysiler ve kumaşlar için bir depoydu; top top yığılmış beyaz çuval bezleriydi, saklanmak için mükemmeldi.

            Üçü uzak bir yer seçti ve Chu Wanning sanki hastanın nabzını tutuyormuş gibi parmak uçlarıyla duvar boyunca hissetti, şu anda tüm uzak sarayı kaplayan ruhani bariyeri hissetmek için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyordu.

            Ama uzun bir süre geçmesine rağmen hâlâ bir yere varamıyordu, bu arada ruhu çabaları yüzünden zayıflamıştı. Mo Ran elini Chu Wanning’in elinin üzerine koyup duvardan çekti ve “Biraz dinlen.” dedi.

            Kızgın ve çaresiz olan Chu Wanning’in tek yapabildiği kendi eline bakarken köpürmekti. “Bu ruhum neden yoksun olabilecek o kadar şey varken ruhsal güçlerden yoksun?”

            “Ya sana kendiminkinden biraz verirsem?”

            “Onu kullanamam.” Chu Wanning uzaktaki Rong Jiu’ya baktı ve sesini alçalttı. “Sen yaşayan bir insansın, ben bir hayaletim, yin ve yang enerjileri uyumsuz.”

            Chu Wanning kısa bir aradan sonra tekrar işe koyuldu. Üç ruhuna ve ruhsal güçlerine sahip olsaydı, tüm yapması gereken, bariyere bir ruhani enerji patlaması göndermekti ve Dördüncü Hayalet Kral’ın büyüsündeki zayıflığı kolayca tespit edebilirdi. Ama şu anda neredeyse hiç ruhsal enerjisi yoktu ve engin okyanusta tek bir yaprak aramak gibi, sahip olduğu azıcık gücü bariyere zorlayarak bariyerin zayıf noktasını deneyip bulmak gerçekten çok zordu.

            İki saat geçti ve Rong Jiu huzursuz olmaya başladı.

            Koştu ve Mo Ran’i çekti. “Çıkabilir miyiz, çıkamaz mıyız?”

            Mo Ran, “Kes şunu ve git otur” dedi.

            “Hadi, şimdiden çok endişeliyim, sadece bana çıkıp çıkamayacağımızı söyle.”

            “Endişelenmek sana bir fayda sağlamaz, sadece bekle.”

            Rong Jiu, “Senin Shizun’un gerçekten güçlü olması gerekmiyor mu? Çok uzun zaman oldu, neden hiçbir şey olmuyor?”

            “Üç ruhtan sadece birine sahip ve bu yüzden ruhsal güçleri eksik. Sessiz olur musun?”

            Rong Jiu, sözleri sebebiyle kederli görünüyordu, beyaz çuval bezi yığınının üzerine otururken kirpikleri titriyordu.

            İki saat ve sonra biraz daha zaman geçti. Rong Jiu ayağa kalktı ve Chu Wanning’in yanına gitti. “Xianjun, başka yolu var mı?”

            Parmak uçları hâlâ duvara dayanıyordu, Chu Wanning gözlerini açmadan yanıtladı, “Hayır.”

            “Ö-öyleyse güçlerinden en azından bir kısmını geri almanın bir yolu var mı?”

            Chu Wanning, “Ruhsal enerjiniz var mı?” diye sormadan önce bir an düşündü.

            “Hayır…” Rong Jiu şaşırmıştı. “Xianjun neden soruyor…”

            “Öyle olsaydı, kullanmam için bana biraz verebilirdiniz.”

            Rong Jiu heyecanla, “Bu kadar kolay mı? O zaman acele edin ve Mo-xianjun’dan al…”

            Chu Wanning sözünü kesti. “Onun faydası yok.”

            Elbette Rong Jiu, Mo Ran’in aslında bir hayalet olmadığını bilmiyordu. Mo Ran’in kullanılamayacağını duyar duymaz gülümsemesi dondu. “Nasıl olur?”

            “Farklı elementler, hepsi bu.” Mo Ran, Chu Wanning’in yalan söylemekte iyi olmadığını biliyordu ve en iyisi Rong Jiu’nun hayalet olmadığı hakkındaki gerçeği bilmemesi olurdu, bu yüzden hemen sözünü kesti. “Lütfendışarıda nöbet tutmaya devam et ve bu tarafa gelen birini görürsen bize haber ver.”

            Rong Jiu ona öfkeli bir bakış attı, ancak üçü şu anda aynı tekneye sıkışmıştı, bu yüzden tek yapabileceği gönülsüzce depo girişine gitmek ve isteksiz bir şekilde kapıya yaslanıp puslu şeftali çiçeği gözleriyle dışarıya bakarken tırnaklarını yolmaktı.

            Mo Ran, Chu Wanning’in yanına oturmadan önce ona baktı.

            Bir süre tereddüt etti, ama sonunda Chu Wanning’ten hiçbir şey saklamak istemediğine karar verdi, bu yüzden konuştu, “Shizun, ben… Yaptığım bazı yanlışlar için özür dilemek istiyorum.”

            “Hangi yanlışlar?”

            “Um, beni Günah ve Erdem Platformu’nda kınattığın zamanı hatırlıyor musun, çünkü…” Mo Ran hovardalık demekten utanarak durdu. İnsan yüzü gerçekten oldukça gizemli bir şeydi – umursamadıkları zaman büyük duvar gibi kalın, umursamaya başlar başlamaz bir kağıt parçası kadar ince ve dayanıksızdı.

            Mo Ran utanarak başını eğdi ve kısık bir sesle “…dördüncü, dokuzuncu ve on beşinci kuralları çiğnediğim için” dedi.

            Dördüncü kural, hırsızlık.

            Dokuzuncu kural, hovardalık.

            On beşinci kural, aldatma.

            Elbette Chu Wanning o zamanı unutamazdı. Gözleri açıldı ama “Mn” diye mırıldanırken Mo Ran’e bakmadı.

            O soğuk, disiplinli ifadeye bakınca Mo Ran daha da utandı, bir an sonra bakışlarını düşürdü ve sessizce “Shizun, özür dilerim” diye fısıldadı.

            Chu Wanning ne söyleyeceğini önceden tahmin edebiliyordu. Acı çekmesine rağmen, zor durumlarda her zaman serinkanlı olmayı başarmıştı ve ayrıca Mo Ran’in o zamanlar yaptığı aptalca şeyleri yeni öğrenmiyordu, bu yüzden soğukkanlı bir şekilde yanıtladı, “Bunun için zaten cezalandırmadın mı? Ve bundan sonra da tekrarlanan suçlar olmadı, öyleyse neden şimdi gündeme getirelim?”

            “Çünkü dışarıdaki Rong Jiu… o…”

            Mo Ran cümleyi bitiremedi ve Chu Wanning de uzun bir süre sessiz kaldı.

            Sonra Mo Ran, Chu Wanning’in alayını duydu, “Bu o mu?”

            “Mm.”

            Chu Wanning’e bakmaya hiç cesaret edemedi. Sisheng Tepesi, müritlerini arzu meselelerinden asla men etmemişti ve gençlerin, dışarıda ikili kültivasyon yapması veya bir sevgili sahibi olması tamamen normal ve olağandı. Ama Chu Wanning farklıydı. Chu Wanning’in efsun uygulaması, kalbin ve zihnin saflığına odaklıydı ve bu tür cinsel şeylere her zaman küçümsemeyle yaklaşmıştı.

            Mo Ran’in normal bir insan gibi birini düzgün bir şekilde görmesi şöyle dursun o zamanlar genelevlerde uyuyordu…

            Xue Zhengyong, yeğenini şımartmaya pek aldırış etmeyebilirdi. Mo Ran zaten reşitti ve saflık yolunu geliştirmiş gibi değildi. Dahası, o ihtiyaçları bastırmak sağlıklı olmayacaktı, bu yüzden sadece bir gözünü kapatıp bırakacaktı. Ama Chu Wanning buna tahammül edemezdi.

            Tiksinirdi. Mo Ran, Günah ve Erdem Platformu’nda cezalandırılırken zaten böyle bir tepki görmüştü; o zamanlar Chu Wanning’in gözlerinde tiksinti, aşağılama ve nefret açıkça görünüyordu.

            Zaten çok uzun yıllar geçmişti ve o zamandan beri bunları bir daha yapmamıştı, ama şimdi Chu Wanning, Yeraltı Dünyası’nda Rong Jiu ile karşılaştığına göre, nasıl rahatsız olmazdı? Mo Ran “ettiğini bulman bir an meselesi” kelimelerinin ağırlığını gerçekten hissetmişti.

            Chu Wanning tarafından azarlanmaktan veya vurulmaktan korkmuyordu – aslında, Tianwen’i çıkarmasını ve onu bir tur daha kırbaçlamasını tercih ederdi – hiçbir şey ters gitmediği sürece, bulmak için o kadar çok arayıp taradığı Dünya Ruhu bu geçmiş olay sebebiyle öfkeyle kaçmadığı sürece. Chu Wanning öfkeyle giderse, Mo Ran gerçekten kendini öldürebilirdi.

            Ne kadar çok düşünürse o kadar huzursuz hissediyordu. Rong Jiu’yu bacaklarındaki bir barut fıçısı gibi tutmaktansa, gelip önce Chu Wanning’den özür dilemek daha iyi olurdu.

            Her şeyi planlamıştı, itiraf ederken kasıtlı olarak kapı yönünde duruyordu, böylece Chu Wanning söylemesi gerekeni duyduktan sonra gitmeye çalışırsa, onu yakalayabilir, mecbursa bağlayabilirdi, kaybolmasını ve onu geride bırakmasını önlemek için her şeye başvururdu. Chu Wanning, her şey bittikten sonra istediği kadar kızabilirdi.

            Mo Ran, Chu Wanning’in cübbesinin kumaşı loş ışıkta hafifçe kımıldarken ve ışık, kırmızı ipek ve altın işlemelere tutunduğunda, kafasında Chu Wanning’in kaçış yollarını nasıl kapatacağını çalışıyordu.

            Mo Ran’in kalbi bile titriyordu ve alçak bir sesle, “Shizun…” dedi.

            Chu Wanning, “Bunların hepsi eskide kaldı ve cezalar çoktan verildi, öyleyse bana bu geçmiş şeyleri niçin söylüyorsun?” dedi. Ona yan bir bakış attı, ince dudakları kasıtlı olarak, hatta alaycı bir dokunuşla ayrıldığında soğuk bir şekilde kayıtsız bir ifade takındı. “Beni ne ilgilendirir?”

            “Beni ne ilgilendirir” gibi bir şey, söylemesini beklediği son şeydi…

            Mo Ran şaşkındı.

            Chu Wanning’in sözlerinden damlayan sirkenin1 tadını hiç alamamıştı; tek hissettiği panikti, Shizun’un içindeki tüm umudunu yitirdiğini ve artık onunla uğraşmak istemediğini, artık onu umursamadığını düşünüyordu. Çılgınca, “Shizun, geçmişteki her şey benim hatamdı, lütfen kızma…” dedi.

            “Neden kızayım, kızacak ne var?” Sözlerine rağmen, bunu düşündükçe daha çok sinirlendi, ta ki Chu Wanning hararetle, “Aranızdaki şeylerin o kadar temiz olmadığını zaten biliyordum. Sahiden “eski ilişkiler”, beni hâlâ kandırmaya mı çalışıyorsun? …Defol git.” diyene kadar.

            “…”

            “Defol!” Sesindeki ekşiliğin çok iyi farkındaydı ve bunların geçmişte kaldığını gayet iyi biliyordu, ama Chu Wanning usulca “Kesinlikle utanmaz” diye mırıldanmaktan kendini alamadı.

            Mo Ran, defolmak yerine, yanında sadece aptalca oturmaya devam etti ve ısrarla ona o parlak siyah gözlerle baktı.

            Bir an sonra, “Gitmiyorum” dedi.

            Chu Wanning öfkeyle, “Git! Şu anda seni görmek istemiyorum!” dedi.

            “Gitmiyorum,” diye mırıldandı Mo Ran, aptal bir kaya parçası gibi orada oturup yerinden oynamayı reddederek. O kadar aşağılık bir insandı, ama Chu Wanning’e baktığında ve gözlerinin kenarları kırmızıya döndüğünde, bir şekilde orada da biraz zavallılık ve inat vardı.

            “Gidersem kaçmandan korkuyorum… Shizun, beni geride bırakma.”

            “…”

            Chu Wanning’in Mo Ran’in aklından geçenlerin bu olduğu konusunda hiçbir fikri yoktu.

            Bu şeyden her bahsedildiğinde tiksinti duymasına rağmen, bu onun için yeni bir haber değildi ve aynı zamanda efsun dünyasında hüküm süren normal uygulamaların da farkındaydı: ister erkek ister kadın, reşit olduktan sonra – kendi uygulamalarını yapmaları koşuluyla yolları saflık değildi – pratikte herkes bir miktar çözülme eğilimindeydi. Kaş kaldıracak hiçbir şey yoktu.

            Mo Ran, Xue Meng değildi. Xue Meng, saygın ebeveynleri ve sıkı bir eğitimle korunaklı ve şımartılmış olarak büyümüştü, bu yüzden diğer genç ustaların aksine her zaman iyi huylu olmuştu. Ama Mo Ran?

            İstediğinde inat eden bir kişilikti, her zaman ne isterse onu yapıyordu.

            Eğlence evlerinde büyümüştü.

            Babası yoktu, annesi ise bir şarkıcıydı.

            O, yol gösterici olmadan büyüyen vahşi, asi bir yavruydu, on beş yaşına kadar, amcası onu çamurla kaplı bataktan koparana dek her gün aylaklık ediyordu.

            Sadece bir aptal onun güzel bir yeşim taşı gibi temiz ve saf olduğunu düşünürdü. Chu Wanning aptal değildi.

            Tüm bunları bilmek bir şeydi, ama Rong Jiu’yu, o zamanlar Mo Ran’le yatmış olan bu güzel insanı kendi gözleriyle görünce, Chu Wanning yine de iğrenmişti.

            Mo Ran’in uzaklaşmasını sağlayamayınca duvara döndü, gözlerini kapadı ve bariyeri kontrol etmeye geri döndü.

            Ama çalışırken, Rong Jiu’nun küçük, oval şekilli yüzünü, muhtemelen yumuşak olan ve dokunulduğunda pürüzsüz görünen o güzel, şefkatli görünen tenini düşünmekten kendini alamadı. Ve Mo Ran’in onları daha önce kesinlikle öptüğü lanet olası açık pembe ve yumuşak konuşan o sevimli dudaklar. Ve o küçük bel, o figür… ve istemeden, Mo Ran’in o kadınsı küçük şeyle yatakta nasıl karışmış olabileceğini bile düşündü, ne kadar iğrenç!

            Belirli şeylere gelince, bunu duymak, onu kendi gözleriyle görmekten tamamen farklı bir konuydu. Şimdi gördüğü için bunu düşünmekten kendini alamıyordu ve ne kadar çok düşünürse o kadar az dayanabiliyordu. Chu Wanning’in gözleri aniden açıldı, içinde alev alev yanan öfke alevleri vardı. Ayağa kalktı ve Mo Ran’i hiç de nazik olmayan bir şekilde itti. “Defol git.”

            “Shizun…”

            “Defol.”

            Seçeneği kalmayan Mo Ran’in tek yapabildiği başını eğip yavaşça deponun dışına çıkmaktı.

            Rong Jiu onu orada görünce biraz şaşırdı.

            “Oho, Mo-xianjun, Shizun’la kavga mı ettin?”

            Mo Ran onu onaylamak bile istemedi; sadece onu görmek bile ona bir baş ağrısı veriyordu. Geçmiş yaşamında onu sevmişti çünkü biraz Shi Mei’e benziyordu ve bu hayatta yeniden doğduktan sonra onunla yattığında, kin ve onu mahvetme niyetindeydi.

            Ama ne olursa olsun, geçmişte yapmış olduğu şeyler, eskiden olduğu gibi yenilenmesi imkânsız, tahta bir direğe oyulmuş işaretler gibiydi.

            Mo Ran, “Tek başıma nöbet tutacağım, oturacak başka bir yer bul.” dedi.

            Kapı, depodaki en az güvenli yerdi ve Rong Jiu buna uymaktan çok mutluydu.

            Ama sadece iki adım öteye yürüdükten sonra Mo Ran’e bakmadan edemedi. Mo Ran’in nasıl öldüğünü aniden biraz merak etti. Onu görmediği birkaç yılda kişiliği nasıl bu kadar değişmişti? Sanki üzücü bir deneyim yaşamış gibiydi, ne meraklıydı.

            Güzel kirpikleri dalgalanıyordu, Mo Ran’e arkasında durduğu yerden aşağı yukarı baktı. Birdenbire bir şeylerin biraz eksik olduğunu hissetti, ona tekrar baktı, bu sefer daha dikkatliydi ve bakışları Mo Ran’in ayaklarındaki soluk gölgeye odaklandı…

            Rong Jiu şokla dondu.

※※※※※※※※※※※※※※※※※※※※※※※※

Dipnotlar

  1. Sirke: Kıskançlık